Demokrasi bir dindir
Mehmed Durmuş
Din Nedir?
Din’in yüzlerce tanımı yapılmıştır. Din genel olarak ceza, mükâfat, hüküm, hesap, itaat, teslimiyet, hizmet, ibadet, üstün gelme, hâkimiyet, zelil kılma, zorlama, âdet, yol, kanun, şeriat, millet, mezhep gibi kelimelerle tarif edilmiştir.[1]
Arapça din kelimesi, birini kahredip egemenliği altına almak, itaat ettirmek anlamına gelir.[2] ‘borç’ anlamındaki kökten türediği zannedilmektedir. Din, taat ve ceza anlamına gelir. Deyyân, boyun eğdiren demektir. Bunun dışında din, borç, ceza ve mükâfat, hesap, taat, âdet gibi anlamlara gelmektedir.[3]
Dinler tarihçilerinin tanımı biraz daha farklıdır. Onlardan kimileri dini, “kutsalın tecrübesi”;[4] “insanın kutsal saydığı şeylerle olan ilişkisi” ve “ruhî varlıklara inanç”[5] olarak tanımlamışlar; kimileri de, “mutlak itaat duygusu” (Schleiermacher); “melekelerimizin serbest olarak kullanılmasını engelleyen yasaklar bütünü” (Salmon Reinach); “inançlar, davranışlar ve sosyal hayatın muayyen şartlarına göre oluşturulmuş kurumlar sistemi” (Witold Tyloch)[7]
Muhammed İkbal’e göre din, tefekkür (sırf düşünce) ile amelin birlikteliği, insan-ı kâmil’in ifadesidir.[9] Buradan, Amiran K. Bilgiseven’in işaret ettiği gibi, dinin her bir tanımının diğerinden belki daha da sorunlu olduğu gerçeğine ulaşıyoruz. Fakat en azından, dinin ‘dünya kurmak’ özelliğini[11]
Bu tanımdaki “yaşam biçimi” ifadesine bilhassa rikkat edilmelidir. Bir de, demek ki din sadece ilahi olmamakta, beşeri dinlerden de bahsedilmektedir. Çünkü her ikisi de bir yaşam biçimi sunmakta, insanı mutlu etmeyi hedeflemektedir.
İlah-Din İlişkisi
Din’in sadece kutsal bir varlık karşısında duyulan acziyet ve tapınma biçimi olmadığını anlamak için, ilah kelimesine bakmakta yarar vardır. İlah demek, ihtiyaçları gideren, amelin karşılığını veren, sükûnet bahşeden, yüceliği ve hükmü altına alıp koruyan; kendisinden hem korkulan, hem de iştiyak ve sevgi duyulan, sırlı bir varlık demektir.[13] Ulûhiyetin aslı otoritedir. Bu otoritenin bu âlemde tabiat kanunlarına teşmil edilmesiyle, dünya hayatına teşmil edilmesi, (emrinin itaati ve boyun eğmeyi gerektirdiğinin kabulü) arasında fark yoktur.[15] Bir tek İslam, insan şeref ve haysiyetine uygun, insanı felaha erdirecek bir Din’dir. Allah katında geçerli Din’in sadece İslam olduğu, İslam dışındaki dinlerin hükümsüz olduğu ve İslam dışında din arayanların bu arayışlarının (öyle bir ‘din’ bulsalar da, bulmasalar da) kabul edilmeyeceği (3/Âl-i İmran, 85) beyanı, İslam dışında, -tıpkı ilah gibi- birtakım ‘din’lerin var olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Kısacası, İslam'dan başka hayat tarzlarına da Kur’an ‘din’ tesmiye etmektedir. Zaten ‘din’, hâkim otoriteye itaati simgeleyen ‘hayat tarzı’ ve ‘yaşam biçimi’ anlamına da gelmektedir.[17] Demokrasinin egemen olduğu toplumlarda da böyle bir ‘tanzim’ söz konusudur.
Bazı bilim insanları, kültürel sistemleri din kabul ettiğimiz takdirde putperestlikle İslam'ı aynı kefeye koymuş olmaktan endişe etmektedirler.[19] olduğunda (9/Tevbe, 29, 33; 48/Fetih, 28; 61/Saf, 9) hiç kuşku yoktur. Allah, Rasulü’nü, diğer bütün dinlerden üstün kılmak için hidayetle ve hak din ile görevlendirmiştir. (48/Fetih, 28). Bu ayette hem ‘hak din’ (‘hak din’ ya da ‘Hak’kın dini’[21] - her şeyi kastetmektedir.[23]
İslam’ın bulunduğu yerde, diğer dinlerin geçerliliğinin olmaması icap eder. “Diğer bir deyişle, Peygamber bu dini, batıl bir din hayata hükmetsin ve onun hâkimiyeti altında, sıkıntı içinde, yaşamasına müsaade ettiği ölçüde yaşasın diye değil, tam tersine bu hak din hayatın tek ve hâkim dini olsun, diğer dinlerin devam edip yaşamaları da onun müsaade sınırlarında olsun diye getirdi.”[25] Bir başka anlatımla ‘şirk dini’, yine İslam’ın itikad esasları üzerinden ayrı bir ‘din’ hüviyeti kazanmaktadır.
Tevbe suresinin 29. ayetinde Hak dini din edinmeyenlerle savaşmaları müminlere emredilmiştir. (9/Tevbe, 29). Bu ayetten birkaç ayet sonra, Fetih suresi, 28. ayetteki ilahi müjde yinelenmekte ve bir kere daha, İslam’ın bütün dinlere üstün kılınacağı müjdelenmektedir. (9/Tevbe, 33). Peygamber'in misyonu, Allah katından getirmiş olduğu İslam’ı, diğer hayat tarzı ve sistemler üzerine hâkim kılmaktır.
Bunun dışında, “ed-Dînu’l-Halis” (39/Zümer, 3) ve “ed-Dînu’l-Kayyım” (9/Tevbe, 36) gibi terkipler, halis olmayan ve kayyım olmayan din’lerin varlığına delalet etmektedir. Bunlar da, ehli kitabın muharref dinî inanışları ve şirk dinleri gibi inanç ve yaşam biçimleridir.
Kur’an’da, “Allah'ın dini’nden başkasını mı istiyorlar?” (3/Âl-i İmran, 83) sorusu zımnen, İslam’ın dışındaki yaşam biçimlerinin din olarak adlandırıldığını gösterir. Bu soru da nihayetinde, cahiliye Araplarının, kendi hayat tarzlarını İslam'a tercih ettiklerini doğrular. Onların hayat tarzları (bâtıl din) ise “yalan bir İslam” yani yalan bir teslimiyetten[27]hitabın Mekke kâfirlerine yönelik olduğuna göre, kastedilen din de onların dini olmalıdır; yani müşriklerin şirk dini.
Muhammed Esed, bu suredeki ‘din’ teriminden hareketle din’in öncelikli anlamının itaat olduğunu belirtmekte ve özellikle de “bir kanuna veya manevi/ahlaki otorite ile donatılmış müesses -bundan dolayı da bağlayıcı- olarak algılanan kurallar sistemine, yani terimin en geniş anlamıyla ‘din’, ‘itikat’ ya da ‘dinî hukuk’a ya da sadece, 42:21, 95:7, 98:5, 107:1’de ve yukarıdaki örnekte de olduğu üzere ‘ahlakî değerler sistemi’ne itaat.”[29] Anlaşılacağı üzere Esed, “ahlakî değerler sistemine itaat”i de ‘din’ terimi kapsamına dâhil etmektedir.
Bütün bu izahlardan ortaya şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Bir sistemin din sayılması için illa ki vahiy dini (İslam) gibi Allah ve gayb telakkisi, ahiret inancı, hukuk sistemi, ibadet ve ahlaki değerler sistemi; cami veya kilise benzeri mabedleri olmak zorunda değildir. Daha doğrusu bütün bunlar, biçim değiştirmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Şu kadarını söyleyebiliriz ki, demokraside tanrı artık, insandır. Her şey insan adına, insanın adıyla başlamaktadır. Para, eğlence, moda, defile ve alış-veriş merkezleri gibi mekânlar, demokrasinin mabedleridir. Bununla beraber, Mekke müşriklerinin Kâbe’ye sahiplenmesi misali, çağın şirk dini de mescidleri sahiplenebilmektedir.
Burada şöyle önemli bir itiraz ileri sürülebilir: Ama Arap müşriklerin kutsal telakkileri hiç yoktu denemez! Dolayısıyla dini, “kutsalın tecrübesi” olarak tanımlayan sosyolog ve dinler tarihçilerinin bu görüşleri yanlış değildir!
Bu itiraz yerindedir, müşrik Araplar ateist değildiler. Yaratıcı bir Allah inançları vardı. Fakat aslında Arapların tanrı inanışları tamamen kendi ‘din’lerine özgü, orijinal olmayıp, İbrahim Peygamber'in tebliğinden izler taşıyordu. Bugün demokrasiyi siyasal bir yönetim biçimi ve kültürel bir yaşam tarzı olarak benimseyen toplumların da hemen hiçbiri ateist olmayıp, bir Tanrı fikrine sahiptirler. Hem de ‘yaratıcı Allah’ inancını pek sevmektedirler(!) En azından demokrasi, böyle bir tanrı fikrine karşıt değildir. Bir Tanrı fikrini benimsememek, demokratik düşüncenin şartlarından değildir. Hatta tanrı fikri demokratik siyasal düzenlerde işlevseldir; toplumların yönetimini kolaylaştırmaktadır…
Demokrasi Bir Hayat Tarzıdır
Demokrasi salt bir yönetim biçimi olmayıp, aynı zamanda bir zihniyet, bir dünya görüşü ve hayat tarzıdır.[6] -Tümer-Küçük, Dinler Tarihi, 6.
[8] -Amiran Kurtkan Bilgiseven, Din Sosyolojisi, İst-1985, s. 3.
[10] -Peter L. Berger, Dinin Sosyal Gerçekliği, Terc. Ali Coşkun, İst-1993.
[12] -Mevdudi, Kur’an’a Göre Dört Terim, Terc. Osman Cilacı-İsmail Kaya, İst-1991, s. 17.
[14] -Mevdudi, Kur’an’a Göre Dört Terim, 24.
[16] -Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, II/223.
[18] -Amiran Kurtkan, Din Sosyolojisi, 9.
[20] -Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir, Terc. Heyet, Ank-1995, XX/183.
[22] -Zemahşeri, Keşşaf, IV/346.
[24] -Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, V/426.
[26] -Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst-tarih?, II/1063.
[28] -Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, III/1316.
[30] -Bu konuyu İktibas dergisinin Şubat 2011 sayısında
yeterince işlediğimiz için tekrar etmek istemiyoruz.
http://www.iktibasdergisi.com/author_article_detail.php?id=281#_ftnref30