ANAYASA MESELESİNE

İSLAMİ ÇÖZÜM

İSLAMİ ANAYASA TASARISI

VE

GEREKCESİ

 

Bugünlerde hem Ortadoğudaki Mısır, Tunus, Libya gibi halkı müslüman ülkelerde hem de Türkiye’de değişim, dönüşüm rüzgarları ile birlikte “yeni bir anayasa yapmak meselesi” gündemdedir. Topyekün yeni bir anayasa yapmak veya benimsemek aslında o ülkedeki rejimin değişmesi, paradigmanın değişmesi, egemenliğin merkezinin ve egemen güçlerin değişmesi demektir. Fakat burada bazı istifhamlar var:

--Bu “yeni anayasa” söylemini gündeme taşıyanlar gerçekten bunu yapacaklar mı?..

--“Yenilik” ve “değişim” vaadlerinde ne kadar samimidirler?...

--Bu söylemlerinde gerçekten “köklü bir değişimi” mi yoksa ambalaj yada makyaj değişikliğini mi kastediyorlar?..

--Kökleri toplumun derinliklerinde olan ve genel hüsnü kabul gören bir anayasa yapmayı başarabilecekler mi?..

Bu istifhamların gölgesinde bir sorun olarak algılanan “yeni anayasa belirleme” çalışmalarına bu yazımızla İslami bir bakış açısı ve çözüm sunmaya çalışacağız inşaallah. Tevfik Allah’tandır.

 

ANAYASANIN MİSYONU

Bilindiği gibi anayasa günümüzde toplumsal ve siyasal organizasyonun bir nevi zorunlu klavuzu olarak algılanmaktadır. Zira anayasa; bir toplumdaki siyasi baskın örgüt olan devletin, toplumu yönetirken kullandığı rejimi, sistemi, ideolojiyi belirler. Bunu yaparken de; -egemenliğin, -sulta / otorite sahibinin,

-yönetim şeklinin ve sisteminin ne olduğunu, -yöneticilerin ve yönetilenlerin temel hak, yetki ve sorumluluklarının ne olduğunu, -yöneticilerin yönetime gelme ve yönetimden ayrılma şartlarının ve yönteminin ne olduğunu belirler.

Bununla güdülen gaye; toplumda yönetici ile yönetilenler arasında ihtilafların çıktığında anayasa kendisine başvurulan nihai merci olsun ki bir siyasi istikrar ve barış ortamı sağlansın. Yani toplumsal barış, huzur, istikrar, adalet ve güvenlik temin edilsin.

Ancak bir anayasanın bu iyi niyetli gayeyi gerçekleştirebilmesi için o toplumun ana unsuru olan topluluklarının içinde derinliğine köklerinin olması gerekir.. O anayasanın ruhu diye bilinen temel düşüncesinin, felsefesinin, referansının, kaynağının, temel ölçülerinin, hakimiyet / egemenlik anlayışının o toplumun ana unsurları tarafından içtenlikle benimsenmesi gerekir. Yani o topluma yabancı olmaması gerekir. Bu şu demek değildir; “Bir şekilde bir anayasa belirlenir ve o toplumun onayına sunulur, yapılan referandumla o anayasa toplumun çoğunluğu tarafından “kabul” yada “evet” oyu alırsa, o anayasa o toplum tarafından benimsenmiş ve o topluma malolmuş sayılır.” Bu anlayış doğru değildir. Yüzeysel ve kandırmaca bir anlayıştır. Toplum ve siyaset gerçekliği ile bağdaşmaz. Zira öylesi bir anayasa şimdiki anayasalar gibi toplumdaki güvensizliğin, adaletsizliğin, istikrarsızlığın, huzursuzluğun, sorunların ana kaynağı olduğu gibi zaman ve fırsatların da heder olmasına sebep olur..

ANAYASANIN KÖKLERİ

Bir anayasanın bir toplumda derinliğine köklerinin olabilmesi, o toplumun ana unsurları tarafından içtenlikle kabul görmesi ve benimsenebilmesi için; anayasaların üzerine kuruldukları şu temel kavramlara ve ilkelere bakmamız gerekir:

--Hakimiyet / egemenlik,

--Sulta / otorite,

--İdeoloji yada rejim,

İşte bu kavramlar bir anayasanın kökleridir. Bunları şu şekilde izah etmek mümkündür:

 

1--Hakimiyet / egemenlik:

Hakim olma halidir. Bir ülke ve toplum üzerinde “hakim iradeye” “hakimiyet” denir. Yani bütün iradelerden / arzu ve isteklerden üstün iradeye, bütün irade sahiplerinin karşısında boyun büktüğü iradeye “hakimiyet” denir.

Hakimiyet sahibi; o ülke, devlet ve toplumda merci konumundadır. Yani kendisine müracaat edilen, dönülen, başvurulan en üstün makam sahibidir.

Hakimiyet sahibi; o ülke, devlet ve toplumda kendisine kayıtsız şartsız / koşulsuz boyun büküldüğü, itiraz edilmediği makam sahibidir.

Hakimiyet sahibi; o ülke, devlet ve toplumda bütün kanunların, hükümlerin, ölçülerin kendisine dayandığı, kendisinden alındığı, kendisini delil / referans edindiği meşruiyet kaynağıdır.

Görüldüğü gibi “hakimiyet” herhangi bir anayasanın temel kavramıdır. Hem anayasanın kendisinin hem de onun çerçevesinde oluşacak rejim, kanun ve hükümlerin meşruiyet kaynağıdır. Bir toplumun ana unsurlarında “hakimiyet” konusunda bir mutabakat oluşmamış ise, o anayasanın o toplumda kökü yok demektir. O toplum tarafından içtenlikle benimsenmez.!.. O toplumda adalet ve istikrar sağlanamaz. Zira her siyasi, hukuki ve toplumsal kararda meşruiyet sorunu yaşanır..

