ALLAHU TEALA'NIN VAADİDİR

RESULULULLAH'IN MÜJDESİDİR

 

RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİ İLE

 

İSTİKBAL İSLAM'INDIR

 

 

Evet istikbal İslâm'ındır. Hakikat bu olmasına rağmen ne yazık ki bilhassa günümüzde, Müslümanların ekserisinde istikbalden bir ümit kesiş hâli hakimdir. İslâm'ın bir daha hakim olamayacağı, Müslümanların bir daha kalkınıp izzet bulamayacakları gibi ümitsizlik tohumları Müslümanların nefislerinde yerleşmiştir. Nitekim;

"Efendim İslâmî hayat elbette ki güzel ve doğru olanıdır. Ancak ona bir daha dönemeyiz. Hilâfet olsa iyi amma bir daha tekrar kurulması mümkün değildir. Müslümanlar, bu parçalanmış, zayıf ve perişan haldeyken bir daha hilâfet nasıl kurulsun? Hem kafirler buna zaten fırsat vermezler. Çünkü onların güçlü devletleri, silahları, malları, askerleri ve ekonomik paktları var. Bu ortamda daha hâlâ nasıl hilâfetin kurulmasından, İslâm'ın tekrar hakim olmasından bahsedersiniz? Biraz fazla idealist olmuyor musunuz...?"

ve benzeri sözlerin, fikirlerin Müslümanların ağızlarında ve yazılarında terennüm edip durduğuna şahit oluyoruz. İşte onların nefislerinde yerleşik yeis yani ümitsizlik ifadelerinden bir kısım olan bu ve benzeri sözler ve fikirler onları gevşemeye, çalışmaktan geri durmaya, tembelliğe, pısırıklığa ve mevcut şartlara teslim olmaya, böylelikle zillete dûçar olmalarına itmektedir. Hakikatleri gördükleri halde, o hakikatleri hayata geçirme uğrunda çalışmaktan, mal ve canlarıyla fedakârlıkta bulunmaktan geri kalmaktadırlar. Yani yerlerinde çakılıp kalmaktadırlar. Zira onlar, istikbale dair ümitleri kalmadığından, çalışmalarının ve fedakârlıklarının sanki boşa gideceğini, heder olacağını zannediyorlar.

Onun için ümmetin bir çoğunun nefislerinde yerleşik 'istikbalden ümit kesme' kanaatinin yanlışlığını, ne derece çürük olduğunu göstererek o umursamaz ümitsizleri, İslâm davasını yüklenmeleri için harekete geçirir ve davayı yüklenenlerin de azimlerini ve gayretlerini daha da kamçılar umuduyla, ayeti kerimeler ve hadisi şerifler ışığında "İstikbal'in İslâm'ın olduğunu", “İstikbalde İslâm'ın hakim olacağını” ve bunun “İlahi vaad” ve “Nebevi müjde” olduğunu göstermeye çalışalım inşallah.

Allah'u Teala buyuruyor ki;

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 “Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri  halife (güç ve iktidar sahibi) kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka halife kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini hakim kılacağına, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar Bana kulluk eder ve Bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Nur 55)

Bu ayeti kerimenin ifadesi umumidir. Ayetteki; “halife kılmak başkasının yerine hakim kılmak", "dini yerleştirip hakim kılmak" ve "emniyete / güvenliğe erdirmek" hakkındaki Allah'ın vaadi sadece sahabelere (radıyallahu anhum) mahsus değildir. Bu vaad, ibarenin genel oluşundan dolayı; “iman edip salih amel işleyen, hiçbir şeyi ortak koşmaksızın yalnızca Allah'a ibadet eden” her cemaate ve ümmete şamildir. Bu vasıfta olan cemaat veya ümmeti;

-yeryüzünde halifeler kılacağına yani kafirlerin yerine hakim kılacağına,

-Müslümanlar için razı olduğu dini (İslâm'ı), yeryüzünde pekiştirip yerleştireceğine,

-yeryüzündeki İslâm dışındaki bütün dinler, fikirler ve ideolojiler üzerine İslam’ı hakim kılacağına,  

-zalimlerin, tağutların salih kullar üzerindeki korkularını, zulümlerini üzerlerinden kaldırarak zaferi tahakkuk ettirmek ve düşmanlara galip kılmak sureti ile güvenle değiştireceğine

dair Allah'u Teala'nın vaadi umumi bir vaaddir. Başka bir ayeti kerime de Allah'u Teala buyuruyor ki;

