''Davet'' Yaşayarak Yansıtmaktır
Davet: Allah'ın vaaz ettiği dine/yola çağırmak, nida etmek, sevketmektir. Kur'anda İslam'a davet emri, üd'u-enzir-belliğ gibi kelimelerle beyan edilmiştir. Rabbinin yoluna çağır 16/125, İslam'a çağrı 61/7 İmana çağrı 57/8 Allah'ın kitabına (kitabın hükmetmesine) çağrı 3/23 Hak olan çağrı (hakka çağrı) 13/14 Hayra çağrı (yed'une ilelhayr) 3/104 Kurtuluşa çağrı (ed'uküm ilenneceti) 40/41 Hayat kaynağına (hayat verecek şeylere) çağrı 8/24 Rabbinden sana indirileni tebliğ et "bellığ"5/67 En yakın akrabalarını uyar "enzir" 26/214 Kalk ve uyar 74/2 v.b
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir” (16/NAHL/125)
Davetçinin sorumluluğu (hâdi/hidayet edici 'yolunu kolaylaştıran ve yardım eden'in Allah olduğunu bilerek) ’emri bil maruf nehyi anil münker’ 3/104 yükümlülüğünü en güzel şekilde yerine getirmesidir.
Vahyin nebiler üzerinden örneklendirdiği İslami mücadele davet merkezlidir. Gönderilen bütün nebilerin öncelikli görevi davettir, cahil, bâtıl, sapkın kişilerin-toplumların-yöneticilerin-oteritelerin karşısına öncelikle apaçık davetle çıkmışlardır. Hak ile batıl, doğru ile yanlış, adalet ile zulüm apaçık ortaya çıksın ve herkes bilerek/isteyerek safını-tarafını bilsin, netleştirsin, iktidar mücadelesi de toplumun yönelişi de bu açık saflaşmaya dayalı olarak gerçekleşsin.
Davetçinin kimliğinden başlayarak davetin metodunu-dilini şöyle sıralayabiliriz:
1- Davetten söz edilebilmesi, mesajın kişilere-toplumlara götürülebilmesi, apaçık bir dille dine/yola çağrılabilmesi için, öncelikle davetçilerin zihinlerinde hak ile bâtılın, tevhid ile şirkin net olarak ayrılmış-ayrışmış olması, bilginin-hakikatin yegâne kaynağının ve hayatın nasıl inşa edileceğine dönük mutlak referansın vahiy olduğu noktasında davetçinin net olması ve bunu itminanla bireylere-toplumlara deklare etmeleri gerektiğidir.
Vahyin hayatı tümüyle kuşatan ve inşa eden bir ilahi öğreti olduğuna, hayatın her sahasına ve safhasına kılavuzluk eden ilahi bir hitap olduğuna, vahye sadık kalan ve vahyi insanlara kendi örneklikleriyle tebliğ eden resullerin canlı rehberliklerine ve yaşanılabilir modelliklerine şeksiz/şüphesiz iman ve itminan ile davette bulunulmasıdır. "Nebilere ancak hakikati söylemek yakışır " (7/105) (ve elbette onları takip eden varislere de o yakışır) Davet edilen mesaja aykırı düşmek nebilere de takipçilerine de yakışmaz.
2- Davet kulluktur, fasılasız yükümlülüktür, namaz-oruç gibi ibadi sorumluluğumuzdur.
Davet, kültürel bir faaliyet, bir meslek, din adamlarının uhdesinde olan-kalan bir sektör değildir, davet, dernek-vakıf salonlarına, mihraba, minbere sıkıştırılan-sınırlandırılan bir faaliyet değildir. Davet hayatımızdır, hayatımızın her alanında olması gereken yaşam biçimimizdir. Davet, ailemizde, evimizde, işyerimizde, sokağımızda, şehrimizde, okulumuzda, kısaca "nefes alıp verdiğimiz" her yerde olmalıdır.
3- Davetçi, olumsuzluklardan, maddi-manevi pisliklerden (bariz-açık büyük günahlardan) uzaklaşmış bir kimliği kuşanmak durumundadır.
"Ey bürünüp örtünen, kalk ve (bundan böyle)uyar, Rabbini tekbir et (yücelt),Elbiseni temizle, Pislikten (maddi-manevi)kaçınıp uzaklaş, Daha çok istekte bulunmak (başa kakmak)için iyilik yapma, Rabbin için sabret." (74/1...7) Müddessir suresinin ilk ayetleri davetçinin inşasına dönük yol gösterici tabelalardır, zorlu bir mücadeleyi kuşanacak olan nebinin inşasına dönük temelleri olan bu ayetler, nebinin takipçileri olan davetçilerin de temellerini oluşturmaktadır- oluşturmalıdır.
4- Doğru sözlü ve emin olmak, bunu hayatıyla göstermek.
Davetle örtüşen örnekliğin-temsiliyetin anlam kazanacağı ve muhataplar nezdinde mâkes bulacağı aşikârdır. Davetçi, söylediğini yaşaması, yaşadığını da konuşması, yani davetin mesajını-konusunu hayatıyla (lisan-ı hal ile yapılan davet) fiilen teşhir etmesi gerekir.
Bir yalancının doğruluk söylevi.. Bir ahlaksızın ahlak çağrısı.. Bir bencilin fedakârlık söylevi.. Bir vafasızın ahde vefa çağrısı.. Bir riyakârın içtenlik-samimiyet söylevi.. Bir böbürlenenin-büyüklenenin tevazu söylevi.. Bir emanete ihanet edenin eminlik söylemi anlamsızdır ve kabul görmesi mümkün değildir.
Sözün doğruluğu söyleyenin doğruluğuyla doğru orantılıdır. Hz. Nebi'nin El Emin (eminlerin içinde en emin olan) oluşu- kişiliği- örnek ahlakı- vefası-duyarlılığı- adaleti ve gıpda edilen muhteşem şahsiyeti, toplumuna götürdüğü mesajla örtüşmekteydi. Onu yakınen tanıyanların getirdiği mesaja hemen icabet etmelerinin öncelikli nedeni muhteşem bir ahlak üzerinde oluşuydu. Resulün getirdiği mesaja ilk iman eden eşi Hz. Haticenin şu muhteşem sözleri davetçi kimliğinin zirvesi-örneği-önderi olan Hz. Muhammed'i s.a.v tanımlamaktadır.
“Vallahi, Allah seni kesinlikle mahçup etmez.., çünkü sen sözüne güvenilir bir adamsın.., akrabalık bağını gözetirsin.., kimsesizleri korursun.., konuğuna ikram edersin.., haklının hakkını almasına yardım edersin.”
İşte davetçinin özelliklerine yönelik mü'minlerin annesi hz. Hatice'nin duvarlara-gönüllere asılacak sözleri. Hz. Peygamberin getirdiği dine şüpheyle bakmalarına ve henüz kabul- tasdik etmemelerine rağmen, emanetlerini Hz. Nebi’ye bırakmaları, davetçi kimliğinin ne-nasıl olması gerektiğine yönelik muhteşem bir örnektir. İnsanlar, güvendikleri- sevdikleri- saydıkları kişilerin sözlerine itimat ederler ve dikkate alırlar. Bunun tersi, söz ne kadar doğru olursa olsun söyleyen yamuk ise söz de muhataplar nezdinde kabul görmemekte ya da en azından şüpheyle yaklaşılmaktadır. Yani doğru söz doğru dilden sadır olursa muhataplarda mâkes bulması söz konusu olabilmektedir.
Resulün şahsiyetinden yola çıkarak getirdiği davete ilk icabet eden sahabelerin sonraları dile getirdikleri şu sözleri çok anlamlıdır. "Biz önce güvenmeyi, sonra Kur'an'ı öğrendik ve güvenimiz daha da arttı" Davet edene güvenleri, davet edildiklerine de güvenmelerine vesile olmuştu. Risaletin ilk günlerinde iman sözcüğünün karşılığı (ilk muhatapların zihninde) güvenmekti, yani tereddütten uzak olmak, haber verenin doğruluğu konusunda kuşku duymamak, güven ve emniyet içinde olmaktı. (Endenozya- Malezya-Filipinler gibi ülkelere İslam, emin-güvenilir tüccarlarla girmiştir- gitmiştir. Seferler düzenlenmemiş ve kılıç kullanılmamıştır)
Mekke toplumunda kişilerin güvenlik şemsiyesi soy-kabile- aşiret aidiyetiyle sağlanıyordu, tabi bu ait olduğu soy- kabilenin inanç değerleriyle ters düşen kişiler bu güvenlik şemsiyesinden azade kılınıyorlardı. Zeyd b. Amr buna bir örnektir. Hanif olan ve ait olduğu kabilenin putperest inancını reddeden ve bunu da deklare ettiği için güvenlik şemsiyesinden uzaklaş(tırıl)an Zeyd b. Amr bir yolculuk esnasında kolaylıkla öldürülmüştür.
İşte ilk iman eden mü'minlerin, soy- kabile aidiyetinden kaynaklı güvenlik şemsiyesini yitirdikleri zaman sığındıkları yer iman kardeşliği güvenlik şemsiyesi olmuştur, artık mü'minlerin yeni güvenlik şemsiyeleri aynı davayı paylaştıkları iman kardeşliği güvenlik şemsiyesidir. Bu güvenlik / dostluk şemsiyesi ve mü'minler arasındaki bu hasbi dayanışma başlı başına bir çekim merkezi olmuştur. Çünkü mü'minler birbirlerinin velileri- yardımcıları-yoldaşlarıdır, (9/71) ve onlar topluca mutlak/yegâne kudreti dost- veli edinenlerdir. (10/62)
Bir mü'minin- davetçinin muhatapları nezdindeki durumu- duruşu, davetine henüz icabet edilmese de güvenilen- dikkate alınan- saygı duyulan "emin" bir kimliği- kişiliği yansıtmasıdır. Yalan söylemeyen, sözünde duran, en yakınları aleyhinde dahi olsa adaleti savunan, izzetli-erdemli- emin kişilerin götüreceği davet tabiki muhataplar nezdinde mâkes bulacaktır. Bu şahsiyetli duruş sahiplerinin davetine icabet etmeyenlerin vicdanı / idraki kör ve sağır demektir, kalpleri o kadar katılaşmıştır ki adeta "çaksan girmez" kabilindendir, vahyin diliyle "fiziksel olarak bu duyu organlarını taşımalarına rağmen" kör-sağır ve kalpsizdirler, "kel'enami belhüm edal" hayvanlar gibidirler ve hatta daha aşağıdırlar.
5- Davetçinin, davanın insanlık tarihi boyunca bütün davalardan (kıyas kabul etmez) üstün- köklü- sürekli- hak bir dava olduğunun idrakinde- itminanında olması. (46/9)
Dolayısıyla köklü-sürekli-meşakkatli böyle bir davanın mücadelesi için, tıpkı nebinin yaptığı gibi namazla- duayla- tertil üzre vahyi ve onun penceresinden hayatı okuyarak kendini donatması- hazırlaması gerekir.
6- Davetçi sadece Rabbi için sabreder(74/7)
Daveti karşısında sözlü- fiili her türlü baskı, sürgün, tehdit karşısında mukavemet göstermesi ve insanlarla uğraşmanın zorluğunu- riskini peşinen kabul ederek Allah'a dayanması-güvenmesi gerektiğini idrak edendir. Rabbin yardımı yanında hiçbir yardımın/korunağın hâşâ kıyaslanması mümkün değildir, davetçi mutlak- kesintisiz yardımın Allah'a ait olduğunun bilincindedir. (11/92,93) Öğüt veren davetçiler Rabbe özür beyan etmek için davette bulunurlar ve kötülükten sakındıranların kurtulacağını bilirler (7/164,165)
7- Davetçi, mesajı hassasiyetle temsil edendir.
Muhataplar nezdinde davetin-mesajın reddi asla DAVETÇİNİN KİŞİSEL ZAAFLARINDAN-KURUNTULARINDAN- KABA / SERT MUAMELESİNDEN- İTİCİ-GEREKSİZ- YANLIŞ- ZAMANSIZ- USLUBUNDAN kaynaklı değil, mesajın- davetin konusundan- içeriğinden kaynaklı olmasına hassasiyetle özen gösterendir.
8- Davetçi, en yakınından (26/214)başlayarak mesajı götürdüğü toplumun düşünsel serüvenlerini, kabullerini, yönelişlerini, etkileşimlerini doğru tanıyarak- tanımlayarak daha etkili mesajını götürendir.
Toplumun düşünsel katmanlarını iyi bilmek, topluma galebe çalan düşünceleri, geleneğin- modernitenin şerikleştirici- ayartıcı boyutlarını bilmek- tanımak ve buna uygun davet dili geliştirmek.
9- Vahyi önceleyerek yapılan davet;
Davetçi vahyin her okuyanın kendi kafasına, çıkarlarına, beklentilerine, sahip oldukları çarpık düşünceleri destekleyen bir nesne olarak görülen kapalı bir kitap değil, bilakis ilahi muradı taşıyan apaçık ilahi bir hitap- beyan olduğunu ve hayatın her alanına dair kıstaslar / ölçüler koyan, kalkış noktası değişmeyen- değiştirilemeyecek olan formülasyonlar, ana ilkeler (kırmızı çizgiler- hudutlar) vaaz eden kapsayıcı- kuşatıcı ve bütüncül, doğruyu yanlıştan- hak ile batılı ayıran (Furkan 25/1) hayat kitabı olduğunu, vahyin gözardı edildiği her yönelişin zulüm getireceğini davetinin zirvesine koyandır.
10- Davetin konusu vahiy ve onun inşa ettiği ‘tevhid dini’dir.
Bunu da Rabbimizin seçimiyle- yönlendirmesiyle insanlara ulaştıran insan / beşer olan elçilerdir. Bu dine iman edenler hem davetin konusuna hem de davetin biçimini / dilini icra eden-örneklendiren nebilerin sünnetine / yoluna tabi olmak durumundadırlar. Topladığımız sayılarla değil, vahye sadakatımızla hesaba çekileceğimizin şuurunda yapılan davetin gerekliliğidir.
11- Davetin konusu, öncelikleri, aşamaları ve davete muhatap olanların konumu ve algı seviyeleri bir bütün olarak görülüp idrak edilerek davetçinin titizlikle görevini yerine getirmesi
Davet ettiğine titizlikle önce kendisi sadakat göstererek ve şahsında örneklendirerek davetini- mesajını- konusunu temsil etmesi gerekmektedir. Temsil edilmeyen hiçbir davetin muhatabında mâkes bulması söz konusu değildir.
12- Davetçinin, davetin karşılığında hiçbir dünyevi- şahsi çıkar ve beklenti içinde asla olmaması ve bilakis sahip olduklarından harcaması gerekmektedir.
(ŞEHRİN EN UZAK YERİNDEN BİR ADAM KOŞARAK GELDİ: EY KAVMİM ELÇİLERE UYUN DEDİ (36/20) "SİZDEN ÜCRET İSTEMEYENLERE UYUN, onlar hidayet bulmuş kimselerdir" (36/21) "Ey kavmim, ben sizden buna karşılık bir mal/ücret istemiyorum. Benim ecrim, yalnızca Allah'a aittir" (11/29 10/72 6/90 34/47 25/57) ve bir çok benzeri ayetler. Rahman'ın emriyle davet/tebliğ görevini alan butün resullerin ortak sünnetidir. Resullerin bu sünneti onları takip eden davetçiler tarafından titizlikle uygulanması gereken ve asla göz ardı edilmemesi gereken bir sünnettir. Bütün davet faaliyetleri, kitap- dergi ve bütün iletişim araçları geçim kapısı değil, maddi- manevi her türlü fedakârlığı bizzat davetçilerin kendinden harcadığı, daveti götürdüğü muhatapların nezdinde mesajın mâkes bulabilmesi için bunun titizlikle yürütülmesi gerektiğidir.
Davetçinin amacı- hedefi Rabbin rızasını gözetmek ve bedeli- sonucu- getirisi- götürüsü ne olursa olsun bu kalkış noktasına asla gölge düşürmemektir. Kullardan övgü- methiye gibi riyayı tetikleyen beklenti davetinin ecrini yok edeceğini bilmesi ve bütün aidiyetini- beklentisini Allah’a ve O’ndan gelecek olan takdire- ikrama- rızaya- hayra muhtaç olduğunun bilinciyle hareket etmesidir.
(Hz. Nebinin (a.s): "Ganimete heves etmeyin, dava toprak değil, ganimet değil, sizden birinin bir kişinin hidayetine vesile olması, üzerine güneş doğan her şeyden hayırlıdır'' nasihatı / müjdesi rivayet edilmektedir. Ayrıca, Mekke'nin fethinde hüküm bekleyen ve resule her türlü ızdırabı yaşatan Mekke sakinlerinin, resulün ne yapmamı bekliyorsunuz sorusuna Mekke'lilerin sen bizim şerefli kardeşimizsiniz demeleri ve resulün serbestsiniz demesi ve de hiçbir dünyevi beklenti içine girmemesi karşısında kısa sürede binden fazla kişinin müslüman olduğu rivayet edilmektedir. Yani amaç baş almak değil, başların secdeye varmasına vesile olmaktır.
13- Davete muhatap olanlardan umut kesilmemesi
Davetin zaman, zemin, ortam ve muhatabın konumuna, algılama seviyesine göre en uygun bir biçimde yapılması, muhatabın konumu ve algı seviyesine göre kullanılacak dil ve sıralamaya dikkat edilmezse, davete muhatap olan kişinin bu dini doğru anlamamasına, sırt çevirmesine, uzaklaşmasına neden olmak gibi bir vebali- sorumluluğu da göz ardı etmemeliyiz. (Hz. Nebinin; "insanlara akıllarına göre konuşun" nasihatini dikkate alarak muhatabın yaşına- idrakine- kültür seviyesine- intikal kapasitesine göre daveti götürmek) yani muhatabın anlayabileceği bir dilin / seviyenin kullanılması ve nezaketle, hikmetle öğüt verilmesi, aslolanın ötekileştirmek, uzaklaştırmak, zorlaştırmak değil, kolaylaştırmak, kazanmak ve kucaklamak olduğunun idrakiyle mesajın yansıtılması gerekir.
14- Tâbi olduğumuz dinin anlaşılabilir - yaşanabilir, güç yetirebilir bir din olduğunu içselleştirerek ve asla Allah’ın dine / yola dair çizdiği hudutları / sınırları genişletme / artırma veya eksiltme / daraltma hadsizliğine düşmeden insanlara daveti götürmek ve cehd etmektir.
“Allah size güçlük çıkarmak istemez, ama sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimeti tamamlamak ister. Umulur ki şükredersiniz.” (5/MAİDE/6) “Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez.” (2/BAKARA/286)
15- "Gavlen leyyinen" "Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki öğüt alıp-düşünür veya içi titrer- korkar" (20/44)
Bu ayetten anlamamız gereken; mesajın içeriğinin yumuşatılması asla değildir, mesajın içeriğine gölge düşürmeden söyleniş biçiminin yumuşak olmasıdır. ‘Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır’ emri Hz. Nebi’nin şahsında bütün mü’min davetçilere verilen bir emirdir, usuldür. Hikmetli ve güzel öğütle davette bulunabilmek için vahyi okumak ve nebiyi takip etmek zorundayız. Hikmetli ve güzel sözlerle yapılan öğütlerin ve nezaketle yapılan davetlerin, muhatapların ruhlarına-gönüllerine hitap ettiği unutulmamalıdır. “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar)söz ise, kötü bir ağaç gibidir. Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkanı)kalmamıştır.” (14/İBRAHİM/24..26)
16- Davette sıralamaya- önceliklere dikkat edilmesi,
Davet konusunun sıralamasına örnek olsun için; İslam’ı bir ağaca benzetirsek, bu ağacın kökü, toprağa tutunan kısmı sırasıyla akidedir / imandır, bu da Tevhid’dir, Allah’tan başka ilah olmadığına iman etmektir, nübüvvettir, maaddır, adalettir. Ağacın gövdesi de emir ve yasaklardır (farzlardır ve sakınılması gereken mutlak haramlardır), dalları ve yaprakları da nafileler, müstahaplar ve sakınılmasında fayda olan mekruhlardır. İslam’ı bilmeyen-tanımayan bir kişiye bu ağacın dallarından, yapraklarından başlayarak din anlatılmaz, çünkü dalların- yaprakların yeşerebilmesi için ağacın köküyle toprağa temas etmesi ve bu temastan sağlanan hayatla- canlılıkla dallara-yapraklara sirayet etmesi mümkün olabilsin. Dinin emir ve yasaklarını isteyerek-severek yapabilmenin ve daha da önemlisi emir ve yasakların uyulmasının anlam kazanabilmesi için, ağacın köküne toprağa tutunan kısmına yani şeriksiz / ortaksız bir akidenin / imanın oluşması gerekmektedir.
Örneğin, Rus çarını İslam’a davet ederken önce İslam’ın içki yasağından başlayarak davet edilmesi ve içkiyle yatıp kalkan Rus çarının bu daveti hemen reddetmesi gibi.
Daveti götüreceğimiz muhataba önce bu dinin akidesi anlatılacak ki, kabul edilen bu akideyle kulluğun yerine getirilmesi hem anlamlı hem de kolay olabilsin. Uyulan emir ve nehiylerin ya da yolun / dinin nasılından önce nedeniyle başlamak (namazın nasıl kılınacağından önce namazın neden kılınacağı, infakın nasıl yapılacağından önce neden yapılacağı, tesettürün nasılından önce neden kuşanılacağı v.b.) vahyin ve onu şahıslarında örneklendiren nebilerin usulüdür.
17- Davet hatırlatmadır,
(İslam’a davet aslında kişiyi kendisine fıtratına davettir, çünkü Müslüman olmak kendine gelmektir) öğüt vermektir, öğüt vermenin- hatırlatmanın yarar sağlayacaksa ya da yararlanmak isteyenlerin öncelenmesine dönük ilahi ikazla yapılan bir usuldür.
“Şu halde, eğer 'öğüt ve hatırlatma' bir yarar sağlayacaksa, 'öğüt verip hatırlat.” (87/A’LA/9)
“Artık sen, öğüt verip- hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici- bir hatırlatıcısın.” (88 / ĞAŞİYE / 21)
“Sen öğüt verip- hatırlat; çünkü gerçekten öğütle-hatırlatma, mü'minlere yarar sağlar.” (51/ZARİYAT/55)
“Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin. Şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.” (50/KAF/45)
“Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu)edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur'an'la)hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helake düşmesin; (böylesinin)Allah'tan başka ne bir velisi, ne bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır.” (6/EN’AM/70)
Yaratılış gayesini-gerçeğini, hayatı, ölümü, tekrar dirilişi ve yapıp-ettiklerimizden dolayı mutlaka hesaba çekileceğimizi bütün nebiler bıkmadan usanmadan hatırlatmaktadırlar. Bu hatırlatmalara rağmen ayak direten inatçı inkârcıları da kendi hallerine bırakılması gerektiğini vahiy bildirmektedir. (6/70) ayetinde bırak ve hatırlat emirleri birlikte geçmektedir. Çünkü ‘hatırlat’ emrine (davetine) muhatap olmamış hiçbir kimse ‘bırak’ emrine muhatap kılınmamıştır. ‘Bırak’ emrine muhatap kılınanların, kendilerini müstağni gören, elçilerin bıkmadan- usanmadan hatırlatmalarına rağmen ayak direten inatçı inkârcılar olduğu ve artık hatırlatmaların onlara fayda vermeyeceği beyan edilmektedir.
“Surat astı ve yüz çevirdi; Kendisine o kör geldi diye. Nerden biliyorsun; belki o, temizlenip- arınacak? Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak. Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan)ise, İşte sen, onda 'yankı uyandırmaya’ çalışıyorsun. Oysa, onun temizlenip- arınmasından sana ne? Ama koşarak sana gelen ise, Ki o, 'içi titreyerek korkar' bir durumdadır; Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun. Hayır; çünkü o (Kur'an),bir öğüttür. Artık dileyen, onu 'düşünüp- öğüt alsın.” (80/ABESE/1….12)
Hz.Resulullah (a.s.) Kureyş’in ileri gelenlerinden bir topluluğa İslam’ı tebliğ ederken yanına ağma olan İbn Ümmü Mektum gelir ve Hz. Nebi’nin meşguliyetinden habersiz olarak Allah’ın bildirdiği ilahi vahyi kendisine anlatmasını ister. Hz.Nebi inatçı inkârcılarla meşgul olduğu için İbn Mektum’a suratını asar ve yüzünü çevirir. İşte bu ayetler vahyedilerek Hz.Nebi ikaz edilerek uyarılır. Ve sonraları Hz.Nebi İbn Ümmü Mektum’u her gördüğünde, “Gel ey Rabbimin kendisi yüzünden beni azarladığı adam” diye karşıladığı rivayet edilmektedir.
Bu uyarı Hz.Nebi’nin şahsında bütün iman edenlere kıyamete kadar yapılan bir uyarıdır, davet usulüdür. Hatırlatmada ve öğüt vermede öncelik sırası muhatabın sınıfı- konumu ve toplum içindeki payesi değil, öncelik sırası arınmak isteyen, öğüt almak isteyen, ahiret endişesiyle korkan / sakınan kişilere aittir. Kendilerini müstağni gören inatçı inkârcıların toplum içindeki payeleri ne olursa olsun kurtuluş trenine binmedeki öncelik ve birinci sınıf yolcular ağma da olsa, fakir de olsa, tanınmayan köşede kalmış biri de olsa birinci sınıf yolcular ve Allah’ın değer verdiği – önemsediği - sevdiği ve razı olacağı yolcular, arınmak isteyen, öğüt almak isteyen bu yolculardır. Rabbimizin indinde / nezdinde, çöp toplayarak rızkı peşinde koşan, dağda çobanlık yapan, yalın ayaklı ama arınmak isteyen - arınan bir kul / insan en değerli - en aziz - en şerefli - en üstün insandır. Yalın ayaklı arınmak isteyen bir insanla, kendini müstağni gören (kıralların / sultanların - iktidar ve güç sahiplerinin) iki ayaklı insan müsveddesi olan mahlûkların kıyası bile mümkün değildir.
İşte Rahman’ın değer verdikleri olan arınmak isteyen - öğüt almak isteyen insanlar, Rahman’a iman eden biz mü’minlerin de değer vermesi gereken ve daveti götürürken öncelememiz gereken öğüt almak isteyen insanlar olmalıdır. İnsanların değer yargıları değil vahyin değer yargıları öncelenmelidir. İnsanların değer yargılarında sınıf - ırk- renk- aşiret- güç- zenginlik- soysop- cinsiyet ve benzeri öncelemeler olurken, Rabbimizin öncelediği insan için üstünlüğün yegâne adresinin arınarak ulaşılan sorumluluk bilinci ‘takva’ olduğudur.
“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde)kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim)olanınız, (ırk ya da soyca değil)takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (49/HUCURAT/13)
Hatırlatmak ve öğüt vermek fayda verecekse öğüt ver, çünkü zaman akıp gitmektedir ve kurtuluş trenine arınmak isteyenler, sakınanlar, kendini- yaratılış gayesini- gerçeğini sorgulayanlar, soru sorma zahmetine katlananlar, sorularının ardı sıra koşanlar, akledenler- düşünenler binebileceklerdir ve davette öncelik öğüt almak isteyenlerindir.
18- Davetçi tevazuyu kuşanmak durumunda olandır(25/63),
Ve selam hidayete tabi olanların üzerine olsun 20/47 diyerek yoluna devam edendir.
19- Nefret ettirmeyen-zorlaştırmayan, kolaylaştıran-sevdiren davet,
Nebiye hitaben; “Kaba-sert katı yürekli olsaydın onlar çevrenden dağılır giderlerdi” (3/159)
20- Boş konuşmayan boşluğu dolduran davet..,
Marufu (ortak iyiyi, vahye gölge düşürmeyen davranışları ve ortak noktaları dikkate alarak) destekleyen davet.., buyurgan- zorba- zorlayan (2/256 10/99 88/22 50/45) bir edayla değil, ikramla- merhametle öğüt verilmesi ve doğru yola davet edilmesi.., her türlü soruya açık olan, sorumlulukla cevaplayan ve öz güvenle yapılan davet.., Kulları 'beşe on' kalas gibi görmeyip farklılıkları ve farklı etkilenebilmelerini dikkate alınarak yapılan davet.., her ortama-konuma- bireye- topluluğa neyi önceleyerek yaklaşacağını bilmek ve bu titizlikle yapılması gereken davet.., bir kişinin kurtuluşuna vesile olmanın bütün insanlığın kurtuluşu gibi ya da ona götüren kutlu bir görev bilinciyle yapılan davet.., kıssaların- mesellerin kullanılması, bütün nebilerin hayatın içindeki karşılıklarının özde aynı fakat imtihan çeşitliliği açısından farklı olduğunu ve kıyamete kadar hiçbir kişinin ya da toplumun bundan ayrı düşünülemiyeceği gerçeğinin idrakiyle yapılan davet.. “Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır.” (12/111) Temiz akıl sahipleri için kıssaların anlatımında hayatın inşasına dönük yol gösterici doneler- işaretler- tabelalar vardır).., aldırmayanın savaş açandan daha zorlu-kötü olduğu bilinciyle yapılan davet.., tedricilik- aşamalılık- zamana yaymak gibi ilahi hitabın inşa ettiği usulü dikkate alarak yapılan davet.., süreklilik-devamlılık- ısrar- tekrar bilinciyle yapılan davet.., geleneğin diliyle değil, (çünkü geleneğin dili eskiyebilir vahyin dili asla eskimez) vahyi önceleyerek kullanılan bir dille yapılan davet..
Kur’an’ın uslubunda olduğu gibi soru -cevap şeklinde yapılan davet.., Karşılaştırmalı- mukayeseli ve muhatabı düşünmeye sevk ederekyapılan davet.., çocuk (Hz.Lokman'ın oğluna nasihati gibi)- genç- yaşlı demeden değer verildiği ve muhatap için endişelenildiği hissettirilerek yapılan davet.., merhamet dili kapı aralamaktır, kapı aralanmadan içeri girilmez gerçeği dikkate alınarak yapılan davet.., latifelerle- düşündürücü nüktelerle / espirilerle ve monolog bir iletişimden uzak durularak yapılan davet.., konuşurken karşısındakini hiç sıkmadan- boğmadan ve muhatapların hoşnut olabileceği tat alabileceği ortamı titizlikle oluşturabilen ve de dertleşilmekten memnun olunan bir itminanı sağlamak, yani özlenen- aranan bir kişiliği-kimliği yansıtabilen davet.., eş-dost-akraba- komşu ilişkilerinde, örneğin iki saatlik bir zaman dilimi konuşulacaksa-kalınacaksa bunun tamamını davetle değil, en az zamanın yarısını hayatın içinde olanları (iş- güç- çoluk çocuk- güncel konular- havadisler- hasbihaller v.b) paylaşarak-konuşarak geçirilmesine özen gösterilen davet.., fiil- fail ayırımını gözeten titizlikle yapılan davet.., muhatabın yaşadığı doğruları takdir / taltif ile başlayan ve (yani bardağın dolu tarafını takdirle dile getirmek ve eksik tarafını doldurması için usulünce uyarmak) yaşadığı yanlışlarını da nezaketle dile getiren davet. Ezcümle, fıtratı tanıyan ve bu bilinçle daveti yansıtan mübelliğler olunmalıdır.
21- Davetçiler, muhatapların putlarını- değerlerini inkâr ederler, onların bâtıl olduklarını ifşa ederler fakat sövmezler.
"Allah'tan başka yalvarıp- yakardıklarına (taptıklarına)sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah'a söverler." (6/En’am 108)
22- Davetçiler, ellerinin malik olmadığı dünyevi vaadlerde bulunmaktan kaçınırlar. (6/En’am 50)
23- Davetçiler, davete icabet etmeyenlere "onlar" adına üzülürler, (26/Şuara 3, 18/Kehf 6)
Hz. Ebu Bekir'in Mekke'nin fethinde canhıraş bir şekilde doksan yaşında ağma olan babasını arayıp bulur, babasına yalvararak imana davet eder, babası imana yaklaşmaz, babasını Hz.Nebi'nin yanına götürür ve hüzünlü gözlerle babasının hidayeti için dua buyurmasını ister, Resul; “bu yaşlı adamı buraya kadar yormasaydın bizler ayağına gitseydik” diyerek Ebu Kuhafe'ye iman etmesi için davette bulunur ve ardından dua eder ve dua kabul olur ve Ebu Kuhafe hidayeti bulur. Bizler de en yakınımızdan başlayarak ve hidayetleri için 'adeta' ızdırap duymalıyız.
24- Davetçi, adaleti önceleyen bir kişiliği kuşanmakla- yansıtmakla mükellefdir.
En sevdikleri anne- baba- evlat- yakın akraba ve dostlarının aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutmaktan ve adaleti savunmaktan asla geri durmayandır.
25- Dünya ahiretin tarlasıdır gerçeğinden yola çıkılarak ahiret bilinciyle eşgüdüm halinde yeryüzünün ifsadının engellenmesine dönük bir mücadelenin esas alındığı, toplumun özünde olanının değişmesiyle toplumun değişeceği gerçeği,
Buradan hareketle ilahi hükümlerin toplumlara hayat veren işlevinin olabileceği, tepeden inme adeta bir komitacı- ihtilalci bir anlayışla iktidara ulaşılmasının anlamsızlığını idrak eden, hak gerçeklerin yönetenden yönetilene apaçık iletilmesinin nebevi davet- mücadele misyonu olduğu gerçekliğidir.
26- Davet, cahili - sapkın bireyi / toplumu dönüştürme ve ilahi olana rağmen inşa edilmiş cahili - sapkın sistem(ler)i değiştirme eylemidir.
Aadaletsizliğe - zulümata - sömürüye karşı direniştir.
Özetle: Düşünsel duruşumuzla, lisan-ı hal olan davetimizle, konuşandan çok konuşulan olan örnekliğimizi yansıtmalıyız, sekülerizmin- (post)modernizmin ve onların inşa ettiği zulüm sistemlerinin galebe çaldığı bu topluma mertliğin-dürüstlüğün- dostluğun- kardeşliğin- fedakârlığın- içtenliğin- eminliğin sosyal hayatın her alanında (ticaretimizde- komşuluğumuzda- arkadaşlığımızda) güvenilir limanlar olarak İslamı temsil eden davetçiler olmalıyız.
Merhametten yoksun herkesi asıp kesen ve ateşe gönderen bir dilin de, herkese cennet bileti satan ve tevhidi omurgadan yoksun bir dilin de hayır getirmeyeceğinden hareketle nebevi bir davet dilini geliştirmeliyiz.
Vahye tabi olmanın hem uhrevi kurtuluş olduğunu hem de bu dünyada vahşetten- zulümden- sömürüden- haksızlıktan- ahlaksızlıktan- bencillikten- elit sınıfların tahakkümünden- ırkçılıktan uzak- azade şahsiyetlerin- toplumların-yönetimlerin oluşabileceğine, çünkü iman edenler hem bu dünyada hem de ahirette iyilik isteyenlerdir (2/201) vurgusu yapılarak davetin götürülmesi gerekmektedir.
Kardeşlik; güven duymak ve güven duyulmaktır, birbirlerini hakka- sabıra-hayra davet etmektir, birbirlerinin yanlışlarını merhamet diliyle düzeltmektir, kardeşler arasındaki problemleri çözmek ve aralarını bulup düzeltmektir (49/10). Kardeşlik gönüllü -içten birlikteliğin adıdır, dolayısıyla birliktelik yardımlaşma gücünü doğuracaktır, topluma daveti götürürken kardeşlik / dostluk örnekliğinin yansıtılması ilahi mesajın daha hızlı ve daha geniş kitleler tarafından duyulmasına- anlaşılmasına vesile olacaktır.
Müslüman(lar)ın ben merkezci yaklaşımlardan kaçınılması, maksadı üzüm yemek- yedirmek olan bir yönelişi karşı tarafa da hissettirmesi, gereksiz, faydasız tartışmalardan uzak durması, aidiyeti ve daveti şahıslara, derneğe, vakıfa, dergiye, meşrebe, mezhebe, bölgeye değil, vahyi önceleyen bir söyleme ve müslim kimliğine yapması zorunludur.
İslami mücadelenin merkezi / omurgası davettir, davet ettiğimiz değerleri önce kendimizin kuşanması ve tâbi olduğumuz değerleri kendi üzerimizden örneklendirmemiz davetçinin kalkış noktası olmak zorundadır. "Yapmadığımız şeyi söylemememiz gerektiği" ilahi uyarısını hücrelerimize kazımak zorundayız, bu hem kendi kurtuluşumuz için hem de davetin muhataplar nezdinde mâkes bulabilmesi için olmazsa olmazımızdır.
Davetçiler olarak İslamın meşru kıldığı / gördüğü tüm (zamanın araç-gereçleri) alanların kullanılması gerektiği tartışmadan varestedir.
Allah'ın razı olduğu dini yaşayanlara ve yansıtanlara selam olsun.
Kemal SONGÜR
19-08-2014
kuremedya.com/kemal-songur-davet-yasayarak-yansitmaktir-8243y.html#.U_MpUvl_tjR