 

Hakimiyet” konusu en önemli konudur, temel sorundur. Hiçbir yasaklama, sınırlama ve devlet gücü kullanılarak saptırma yapmaksızın, baskı, tehdit, şiddet kullanmaksızın bu sorunun üzerinde doğruyu, hakikatı bulmak maksadı ile şeffaf bir şekilde tartışılmalıdır. Bu mesele, toplumun ana unsurları tarafından anlaşılmadan ve üzerinde bir mutabakat sağlanmadan yapılacak bütün işler, çalışmalar “dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir saptırma, yanıltma yada abes ile iştigal olacaktır.. “Yeni anayasa” söylemi ile yola çıkanların bu gerçeği gözardı etmeleri, saptırmaları samimiyet, dürüstlük ve şeffaflık ile bağdaşmaz.

 

2--Sulta / otorite:

Yani yönetme yetkisi kime ait olacak ve yöneticiler nasıl belirlenecek meselesi. Sulta’nın / otoritenin yani yönetme yetkisinin kime ait olduğunu da “hakimiyet sahibi” belirler. Yada “hakimiyet” anlayışı doğrultusunda belirlenir. Dolayısı ile “hakimiyet” meselesi halladilmeden, netliğe kavuşmadan “sulta” meselesi sağlıklı bir şekilde halledilemez ve daima meşruiyet sorunu yaşanır.

 

3--Rejim ve ideoloji:

Anayasa, kendisine dayandığı “hakimiyet” anlayışına göre bir rejim ve ideoloji belirler. Rejimi ve ideolojisi olmayan bir anayasa ruhsuz bir anayasadır. Dolayısı ile işlevsiz yazılı metinler olarak kalmaya mahkum olur. Zira;

Rejim; yönetim ve idarede tutulan yol, takip edilen usuldür. Yani devletin yönetim şekli ve tarzıdır.

İdeoloji ise; kendi içinde fikir / temel düşünce, çözümler ve usül / yöntem bütünlüğü olan siyasi, iktisadi ve toplumsal sistemdir.

Benimsediği rejim ve ideoloji ile anayasa; devletin o toplumda uygulayacağı;

-yönetim şeklini ve sistemini,

-eğitim siyaseti ve sistemini,

-iktisadi / ekenomik siyasetin ilke ve sistemini,

-kadın erkek ilişkilerinin tanzimini,

-yargı sisteminin usul ve çerçevesini,

-dış siyaset ilkelerini ve çerçevesini,

-toplumdaki çeşitli inanç gruplarının temel hak ve hukukunu belirler.

Mademki “anayasanın” realitesi / gerçekliği budur. O halde şimdi ana unsurları müslüman olan bir toplumda kökleri olan ve hüsnü kabul bulan bir anayasanın nasıl olması gerektiğini köklerine bakarak Türkiyedeki toplum örneğinde inceleyelim:

 

İSLAMİ BİR ANAYASANIN KÖKLERİ

İslam’da asıl olan; ne yasadır ne de anayasadır. Asıl olan; mü’minlerin hayatlarının tüm alanlarında şeri hükümlere göre yaşamalarıdır. Bu husus; yasa yada anayasa olmaksızın gerçekleşiyor ise maksat hasıl olmuştur. Ancak;

-Şeri hadlerin uygulanması,

-Şeriat’ın egemenliğinin korunması ve aleme yayılması,

-ümmetin vahdetinin gerçekleşmesi ve korunması,

-fitne ve fesadın önlenmesi,

-herkesin kamu mülkiyetinden adil bir şekilde yararlanabilmesi

gibi nedenlerden dolayı hepsinin şeri hükümlerden oluşması şartı ile yasalar ve anayasa benimsenmesi de zorunlu olabilir. Günümüzde ise; çağdaş cahiliyye tortularından tamamen arınmış tam bir İslami Toplum inşa olasıya kadar İslam’ın iktidar imkanı bulduğu toplumda İslami bir Anayasanın olması kaçınılmazdır. İslami bir anayasanın kökleri ise şöyledir:

 

1---Hakimiyet / egemenlik konusu:

Türkiye coğrafyasında yaşayan toplumun ana unsurları Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Arnavutlar, Araplardan oluşmaktadır. Bunların kahir ekseriyeti ise müslümanlardır. Onun için bir anayasanın bu toplumdaki köklerinin bu müslüman unsurlarda aranması gerekir. Müslümanların temel düşüncelerini, değerlerini, hassasiyetlerini, genel kabullerini ve redlerini İslam Dini belirler. İslamsız müslümanlık olmadığına göre, İslam’ın akidesi ve Şeriatını, “zaruriyeti diniye” olarak bilinen olmazsa olmazlarını, değerlerini, ölçülerini yani farz-vacib, mendub, mübah, mekruh ve haram olarak bilinen şeri hükümlerini dikkate almaksızın yapılan bir anayasa o toplumda köksüz kalacaktır ve hüsnü kabul görmeyecektir..

Bu toplumun ana unsurları olan müslümanlara göre; egemenlik Şeriata aittir.

Nitekim bu hakikat onların dillerine dahi yerleşmiştir. Şöyleki;

-“Şeriatın kestiği parmak acımaz”,

-“Şeriatın hükmü karşısında boynum kıldan incedir”,

-“Baş başa, baş da Şeriata bağlıdır”.

Şeriat ise şu anlamlara gelmektedir;

-Allah’ın kulları için gönderdiği din,

-İlahi kanun, dinin ameli / uygulama ile ilgili hükümlerin bütünü,

-Dinin dünya ile ilgili hükümlerinin tamamı,

-İslamiyetin kitap halindeki kanunu, Kur’an-ı Kerim,

-Ayet ve hadislere dayanan İslam kanunu, İslam hukuku,

Şeriatın bu anlama geldiğini bilen hiç bir müslüman, “ben müslümanım amma Şeriatı kabul etmem” diyemez. Böylesi bir söz ancak cehalet ürünüdür. Zira İslamsız müslümanlık olamıyacağı gibi, Şeriatsız İslam da olamaz..