 

هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ

"Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen O'dur. Öyle ki; müşrikler hoşlanmasalar da onu (hak din olan İslâm'ı) bütün dinlere karşı üstün / hakim kılacaktır." (Saf 9 - Tevbe 33)

Bu ayeti kerime bize; bütün dinler üzerine hükmü, üstünlüğü ve egemenliği ile istikbalin İslâm'ın olduğunu müjdelemektedir. Bazı insanlar, bunun Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Raşit hâlifeler ve onlardan sonra gelen hâlifeler zamanında gerçekleştiğini zannediyorlar. Fakat hakikat öyle değildir. Zira gerçekleşen bu sadık vaadden, ancak bir cüzdür. Nitekim Nebî Sallallahu Aleyhi Vesellem'de buna şöyle işaret etmekte:

Aişe Radıyallahu Anha Nebî Sallallahu Aleyhi Vesellem'in şöyle dediğini rivayet etti;

لا يذهب الليل والنهار حتى تعبد اللات والعزى      "Lat ve Uzza'ya tapılmadıkça gece ve gündüz gitmeyecektir." (Yani kıyamet kopmayacaktır). Bunun üzerine Aişe Radıyallahu Anha  soruyor ki; "Ya Rasulullah, ben zannediyorum ki Allah Celle Celaluhu, (yukarıda zikredilen) Tevbe suresi 33. ayet indirilince bu iş tamam olmuştur." Bunun üzerine Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:        إنه سيكون من ذلك ما شاء الله عز وجل     "Şüphesiz ki ondan Allah'ın dilediği olacaktır…"   (Müslim)

Bu demektir ki; hak din İslâm bütün dinler üzerine hakim olacaktır. Ayetlerde geçen İslâm'ın zuhuru haberini (yani üstünlüğünün hakimiyetinin açığa çıkmasının haberini) ve hakimiyetin yeryüzüne yayılmasının boyutlarını açıklayan başka ayet ve hadisler de vardır. Şöyle ki;

Allah'u Teala, Bakara suresi 191. ayette, kafirlerin, Müslümanları Allah'a kulluktan vazgeçirmek için nasıl çalıştıklarını zikrettikten sonra onların işlerini "fitne" olarak vasıflandırıp, bu fitnenin katilden, yani insanları öldürmekten beter olduğunu vurguluyor. Daha sonra 193. Ayette Müslümanlara hitaben, bu fitneyi ortadan kaldırıp, dinin tamamen Allah için olması, yani kulluğun yalnız Allah için olması gayesiyle o kafirlerle savaşmalarını emrediyor. Allah'u Teala Enfal suresinde 30. ile 40. ayetler arasında da kafirlerin yeryüzünde Allah'a kulluk yapmaya nasıl mani olduklarını ve insanları Allah yolundan saptırmak için nasıl çalıştıklarını ve hatta çalışacaklarını zikrettikten sonra; onların bu yaptıklarını "fitne" olarak vasıflandırarak, Müslümanlardan bu fitneyi ortadan kaldırmak ve kulluğun tamamen Allah için olmasını sağlamaları için o kafir ve müşriklerle savaşmalarını emretmektedir. Şöyle ki;

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ يُنفِقُونَ أَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ فَسَيُنفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ إِلَى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ

"Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar. Bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu onlara pişmanlık ve yürek acısı (kahırlı özlemleri) olacak, sonunda da mağlup olacaklardır." (Enfâl 36)

 

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلّه

"(Yeryüzünde) fitne kalmayıp din (kulluk sistemi) tamamıyla Allah için oluncaya kadar onlarla (Allah'a kulluktan alıkoyan ve Allah yolundan saptıran o kafirlerle) savaşın." (Enfâl 39)

Görüldüğü gibi Allah'u Teala kafirlerin, insanları Allah'a kulluktan, Allah yolundan saptıran varlıklarını yani devletlerini (Kur-an'ın ifadesi ile fitneyi) tamamen kaldırmaları için o kafirlerle savaşmalarını Müslümanlara yüklüyor ve yeryüzünde dinin (kulluğun) tamamıyla Allah için olmasını da Müslümanlara bir gaye kılıyor. Allah'u Teala'nın bu emri demektir ki; bu gayenin gerçekleşmesi mümkündür ve gerçekleşecektir. Allah'u Teala bunu da şu ayeti kerimede şöyle vurguluyor:

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا

"Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemez." (Bakara 286)

Allah'u Teala’nın fitneyi yani kafirlerin siyasi, ekonomik ve askeri varlıklarını, devletlerini ortadan kaldırıp kulluğun tamamen Allah için olmasını gerçekleştirmek gayesi ile savaşı Müslümanlara yüklemesi, bu gayenin gerçekleşmesinin mümkünâttan olduğunu ve aynı zamanda gerçekleşeceğini gösterir. Bunun gerçekleşeceğini yani Allah'a kulluk sistemi olan İslâm'ın yeryüzünün tamamına kuvvet ve izzetle hakim olacağını ve küfrün (kula kulluk sistemlerinin) de zelil olacağını, daha önce zikrettiğimiz ayetlerin müjdelediği gibi birçok sahih hadisi şerifler de müjdelemektedir. Nitekim  Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu;

إن الله زوى لي الأرض مشارقها ومغاربها، وسيبلغ ملك أمتي ما زوى لي منها

"Gerçekten Allah, benim için arzı / yeryüzünü topladı da (gözümün önüne serdi de) onun doğusunu ve batısını gördüm. Muhakkak ki, ümmetimin mülkü bana gösterilene (yani arzın doğusu ve batısına) ulaşacaktır."

(Müslim, K. Fiten)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki;

ليبلغن هذا الأمر ما بلغ الليل والنهار، ولا يترك الله بيت مدر ولا وبر إلا أدخله هذا الدين، يعز عزيزاً ويذل ذليلاً؛ بعز عزيز، أو بذل ذليل عزاً يعز الله به الإسلام، وذلاً يذل الله به الكفر  

"Muhakkak ki, bu iş (bu dinin hakimiyeti) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne bir kerpiç ev ne de bir keçe çadır bırakmayacak; azizi aziz ederek, zelili zelil ederek, bu dini ona dahil edecektir. Allah'ın bu işte aziz edeceği İslâm'dır. Allah'ın bu işte zelil edeceği küfürdür."           

(Ahmet b.Hanbel - Taberani - İbni Hibban)

İşaret edilen ve müjdelenen bu hakikatlerin gerçekleşmesi mutlaka küfrün kuvvetlerine ve taşkınlıklarına galip gelebilmeleri için Müslümanların madden ve manen, iktisadi ve askeri olarak güçlü olmalarını gerekli kılar. Nitekim bunun da gerçekleşeceğine hadisi şerifler şöyle işaret edip müjdelemektedir:

İmam Ahmet ve Daremi, İbni Kubeyl'den şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:

"Biz Abdullah b. Ömer, İbn el-As'ın yanındaydık, şöyle soruldu: “İlk önce hangi şehir fethedilecek, Kostantiniyye mi? Roma mı?” Abdullah, kilitli bir sandığın getirilmesini istedi, ondan yazılı bir kağıt çıkardı ve şöyle dedi; “Biz Rasulullah (sav)'in etrafında yazıyorken; “hangi şehir önce feth olunacak, Kostantiniyye mi? Roma mı?” diye soruldu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Heraklin'in şehrinin yani Kostantiniyye'nin fethedileceğini söyledi."

Bu hadisin ifadesine göre Roma Kostantiniyye'den sonra fethedilecek şehirdir. Mu'cem'ul Buldan'da geçtiğine göre Roma, İtalya'nın başkentidir.

Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu:

لَتُقَاتِلُنَّ الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ حَتّى يَقُولَ الْحَجَرُ: يَا مُسْلِمُ هذا يَهُودِيُّ خَلْفِي تَعالَ فَاقْتُلْهُ

"Yahudiler sizinle harp edecek ve onları öldüreceksiniz. Hatta taş, 'ey Müslüman şu arkamdaki Yahudi'dir onu öldürüver' diyecektir."

(Müslim, K. Fiten)

İşte Yahudiler, İsrail devletinin kurulmasıyla, Müslümanlarla savaşa başlamışlardır!...

Başka bir hadiste Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

لَا تَقُومُ السَّاعَةُ حَتَّى يُقَاتِلَ الْمُسْلِمُونَ الْيَهُودَ فَيَقْتُلُهُمْ الْمُسْلِمُونَ حَتَّى يَخْتَبِئَ الْيَهُودِيُّ مِنْ وَرَاءِ الْحَجَرِ وَالشَّجَرِ فَيَقُولُ الْحَجَرُ أَوْ الشَّجَرُ يَا مُسْلِمُ يَا عَبْدَ اللَّهِ هَذَا يَهُودِيٌّ خَلْفِي فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ إِلَّا الْغَرْقَدَ فَإِنَّهُ مِنْ شَجَرِ الْيَهُودِ

   "Müslümanlar Yahudilerle harp etmedikçe kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar onları öldürecekler. Hatta Yahudi taş ve ağacın arkasına saklanacak. Taş veya ağaç da, Ey Müslüman, Ey Allah'ın kulu, şu arkamdaki Yahudi'dir, haydi gel de onu öldür diyecektir. Yalnız Garkad müstesna. Zira o Yahudilerin ağacıdır.”

(Buhari - Müslim)

Bu son iki hadis, Müslümanların, Yahudilerin varlığı olan İsrail’i tamamen yok edeceklerini ifade ettiği gibi, önce geçen hadis; Müslümanların, İtalya'nın başkenti, Papalığın karargahı ve Hıristiyanlığın merkezi ve Avrupa'nın kalbi durumunda olan Roma'yı fethedeceklerini müjdelemektedir. Bu hadiste müjdelenen Kostantiniyye, Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem'in haber verişinden 800 seneden fazla bir süre sonra fethedildiği gibi şüphesiz Roma da fethedilecektir.  Bu feth de Allah'ın izniyle tüm Avrupa'nın fethinin başlangıcı olacaktır. Bu üç hadis bize, İslâm'ın askerî yönden çok güçlü bir iktidara yani devlete sahip olacağını gösterdiği gibi şu iki hadis de bize bu devletin aynı zamanda iktisadî yönden de güçlü olacağına işaret etmektedir. Şöyle ki:

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyuruyor ki;

يَكُونُ فِي آخِرِ أُمَّتِي خَلِيفَةٌ يَحْثِي الْمَالَ حَثْيًا لا يَعُدُّهُ عَدَدًا

"Ümmetimin son zamanında bir hâlife olacak. Malı adetle saymadan avuçla avuçlayacaktır." Ravi diyor ki; “Ben (bu hadisi Rasulullah (sav)'den nakleden) Ebu Nadra ile Ebu Alâ'ya; bunun Ömer b. Abdülaziz olacağını zanneder misin?” diye sordum. Onlar; “hayır cevabını verdiler.”

(Müslim)

Yani mal çok olacak, devlet de Hilâfet devleti olacaktır. Zira dikkat edilirse Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem  "hâlife olacak" dedi. Ayrıca bu devletin, yeryüzünü zulûm, fitne ve fesattan tamamen temizleyip adâletle dolduracağına, İslâm'ı tam olarak hakim kılacağına haberler ve müjdeler Mehdi ile ilgili varid olan birçok hadisi şeriflerde geçmektedir. Mesela şöyle zikredilmektedir:

Ebu Said el-Hudri yoluyla rivayet edildiğine göre Nebi Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

أُبَشِّرُكُمْ بِالْمَهْدِيِّ يُبْعَثُ فِي أُمَّتِي عَلَى اخْتلافٍ مِنْ النَّاسِ وَزلازِلَ فَيَملأ الأرْضَ قِسْطًا وَعَدْلا كَمَا مُلِئَتْ جَوْرًا وَظُلْمًا يَرْضَى عَنْهُ سَاكِنُ السَّمَاءِ وَسَاكِنُ الأرْضِ يَقْسِمُ الْمَالَ صِحَاحًا فَقَالَ لَهُ رَجُلٌ مَا صِحَاحًا قَالَ بِالسَّوِيَّةِ بَيْنَ النَّاسِ قَالَ وَيَملأ اللَّهُ قُلُوبَ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غِنًى وَيَسَعُهُمْ عَدْلُهُ حَتَّى يَأْمُرَ مُنَادِيًا فَيُنَادِي فَيَقُولُ مَنْ لَهُ فِي مَالٍ حَاجَةٌ فَمَا يَقُومُ مِنْ النَّاسِ إِلا رَجُلٌ فَيَقُولُ ائْتِ السَّدَّانَ يَعْنِي الْخَازِنَ فَقُلْ لَهُ إِنَّ الْمَهْدِيَّ يَأْمُرُكَ أَنْ تُعْطِيَنِي مَالا فَيَقُولُ لَهُ احْثِ حَتَّى إِذَا جَعَلَهُ فِي حِجْرِهِ وَأَبْرَزَهُ نَدِمَ فَيَقُولُ كُنْتُ أَجْشَعَ أُمَّةِ مُحَمَّدٍ نَفْسًا أَوَعَجَزَ عَنِّي مَا وَسِعَهُمْ قَالَ فَيَرُدُّهُ فَلا يَقْبَلُ مِنْهُ فَيُقَالُ لَهُ إِنَّا لا نَأْخُذُ شَيْئًا أَعْطَيْنَاهُ فَيَكُونُ كَذَلِكَ سَبْعَ سِنِينَ أَوْ ثَمَانِ سِنِينَ أَوْ تِسْعَ سِنِينَ ثُمّ لا خَيْرَ فِي الْعَيْشِ بَعْدَهُ أَوْ قَالَ ثُمَّ لا خَيْرَ فِي الْحَيَاةِ بَعْدَهُ

 “Size Mehdi’yi müjdelerim. O, insanların ihtilaf ve (içtimai) sarsıntılar içinde bulundukları bir sırada  ümmetime gönderilir. O, daha önce zulüm ve çevirle dolu olan dünyayı adalet ve insaf ile doldurur. Ondan yer ve gök ehli razıdır. O malı insanlar arasında eksiksiz bir şekilde eşit olarak dağıtır. Allah Ümmeti Muhmmed’in kalblerini zenginlikle doldurur ve adaleti onların hepsini kapsayacaktır. O kadar ki nida eden kimseye ‘Kimin ihtiyacı varsa bana gelsin’diye nida etmesi emrolunduğunda bir kişiden başka kimse gelmez. O kimse istekte bulunur. O da ‘hazinedara git sana versin’ der. O da ‘Mehdi’nin gönderdiğini’ söyleyerek hazinedardan gücü yettiğince mal alır, fakat daha sonra pişman olarak, ‘Ben herkesten daha mı muhtacım ki, kimse gitmedi ben gittim’ diyerek, aldığı malı iade etmek ister, o zaman hazinedar şöyle der: ‘Biz verdiğimizi geri almayız’. Bu devir yedi, sekiz veya dokuz sene devam eder. Bundan sonraki hayatta ise hayır yoktur.”

(Müsned Ahmed, 10898)

Muhakkak ki İslâm'ın bu devleti, Raşit Hilâfet Devleti olacaktır. İşte Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bunu şöyle müjdeliyor:

İmam Ahmet rivayet ediyor ki; Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ

"Nübüvvet Allah'ın dilediğince aranızda kalacaktır. Allah onu kaldırmayı dilediği zaman kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzerinde bulunan hilâfet olur. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar kalır. Sonra ısırıcı melikler dönemi gelir. Allah'ın bulunmasını dilediği kadar bulunur. Allah kaldırmayı dilediği zaman onu kaldırır. sonra zorba iktidarlar gelir. Allah'ın dilediği kadar kalırlar. Allah dilediği zaman onu da kaldırır. Sonra nübüvvet yolu üzere hilâfet gelir. Sonra sustu."  (Ahmed, Müsned 17680)

Diğer hadisler gibi bu hadisler de nübüvvetin delaletlerindendir. Vahiyle bildirilmiş gelecekle (gaiple) ilgili gelen bir haberdir. Bu hadiste ifade edilenin birçoğu gerçekleşti. Nübüvvet dönemi, nübüvvet yolu ve metodu üzerindeki Raşidi Hilâfet devri, ısırıcı melikler dönemi ve zorba melikler (iktidarlar) dönemi gerçekleşti. Ancak bu hadisin son kısmının gerçekleşmesi kalmıştır ki o da, nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olan Raşidi Hilâfetin geri gelmesidir.

Görülmektedir ki Allah'u Teala, kitabı Kur-an'ı Keriminde, Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hadisi şeriflerinde bize istikbalin İslâm'ın olduğunu, İslâm'ın tekrar izzet, adâlet, kudretle hakim olacağını, hem yeryüzünün tamamında hakim olacağını müjdelemekte ve vaadetmektedir. Muhakkak ki Allah'ın vaadetmesi haktır ve O vaadinden dönücü değildir. Zira Allah Celle Celaluhu şöyle buyurmuştur:

وَعْدَ اللَّهِ لا يُخْلِفُ اللَّهُ وَعْدَهُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لا يَعْلَمُونَ

"(Bu) Allah'ın vaadettiğidir. Allah vaadinden caymaz. Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum: 6)

Allah'u Teala, istikbalin İslâm'ın olacağını müjdeleyip vaadettiği gibi nusretin (zaferin ve yardımın) kendi katında olduğunu, kendi yolunda olan, dinini yeryüzünde hakim kılmak için mücadele eden muhlis müminlere yardım edeceğini de müjdeleyip vaadetmiştir. Şöyle ki;

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

"Nusret / Zafer ancak Aziz ve Hakim olan Allah'ın katındadır."

(Ali İmran: 126)

 

وَلَيَنصُرَنَّ اللَّهُ مَن يَنصُرُهُ إِنَّ اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ

  "Muhakkak ki, Allah kendisine (dinine) yardım edene yardım edecektir. Şüphe yok ki Allah güçlü olandır, Aziz olandır."      (Hacc: 40)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ

"Ey iman edenler! Eğer Allah'a (dinine) yardım ederseniz, o size zafer verir ve ayaklarınızı sabit kılar." (Kıtal: 7)

 

وَكَانَ حَقًّا عَلَيْنَا نَصْرُ الْمُؤْمِنِينَ

"Müminlere yardım etmek üzerimize bir hak (vecibe) oldu." (Rum: 47)

Yüce Allah, müminlere yardımın dünyada da, ahirette de olacağını vaadetmiştir. Şöyle ki;

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ

"Muhakkak ki biz, Resullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları günde elbette yardım edeceğiz." (Mü’min: 51)

 

وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِن بَعْدِ الذِّكْرِ أَنَّ الأرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ   

   إِنَّ فِي هَذَا لَبَلاغًا لِّقَوْمٍ عَابِدِين

“Andolsun, biz Zikir'den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz yeryüzüne salih kullarım varisçi olacaktır" diye yazdık.  Gerçekten bunda (Allah’a) kulluk eden bir toplum için yeterli açık bir mesaj vardır.” (Enbiya:105-106)

Ancak yüce Allah, bu yardımın ne zaman geleceğini ve hangi vakitlerde ulaşacağını açıklamamış ve hiçbir kimseye bu konuda bir bilgi vermemiştir. O halde biz müminlere bu sadık vaade dayanıp yardım ve nusreti sadece Allah'u Teala'dan bekleyerek ve O'nun rızasını kazanma yolunda O'nun farz kıldığı aziz İslâm davasını ihlasla yüklenmek ve çalışmak, çalışma esnasında da sabretmek düşüyor. Eğer bu çalışmayı yaparsak Allah'ın yardımı bize mutlaka ulaşır. Bu yardım bize ya bu dünyada muzaffer olmamız yada ahirette (hesap gününde) Allah'ın af ve mağfiretine kavuşmamız şeklinde ulaşır. Ama her halükarda Allah'ın yardımı bize ulaşır. Yeter ki biz, O'nun dinine yardım etmekte yani İslâm davasını yüklenmekte muhlis olalım.

Bu hakikatler karşısında, Müslüman'ın vasfı olmaması gereken umutsuzluğun bir dayanağı kalır mı? Elbette ki kalmaz. Kendilerini pısırık, köşeye çekilmiş, umutsuz kılmış, böylece de zelil kılan ümitsizlik illetini Müslümanların nefislerinden söküp atmaları gerektiğini şu ayeti kerimeye de dikkatleri çekerek vurgulamak istiyoruz. Allah'u Teala şöyle buyuruyor:

وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ

"..Allah'ın lütfûndan ümidinizi kesmeyin. Çünkü Allah'ın lütfûndan ancak kafirler topluluğu ümit keser."  (Yusuf: 87)

 

O halde, Ey Müslümanlar! İslâm'ın yeryüzünde yeniden hakim olacağına, hilâfetin kurulacağına ve Raşit Hâlifeler döneminde olduğu gibi nübüvvet yolu ve metodu üzerinde olacağına yani Raşit Hilâfet olacağına, bu hilâfetin sınırlarının genişleyeceğine, fetihlerin artacağına, kısacası; Allah'ın vaadettiği yardımın ve zaferin geleceğine, istikbalin İslâm'ın olduğu müjdesinin gerçekleşeceğine sağlam bir güven içinde olalım. Allahu Teala’nın bu vaad ve müjdesine müstehak olacak salih kullarından olmanın gereği olarak ihlas ve ihsan ile Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması için gerekli çalışmaları yapalım. Allah yolunun yolcularına yar ve yardımcıdır.

رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

"Rabbimiz, üzerimize bol bol sabır dök, ayaklarımızı sabit kıl ve bize kafirler topluluğuna karşı nusret / yardım ve zafer ver." (Bakara: 250)

 

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp