Demokrasi Havarileri
Gezi olayları ve akabinde yaşanan hadiseler Türkiye’deki İslami hareketlerin ne kadar kırılgan bir zihin dünyasına sahip olduğunu bir kez daha gösterdi bizlere.
Suriye olayları ile maskeli yüzleri açığa çıkan ve mezhepçi kimlikleriyle temayüz etmiş Biat’lı İranperestler’i bir tarafa bırakacak olursak, tevhidi istikamette öbeklenen cemaatlerin sosyal ve siyasal meselelerde net bir İslami tavır ortaya koyamadıklarını müşahede ettik. Bu durumun nedenlerini ortaya koymak Türkiye’de Cumhuriyet sonrası İslamcılığın serüvenini bilmeyi gerektirir. Ancak bu yazımızın sınırlarını zorlayacak bir mevzu.
Türkiye’nin siyasal tarihinin son yüzyılda debdebeli bir serüven takip ettiği aşikâr. Olmayan demokrasiye her on yılda yapılan balans ayarı sadece ülke siyasetine tesir etmemiş, ülkenin tüm insanlarının düşünsel dünyasını derinden etkilemiştir. Milliyetçi, mukaddesatçı ve devletçi reflekslerle düşünen bir Müslüman teba oluşturulmuş, halk laiklik ve Kemalizm adına İslam’ın görünür her türlü emrini yerine getirmekten çekinir hale gelmiştir.
Kemalist ve militarist baskıdan muzdarip olan Müslüman halk ‘denize düşen yılana sarılır’ misali “demokrasi” denilen yaldızlı bir limana demir atmıştır. Başbakanın tabiriyle uyarlayacak olursak, “halkın gazı demokrasi ile alınmıştır.”
Gezi olaylarıyla doruk noktasına çıkan demokrasi havariliği sanki bu halkın demokrasiden başka bir kurtuluş reçetesi yokmuş gibi bir sanal algı oluşmasına neden olmuştur. Kanseri gösterip sıtmaya razı etme psikolojisi bu olsa gerek.
Ne olursan ol, ister sağcı, ister solcu, ister İslamcı sonunda varacağın kapı demokrasi kapısıdır anlayışı biz Müslümanlara bir dayatmadır. Üstelik son gezi parkı olaylarında, Başbakan Erdoğan’ın kendisine destek veren ensesi kalın demokrat ve liberaller tarafından “anti demokrat” ve “diktatör” diye eleştirilmesi, demokrasinin Müslümanlar üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandığını göstermektedir.
Belki de ülkenin gelmiş geçmiş en demokrat hükümeti olmasına, en büyük icraatlara imza atmasına rağmen Başbakan Erdoğan ve hükümeti, yine de küresel ve de yerel laik-demokratik mahfillere kendisini kabul ettirememiştir. İslamî bir gündem dayatmayı aklından bile geçirmediği halde, yine de bu damgayı yemekten kurtulamamıştır. Bu hususta en acıtıcı darbeyi de, ilk başlardaki önemli koalisyon ortağı olan malûm camiadan ve özellikle bu camia içindeki liberal demokratlardan yemiştir.
İslami camianın bile demokrasinin faziletleri üzerine yazılar döktürdüğü bir demde demokrasi reddiyesi tarzı yazılar yazmak özellikle şu süreçte “anti demokrat, radikal” ve hatta maalesef “ergenekoncuların ekmeğine yağ sürmek” ithamlarına maruz kalmak demektir. Yalnız biz Müslümanlar, bu ithamlardan ziyade Allah azze ve celle’nin bizim için ne dediğini düşünerek hareket etmek zorundayız.
Muhammed Kutup’un “İslam Budur” adlı eserinde, Müslümanlar için demokrasinin, tarihin bir takım dönemlerinde bu ümmetin yaşadığı ve bugün diktatör yönetimler altında yaşamakta olduğu yöntemlerden pek çok yönden daha üstün ve daha adaletli olduğu vurgulanır. Yani göreceli bir şekilde en iyi ve en ideal yönetim anlayışı olarak demokrasi empoze edilmektedir. Yalnız Muhammed Kutup bunun bir aldatmacadan ibaret olduğunu ve diktatörlüğün tek alternatifinin demokrasi olmadığını vurgular.
Batılı devletlerin en sinsi oyunlarından biri İslami uyanışa karşı besleyip büyüttükleri diktatörlere karşıymış gibi görünmeleridir. İşin içyüzünü bilmeyen kimseler dikta rejimlerin sergiledikleri zulme karşı batılı devletlerin tepkisine müspet birçok sebep bulabilirler. Ancak durumun aslı çok daha farklıdır. Batı çok iyi bilmektedir ki, hiçbir zorba diktatör tahtında uzun süre kalamaz. Zira ezilen halklar bir müddet sonra mutlaka bir isyan ve başkaldırıda bulunacaklardır. Bu isyan ve başkaldırının Müslümanlarca kontrol edilmesi ister istemez idarenin de Müslümanların eline geçmesine neden olacaktır. Bunu çok iyi bilen batılı devletler, ellerindeki gücüde kullanarak zorba dikta rejimlerin bir alternatifi olarak halkın önüne demokrasiyi getirmekte ve böylece İslami hareketin önüne set çekmektedirler. Yani aslında demokrasi İslami uyanışın önüne batının ve batılılaşmış aydınların eliyle konulmuş bir engeldir.
Bunu anlamak için Mısır’a bakmak yeterlidir. Batı beslemesi diktatöre karşı ayaklanan halk Mısır tarihindeki ilk seçimlerle iş başına Mursi’yi getirmiştir. Ancak demokrasi putunu yiyen batılılar ve ülkede anti İslam cephesi aynen Türkiye’deki gezi olaylarında olduğu gibi sokaklara dökülmüştür. Bu yazının kaleme alındığı gün (30.06.2013) sokaklarında ciddi kaos yaşayan ve ordunun her an tekrar darbe yapması ihtimali olan Mısır, İslami anlamda özgürlüğü aramanın mücadelesini vermektedir.
Müslümanlar demokrasinin yaldızlı propagandası altında demokrasiden başka bir sistemi düşünemez olmuşlardır. 1960’larda küfür, 1980’lerde haram, 1990’larda araç, 2000’lerde ise İslam’dan olan demokrasinin bu amansız farklılaşması aslında Müslüman zihninde olan bir farklılaşmadır. Çünkü ne demokraside nede demokratik düzenlerde değişen bir şey yoktur.
Bugün kurtuluşu demokraside gören Müslümanlar vardır. Hâlbuki bütün insanlık için kurtuluş ancak insanı yoktan var eden Rabbimizin vahyine teslimiyetle mümkündür. Müslümanlar açısından ise İslam’ın dışında kurtuluş aramak başlı başına bir çelişkidir. Bu yönüyle Müslümanların kimliklerini ve taleplerini demokrasi ya da başka herhangi bir ideolojik anlayış ve sistem temelinde ifade etmeleri çelişkidir.
İslam başka dinlerden başka ideolojilerden ödünç bir kavram almaz. İslam’ın her şeyi kendine hastır. O yüzden demokrasinin veya bir başka ideolojinin sonradan İslamî olması gibi bir şey, İslamî özellikleri alsa bile mümkün değildir. İslam Allah’ın Kitabı ve Rasul’ün Sünneti ile hududu çizilmiş bir dindir. Allah azze ve celle Müslümanlar için din olarak İslam’ı seçmiş (Maide, 5/3) ve adına da Müslüman ismini vermiştir (Hac, 22/78). Ayrıca Allahu Teâlâ, İslam’dan başka hiçbir dini de kabul etmeyeceğini belirtmiştir.(Al-i İmran, 3/85)
Demokrasi, “Demos-Halk” ve “Kratos-İktidar” kelimelerinden meydana gelen Yunanca bir tamlamadır. Bir yönetim biçimini ifade eden bu kavrama ilk olarak, eski çağ Yunan site devletlerinden Atina’da rastlanmıştır. Demokrasi, bilindiği gibi Batı kültürünün ürünü olan bir sistemdir. Batı medeniyetinin en önemli özelliği, insanın kendini ilâhlaştırarak, tanrıya başkaldırısı, nefse, hevâya ve şeytana tâbi olmasıdır. Demokrasi anlayışında da bu özelliği görürüz: Yüce Allah”ın nizamını kabul etmeyip, yönetimde insanların hüküm koyması ve Allah’ın indirdiğini bırakıp kendi hükümleriyle kendilerini yönetmek istemeleridir. Bunu demokratların ifadeleriyle (daha doğrusu, hal dilleriyle) söyleyecek olursak: “Sen kim oluyorsun ey tanrı! Biz kendi hayatımızı kendimiz düzenleyebiliriz. Kendimiz düzenlemek için yöntemler buluyor ve uyguluyoruz” demektedirler.
Demokrasi ilk göründüğü şekli ile güzel bir tiyatrodur. Sokaktaki insana hükmedenin kendisi olduğu izlenimini verir. Hâlbuki gerçekte egemen olan hayatın bütün alanlarının emrine verilmiş olduğu sermayedir. Günümüz demokrasilerinde de görülen, toplumun hâkimiyeti değil sermayenin tahakkümü söz konusudur.
İngiliz siyasetçisi Churchill demokrasiyle ilgili olarak şu ilginç tespiti yapmıştır; “Demokrasi en iyi yönetim şekli değildir, ama kötü tarafları en az olan bir yönetim şeklidir.” Churchill, kendisine sorulan “Demokrasiyi neden ikinciliğe indirdin?” sorusunu, “Birincisi yok ki”, diye cevaplamıştır. Eflatun ise demokrasiyi “Şarlatanlar düzenidir” diye tanımlamıştır. Demokrasinin babası sayılan Jean Jacques Rousseau da benzer bir şey söylüyor: Demokrasiyi uzun uzun anlattıktan sonra; “Emil” adlı kitabında “Doğrusunu söylemek lazımsa” diyor, “İnsanlar kendi kendilerine kanun yapamazlar. Bize kanunlar verecek ilahlar lazım.”
Demokrasilerde halkın çoğunluğunun kararı esas alınır. Meşruiyetin ölçüsü beşer/insan aklıdır. Helal ve haram koyucu halkın iradesiyle belirlendiği iddia edilen parlamentolardır. Yani parlamentolar, Allah’ın haram kıldığı zinayı, içkiyi, kumarı, faizi helal, Allah’ın helal kıldığı hicabı, nikâhı vb diğer helal olan şeyleri ise yasaklayarak haram kılabilir. Çünkü demokrasilerde tek belirleyici unsur halkın iradesidir.
Sanki İslam’ın yönetim anlayışı, siyaset perspektifi ve devlet amacı yokmuş gibi “İslam bir dindir, demokrasi yönetim anlayışıdır. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir.” Söylemlerine şahid oluyoruz. Bu söylemler İslam dinini ritüel ibadetler olarak gören ve hayata müdahil olmayan seküler bir din durumuna indirgeyen ifadelerdir.
Hâlbuki Din, geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünüdür. Dar anlamda ise evrendeki düzeni ve hayatı ancak yaratıcı bir tanrının varlığı ile anlamlandırarak insanlığı kurtuluşa davet eden çağrılardan her biridir.
İslam’ın dışında birçok din vardır ama bunların hiçbiri Allah katında makbul değildir. Çünkü Allah katında makbul Din yalnızca İslam’dır.(3/Âl-i İmran, 19). Bunun anlamı şudur: Allah’a göre bir tek doğru sistem, insan için bir tek doğru hayat tarzı vardır. Bir tek İslam, insan şeref ve haysiyetine uygun, insanı felaha erdirecek bir Din’dir. Allah katında geçerli Din’in sadece İslam olduğu, İslam dışındaki dinlerin hükümsüz olduğu ve İslam dışında din arayanların bu arayışlarının (öyle bir ‘din’ bulsalar da, bulmasalar da) kabul edilmeyeceği (3/Âl-i İmran, 85) beyanı, İslam dışında, -tıpkı ilah gibi- birtakım ‘din’lerin var olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Kısacası, İslam’dan başka hayat tarzlarına da Kur’an ‘din’ tesmiye etmektedir. Zaten ‘din’, hâkim otoriteye itaati simgeleyen ‘hayat tarzı’ ve ‘yaşam biçimi’ anlamına da gelmektedir
Bununla birlikte demokratik yönetimlere biat eden Müslümanlara şunu söylemek gerekir: Kur’an bey’attan bahseder Allah’ın hükmü ile hükmetmekten bahseder. Adaletten bahseder. Şûra’dan bahseder. Ve ancak devletin uygulayacağı yüzlerce hüküm ayetinden bahseder. Rasul (sav) kendi kafasından mı bir devlet oluşturdu?
İslam bizim oturmamıza kalkmamıza, yememize içmemize, eşimize karşı nasıl davranmamıza bile hükmetmişken; devlete, devletle alâkalı hükümlere hiç değinmemiş olsun, bu mümkün mü? Elbette İslam’ın kendine has bir sistemi, nizamı vardır. Bu Kur’an’da Bey’at, adalet, şura kavramları ile ve ilahî hükümlerle hükmetme ifadeleri ile simgelendirilen ve Allah Rasülü’nün Medine’de kurduğu devlet ile uygulama alanına dökülen bir sistemdir.
Peki, şu soruyu sormaya hakkımız yok mu? “Müslüman’ın demokratikleşip demokrasiyi savunur hale gelmesi, “tâğut, İslâm Devleti, Hakkın hâkimiyeti, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmek, İslâm şeriatı” gibi kavramları gündeminden çıkartması demek anlamına gelmez mi?”
Demokrasiyi İslam’ın tasnifine göre bir yere oturtacak olursak, oturacağı yer, cahiliyye hâkimiyet sahası içerisindedir. Yani demokrasi cahili hâkimiyet türlerinden biridir. Demokrasi hiçbir zaman tezi ile pratiği arasında uyum olmayan bir sistemdir. Demokrasinin en klasik veya en popüler tanımlarından biri şudur: Toplumun kendi kendisini yönetmesidir. Peki, pratikte böylemidir. Kesinlikle hayır! Çünkü %35 oy alan bir parti mecliste %65’i temsil edebilmektedir. Aslında demokrasi, çoğunluğun azınlığa değil azınlığın çoğunluğa tahakkümü şeklinde tecelli etmiştir. Ve demokrasi belli standartları olmayan bir rejimdir.
Batının laiklik, özgürlük vb. hemen tüm kavramları gibi demokrasi kavramı da kaypaktır. Sınırı, tanımı çok belirgin değildir. İsteyen istediği yere çekebilir. Yöneticiler ve etkin güçler, içini istedikleri gibi doldurabilir. “Halkın kendi kendini yönetmesi” belki tek ortak tanım. Onun da nasıl olacağı ve Müslümanlıkla nasıl bağdaşacağı konusunda ortak görüş var mı dersiniz?
Demokratik sisteminin temel referans kaynağı “heva ve arzular” dır. Bu demokratik sistemin bir iki “biçimsel benzerliği” ile İslam’a benzemesi (yönetici seçme yönünden İslam’a benzemesi vb) heva ve arzulara dayanan bir sistem olmasını değiştirmez. Bir düşüncenin ya da eylemin bir iki yanı İslam’a benziyor diye o sisteme sarılınacaksa ve o sistemden medet umulacaksa, yeryüzünde sarılmayacak ve medet umulmayacak hiçbir sistem yok demektir. Zira her düşüncenin, her sistemin illa ki İslam’a benzer bir tarafı vardır. Mesela sosyalizm. Şimdi bu sistemin bir iki (söylemde ya da uygulamada) yani İslam’a benziyor diye bu sisteme sarılacağız ya da bu sistemden medet mi umacağız. Bugün bu ülkede demokrasi yerine sosyalizm olsaydı demek ki şu anda demokrasiden medet uman sözde İslam adamları bu sefer sosyalizm’den medet umacak ve bizlere sosyalizmin erdemlerini anlatacaklardı.
Kimi günümüz Müslüman aydınları “bütün sorunları çözen din anlayışının” yanlış olduğunu, sorunların çözülebilmesi için İslam’ı kavramış olmakla birlikte beşeri tecrübelerden yararlanılması gerektiğini düşünürler. Bu beşeri tecrübelerden birini demokrasi olarak görür ve kendilerini demokrat Müslüman olarak tanıtmaktan imtina etmezler. İslam kimliği ile demokrat kimliğini birlikte taşıyanların günümüz itibariyle en belirgin özellikleri; kendinden olmayana karşı sınırsız hoşgörü içinde bulunmaları, fakat buna karşılık İslam kimliği yanına demokrat kimliği yerleştirmeyenleri radikal, Selefi gibi sıfatlarla sıfatlandırmalarıdır.
Bu aydınlar “Bizler demokrasinin batı medeniyetinin bir ürünü olduğunu ve İslam’da mevcut olmadığını biliyoruz. Fakat halkın liderlerini seçmesi, diktatörlüğe engel olması, fikir ve düşüncelerin açığa vurulması gibi iyilikleri demokrasiden almak ve ondaki kötülükleri bırakmaktan bizi engelleyen şey nedir?” Bu ve benzeri iddialar, aslında şuan cehaletten ve kötü zandan kaynaklanmaktadır. Biz bu tip şarkılar söyleyen kimselere öncelikle demokraside iyi olan şeyleri araştıracaklarına, tabii olduklarını iddia ettikleri dinlerini öğrenip cehaletten kurtulmalarını tavsiye ediyoruz.
Demokrasi, insanlığın karşı karşıya bulunduğu “yönetim” sorunlarına çözümler üreten bir beşeri tecrübedir. Fakat önerdiği çözümler kusurludur ve hatta adalet duygusu olmayan insanların elinde istismara çok açıktır. Demokrasi salt bir yönetim biçimi olmayıp, aynı zamanda bir zihniyet, bir dünya görüşü ve hayat tarzıdır. Çünkü demokrasi, iyi ile kötü, güzelle çirkin, ahlakî ile ahlak dışının tayinini insana vermiştir. İnsan hayatına hükmedecek bütün değer yargılarının kaynağı demokrasilerde insandır. Demokraside tanrı artık, insandır. Her şey insan adına, insanın adıyla başlamaktadır. Para, eğlence, moda, defile ve alış-veriş merkezleri gibi mekânlar, demokrasinin mabetleridir.
Demokrasinin bir yaşam tarzı dolaysıyla ayrı bir din olduğunu şuradan da anlayabiliriz: Demokratik hayat tarzı, etkin bir İslam’ı hayattan tamamen tard etmek ve onu laik bir kimliğe sokmak ister. Din’in (İslam) akidevî ve kulluğa yönelik hangi temel ilkesi var ki, demokrasi onun karşısına alternatif bir ilke getirmiş olmasın? Doğrusu demokrasi, İslam’ın inanç esaslarına yönelik doğrudan bir saldırı yöneltmez. Fakat bilhassa siyasi, ekonomik ve ahlakî alanda İslam’ın, emir ve yasaklarını özgürlük, insan hakları, bireyin özgürlüğü gibi kavramlarla sulandırır, değersizleştirir, izafileştirir ve değer erozyonuna uğratır.
Hâsılı, demokrasi bir zihniyet, bir dünya görüşü, bir yaşam tarzıdır. Demokrasiyi din olarak adlandırmak, pek çok dindar çevrenin hoşuna gitmemektedir. Çünkü aksi takdirde, “İslam mı, demokrasi mi?” tercihi ile karşı karşıya kalmaktan korkulmaktadır. Bu korku beyhude değildir, herkes dininin ne olduğuna iyi bakmalıdır…
Demokrasi İslam’a tanktan, tüfekten önce fikirle savaş açmaktır. İslam’ın ‘gülen yüzlü’ hasmıdır. Hem de hasımların en yamanıdır. (2/Bakara,204). Demokrasi, patırtı-gürültü çıkartmadan sessizce ve derinden İslam’ı tuş etme girişimidir. Demokratik kültürün İslamî değerlere saygılı olduğu, sadece bir taktiktir. İslam güçlü olmadıkça bu ‘saygı’ devam edecektir.
Yaşadığımız çağda hiç bir Müslüman İslam’ın devlet modelinin ne olduğuna şahit olamamıştır maalesef. Dolayısıyla bu gün Müslümanlar İslam’ın devlet modelini pratik ve somut hali ile algılayamadıkları için bu modelin gerçekleştirilmesini hayal telakki ediyorlar. Veya bir devlet düşüncesi olacaksa o halde o model bugün Müslümanların şahit oldukları, gördükleri modellerle mukayeseli veya benzer model olmalı düşüncesini üretiyorlar. Bu sorun İslam’ın sorunu değil Müslümanların sorunudur.
Dünya ve Türkiye üzerinde yaşanan gerçekler açıkça gösteriyor ki, insanlığın İslam’a şiddetle ihtiyacı vardır. Çözüm arayışı içerisinde girilen yolların çıkmaz sokak olduğu anlaşılmış, insanlık yeni arayışlar içerisine girmiştir. Tarihin bu dönüm noktasında Müslümanların sorumluluklarını yeniden kuşanmaları ve peygamberlerinin yaptığı gibi; zamanı vahyin değerleriyle inşa etmeye girişmeleri gerekmektedir.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten nehyeder, Allah’a iman edersiniz.” (3, Al-i İmran/110) İslam ümmeti insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmettir. Akidesiyle, düşünce yapısıyla, egemenlik anlayışıyla, temel hak ve özgürlüklere getirmiş olduğu sınırlamalarla, ahlaki, iktisadi ve siyasi boyutuyla her türlü hayrı, iyiliği ihtiva eden, bütün kötülüklerden sakındıran hayat metodu, bu ümmetin dininde bizzat mevcuttur.
Sözlerimizi Büyük Şehid, merhum Seyyid Kutub’un sözleriyle tamamlayalım “Bu dine sahip çıkanların şu gerçeği iyi bilmeleri gerekir. Bu din nasıl Rabbânî bir din ise, onun hareket metodu da tamâmen Rabbânîdir, esas tabiatına uygundur. Ve şurası bir gerçektir ki, bu dinin hakikatini, amelî metodundan ayırmak imkân hâricidir. İslâm, öyle büyük bir nizamdır ki, onu vaz’ eden Rabbimiz, gâyeyi gösterdiği gibi, vâsıtaları da göstermiştir. İnsan için Allah’a kulluk, ibâdet ve O’nun rızâsını kazanmak gâye olduğuna göre; bu nasıl olacak, hangi vâsıtalarla bu gerçekleşecek Kitab’ın hükümleri ve Rasûl’ün pratik uygulamalarıyla açıklanmamış mıdır?
NOT:Genç Birikim Dergisinin 170.Sayısında (Temmuz-2013) yayınlanmıştır.
İdris Kerimoğlu
13 Temmuz 2013