Yukarıda zikredilen -“Şeriatın kestiği parmak acımaz” -“Şeriatın hükmü karşısında boynum kıldan incedir” gibi sözler şu ayeti kerimelerin manasını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

Dikkat edin! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni (getirdiğin Şeriatı) hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa:65)

 

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَن يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur:51)

 

إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ أَمَرَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ

Hüküm / hakimiyet, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf:40)

Daha başka bir çok ayet ve hadisle birlikte özellikle bu ayeti kerimeler;

--“hakimiyetin sadece Allah’a ait olduğunu”, bunun da ancak Allahu Teala’nın kulları için gönderdiği Şeriatta temsil edildiğini,

--Hakimiyetin Allah’ın Şeriatına ait olduğunu benimsemenin Allah’a iman etmiş olmanın olmazsa olmazı olduğunu açıkca ortaya koymaktadır.

 

Onun için “hakimiyet” meselesi, usuluddindendir, yani dinin esaslarındandır. İman meselesidir. Öyle sanıldığı gibi teknik yada tali / detay bir mesele değildir. Aynı zamanda usululfıkhın yani fıkıh usulünün de esasıdır. “Hakim” yani hüküm / hakimiyet sahibinin Allahu Teala olduğu gerçeği fıkıh usulünün de esasıdır. Dolayısı ile bütün hükümler ona dayanmak zorundadır.. Onun için ona dayanan hükümlerde ve kanunlarda meşruiyet sorunu olmaz. Ona dayanmayan hükümler, ma’siyettir / yani Allah’a isyandır. Ma’siyette ise kula itaat yoktur. Nitekim bu hakikat da “Baş başa bağlıdır, baş da Şeriata bağlıdır” sözü ile veciz şekilde ifade edilmiştir. Yani bütün iradeler üstünde hakim / egemen irade Şeriattır. Bu da şu ayeti kerime ve hadisi şerifin manasını ortaya koymaktadır:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine / yöneticilere de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve Resulüne döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisa:59)

 

لاَ طَاعَةَ فِي مَعْصِيَةِ اللهِ، إِنَّمَا الطَّاعَةُ فِي الْمَعْرُوفِ

“Allah’a isyanda itaat yoktur. Sadece ma’rufda itaat vardır.” (Buhari, Müslim)

 

Bütün bunlar gösteriyor ki; bu toplumun ana unsurlarına baskı, tehdit, şiddet, yasak, demogoji, saptırmalar olmaksızın açık, seçik, anlaşılır bir şekilde sorulduğunda Şeriatın hakimiyetinde / egemenliğinde nasıl mutabık kaldıkları görülür. Yani hiç bir müslüman toplumda Şeriatın egemenliği sorun olmaz, içtenlikle benimsenir, hüsnü kabul görür. Bu hususta herkes müsterih olsun.!..

 

2---Sulta / Otorite konusu:

İslam’a göre, sulta / otorite yani yönetme yetkisi ümmete aittir. Ümmet bu yetkisini biat ahkamı çerçevesinde nasbedeceği Allah’ın indirdikleri ile yönetecek bir halifeye devreder. Bu hakikat da Allahu Teala’nın hükümlerinin uygulanması ile ilgili hitaplarının .... يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ “Ey İman edenler!...” şeklinde ümmete hitaben gelmiş olmasından ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin hilafet ve biat ile ilgili hadisi şeriflerinden alınmıştır. Burada ayrıntılara inmeye gerek yok. Bu konuda hadis ve fıkıh kitaplarında yeterince ayrıntı bilgi mevcuttur.

Dolayısı ile sulta / otoritenin yani yönetme yetkisinin ümmete ait olduğunu hakimiyet sahibi belirlemiştir. Bunun hayata nasıl geçeceğini de yine hakimiyet sahibi belirlemiştir. O da Raşidi Hilafet sistemidir.

Bu konuda da ana unsurları müslümanlar olan bir toplumda sorun olmaz..

 

3---Rejim ve ideoloji konusu:

Ana unsurları müslümanlar olan bir toplumda ancak İslam’ın şu sistemleri uygulandığında toplumda barış, adalet, istikrar, huzur ve sağlıklı kalkınma sağlanabilir:

--İslam’ın yönetim şekli ve sistemi olan Hilafet,

--İslam’ın eğitim sistemi ve siyaseti,

--İslam’ın yargı sisteminin usul ve çerçevesi

ki bu adaleti yargıda en iyi şekilde dağıtacak tek sistemdir.

--İslam’ın iktisadi siyaseti ve sistemi,

İslam’ın iktisadi sistemi kendisine özgün bir sistemdir. Mülkün / yeryüzü servetinin insanlar arasında adil bir şekilde dağılımını sağlayacak ve fakirlik sorununu çözebilecek tek doğru sistemdir.

İslam’ın iktisad sisteminde günümüzde bütün insanlığın başına bela olarak musallat olmuş sömürü ve zulüm sistemi olan Kapitalizmin şu temel kurumları ve kuramlarına yer yoktur:

---Faiz sistemi,

---Borsa sistemi,

---Vergi ve sigorta sistemi,

---Nisbi / göreceli para sistemi,

---Mülkiyet özgürlüğü anlayışı,

İslam’a göre Malikül Mülk / mülkün gerçek sahibi Alemlerin yaratıcısı Allahu Teala’dır. İnsanlar mülkde ancak Allahu Teala’nın izin verdiği yollarla mülk edinebilirler ve Allahu Teala’nın izin verdiği şekilde mülkte tasarrufta bulunabilirler. Dolayısı ile mülkiyette esas olan “özgürlük” değil Allah’ın iznidir yani şeri hükümdür. İslam’a göre mülkiyet tasnifi de kendisine özgündür, şöyleki;

----Kamu mülkiyeti; yeraltı ve yerüstü madenleri, yeraltı ve yerüstü akarsuları, göller ve denizler, petrol ve gaz gibi enerji kaynakları, bunları işleten işletmeler, bütün türleri ile yollar, ormanlar ve meralar gibi tabiatı gereği İslam toplumundan herkesin yararlanma hakkının olduğu mülklerdir, statüsü değiştirilemez. İslam Devleti bu mülkten elde edilen gelirle; tebadan her ferdin sağlık, eğitim, güvenlik ve bütün belediye hizmetlerini bedava karşılar ayrıca nafakalarını temin edemiyenlerin zorunlu ihtiyaçlarını da karşılar.

