بسم الله الرحمن الرحيم
“Müslümanların Tek Bir Ümmet” Olması
Kitap ve Sünnete Göre
Olmazsa Olmazlardandır
Bu konuyu şu başlıklar altında inceleyeceğiz inşaallah:
1-“Ümmet” kelimesinin anlamı
2-Müslümanların “Ümmet” olmalarını talep eden, o ümmetin özelliklerini bildiren ve ümmet olarak kalma yolunu açıklayan Allahu Teala’dır
3-Müslümanlar için “ümmet” olmak; “olmazsa olmaz”lardandır
1-)“Ümmet” kelimesinin anlamı
Sözlükte; “yönelmek, kastetmek; öne geçmek, imam olmak” manalarındaki أم - “emm” kökünden türeyen أمة – “ümmet” kelimesi; “kendilerine resul gönderilmiş topluluk, kavim, her kabileden bir grup insan, her canlı cinsi, bütün iyilikleri şahsında toplamış kişi veya kendisine uyulan önder” gibi anlamlara gelir [1].
Râgıb el-İsfahânî “ümmeti”; “aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açıklamıştır [2].
Kur’an ve Sünnet naslarında “Ümmet” kelimesi genellikle şu anlamda geçmiştir:
Ümmet; "imam" kökünden alınmış çoğul bir isimdir. Çeşitli insan guruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bazı insan gurupları üzerine hakim olan bir topluluktur. Ümmet, hakim bir milletin fertlerinden meydana gelen sosyal bir topluluktur [3].
Buna göre “ümmet”i Şeri naslara bütüncül bakışla Şeri terim olarak şu şekilde tanımlamak mümkündür:
Ümmet: Bir akideye iman esasına dayalı ve bir imam etrafında bütünleşerek akidenin belirlediği temel ölçülerle birlikte hareket eden bir topluluktur.
İslam Ümmeti ise; Tevhid akidesine iman esasına dayalı olarak Resul ya da onun bir râşid halifesi etrafında bütünleşerek Şeri ölçülerle hareket eden mü’minler topluluğudur.
2-)Müslümanların “bir tek Ümmet” olmalarını talep eden, o ümmetin özelliklerini bildiren ve ümmet olarak kalma yolunu Kitabı Kerimi ve Resulünün Sünneti ile açıklayan Allahu Teala’dır
Allahu Teala, Müslümanların yukarıda tanımı yapılan “İslam Ümmeti” manasında “bir tek ümmet” olmalarını şu şekilde talep etmiştir:
كَانَ النَّاسُ اُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللّٰهُ النَّبِيّ۪نَ مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۖ وَاَنْزَلَ مَعَهُمُ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ ف۪يمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِۜ وَمَا اخْتَلَفَ ف۪يهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۚ فَهَدَى اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا ف۪يهِ مِنَ الْحَقِّ بِاِذْنِه۪ۜ وَاللّٰهُ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ “İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak nebiler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm vermek üzere Kitabı hak olarak indirdi. Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra o konuda ancak kitap verilenler, aralarındaki kıskançlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenleri, kendi izniyle, onların hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dileyeni doğru yola iletir.”[4]
Allahu Teala bu ayeti kerimede insanların; Allah’a, resulüne iman edip resulün kendisine Allah tarafından indirilen Kitap ile yönetmesine razı oldukları sürece “bir tek ümmet” olarak kaldıklarını, daha sonra Allah’a ve Resule imanlarında zaaf gösterip Allah tarafından indirilen Kitap ile yönetilmek hususunda ihtilafa düştüklerinde “bir tek ümmet” vasıflarını kaybettiklerini haber vermektedir.
اِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةًۘ وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاعْبُدُونِ وَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْۜ كُلٌّ اِلَيْنَا رَاجِعُونَ۟ “Muhakkak ki, bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Zira hepinizin Rabbi Benim. Öyle ise bana kulluk edin.
Fakat aralarındaki (birlikteliklerini sağlayan din ve yönetim) işlerini, parçaladılar. Hepsi bize döneceklerdir.”[5]
وَاِنَّ هٰذِه۪ٓ اُمَّتُكُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَاَنَا۬ رَبُّكُمْ فَاتَّقُونِ فَتَقَطَّعُٓوا اَمْرَهُمْ بَيْنَهُمْ زُبُرًاۜ كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ “Muhakkak ki, bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Zira hepinizin Rabbi Benim. Öyleyse Bana karşı takvalı olun / sorumluluğunuzun bilincinde olun!
Fakat aralarındaki (birlikteliklerini sağlayan din ve yönetim) işlerini, değişik kitaplara (dayanarak) parçaladılar. Artık her bir grup, kendi yanındaki (kitap ve ayrı fikir, ideoloji) ile seviniyordur.”[6]
Bu ayeti kerimelerde Allahu Teala, mü’minlerin “tek bir ümmet” olmalarını haber cümlesi ile talep etmektedir. Aynı zamanda “tek bir ümmet” olarak varlıklarını sürdürebilmeleri için birlikteliklerini sağlayan Tevhid akidesinden, Allah’ın indirdiği Kitaptan ve onunla hükmeden nebiye ya da halifesine itaatten ayrılıp parçalanmaktan sakındırmaktadır.
Ayrıca Allahu Teala, mü’minlere, ancak “tek bir ümmet” olarak hep birlikte eda edebilecekleri bir takım yükümlülükler yüklemiştir. Onlardan bazıları şunlardır:
1-Mü’minleri; “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” ve “vasat / en seçkin merkez ümmet” vasfı ile vasf edip “Allah’a iman esasına dayalı olarak “marufu emretmek ve münkerden nehy etmek” ve “insanlara şahidlik / hidayet rehberliği yapmak” ile yükümlü kılmıştır:
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Allah’a inanıp güvenir, marufun (Kur’an ve Sünnetin ölçülerine uygun olanın) yapılmasını emreder, münkeri (o ölçülere uymayanı) nehyedersiniz. ..”[7]
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَاكُمْ اُمَّةً وَسَطًا لِتَكُونُوا شُهَدَٓاءَ عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَه۪يدًاۜ “Böylece sizi, insanların üzerine şahit olmanız ve Resulün de sizin üzerinize şahit olması için vasat/ seçkin merkez bir ümmet kıldık. ..”[8]
Mü’minler bu yükümlülükleri ancak; Tevhid akidesi esasına dayalı, Kelimei Tevhid bayrağı, sancağı ve Raşidi Hilafet Devleti çatısı altında, Allah’ın indirdikleri ile yöneten bir tek râşidi halife etrafında bir tek İslam ümmeti oldukları zaman yerine getirebilirler.
2- Mü’minleri; “İ’lâi kelimetillah” / Allah’ın sözünün yani İslâm’ın yeryüzünde hakim kılınması davasını gerçekleştirmek için hep birlikte tagutlara / küfrün ve zulmün önderlerine karşı Allah yolunda savaşmakla yükümlü kılmıştır:
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ لِلّٰهِۜ فَاِنِ انْتَهَوْا فَلَا عُدْوَانَ اِلَّا عَلَى الظَّالِم۪ينَ “Fitne kalmayıp, yalnız Allah'ın dini ortada kalana kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse (sataşmayın). Zulmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur.”[9]
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُٓوا اَوْلِيَٓاءَ الشَّيْطَانِۚ اِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَع۪يفًا۟ “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.”[10]
3-Mü’minleri; canlarına, mallarına, dinlerine azgınca saldıranlara karşı savaşmakla ve böylesi saldırıya maruz kalıp zayıf düşmüş Müslümanlara yardım etmekle yükümlü kılmıştır:
وَاِنْ نَكَثُٓوا اَيْمَانَهُمْ مِنْ بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ فَقَاتِلُٓوا اَئِمَّةَ الْكُفْرِۙ اِنَّهُمْ لَٓا اَيْمَانَ لَهُمْ لَعَلَّهُمْ يَنْتَهُونَ “Eğer anlaştıktan sonra antlarını / yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa küfrün önderleri / elebaşlarıyla o zaman savaşın. Çünkü verdikleri antlar artık bitmiş olur. Böyle yapın ki belki vazgeçerler.”[11]
وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ “…O müşrikler, nasıl sizinle topyekün savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekün savaşın. Bilin ki Allah, kendisinden çekinerek korunanlarla beraberdir.”[12]
وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ وَاَخْرِجُوهُمْ مِنْ حَيْثُ اَخْرَجُوكُمْ وَالْفِتْنَةُ اَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ وَلَا تُقَاتِلُوهُمْ عِنْدَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ حَتّٰى يُقَاتِلُوكُمْ ف۪يهِۚ فَاِنْ قَاتَلُوكُمْ فَاقْتُلُوهُمْۜ كَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْكَافِر۪ينَ “Sizinle savaşıp vuruşanlarla Allah yolunda siz de savaşın, vuruşun, fakat haddi aşmayın, zulmetmeyin. Şüphe yok ki Allah, haddini aşanları ve zulmedenleri sevmez.
Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.”[13]
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[14]
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالَّذ۪ينَ اٰوَوْا وَنَصَرُٓوا اُو۬لٰٓئِكَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يُهَاجِرُوا مَا لَكُمْ مِنْ وَلَايَتِهِمْ مِنْ شَيْءٍ حَتّٰى يُهَاجِرُواۚ وَاِنِ اسْتَنْصَرُوكُمْ فِي الدّ۪ينِ فَعَلَيْكُمُ النَّصْرُ اِلَّا عَلٰى قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ م۪يثَاقٌۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin velileridir. İman edip hicret etmeyenlere gelince, hicret edinceye kadar, onların velayetleri size ait değildir. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse, sizinle aralarında sözleşme bulunan bir kavme karşı olmadıkça, yardım etmek üzerinize borçtur. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”[15]
Mü’minler, Allahu Teala’nın bu emirlerini ancak; Tevhid akidesine zulüm / şirk bulaştırmaksızın iman edip, Râşidi Hilâfet Devletinin çatısı ve Tevhid bayrağı altında Allah’ın indirdikleri ile yöneten bir tek râşid halifenin etrafında bir tek ümmet oldukları zaman Allah’ın yardımı ile yerine getirebilirler.
Aksi halde günümüzde görüldüğü gibi yerine getiremezler. Ne düşmanlarının canlarına, mallarına, namuslarına, dinlerine azgınca saldırılarına karşı koyabilirler, ne de mazlum kardeşlerine yardım edebilirler!. Sadece düşmanlarından merhamet dilenmekle, cılız yardım ve dua kampanyaları yapmakla, oluk gibi akan kanamalara karşılık kınamalarla yetinmek zorunda kalırlar.!.
4-Mü’minlere; Allah’ın ipine hep birlikte sarılıp yekvücut olmalarını, parçalanmamalarını emretmiştir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه۪ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَم۪يعًا وَلَا تَفَرَّقُواۖ وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه۪ٓ اِخْوَانًاۚ وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ تَفَرَّقُوا وَاخْتَلَفُوا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْبَيِّنَاتُۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۙ “Ey iman edenler! Allah'a karşı hakkıyla takvalı olun / sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olunuz ve ancak Müslümanlar olarak can veriniz.
Hep birlikte Allah’ın ipine (Tevhid akidesine ve İslâm’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti (İslâm) sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.
Sizden, hayra / İslâm’a çağıran, marufu emreden ve münkerden men eden bir ümmet / topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.
Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.” [16]
“Hak Dîni Kur'ân Dili” adlı tefsir kitabında bu ayetlerin tefsiri yapılırken “ümmet” kelimesi şu şekilde açıklanmıştır:
"Ümmet, “imam” kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir. Yani bir imamın çevresinde sağlam bir birlik oluşturup düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde çeşitli insan grupları üzerine hakim olan bir topluluktur. Diğer bir tabirle ümmet, “imameti kübrâ” [17] sahibi cemaattir. Cemaatlere göre ümmet, hakim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sosyal gruptur. Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir ümmet ve imamet teşkili, Müslümanların imandan sonra ilk dini farizalardır. Bu farizayı yerine getirebilen Müslümanlardır ki; اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ “..İşte kurtuluşa erenler onlardır” ayeti gereğince kurtuluşa ererler. Yoksa وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ ".. Ancak Müslümanlar olarak ölün!" ayetinin manası müşkil ve imkansız olur.”[18]
Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِه۪ صَفًّا كَاَنَّهُمْ بُنْيَانٌ مَرْصُوصٌ “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” [19]
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetlemiştir. [20]
Ayrıca Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurmuştur:
تَرَى الْمُؤْمِنِينَ فِي تَرَاحُمِهِمْ وَتَوَادِّهِمْ وَتَعَاطُفِهِمْ كَمَثَلِ الْجَسَدِ إِذَا اشْتَكَى عُضْوًا تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ جَسَدِهِ بِالسَّهَرِ وَالْحُمَّ “Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[21]
الْمُؤْمِنُونَ كَرَجُلٍ وَاحِدٍ إِنْ اشْتَكَى رَأْسُهُ تَدَاعَى لَهُ سَائِرُ الْجَسَدِ بِالْحُمَّى وَالسَّهَرِ “Mü’minler bir adam gibidirler. Başı ağrıdığında diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[22]
ومن لم يهتم للمسلمين عامة فليس منهم “Genel olarak Müslümanlar ile ilgilenmeyen onlardan değildir.”[23]
من لم يهتم بأمر المسلمين فليس منهم “Müslümanların meselesi ile ilgilenmeyen onlardan değildir.”[24]
Allahu Teala, mü’minlere birbirleri ile çekişmeyi ve parçalanmayı şu şekilde yasaklamıştır:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا لَق۪يتُمْ فِئَةً فَاثْبُتُوا وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَۚ
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ “Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.
Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz (devletiniz) elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.”[25]
Allahu Teala’nın bu, yekvücut halinde Vahdet / bir olmaları ve parçalanmamaları emrinin hayat geçmesi ancak; mü’minlerin Tevhid akidesini halisane ve samimi olarak benimsemeleri esasına dayalı olarak Râşidi Hilâfet Devletinin çatısı altında Allah’ın indirdiği hükümlerle yöneten bir tek râşidi halifenin etrafında bir tek ümmet olmaları ile gerçekleşebilir.
Aksi halde günümüzde olduğu gibi sadece; “iman ediyorum”, “Müslümanım” dediği halde; “ulusalcılık”, “milliyetçilik”, “vatancılık”, “milli kimlik”, “yerli ve milli din”, “Arap İslâmı”, “Türk İslâmı”, “Anadolu İslâmı”, “Ilımlı İslâm”, “laiklik”, “demokrasi” gibi bölücü ve tefrikacı / parçalayıcı cahiliyye söylemleri ve safsataları ardına giderek İslâm ümmeti asla gerçekleşemez. Dolayısı ile Allahu Teala’nın emirleri hayata geçemez. Zira Allahu Teala’nın vasf ettiği “İslâm ümmeti” öyle işlevsiz bir vasıf ve topluluk değildir.
3-) O halde Müslümanlar için “tek bir ümmet” olmak; “olursa güzel olur” değil de “olmazsa olmaz”lardandır
Bu hakikat günümüzde daha açık bir şekilde müşahade edilmektedir. O halde Allahu Teala’nın “Müslümanların bir tek ümmet olmaları” talebi tekrar nasıl gerçekleşebilir?..
Bir kısmına yukarıda atıfta bulunduğumuz ayet ve hadislere bütüncül bir şekilde bakıldığında bu sorunun cevabı bulunur. Buna göre Müslümanların şu iki hususu dikkate almaları gerekmektedir:
1-Günümüzde; “İman ettim”, “Müslümanım” diyenlerin; gerçekten yeniden iman etmeleri, şirk ve cahiliyye tortularından arınmaları gerekmektedir.
Zira onların imanları maalesef; Allahu Teala’nın şu ayeti kerimede değindiği bazı bedevi Arapların “iman etmek” iddialarına benzemektedir:
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ “Bedevîler ‘İman ettik’ dediler. De ki: ‘İman etmediniz. Fakat teslim olduk / boyun eğdik’ deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”[26]
“İmanın kalbe girip girmemesi”; gizli kalmaz, kişinin davranışlarından açığa çıkar. Zira iman kalbe girerse; hubbu / sevgiyi ve buğzu / öfke ve nefreti, hüsnü / iyi ve güzel olanı ve kubuhu / kötü ve çirkin olanı ayırt ettirir. İman kalbe girerse; kişi imanı sevip güzel görür, isyanı ve küfrü çirkin görür. İman, hayata bakış açısı olur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
لَا تَجِدُ قَوْمًا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ مَنْ حَٓادَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ اَوْ اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ مِنْهُۜ “Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut kendi soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve Resulüne düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.”[27]
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ حَبَّبَ اِلَيْكُمُ الْا۪يمَانَ وَزَيَّنَهُ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ اِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَۙ “.. Ancak Allah size imanı sevdirdi, onu kalplerinizde süsleyip-çekici kıldı ve size inkârı, fıskı ve isyanı çirkin gösterdi. İşte onlar, râşid / doğru yolu bulmuş olanlardır.”[28]
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ “Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla «iman ettik» diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. ‘Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!’ derler. ..”[29]
Şu “Müslümanım” diyenlerin haline bakar mısınız! Nasıl da küfürde / hakkı görmezlikten gelmekte; isyanda / haramlarda, münkerlerde, fuhşiyatta yarışmaktadırlar!. Çağdaş şirk ve sirk düzeni olan demokratik parti ve liderlerin şeytani vaatlerine güvenip davetlerine koşarak icabet etmektedirler!. Hatta bunlardan hayırlı neticeler beklemektedirler!. Allah’ın düşmanlarını sevmektedirler!. İnsanlardan ve cinlerden şeytanların vesveselerine / algı operasyonlarına tereddütsüz teslim olmaktadırlar!. Çağdaş cahiliyenin şiarları olan demokrasiyi, laikliği, sekülerizmi, liberalizmi, serbest piyasa ekonomisini, faizli işlemleri, nasyonalizmi / milliyetçiliği, vatancılığı, tarikatçılığı modern ve gelenekçi şirkin çeşitlerini benimsemektedirler, bunlardan rahatsız olmamaktadırlar!. Fakat Allah’ın indirdiklerinden rahatsız olmaktadırlar!. Tagutla yönetilmeye razı olmaktadırlar!. Fakat Allah’ın mülkünde Allah’ın sözünün geçmemesinden rahatsız olmamaktadırlar!.
Bütün bunlar kalplerde, Allahu Teala’nın razı olacağı şekilde imanın olmadığını göstermektedir. Onun için Allahu Teala’nın şu ikazına dayanarak; “Ey İman ettiğini söyleyenler! Sözde ve özde dosdoğru iman ediniz!” diyoruz:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ي نَزَّلَ عَلٰى رَسُولِه۪ وَالْكِتَابِ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِاللّٰهِ وَمَلٰٓئِكَتِه۪ وَكُتُبِه۪ وَرُسُلِه۪ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا بَع۪يدًا “Ey iman edenler! Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin!. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”[30]
“Müslümanım” diyenlerin iman nedir, Kitap nedir, bilmeyen cahiller topluluğu olmaları, onların bu şirke bulaşmış cahiliyye konumlarını değiştirmez. İşte İslâm Davasını yüklenmiş olanlar, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesselâm’ın yaptığı gibi bu insanları öncelikle Tevhid akidesine şirk bulaştırmadan iman etmelerini davet edip öğretmeleri gerekmektedir. Temelsiz duvar ve çatı inşa etmek abesliği ile meşgul olma konumuna düşmemeleridirler. Zira İslam akidesi; fikri kaidedir, fikri liderliktir. O olmaksızın bütün ameller esastan ve dayanaktan yoksun ve geçersiz olmaya mahkumdur.
O halde Allahu Teala’nın şu hitabı dikkate alınarak hareket edilmelidir:
وَكَيْفَ اَخَافُ مَٓا اَشْرَكْتُمْ وَلَا تَخَافُونَ اَنَّكُمْ اَشْرَكْتُمْ بِاللّٰهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِه۪ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًاۜ فَاَيُّ الْفَر۪يقَيْنِ اَحَقُّ بِالْاَمْنِۚ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَۢ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ “Allah’ın, size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na şirk / ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.
İman edip de imanlarına zulmü / şirki bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Hidayete ermiş / doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.”[31]
2-Tevhid akidesine şirk bulaştırmadan iman etmek esasına binaen, mü’minleri Kelimei Tevhid bayrağı ve sancağı altında birleştirip, Allah’ın indirdikleri ile yöneterek İslâmi hayatı tekrar başlatacak olan Râşidi Hilâfet Devletinin kurulması için ihlasla çalışmaları gerekmektedir.
Çünkü Râşidi Hilafet Devleti, alemlere rahmet olarak gönderilmiş olan İslâm’ın, Allah’ın mülkünde ikame edilmesinin / hakim kılınmasının ve Müslümanların fiilen birleşerek tek bir vücut gibi “bir tek ümmet” olmalarının tek Şeri yoludur. İşte o zaman Müslümanlar, dünyada da Ahirette de Allah’ın rahmetine ve nusretine müstehak olurlar. Tekrar izzete kavuşurlar. Tekrar “insanlar için çıkartılmış hayırlı ümmet” ve “vasat / en seçkin merkez ümmet” konumuna gelirler.
Velhasıl; Müslümanlar için “tek bir ümmet” olmak; “olursa güzel olur” değil de “olmazsa olmaz”lardandır.
Müslümanların “tek bir ümmet” olması sadece; “Müslümanım”, “Kitabımız bir, kıblemiz bir, Peygamberimiz bir” demelerinden ibaret değildir. Zira bunlar içi boşaltılmış ve işlevsizleştirilmiş nitelendirmelerdir.
Müslümanların “tek bir ümmet” olması demek:
*Bir tek akidelerinin olması demektir. Bu da; halis Tevhid akidesine şirk bulaştırmaksızın sözde, özde ve amelde ihlasla iman edip bu imanı içselleştirmiş olmalarını ve bakış açısı haline getirmelerini gerektirmektedir.
*Bir tek ülkelerinin olması demektir. Bu da; İslâmi hayatın topyekün yaşanabildiği yani İslâm’ın hükümran olduğu; Dâru’l İslam / İslâm Ülkesi ya da Dâru’l Adl / Adalet Ülkesi olarak adlandırılan “İslâm ülkesi”dir.
*Bir tek bayraklarının olması demektir. Bu da; bütün Müslümanların inancı olan Tevhid akidesini ifade eden ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in benimsemiş olduğu; siyah zemin üstünde beyaz yazı ile لا إله إلا الله محمد رسول الله yazılı Kelimei Tevhid bayrağıdır. Allah’ın mülkünde mü’minler için bayrak olmaya bu sözden daha layık bir söz ve rumuz olamaz.
*Bir tek devletlerinin olması demektir. Bu da; Allah’ın indirdikleri ile yöneterek İslâmi hayatı tekrar başlatıp sürdürerek adaleti tesis edecek ve bunu bütün dünyaya yayacak olan ve İslâm coğrafyasında Nübüvvet metodu üzerine kurulacak olan RÂŞİDİ HİLAFET Devletidir.
Râşidi Hilafet Devleti, Allahu Teala’nın vaadi ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in müjdesidir. Çalışanlar, Allahu Teala’nın vaadine ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in müjdesine layık olmak için Tevhid akidesine binaen ihlasla çalışsınlar!.
Allahu Teala şöyle vaad etmiştir:
وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۖ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ د۪ينَهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًاۜ يَعْبُدُونَن۪ي لَا يُشْرِكُونَ ب۪ي شَيْـًٔاۜ وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذٰلِكَ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara; mutlaka onlardan öncekileri nasıl halife / güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde halife / güç ve iktidar sahibi kılacağını, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine egemen kılıp sağlamlaştıracağını ve onları korkularından sonra güvenliğe çevireceğini vaat etmiştir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim de bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık olanlardır.”[32]
Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle müjde vermiştir:
. ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ … “…Sonra Nübüvvet yolu üzere hilâfet olacaktır. Sonra sustu."[33]
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اسْتَج۪يبُوا لِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ اِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْۚ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَاَنَّهُٓ اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
“Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” [34]
Ahmed Kılıçkaya
Bu makale, Köklü Değişim Dergisi’nin Eylül-2018 sayısı için yazılmıştır.
[1] Lisânü’l-Arab, “emm” md.; Kāmus Tercümesi, IV, 175-176
[2] el-Müfredât, “emm” md.
[3] Ferra, Meani, 1955, c. 2 s. 114
[4] Bakara Suresi 213. Ayet
[5] Enbiyâ Suresi 92-93. Ayetler
[6] Mü’minûn Suresi 52- 53. Ayetler
[7] Âl-i İmrân Suresi 110. Ayet
[8] Bakara Suresi 143. Ayet
[9] Bakara Suresi 193. Ayet
[10] Nisâ Suresi 76. Ayet
[11] Tevbe Suresi 12. Ayet
[12] Tevbe Suresi 36. Ayet
[13] Bakara Suresi 190-191. Ayetler
[14] Nisâ Suresi 75. Ayet
[15] Enfâl Suresi 72. Ayet
[16] Âl-i İmrân Suresi 102-105. Ayetler
[17] (Büyük İmamet / Devlet Reisliği / Hilafet)
[18] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Cilt: 1, s. 419, İstanbul, tarihsiz (Azim Dağıtım)
[19] Saff Suresi 4. Ayet
[20] (Buhari, Salat/88. Mezalim/5. Müslim, Birr/65 Tirmizi, Birr/18. Nesaî, Zekat/67)
[21] (Buhâri 5552)
[22] (Müslim 4686)
[23] (El-Hâkim, Müstedrek 8002 )
[24] (Taberâni, Mu’cemu’l Evsât 7686)
[25] Enfâl Suresi 45-46. Ayetler
[26] Hucurât Suresi 14. Ayet
[27] Mücâdele Suresi 22. Ayet
[28] Hucurât Suresi 7. Ayet
[29] Mâide Suresi 41. Ayet
[30] Nisâ Suresi 136. Ayet
[31] En’âm Suresi 81-82. Ayetler
[32] Nûr Suresi 55. Ayet
[33] Ahmed, Müsned 17680
[34] Enfâl Suresi 24. Ayet