‘HEVÂSINI İLAH EDİNEN’
Allah'ı ilah edinmeyen ve O’ndan başka hiçbir varlığı ulûhiyet mevkiine çıkartmayan insanlar her zaman kesret’i değil, kıllet’i teşkil etmişlerdir. Rasullerin bütün mücadeleleri bu emir çerçevesinde dönmüş olmasına rağmen, eşsiz/benzersiz ve pazarlıksız saf bir tevhid inancı ile Allah'ın yegâne ilah edinilmesi, nedense Âdemoğlu için ekseriyetle ‘sorun’ olmuştur.
İlah olarak Allah'ın bilinip, o şekilde hayatın tanzim edilmemesi durumunda, insan zihninde ulûhiyet makamı boş bırakılmamakta, orayı başka ilahlar işgal etmektedir. İnsanın bu şekilde, zihninde ve zihninden hayatına yansıyan sahte ilahlar barındırması her şeyden önce ahlaksızlıktır. İnsanın bu kadar kör, sağır, akletmez ve kadir bilmez olması, affedilbilecek bir cürüm değildir.
İnsanın, Allah'ı bırakıp da, kendisine sığındığı sayısızca ilah mevcuttur. Bu ilahlardan birine Kur'an ‘hevâ’ demektedir. Aslında, Allah'ın dışında edinilen ilahların tamamı hevâdır. Çünkü bu, bir ilme dayanmayan, tamamen zanna göre, şeytanî vesvesenin yönlendirmesiyle yapılan bir yönelimdir.
İnsan hevâsını ilah edinmektedir; geçmişte ve şimdi. Ve Kur'an buna dikkat çekmekte, “gördün mü?” diye söze başlamaktadır. Yani, “gör, bak, dikkat et!” demektedir, bu hevânın kullarına… Bak ki, ibret al! Peygamber'in (ve de biz müminlerin), bu sapmanın farkında olmamız istenmektedir. Bunun farkında olmamak da, tevhidi bozar; iman etmişliği anlamsız yapar. Mü’min, kimin mü'min kimin müşrik, kimin Müslim, kimin kâfir olduğunu; kimin Allah'ı, kimin hevâsını ilah edindiğini çok iyi bilmek, tefrik etmek zorundadır. Allah'ı ilah edinenler, şayet hevâyı ilah edinmenin farkına varamıyorlarsa ya da farkına vardıkları halde, ‘hoşgörülü’ hareket ediyorlarsa, bu da iman açısından tehlikeli bir durumdur.
Acaba kimlerdir, hevâsını ilah edinenler ve nasıl bir şeydir hevâyı ilah edinmek?
Şöyle diyor Kitap:
“Hevâsını kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?” (25/Furkan, 43).
“Hevâsını kendisine ilah edinen ve Allah'ın, bir ilme göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Allah’tan sonra şimdi onu kim hidayete erdirebilir? Hala ibret almayacak mısınız?” (45/Casiye, 23).
Bu iki ayet çok açık ve seçik bir biçimde, insanın, hevâsını ilah edinmesini haber vermektedir. Acaba bu nasıl olmaktadır?
Sanırım bu işin en anlaşılır izahı şöyle olmalıdır: Kişi, Allah'ı ilah edinince ne yapıyor, nasıl davranıyor, nasıl yaşıyor, değer yargıları neler oluyor, öncelikleri ve sonralıkları ne oluyorsa, hevâsını ilah edinince de aynı şey oluyordur. Yani bir ilah olarak Allah'a hasredilen tutum ve davranışlar, hevâya hasredilmektedir. Allah'ı ilah edinen kişi nasıl ki her işinde Allah'ı razı etmeyi hedeflerse, hevâsını ilah edinen de, hevasının bir dediğini iki etmeyecektir. Kişi Allah'ı ilah edinince, salatını, ibadetlerini, hayatını ve ölümünü bütünüyle Allah'a tahsis ediyorsa, hevâsını ilah edinince, hayat ve mematın mihrabı hevâ olmaktadır. Bu durumda ya salat ve ibadetler olmamakta ya da varsa da hevâya göre yapılmaktadır.
Allah'ı ilah edinmekle, hevâyı ilah edinmek elbette, birbirine yakın ama aralarında küçük de olsa tercih sebebi farklar bulunan, ikisinden birinin tercih edilmesi çok büyük bir hata sayılmayacak bir ‘seçim’ meselesi değildir. Hevâyı ilah edinmek öncelikle bir düşüştür, bir sapmadır. Bu bir alçalmadır. Esfel-i sâfilîndir. Allah'ı ilah edinmek ise Din’dir, fıtratla buluşmaktır. Yüzümüzü fıtrata çevirmek, Allah'ı ilah edinmektir. Yüzümüzü fıtrattan çevirmek ise hevâyı ilah edinmektir.
En büyük hakikat, Allah'ın eşi ve benzeri bulunmayan bir ilah olduğudur. Hayatta bundan başka bir hakikat yoktur. Allah'ın ilah edinilmemesinden büyük bir dalalet de yoktur.
Hevâyı ilah edinmek, İslam dairesinden çıkmaktır. İslam’dan başka sözde değerleri din edinmektir. Hevâsını ilah edinen kimselerin ahiret diye bir endişeleri kalmadığı için, artık her şey kendilerine mubah gözükmektedir. Haram-helal, günah-sevap, takva-fücûr gibi ayrımlar anlamını yitirmiştir. Esasında asıl olarak tevhid ve şirk ayrımı anlamını yitirmiştir. Din’in şirk saydığını insan hevâsı pekâlâ ti’ye alabilmekte, bu söylemi, modası geçmiş kavramlarla konuşmak olarak telakki etmektedir.
Mevdudi Furkan suresinin 43. ayetiyle alakalı olarak şunları söylemektedir:
“Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi, o da tutkularına ibadet ettiğinden, bir puta tapan kadar şirk suçu işlemektedir.” (Tefhim, III/591).
Casiye suresinin 23. ayetini tefsir ederken de şu sözlere yer vermektedir:
“Hevâ ve hevesini tanrı edinmek ifadesiyle bir kimsenin, nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helal mi olduğunu dikkate almadan davranması kastolunmaktadır.” (Tefhim, V/327).
Peygamber (a.s) zamanında, hevâsını ilah edinen, İslam ümmetinin dışında birileri idi. Bu eylemin ayırt edilmesi, Peygamber’in mevcudiyetinden dolayı müminlere zor gelmiyordu. Günümüzde ise, Peygamber dönemindeki gibi bir İslam ümmeti bulunmadığı için, sınırlar ortadan kalkmış, iman ve küfür alanları birbirine karışmış durumdadır. Dolayısıyla hevâsını ilah edinenle, Allah'ı ilah edinenler birbirine karışmış vaziyettedir.
Kur'an, son vahiy gelmeden önce, Allah’tan, kendilerine vahiy ve elçi göndermesini temenni eden ama Kur'an vahyi inzal edildiğinde yan çizip, ustalıklı(!) bir biçimde hem Tevrat’ı, hem de Kur'an’ı dışlayan, yani hevâlarına uyan kişiliksiz insanlara dikkatlerimizi çekmektedir. (28/Kasas, 47-50).
Hak suretinde görünüp, hakka sırt çevirme pişkinliğini bugün de yaşıyoruz. Görüyoruz ki, hiçbir iş Allah'a teslim edilmek istenmemektedir. Allah değil, tağutların egemenliği esas alınmaktadır. Hevâ egemenliği, bir fert değil, toplum olarak, ülke olarak ve devlet yönetimi olarak, büyük büyük hizipler olarak karşımıza çıkmaktadır. Allah ilah olarak hayata müdahil kılınmayınca, insan hevâsı onun yerini almaktadır. Kuru kalabalıkların karşısına, yine kendileri gibi birer insan olan tağutlar ilah olarak çıkartılmaktadır. Tıpkı Samirî’nin vâz u nasihati gibi, “sizin tanrı(ları)nız bu(nlar)dı fakat unuttunuz!” denmektedir.
Peygamber, yüceltile yüceltile en nihayet, insan hayatından tamamen tard edilmiş, onun yerine, yepyeni peygamberler ihdas edilmiştir. Zaten Allahtan başka ilahlar ittihaz edindikten sonra, yeni peygamberler edinmek daha da kolay olmaktadır. Kendilerine gönderilen elçiler, hevâlarına hoş gelmeyen şeyleri söylediği için (2/Bakara, 87), onları öldüren kavimler (5/Maide, 70) gibi, bugünün insanı da, Peygamber’i bir mitosa dönüştürerek öldürmektedir. Peygamber mi, o bir büyük masalın kahramanıydı, o hiç var olmadı zaten, onu unutun!
İşte bütün bu şerikleştirme, hevânın ilahlaştırılması sürecinde, İslam’ın kökenine atıf yapmak ve İslam dışı her türlü sapkınlığı dışlamak maksadını güden söylem adeta şeytanlaştırılmaktadır. Çünkü hevânın ilahlaştırılması ancak böyle mümkün olabilmektedir.
İnsan doymak bilmez arzulara sahiptir. Hayatın sevk ve idaresi insanın arzularına bırakıldığında, durulacak bir sınır yoktur. Arzulara gem vurulamaz. Arzulara ancak Allah korkusu ile gem vurulabilir. Yusuf (a.s)’ın hayat hikâyesi, hevâyı ilah edinmiş bir toplumda asla ideal bir insan modeli olarak öğretilmeyecektir. Oysa aynı toplumda on binlerce Caminin bulunması, sözüm ona, dinî alanda tedrisat yapan orta dereceli ve yüksek okulların bulunması büyük bir çelişki değil midir? Kuşkusuz değildir ama sadece ‘öğretici’dir. Şunu öğretmektedir bu gerçek: Bir ülkede hüküm koyma yetkisi bütünüyle Allah'a has kılınmadığı sürece, hâkimiyet Allah’tan başka güçlerin elinde olduğu için, ülkeyi baştan sona ‘dînî’ kurumlarla da donatsanız, yine hevâya tapmanın önüne geçmeniz mümkün olmayacaktır.
Aynı toplumda, Yusuf gibi (bütün rasuller) örneklikler yerine, fahişeler ve onların suç ortakları, bütün hevâ ve heves oyuncuları bütün bir gençliğe en gözde insanlar olarak yüceltilmiş bir dille sunulacaktır. Gençliğe bir kere daha, “sizin üsvetün haseneniz bu günahkârlar ordusudur ama siz unuttunuz!” denecektir. Bu esnada, toplumun içinden birileri, istediği kadar Yusuf kıssası anlatabilir, istenildiği kadar Yusuf filmleri yapılabilir. Memleketin, siluet oluşturacak tepelerine ve her bir üniversitesine istenildiği kadar cami de yapılabilir. Bunların herhangi bir sakıncası olmayacaktır…
Son söz: hayatın amacı, Allah'ın ilah edinilmesidir. Allah’tan başka ilah yoktur. Bunun anlamı şudur: hayatımızı yönlendirecek Allahtan başka ne bir değer koyucu, ne bir yaşam biçimi belirleyicisi olamaz. İnsanların, İslam’dan başka edindikleri yaşam biçimleri, tıpkı Lat ve Uzza gibi, insan icadı, hevâ ve heves ürünü küfür yollarıdır. Kur'an’dan başka hiçbir yaşam biçimi / yaşam kaynağı yoktur. Rasulullah Muhammed (sav) bu yaşam biçiminin en ideal örneğidir. Allah bizim ilahımızdır.
23 Kasım 2014
Mehmed DURMUŞ
venharhaber.com/yeni-%E2%80%98hev%C3%82sini-ilah-edinen-makale,1306.html