----Devlet mülkiyeti; bazı vergiler, haraç, cizye gibi tasarrufu halifenin görüş ve içtihadına terk edilmiş mülktür. Buradan elde edilen gelirler ile de devletin personel, bina, araç-gereç gibi masrafları karşılanır.

----Özel mülkiyet; zikredilen iki mülkiyet türünün dışında meşru yollarla elde edilen mülk,

 

Ayrıntı bilgi ekteki “İslami Anayasa Tasarısının Gerekcesi” adlı kitapta, ayrıca “İslam’da İktisad Nizamı” adlı kitapta mevcuttur.

 

--Kadın-erkek ilişkilerini;

insani değerleri muhafaza ederek adil bir şekilde tanzim edebilmek beşerin fevkinde bir iş olduğunu günümüzdeki manzara ortaya koymaktadır. Bunu da en doğru ve adil şekilde tanzim eden ancak İslam’dır. Ayrıntı bilgi de ekte mevcuttur.

--Toplumda mevcut çeşitli inanç gruplarının hak ve hukukunu da “zimmet ahkamı” ile ancak İslam garanti altına almıştır ve bunu gerçekleştirmiştir. Bunun delili tarihi hakikatlardır. Orta Avrupa, Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, Kuzey ve Orta Afrika, Kafkaslar, Orta Asya bölgelerinde gayri müslim unsurlar hayatlarında ancak İslam’ın hakim olduğu dönemlerde can, mal ve ırz güvenliği içinde kalabilmişlerdir. İslam’ın hakimiyetinin son bulması ile çağdaş tağuti zulüm ve zulümat kara kâbus gibi hem müslümanların başına hem de o gayri müslimlerin başına çökmüştür. O bölgelerin hiç bir yerinde huzur, asayiş, güvenlik hiç kimse için kalmamıştır...

--Dış siyaset ilkeleri ve çerçevesi de İslam ahkamına göre belirlenir. Bu dış siyaset, ümmete tekar “diğer insanlar için şıkartılmış hayırlı ümmet”, “marufu emreden, münkerden nehyeden, hayra / hidayete davet eden vasat / en seçkin lider ümmet” “şahid ümmet” kılar.. Bu liderlik; sömürü ve despotluk liderliği değildir. Bu liderlik adalet, rahmet ve hidayet liderliğidir.

Adalet, rahmet ve hidayet liderliği öyle sadece laf ile, slogan ile, temenni ile olmaz. Ancak ve ancak İslam’ın kamilen hakim olması ile olur. Zira Allahu Teala izzetin, üstünlüğün, liderliğin ancak Allah’ın dinine titizlikle bağlılık ve dinini hakim kılmak ile olacağını bildirmiştir...

 

وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِّيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا

Kendilerine izzet / güç ve itibar sağlasınlar diye, Allah'tan başka ilahlar edindiler.” (Meryem:81)

 

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli biz azab vardır. Onların tasarladıkları boşa çıkıp bozulur.” (Fatır:10)

 

Tanzimat ile başlayan “muasırlaşma”, “batılılaşma” sloganı altında İslam’dan uzaklaşma faaliyetleri ile özellikle Cumhuriyet döneminde yapılan anayasaların hiç birisinin kökleri bu toplumda yoktur. Onun için o anayasalar bu toplumda hep bütün zulümlerin ve sorunların kaynağı oldu, müslümanların başağrısı ve belası oldu. Bütün zulümlerin, siyasi ve toplumsal istikrarsızlığın, bölücülüğün, kirliliğin, ekenomik, askeri, teknolojik geri kalmışlığın ana nedeni oldular.

Dürüstce, cesurca, samimi olarak şeffaf bir şekilde bunlar konuşulup tartışılabilinmelidir. Bu milletin başına “yeni bir bela” daha musallat edilmez inşaallah!..

 

İSLAMİ BAKIŞ AÇISINI YOK SAYMAK

MÜSLÜMANLARI YOK SAYMAKTIR

Yeni bir anayasa”dan bahsediliyorsa; bu müslüman toplum tarafından benimsenecek egemenlik, sulta, rejim ve ideoloji kökleri ile tamamen yeni ve İslami bir anayasadan bahsetmemiz gerekir. Gayrısı fasa fisodur, dalalettir, cehalettir, cahiliyyedir. Zira bu toplum için yapılacak bir anayasanın, onun ana unsurlarını yani müslümanları sanki yok sayarak yapılması ancak bu topluma yapılan bir hakaret ve ihanet olur.. Müslümanları diğer fert ve toplumlardan ayırt eden husus onların inanç ve dinleri olan İslam’dır.

Anayasa konusunda; özgürlükler, demokrasi, cumhuriyet, liberalizm, laiklik, sekülerizm, sosyalizm, ulusalcılık, globalizm, hatta komünizim vb. her açıdan görüş talep ediliyor, beyan ediliyor fakat sanki kendisi yokmuş yada bu konuda hiçbir çözümü yokmuş gibi İslami bakış açısına hiç başvurulmuyor.!.. İslam’ın görmezlikten gelinmesi yada yok sayılması, mensuplarının da yok sayılması demektir.. Cumhuriyet “halka rağmen halk için” felsefesi ile kurulduğu ve günümüze kadar işletildiği gibi “yeni anayasa” söylemiyle yapılan faaliyetlerin de aynı minvalde seyretmekte olduğu izlenimi vermektedir...

İslam; hayatın tamamını kapsayan bir hayat nizamıdır. Mademki hayatta; toplum, devlet, siyaset, ekenomi, yargı vardır, öyle ise İslam’ın bu konuda hükümleri, çözümleri, nizamları elbetteki mevcuttur. İslam; fert ve toplumların yollarını aydınlatan, sorunlarına şifa / çözüm olan, fert ve toplumları sağlıklı bir şekilde kalkındıran tek dindir.

Böylesi bir din Batılıların dünyasında olmayabilir. Onun için onların dini bireyin vicdanına hapsetmeleri ve sadece bir vicdan meselesi olarak görmeleri normal karşılanabilir. Fakat müslümanların evlatları olan kimi sözde aydın, okur-yazar, akademisyen, lider yada yönetici kişiler; Batılıların o “Dâllîn” / dalalet ehli olmanın şaşkınlığı içinde bocalayan, tutarsız, derme-çatma, saçma-sapan sözlerini, görüşlerini yani felsefelerini anlamak için gösterdikleri çabaları kendi dinleri olan İslam’ı anlamak için harcamış olsalar “Es-sırat al-mustakiim”i / “dost-doğru yolu” bulmuş olacaklardır, hem kendilerine hem de bağrından geldikleri milletlerine, ümmetlerine ve hatta tüm insanlığa hayırları dokunacaktır. Onun için onlar, zihinsel eksen ve kıble kaymasından yada sapmasından kurtulup kendilerine gelmelidirler...

Bütün dünyayı bir ahtabotun kolları gibi kuşatmış olan şeytanın dalalet yolları terk edilmelidir. “Modernizim”, “modernite” tabelaları altında sunulan; sekülarizm, laiklik, demokrasi, cumhuriyet, nasyonalizm / ulusalcılık yada ulus devlet anlayışı, özgürlükler, liberalizim, kapitalizm, sosyalizm, globalizm gibi kavram, ilke, ideoloji ve nizamları çağdaş şeytani dalalet yollarıdır. Bu yolların ehilleri yada yolcuları olan Batılıların mütefekkirleri, bu yolların çıkmaz sokaklar olduklarını, yanlış, batıl, başarısız, olduklarını itiraf etmeye başladılar. Zira “modernizmin” iflas ettiğini “postmodernizm” kavramı ve söylemi altında yazdıkları makaleler, kitaplar ile ortaya koymaktadırlar. Ancak postmodernizim onlara hidayet sunamamaktadır. Onun için “Üçüncü Yol Arayışları” adı altında makaleler, kitaplar yazılmakta, paneller yapılmaktadır... Bütün bu paneller, makaleler ve kitaplar Batı insanının nasıl fikren iflas ettiğini, tükendiğini, çaresizlik içinde nasıl çıkış yolu arayışı içine girdiğini yani hidayeti aradığını ortaya koymaktadır Ayrıca fiili durum da yani ekenomik, siyasi, toplumsal her alanda Avrupa ve Amerika ile ifade edilen Batının kriz nöbetleri ile nasıl çökmekte, çaresizlik içinde bocalamakta olduğunu ortaya koymaktadır..

O halde bu gaflet ve dalalette ısrar niye ?!. Ehlinin başarısızlığını her hali ile ilan etmekte olduğu bu kokuşmuş köhne çağdaş cahiliyye kavram, söylem, ideoloji, rejim ve sistemlere kurtarıcı simidi gibi sarılmak, çağırmak akıl işimidir?!.. Kör taklid diye işte buna denir!..

İslam Alemi ve özellikle Türkiye’de Batı hayranlığı illetine müptela olup da müslümanlara kanaat önderliği yapma iddiasında ve konumunda olanların gözlerini Batı aşkı kör etmiştir, akıllarını da dondurmuştur. Temenni ve tavsiye ederiz ki; öncelikle onlar bir an evvel bu akıl tutulması krizinden, kör taklidcilikten kurtulsunlar. Akıllarını başlarına alsınlar..Allah’a, Resulüne, Kitabına kulak versinler!.. Tüm müslümanlara ve hatta hidayet arayan tüm insanlığa “hayırlı ümmet”, “şahid ümmet”, “en seçkin ümmet” olmanın gereği hidayet liderleri olsunlar, şeytanın dalalet tabileri, rehberleri ve taşeronları değil.!..

 

BAZI VEHİMLERE CEVAPLAR

“Yeni anyasa meselesi” tartışılırken zaman zaman seslendirilen bazı vehimlere de değinmek gerekiyor:

1-“Anayasanın yada devletin bir dine dayandırılması toplumda ayrışmaya, kamplaşmaya ve toplumsal çatışmaya neden olur” iddiası yada vehmi...

Bu, ilmi hakikata dayalı bir söz değildir. Batılı bazı filozofların içinde bulundukları dalalet ortamında söyledikleri ve belki kendi vakıalarına mutabık düşen bir sözdür. Zira onların dünyasında gerçek bir din yoktur. Tahrif edilmiş, içinden ruhu boşaltılmış, sadra şifa, derde derman, yollarına nur / aydınlık olmayan, adaleti gerçekleştiremeyen bir “sözde din” için geçerli olabilir.

Yukarıdaki söz; dâllîn / dalalet ehli olan Batı toplumlarındaki o din aleyhtarlığı sözlerini ve fikirlerini mutlak hakikatlarmış gibi ezberleyip müslüman toplumlara da uygulamaya çalışan zavallı kör taklidci ve ezbercilerin sözüdür..

İslam herhangi bir din değildir, Allah katında gerçek tek dindir. İslam’ın cahili olanların İslam hakkındaki o seviyesiz söz ve söylemlerinin hiçbir saygınlığı yoktur. Zira Allah’a, dinine ve o dinin samimi mensuplarına saygı göstermeyenler saygıyı haketmezler..

İslam’ın dışında hiç bir sistem ve ideoloji, müslümanlar arasında birliği sağlayamaz. Zira İslam, mensuplarının kalpleri arasındaki ülfet köprüsü olan “Allah’ın nimeti”dir. Nitekim bunu Allahu Teala aşağıda zikredilen (Aliİmran:103)’de bize bildirmiş ve emretmiştir.

Allahu Teala’nın bu emri hayata geçmiştir. Müslümanların kahir ekseriyeti ayrı ırk, kavim, dil ve mekanlara rağmen “İslam kimliğinde” yani “müslümanlık kimliğinde” “Kelimei Tevhid” bayrağı ve sancağı altında “bir tek halife”nin yönetiminde tek bir ümmet olarak birleşmişlerdir. Bu birlik asırlardır devam etmiştir. Bu birlik şemsiyesinin altında başka dinden insanlar da huzur içinde yaşamışlardır. Ne zaman ki müslümanlar fert, toplum ve devlet olarak Allahu Teala’nın bu yüce nimetinin kadri kıymetini bilmediler, yani İslam’ı hayatlarından uzaklaştırılmasına tepkisiz kaldılar. İşte o zaman birlikleri de, ülkeleri de param parça olmuştur.

Ulaşım ve iletişim imkanlarının çok zor, sınırlı olduğu o günlerde milyonlarca km2lik bir coğrafyada, onlarca farklı dil, kavim, coğrafi farklılıklara rağmen insanları asırlarca bir arada tutabilen İslam mı toplumu ayrıştıracak.?!.

Var olan birliği parçaladığı gibi her parçanın daha da küçük parçalara ayırılmasına sebep olan; fitne, fesad, bölücülük virusu ve odağı konumunda olan laiklik, demokrasi, cumhuriyet ve ulus devlet anlayışları mı birlik sağlayacak.?!. Hiç akletmiyorlar mı.?!..

İşte o laiklik, demokrasi, cumhuriyet, ulusalcılık virüsleri yüzünden düne nispeten ufak bir çoğrafyada az bir toplulukta dahi birlik sağlanamamaktadır, hatta toplumsal iç çatışma denilen cehennemi çukurun tam kenarına gelinmiştir. Bu cehennem çukuruna yani toplumsal iç çatışmaya düşmekten kim ne ile kurtarabilir.?!.. Ne mal mülk, ne zenginlik, ne de vatandaşlık kimliği... Sadece sadece onların ortak paydası olan İslam kimliği ve sistemi, onları tekrar dost ve kardeş yapabilir.!. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

 

وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِى الاَرْضِ جَميعًا مَا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰـكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْ اِنَّهُ عَزيزٌ حَكيمٌ

Ve onların kalblerini uzlaştırdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalblerini uzlaştıramazdın. Ama Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal:63)

 

يَا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِه ولا تَمُوتُنَّ اِلا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللّٰهِ جَميعًا ولا تَفَرَّقُوا وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَاَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِه اِخْوَانًا وَكُنْتُمْ عَلٰى شَفَا حُفْرَةٍ مِنَ النَّارِ فَاَنْقَذَكُمْ مِنْهَا كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Ey iman edenler; Allah'a karşı gerçekten muttaki olun (Allah’ın dinine bağlanmakta gerçekten samimi ve titiz olun) ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din, kimlik ve tutum üzerinde) ölmeyin.

Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzenizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.”

(Ali İmran:102-103)

 

Ana unsurları müslüman olan bir toplumda birlik beraberlik, kardeşlik tesis etmeyi istemekte samimi olanlar, her şeyin en iyisini bilen her şeyin yaratıcısı Allahu Teala’nın şifa dolu hitaplarına kulak verirler ve onun gereğini yaparlar... Kısaca İslam, müslümanları ayrıştırmaz, bilakis birleştiren yegane sistemdir...

 

2-“İslam’ı, anayasa yada devletin esası yapmak o toplumdaki gayri müslim unsurların itirazına ve haklarının zayi olmasına sebep olur” iddiası yada vehmi..

Bir toplumda herkesi, bütün unsurları bir konuda ikna etmek yada tatmin etmek mümkün değildir. Toplumdaki ana unsurlar müslümanlar ise elbetteki o toplumda İslam hakim olacaktır. İslam’ın bu hakimiyetinden gayri müslim unsurların rahatsızlıkları onların güvenlikleri açısından ise, haklıdırlar. Onlara zimmet ahkamı çerçevesinde can, mal, ırz ve dinleri hususunda baskı görmeyeceklerine dair güvence verilir. Zimmet ahkamına aykırı bir şekilde bu güvenceyi bozarak onlara saldıran kim olursa olsun şiddetli bir şekilde cezalandırılır. İslam’ın bu güvencesi sözde yada yazılı metinlerde kalmamıştır. Hayata geçmiştir ve asırlardır uygulanmıştır. İşte buna da tarihi hakikatlar şahiddir. İslam’ın asırlardır hakim olduğu bölgelerde Orta Avrupa, Balkanlar, Anadolu, Ortadoğu, Kuzey ve Orta Afrika, Kafkaslar, Orta Asya bölgelerinde gayri müslim unsurlar varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir. Aksi durum olsaydı yani Endülüste müslümanlara yapılan soykırım onlara uygulansaydı, bu bölgelerde hiçbir Hırıstiyan, Süryani, Ermeni, Yahudi vb kalmaması gerekirdi. Öyle olmadığı günümüzde açıkca görülmektedir. Zira gayri müslim unsurlar oralarda varlıklarını halen sürdürmektedirler. Bu da İslam’ın ve İslam Devletinin gayri müslimlere soykırımı yada dinlerinden zorla döndürme faaliyetlerinin olmadığının en somut delilidir. Öyle ise bu gün İslam’ın hakim olması durumunda bu kaygıya hiç gerek yoktur...

Gayri müslim unsurlar, bunun dışında heva heveslerince yaşam anlayışlarına İslam’ın izin vermemesine itiraz ediyorlar ise, bu itirazlarında haksızdırlar. Onlara gönüllerince yaşayacakları başka yerlere gitmelerine izin verilir. Toplumun bir azınlığın heva hevesine mahkum olmasına izin verilmez.!.. Toplumda çoğunluğun heva hevesine de mahkum olunmaz.!.Zira heva hevesin hakim olduğu yerde fitne, fesad ve kirlilik hakim olur, huzur ve asayiş değil.!

Nitekim Allahu Teala azınlığın da çoğunluğun da heva hevesine tabi olmayı kesinlikle şöyle yasaklamıştır:

 

يَا دَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الارْضِ فَاحْكُم بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوَى فَيُضِلَّكَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ إِنَّ الَّذِينَ يَضِلُّونَ عَن سَبِيلِ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ

Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, hevaya / istek ve tutkulara uyma, sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sâd:26)

 

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لا يَعْلَمُونَ

Daha sonra seni, iş ve yönetimde bir şerîat / bir yol, yöntem üzerine koyduk. Artık ona uy! Bilmeyenlerin hevası / keyifleri ardınca gitme!” (Casiye:18)

 

وَلا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَن ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطًا

“..Kalbini zikrimizden / (Kur’an ve Sünnetten) gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve hevasına / tutkularına uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme.” (Kehf:28)

 

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ

Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet / yönet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmasınlar diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır.” (Maide:49)

 

وَلَن تَرْضَى عَنكَ الْيَهُودُ وَلاَ النَّصَارَى حَتَّى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ إِنَّ هُدَى اللّهِ هُوَ الْهُدَى وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ أَهْوَاءهُم بَعْدَ الَّذِي جَاءكَ مِنَ الْعِلْمِ مَا لَكَ مِنَ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

Sen onların dinlerine uymadıkça, yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: "Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur." Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir veli / dost vardır ne de bir nusret / yardımcı.” (Bakara:120)

 

وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ أَهْوَاءهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمَاوَاتُ وَالارْضُ وَمَن فِيهِنَّ بَلْ أَتَيْنَاهُم بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَن ذِكْرِهِم مُّعْرِضُونَ

Eğer hak onların hevalarına / keyiflerine uysaydı, gökler de yer de bunların içindekiler de kesinlikle fesada uğrardı. Hayır, biz onlara zikirlerini / Kur'anlarını getirdik ama onlar zikirlerinden / Kur'anlarından yüz çeviriyorlar.” (Mu’minûn:71)

 

İşte günümüzde bütün yeryüzü, gökyüzü o heva-heveslere tabi olmanın sıkıntısını çekiyor. Zira toprak, su, hava, gıda hep ifsad oldu, bozuldu, kirlendi. Toplumlar da kirlendi ve kokuştu. İşte bu fitne, fesad ve kirlilikren ve kokuşmuşluktan arınmanın tek yolu tekrar Hak’tan gelen Hakka yani İslam’a tabi olmaktır, heva-heveslere değil.!..

 

3-“İslam’ın anayasanın yada devletin esası olmasına küresel süper güçler ve devletler izin vermezler. Bizi dünya sisteminin dışına iterler. Onlara ters düşmemek ve onların düşmanlığına maruz kalmamak için ‘İslami devlet’, ‘İslami anayasa’ ve ‘İslami kimlik’ sevdasından vazgeçmeliyiz yada seslendirmemeliyiz. Akıllı davranmalı ve reel politiği gözardı etmemeliyiz. Aksi halde dünyadaki egemen küresel güçler, süper devletler bize düşman olurlar ve bizi yok ederler..” vehmi ve iddiası…

Bu, zihinsel köleliğin tezahürü zavallı bir ruh halidir. Dünyadaki “küresel güç”, “süper güç” olarak vasfedilen o sömürgeci, despot, taguti ve şeytani hegemon güçlere teslimiyetin bir başka ifade ile kulluğun, köleliğin, kimliksizliğin, kişiliksizliğin, acziyetin, mağlubiyetin ve zilletin tezahürüdür.!. Bu zihniyetin hiçbir saygınlığı yoktur.

O “küresel süper güçler yada devletler” günümüzün “yedi düvelidir.” Bu zihniyete göre; dün o zamanın süper gücü sayılan azgın, sömürgeci kafir “yedi düvele” karşı Allah için, İslami kimlik için, Allah’ın dininin hakimiyeti için, namus için İslam topraklarının korunması için bütün imkansızlıklara rağmen cihad eden, kahramanca mücadele eden müslüman ecdadımızın yaptığı akılsızlık mıdır.?!.. Hayır, hayır! Akılsızlık o değildir.!..

Asıl akılsızlık; o “yedi düvelin” istekleri doğrultusunda “ınkılaplar” yada “devrimler” adına Allah’ın Şeriatına savaş açmak, İslam kimliğine, İslam’ın bütün değerlerine savaş açmaktır… Bugün de o “küresel güçlere”, “süper devletlere” yaranmak için İslam’ın hakim olmasını engellemek uğruna “laiklik ve demokrasi” adına şövalyelik yapmaktır. Onlara yaranmak için toplumu tamamen Batılı kriterler doğrultusunda dönüştürme projelerini uygulamaktır, asıl akılsızlık.!..

Asıl akılsızlık; Hizbuşşeytan olan, insanlık ve müslümanlık düşmanı, yeryüzünü ifsad eden, sömürü için savaşlar çıkartan, milyonlarca insanı katleden, gıdayı, suyu, toprağı, havayı kirleten azgın, arsız, açgözlü, gözüdönmüş o “çağdaş ileri demokrasinin beşiği “ ve “süper güçler” olarak isimlendirilen tağutların, zalimlerin, mücrimlerin yanında izzet, kuvvet aramaktır.. Onları “veli” edinmektir. Kurtlar sofrasında yer edinmeye çalışmaktır.!. Allah’ın güç ve vaadine değil de onlara güvenmektir.!. Allah’ın şu ikazlarına kulak vermemektir:

 

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا

Onlar, mü'minleri bırakıp kafirleri veliler / dost ve yardımcılar edinirler. İzzeti / kuvvet ve onuru onların yanında mı arıyorlar?!. Şüphesiz, bütün izzet / kuvvet ve onur Allah'ındır.” (Nisa:139)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ

Ey iman edenler, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler/ dost ve yardımcılar edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inandığınız için Resulü de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır.” (Mümtehine:1)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ بِطَانَةً مِّن دُونِكُمْ لاَ يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّواْ مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ الْبَغْضَاء مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمُ الآيَاتِ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ

هَاأَنتُمْ أُوْلاء تُحِبُّونَهُمْ وَلاَ يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُواْ آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْاْ عَضُّواْ عَلَيْكُمُ الأَنَامِلَ مِنَ الْغَيْظِ قُلْ مُوتُواْ بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

إِن تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِن تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُواْ بِهَا وَإِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ لاَ يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

Ey iman edenler! Sizden olmayanlardan (kafirlerden) hiçbir sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten asla geri kalmazlar. Hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların kinleri konuşmalarından apaçık ortaya çıkmıştır. Kalplerinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetleri açıkladık.

Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle geberin.!’ Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

Size bir iyilik dokunursa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, ona sevinirler. Eğer siz sabırlı olur, Allah’a karşı muttaki olursanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez. Çünkü Allah onların işlediklerini kuşatmıştır.” (Ali İmran:118-120)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ

وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُواْ أَهَؤُلاء الَّذِينَ أَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُواْ خَاسِرِينَ

Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları veliler / dost ve yardımcılar edinmeyin; onlar birbirlerinin velisidirler. Sizden onları kim veli edinirse, kuşkusuz onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.

Kalblerinde hastalık olanların; bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz, diyerek onlara koşuştuklarını görürsün. Olur ki, Allah, fetih verir veya katından bir emir getirir de onlar, içlerinde gizlediklerinden dolayı pişman olurlar.

İman edenler: ‘Sizinle beraber olduklarına dair, Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı?’ derler. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir ve kaybedenlerden olmuşlardır.” (Maide:51-53)

Bu ayeti kerimelerde Allahu Teala açıkca şu hususlara dikkat çekerek ikazda bulunmaktadır:

--İzzetin kafirler yanında olmadığını,

--Kafirlere güvenilemeyeceğini,

--Allah’ın gönderdiği İslam’ı inkar edenlerin gerçekte Allah’a ve mü’minlere karşı kin dolu düşmanlar oldukları,

--Kafirlerin hiçbir zaman mü’minlerin iyiliğini istemedikleri, kötü hallerinden de sevinç duydukları,

--Kafirlere sevgi beslemenin Allaha ve Kitabına iman etmek iddiası ile bağdaşmadığı,

--Onların hile ve tuzaklarının zarar vermesinden korunmanın yolunun; onların arasına koşmak değil de muttaki olmak yani Allah’a tam güvenerek dinine tam teslim olmakta ısrarlı ve sabırlı olmak olduğu,

--Yahudi ve Hristiyanların mü’minlere kesinlikle velayetlerinin olamayacağı, onları veli edinmenin hidayetten uzaklaşmak olduğu,

--Onların şerrinden korunmak için onların arasına koşmanın nifak alameti olduğu,

Şu halde ‘“küresel güçler”, “süper devletler” müsaade etmezler ve bizi yok ederler’ gerekçesi ile yeni anayasanın İslam esasına dayandırmaktan kaçınmak; bir aşağılık kompleksidir, iman etmekle de akletmekle de bağdaşmaz… Zira akletmek de iman etmek de Allahu Teala’nın şu hitaplarına kulak verip gereğini yapmaktır:

 

الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ

فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ

إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

Onlar ki: Bir takım kimseler kendilerine; ‘insanlar sizin için kuvvetlerini topladılar onlardan korkun’ dedikleri zaman, bu haber onların imanını artırır da, ‘Allah bize kafidir, O ne güzel vekildir’, derler.

Böylece kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah'tan bir nimet ve lütufla geri döndüler. Allah'ın rızasını gözetmişlerdi. Büyük lütfun sahibi Allah'tır.

O şeytân sizi kendi dostlarından korkutuyor, eğer mü’min iseniz, onlardan korkmayın, benden korkun!” (Ali İmran:173-175)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ

وَالَّذِينَ كَفَرُوا فَتَعْسًا لَّهُمْ وَأَضَلَّ أَعْمَالَهُمْ

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَرِهُوا مَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأَحْبَطَ أَعْمَالَهُمْ

يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَيَنظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ دَمَّرَ اللَّهُ عَلَيْهِمْ وَلِلْكَافِرِينَ أَمْثَالُهَا

ذَلِكَ بِأَنَّ اللَّهَ مَوْلَى الَّذِينَ آمَنُوا وَأَنَّ الْكَافِرِينَ لَا مَوْلَى لَهُمْ

Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılıp kaydırmaz.

O inkârcılara gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların yaptıklarını boşa çıkarır.

Bunun sebebi, Allah'ın indirdiğini beğenmemeleridir. Allah ta onların amellerini boşa çıkarmıştır.

Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır.

Bu, Allah’ın inananların yardımcısı olması, inkâr edenlerin ise, hiçbir yardımcısı bulunmamasından dolayıdır.” (Muhammed:7-11)

 

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ

Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Mü’minler, ancak Allah’a tevekkül etsinler.” (Ali İmran:160)

 

Bütün dünyada ekenomik, siyasi, sosyal krizlerin yoğunlaştığı, genel olarak İslam aleminde ve özelde Türkiye’de “değişim” söylemlerinin ve rüzgarlarının estiği şu günlerde bütün halkı müslüman ülkeler bir dönüm noktasındadırlar. Zira madem ki bir değişimin gereğini fark etmişler o halde “yeni anayasa” belirleme meselesinde akıllarını başlarına alıp Allah’a ve Resulüne kulak vermeliler, Avrupa ve Amerika şeytanlarına değil.!.. Allahu Teala’nın hitabına kulak vermeyenler akletmiş olamazlar.!.. Nitekim Allahu Teala aklederek gerçeği görenlere şöyle buyuruyor:

 

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan / gerçeği görebilen bir topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?..” (Maide:50)

 

NOT:

Bu yazının ekinde; İslami bakış açısı ile, İslam’ın usul ve yöntemine / referanslarına dayanarak da görüş ve önerilerde bulunulabileceğini göstermek adına, örnek olsun ve tartışılsın diye, bir İslami parti tarafından hazırlanmış “İslami bir Anayasa Tasarısını” ve “Bu anayasa tasarısının gerekcesini” okuyucuların dikkatlerine sunuyoruz. Bundan maksat; her halükarda bu anayasa tasarısını savunmak değil, fakat özellikle müslüman kamuoyunun İslami usul çerçevesinde tartışması ve daha akıcı, sade işlevsel ve isabetli İslami anayasa tasarılarının ortaya konmasını temenni etmektir.

 

EK:

-İslami bir Anayasa Tasarısı (Tıklayınız)

-Bu Anayasa Tasarısının Gerekcesi (Tıklayınız)

-İslami İktisad Nizamı,

Takıyuddin en-Nebhani, Köklü Değişim Yayınları

-İslam’ın İktisadi Siyaseti,

Abdurrahman el-Maliki, Köklü Değişim Yayınları

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp