DEMOKRATİK SEÇİMLER KARŞISINDA

İSLÂMÎ TAVIR

NE OLMALIDIR?

 

GİRİŞ

Demokratik yerel / belediye ve genel/ parlamento seçimlerinde, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir müslümanın mevcut demokratik partileri ve adayları;

-desteklemesinin ve seçimde oy kullanmasının anlamı ve şer'î hükmü nedir?

-Bu tür seçimlerde müslümanın tavrı ne olmalıdır?

-Oy kullanmalı mı, kullanmamalı mı?

-Oyu veya faaliyeti ile bir partiyi veya bir belediye başkanı adayını ve belediye meclisi üyesi adayını veya milletvekili adayını veya Cumhurbaşkanı adayını desteklemeli mi, desteklememeli mi? Şer'î hüküm nedir?

 

Evet bu soru çok önemlidir. Çünkü müslüman her hususta olduğu gibi bu husustaki tavrından da Allah katında sorgulanacaktır. Onun için böylesi sorulara cevap aramadan ve şer'î hükmübilmeden amel etmemelidir. Ancak bu soruyu sadece tartışmak için sormamalı, bilakis o hususta Allah’ın hükmünün ne olduğunu yani şer'î hükmün ne olduğunu gerçekten ciddi olarak hakkı tespit etmek gayreti ile öğrenmek ve öğrendiği şer'î hükmün gereğince amel etmek için sormalıdır.  Çünkü o, Allah’ın hükmüne teslim olma bilincinde bir müslümandır, başıboş bir mahluk gibi heva ve hevesi ya da pragmatik akıl ile amel etmez. Aklını vakıayı anlayıp Allah’ın hükmünü, Allah’ın hitabını ortaya koyan şer'î delillerden çıkartmak için kullanır. Öyle olmalıdır. Çünkü İslâmi şahsiyete sahip olmanın temel ögesi budur.

 

I-YEREL SEÇİMLERDE BELEDİYE BAŞKANI VE BELEDİYE MECLİSİ ÜYESİ SEÇMENİNİN ANLAMI

Belediye;

şu şekilde tarif edilmiştir: Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamusal tüzel kişilik.

Belediyenin görev ve sorumlulukları mevcut ilgili kanunlarda şu şekilde belirlenmiştir: 

-İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı;

-coğrafî ve kent bilgi sistemleri;

-çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık;

-zabıta, itfaiye, acil yardım, kurtarma ve ambulans;

-şehir içi trafik; defin ve mezarlıklar; ağaçlandırma, park ve yeşil alanlar;

-konut; kültür ve sanat, turizm ve tanıtım, gençlik ve spor;

-sosyal hizmet ve yardım, nikâh, meslek ve beceri kazandırma;

-ekonomi ve ticaretin geliştirilmesi hizmetlerini yapar veya yaptırır

-Toptancı ve perakendeci hâlleri, otobüs terminali, fuar alanı, mezbaha, ilgili mevzuata göre yat limanı ve iskele kurmak, kurdurmak, işletmek, işlettirmek veya bu yerlerin gerçek ve tüzel kişilerce açılmasına izin vermek.

-Vergi, resim ve harçlar dışında kalan dava konusu uyuşmazlıkların anlaşmayla tasfiyesine karar vermek.

-Umuma açık istirahat ve eğlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemek vb.

-yasalarca yasaklanmamış her türlü iş yerinin açılması ruhsatını vermek ve denetlemek vb.

Bu izahtan sonra;

    1- Sadece haram işlemeyeceğine kanaat getirilen ve işinin ehli olan muhtar adaylarının seçimine katılıp oy verilebilir. Çünkü onların görev ve yetkilerinde haram işlemek yükümlülüğü yoktur ve bir demokratik parti adına da aday olmazlar.

    2-Mevcut demokratik siyasi partilerden herhangi bir siyasi partiye girerek Belediye Başkan adayı ya da belediye meclis üyesi adayı olmak ve bu adaya oy vermek haramdır.Çünkü o oy sadece o adayın şahsına değil aynı zamanda mensubu olduğu partiye gitmektedir. Halbuki demokratik partilerin hepsi de laikliği, demokrasiyi, cumhuriyeti benimsediklerini ve bu çerçevede icraat yapacaklarını tüzüklerinde ve parti programlarında açıkça beyan etmektedirler. O partilere oy vermek demek o tüzük ve programları fiilen tasvip etmek demektir. Bu da kesinlikle caiz değildir.

    3- Bağımsız adaylardan belediye başkanı yahut belediye meclis üyesine oy vermek de caiz değildir. Çünkü mevcut mevzuata göre; belediye meclisi ve başkanı İslam’da kesin haram olan içki satış yeri, fuhuş yeri açma ruhsatı vermek, genel işletme ruhsatı vermek gibi yükümlülükleri vardır. Oy vermek vekâlet vermektir. Haram bir iş yapacağı bilinen bir kişiye vekâlet vermek ise haramdır.

II-CUMHURBAŞKANI SECMENİN ANLAMI

Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk Milleti'nin birliğini temsil eder; Anayasa'nın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.

Bu amaçlarla Anayasa'nın ilgili maddelerinde gösterilen şartlara uyarak yapacağı görev ve kullanacağı yetkiler şunlardır:

a) Yasama ile ilgili olanlar:

-Gerekli gördüğü takdirde, yasama yılının ilk günü Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde açılış konuşmasını yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni gerektiğinde toplantıya çağırmak,

-Yasaları yayımlamak,

-Yasaları yeniden görüşülmek üzere Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geri göndermek,

-Anayasa değişikliklerine ilişkin yasaları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak,

-Yasaların, kanun hükmündeki kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi İç tüzüğünün, tümünün ya da belirli kurallarının Anayasa'ya biçim ya da esas yönünden aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açmak,

-Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin yenilenmesine karar vermek,

b) Yürütme alanına ilişkin olanlar:

-Başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek,

-Başbakanın önerisi üzerine Bakanları atamak ve görevlerine son vermek,

-Gerekli gördüğünde Bakanlar Kurulu'na Başkanlık etmek ya da Bakanlar Kurulu'nu -başkanlığı altında toplantıya çağırmak,

-Yabancı devletlere Türk Devleti'nin temsilcilerini göndermek, Türkiye Cumhuriyeti'ne gönderilecek yabancı devlet temsilcilerini kabul etmek,

-Uluslararası antlaşmaları onaylamak ve yayımlamak,

-Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Başkomutanlığını temsil etmek,

-Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kullanılmasına karar vermek,

-Genelkurmay Başkanı'nı atamak,

-Milli Güvenlik Kurulu'nu toplantıya çağırmak,

-Milli Güvenlik Kurulu'na Başkanlık etmek,

-Başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu kararıyla sıkıyönetim ya da olağanüstü hal ilan etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak,

-Kararnameleri imzalamak,

-Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek ya da kaldırmak,

-Devlet Denetleme Kurulu'nun üyelerini ve Başkanını atamak,

-Devlet Denetleme Kurulu'na inceleme, araştırma ve denetleme yaptırmak,

-Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,

-Üniversite rektörlerini seçmek,

c) Yargı ile ilgili olanlar:

-Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Baş savcı vekilini, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.

-Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır.

Bu görev sorumlulukları olan birisini seçmek kesinlikle caiz değildir. Zira bu doğrudan Allah’ın indirmedikleri ile yönetici seçmek demektir. O cumhurbaşkanı adayının Müslümanım demesi, namaz kılması bu hükmü değiştirmez. Seçim herhangi bir şahsın seçimi değil yönetici seçimidir. Dolayısı ile kimin yönetici olacağından önce ne ile yöneteceğine bakılmalıdır. Laik demokratik sistemlerde yönetici ancak; küfür, zulüm ve fısk/ isyan işlemek için seçilirler. Çünkü Allah’ın indirdikleri ile yönetemezler. Müslümanın küfür, zulüm ve fısk / isyan işlemek için vekalet vermesi asla caiz değildir. Cumhurbaşkanı seçimi, Demokratik parlamento seçimi ile aynı hükme tabidir.

 

III-DEMOKRATİK PARLAMENTO SEÇİMİNİN ANLAMI

 

Demokratik sistemin yasama kurumu olan parlamentoya üye seçimidir. Yani insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin birbirleriyle, devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde uyacakları kuralları, hükümleri, ölçüleri, emir ve yasakları, kanunları belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir. İslâmi açıdan bunun anlamı şirk’tir. Yani     إن الحكم إلا لله    “Hüküm ancak Allah’a aittir”  hakikatına terstir. İnsanların yaşantısına hüküm koymakta, ya Allah’ı hiçe saymak ya da O’na ortak koşmak demektir. İşte bu seçime katılmak bir takım insanları milletvekili sıfatı ile bu şirki işlemeye itmek demektir. Bu o kişiye yapılabilecek en büyük kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun komisyonlarına katılarak veya genel kurul oylamalarına katılarak yasama faaliyetlerine Allah’ın hükümranlığını  kabul etmeyip “milletin egemenliğini” esas kabul eden mevcut anayasanın çerçevesinde katılarak şirk işlemine, cürmüne isteyerek ya da istemeyerek ortak olur. İsteyerek ve benimseyerek katılınca şüphesiz müşrik olur. Benimsemeyerek katılırsa en azından fasık yani günahkar olur.  Yasama faaliyetlerine katılmayıp da o faaliyetlerin yapıldığı esnada orada oturursa, pasif üyelik yaparsa o zaman da günahkar olur. Çünkü Allah’a açıkça isyanın yapıldığı bir yerde müslüman tepkisiz bir şekilde o cürümü işleyenlerle beraber oturup kalamaz. Zira Allahu Teâla şöyle buyurdu:

وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

 “Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk)o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 68)

 

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا

“O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa: 140)

Görüldüğü gibi ayet-i kerimelerde Allahu Teâla, Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ya da alaya alındığı yani hükümlerinin hiçe sayıldığı yerlerde tepkisizçe oturup kalmayı kesinlikle nehyediyor. Çağdaş şirk sistemlerinden biri olan demokratik sistemin yasama organı olan parlamentoda  Allah’a karşı en büyük isyan, cürüm işlenmektedir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”  ilkesi ile “hüküm / egemenlik ancak Allah’a aittir” hakikatı inkar edilerek “millet”  “ilah” yerine konulmaktadır.  Böylelikle Allah ya inkar edilmektedir ya da O’na küstahça şirk koşulmakatadır. Bu küfür ve şirk elbette ki Allah katında en büyük cürümdür, zulümdür, tağutluktur, sapıklıktır, cahiliyyedir. İşte bununla ilgili bazı ayet-i kerimeler:

إِنْ الْحُكْمُ إِلا لِلَّهِ أَمَرَ أَلا تَعْبُدُوا إِلا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لا يَعْلَمُونَ

“Hüküm ancak Allah’ındır. O da, kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)

 

وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ فَإِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُصِيبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِنْ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ (49) أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنْ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet / yönet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden)yüz çevirirlerse bil ki (bununla)Allah ancak günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların bir çoğu da zaten fasıktırlar (yoldan çıkmışlardır). Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı)yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan daha iyi kim vardır?” (Maide: 49-50)

 

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلالاً بَعِيدًا

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? zira onlar tağutla (Allah’ın indirmediği sistemlerle)yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu (tağutu)inkar etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa: 60)

فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

“Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan antlaşmazlık hususunda seni (Şeriatı)hakem kılıp sonra da verdiğin hükme (Şeriatın hükmüne)içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)

 

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْكَافِرُونَ

“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)ile hükmetmezse / yönetmezse işte onlar  kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)

 

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الظَّالِمُونَ

“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)ile hükmetmezse / yönetmezse işte onlar zalimlerin  ta kendileridir.” (Maide: 45)

 

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَاسِقُونَ

“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)ile hükmetmezse / yönetmezse işte onlar  fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)

 

إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ   

“Muhakkak ki şirk en büyük zulümdür.” (Lokman: 13)

Bu ayet-i kerimelerin ışığında görüldüğü gibi Allah’ın indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere rağmen hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları yönetmeye kalkmak gerçekten en büyük isyandır, zulümdür. İşte demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur.

Mesela demokrasi dininde;

-Şahsi özgürlükler gereği zina, flört, homoseksüellik gibi fuhşun hiç birisi yasaklanamaz. Halbuki bunlar Allah’ın dininde kesin yasaklardandır.

-Mülkiyet özgürlüğü gereği faiz yasaklanamaz. Allah’ın dininde ise kesin yasaktır.

-Allah’ın indirdikleri ile yönetim, hadler, tesettür gibi Allah’ın kesin emirleri ise yasaklanır.  vb.

Bu cürümlerin işlendiği parlementolara müslüman nasıl kendisini temsil edecek vekil gönderebilir.!. O cürümlerin vebaline hem o vekil hem de onu seçen ortak olmaz mı!..  Bu vebalden Allah’a sığınmak gerekmez mi!...

Evet, oraya üye olması için birisini oyla da olsa desteklemek, o kişiyi günah işlemeye en azından zalim ve fasık olmaya itmek ve o yolda desteklemek demektir. Halbuki bir müslümanın takınacağı tavır, oy vermeye davet etmek ve ona koşmak değil bilakis oy vermekten kaçmak ve sakındırmak olmalıdır. Zira Allahu Teâla günahta değil takvada da yani Allah’ın hükümlerine sarılmakta yardımlaşmayı şöyle emrediyor:

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الآثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

“İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık / azgınlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun (O’nun Şeriatına bağlanın). Muhakkak ki Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

 انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذَا نَنْصُرُهُ مَظْلُومًا فَكَيْفَ نَنْصُرُهُ ظَالِمًا قَالَ تَأْخُذُ فَوْقَ يَدَيْهِ

“İster zalim olsun, ister mazlum (mü’min)kardeşine yardım et. Oradakiler; “Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım edelim, fakat zalim ise nasıl yardım edebiliriz? Dedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)

 

II- ŞER'Î HÜKÜM VE TAVRIMIZ

Şu halde biz müslümanların demokratik seçimlerde tavrımız;

-Ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı müslümanları şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir. Bu işten Allah’a sığınmalıyız.

-Tavrımız; hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve sebatla çalışmak olmalıdr.

-Küfür ve ehline taviz vermemeli, hakkı izhar edip batılın tepesine balyoz gibi indirmeliyiz.  

-Hakkı anlatıp batılı inkar ederken insanların zulmünden ve şerrinden hiç korkmamalıyız.

-Laikliğin, demokrasinin, cumhuriyetin, milliyetçiliğin, pragmatik düşüncenin,kapitalizm ve sosyalizmin küfür olduğunu, batıl olduğunu; hakkın ancak Allah’ın dini İslâm olduğunu, İslâm’ın tek doğru ve bütün dinlerin, ideolojilerin, fikirlerin, nizamların üstünde olduğunu, insanların yaşantısına ancak onun hakim olması gerektiğini onun dışındaki bütün din ve nizamların red olunması gerektiğini söylemek ve bunun tahakkuku için çalışmak olmalıdır.

İşte demokratik seçimlerinin anlamı, şer'î hükmü ve bunun karşısında müslümanın takınması gerektiği tavır budur.. Böylesi seçimlerde tavrımız ne olmalıdır diyen kimse eğer samimi ise, bu şer'î hükmü ve tavrı alır ve gereğince amel eder. Yani “işittik, itaat ettik” der. “İşittik, isyan ettik” diyenlerden olmaz. Allah’ın hükmü karşısında akıl, mantık yürütmeye kalkmaz. Bilakis Nisa 65’de belirtilidiği gibi, şer'î hükmü içinde bir sıkıntı duymaksızın alıp tam teslimiyetle uygular.

Bu hususta şer'î hükmün ve tavrın bu olduğunu ortaya koyunca, İslâm adına hareket ettiğini söyleyerek müslümanların büyük bir kısmını da etkileyen bazı şahıs ve çevreler şöyle itirazda bulunmaktadırlar:

 

IV- BAZI  İTİRAZLAR VE YAKLAŞIMLAR

1- Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya girip onun çalışmasına katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada adamlarımız olsa, bu müslümanların faydasına olmaz mı? Demokratik parti ile İslâm Devleti kurulmaz, fakat o partinin parlamentoda olması hatta hükümet olması, müslümanların İslâmi faaliyetlerine kolaylık sağlar. Yollarını açar. Onun için müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve partileri desteklemeleri gerekir. Aksi halde müslümanların menfaatlarına karşı çıkmış, parlamentonun tamamen İslâm düşmanlarının eline geçmesini sağlamış olurlar..”     diyorlar.

2-Biz hakkı açıkça söylersek batıl ehli, laikler, Kemalistler ve onların güdümündeki subay ve generaller, küresel şer güçler bizi ezerler, hapse atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi faaliyete izin vermezler. Onun için biz onların şerrinden korunabilmek maksadı ile onların aralarına girmeli ve onlardan görünmeliyiz. Biz de demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz demeliyiz. O zaman onlar bize tavır almazlar. Biz de böylece daha rahat çalışarak güçleniriz. Onun için demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde desteklemeliyiz. Yoksa yok oluruz..”     diyorlar.

3-Bizim öyle sert, katı, uzlaşmaz bir görünüm ortaya koymamıza gerek yok. Çünkü hoşgörülü,yumuşak, sevgi ile muamele her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde kardeşiz ya da hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli, hoşgörülü, uzlaşmacı olmalıyız. O zaman onları da karşımıza almış olmayız. Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan sürdürürüz..”    diyorlar.

 

V- BU YAKLAŞIMLARA CEVAPLAR

Şimdi bu yaklaşımları mü’minler için hidayet, nur olarak gönderilmiş olan Kur’an ve Sünnet ışığında inceleyelim. İncelememize geçmeden önce şunu hemen belirtelim ki bu yaklaşımların hiç birisi de İslâmi zihniyet ürünü değildir. Evet bu yaklaşımları ortaya koyanlar her ne kadar müslüman olduğunu söyleyen ve onların tesirinde kalan müslüman kimseler olsalar da İslâmi zihniyet ürünü değildirler. Zira İslâmi zihniyette Allah’a kul olma bilinci esastır. Bu bilinç kişiye sadece Allah’a teslim olmaya, sadece O’na dayanmaya ve itimad etmeye / güvenmeye ve sadece O’nu razı etmeyi gaye etmeye iter. Onun amellerinin ölçüsü helal-haram, sevap-günahtır. Onun fikri ve hükmü sadece Kitap ve Sünnetten alınandır.

Yukarıda belirtilen yaklaşımları ortaya koyanlar, bu yaklaşımlarını Kitap ve Sünnetten almayıp vakıadan almışlardır. Kitap ve Sünnete başvursalardı bu yaklaşımları bulamayacaklardı.Bilakis tam aksi bir yaklaşım bulacaklardı. Şimdi Kitap ve Sünnet ışığında bu yaklaşımları inceleyelim:

 

1-Birinci yaklaşım:

Bu yaklaşım tamamen pragmatik bir yaklaşımdır. Yani ameli neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul etme yaklaşımı. “Faydalı olan şey iyidir, yapılmalı, zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı” anlayışı. Yani akıl ve  heva - hevesi iyi-kötü, hayır-şer hususunda hakem kılmaktır.

Halbuki müslüman için asıl olan Allah katındaki iyi-kötü, hayır-şerdir. Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın indirdiğine başvurarak yani Şeriatına başvurarak O’nun hayır dediğini yapmak, şer dediğinden kaçınmak esastır. Hayır ve şerri, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini belirleyen Şeriattır, akıl değildir, heva- heves değildir!. İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç ayeti kerime:

كُتِبَ عَلَيْكُمْ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لا تَعْلَمُونَ

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (Bakara: 216)

Demek ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve aklımızla değil Allah’ın ilmine terk edilmiştir. Allah’ın ilmini de Rasul’ün getirdiğinden alabiliriz. Başka bir yerden değil.. Bunu da Allahu Teâla şöyle emretmiştir:

 

وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا

“Rasul size ne getirdi ise onu alın ve sizi neden nehyetti ise ondan kaçının.” (Haşr: 7)

 

Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle demiştir:

    مَنْ عَمِلَ عَمَلاً لَيْسَ عَلَيْهِ أَمْرُنَا فَهُوَ رَدٌّ   

“Hakkında emrimiz olmayan bir işi yapan red edilir.”  (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K. Akdiyye, 3243)

Müslümanlar için menfaatın değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu ayet-i kerime açıkça ortaya koymaktadır:

يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا   

“Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisinde de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.” (Bakara: 219)

Görüldüğü gibi Allahu Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil günahı esas kılmıştır. Demek ki bir hususta insanlar için bazı menfaatlar ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbının huzuruna çıkmamasıdır.

Şimdi bunu demokratki seçimlere indirirsek; demokratik parlamento üyesi olmakta, belediye başkanı olmakta ve belediye meclisi üyesi olmakta, cumhurbaşkanı olmakta bazı menfaatlar olabilir. En azından öyle zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır. Bunu yukarıda izah ettik. Şimdi ne yapılmalı?! O günahı işleyerek o menfaatları elde etmeye mi çalışılmalı?! Yoksa günah işlemeyip o menfaatlardan vaz mı geçmeli?! İşte bununla imtihan oluyoruz.. Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız. O menfaatlar uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi halde hem dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız da perişan ve hüsran oluruz.

إِنْ يَنْصُرْكُمْ اللَّهُ فَلا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلْ الْمُؤْمِنُونَ  

“Allah size yardım ederse, artık size galip / üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız)bırakıverirse, O’ndan sonra size kim yardım eder? Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.” (Âl-i İmran: 160)

 

2-İkinci Yaklaşım:

Onların şerrinden emin olmamız için onlardan görünmeliyiz”, diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine güvensizlik ve kalpte hastalık olarak vasfetmiştir. Hiç tasvip etmediğini de şöyle bildirmiştir:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللَّهَ لا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ (51) فَتَرَى  الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يسَارِعُونَ فِيهِم يَقُولُونَ نَخْشَى أَنْ تُصِيبَنَا دَائِرَةٌ فَعَسَى اللَّهُ أَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِنْ عِنْدِهِ فَيُصْبِحُوا عَلَى مَا أَسَرُّوا فِي أَنفُسِهِمْ نَادِمِينَ (52) وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُوا أَهَؤُلاءِ الَّذِينَ أَقْسَمُوا بِاللَّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُوا خَاسِرِينَ  

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli (dost ve yardımcı)edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğuna yol göstermez.       Kalblerinde hastalık bulunanların ‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir emir / azab getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O zaman)iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana uğramışlardır.” (Maide: 51-53)

Görüldüğü gibi Rabbımız Allahu Teâla, iman edenlerin dikkatini çekerek kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye davet etmektedir. Yahudi ve hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip küllü kast etmektedir. Yani bütün kafirleri ve müşrikleri kapsamaktadır. Onları veli (dost ve yardımcı) edinmek onların istediği çizgide olmak demektir, onlara tabi olmak demektir. Çünkü Allah, onları veli edinenleri onlardan saymıştır. Yani onlar gibi oldu, onlar gibi davranıyor, onların çizgisinde bulunuyor demektir. Ki bu, elbette zulümdür. Bu zulüm üzerinde inatla ısrar edenleri de kendi hallerine terk etmekle tehdit etmiştir. Bu ayetin mefhumunu günümüze indirirsek;

-İman ettiğini söyleyen bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, ulusalcıyım, laikim, cumhuriyetçiyim, vb. gibi laflar ve yaklaşımlarla; aslı küfür olan demokrat, laik, cumhuriyetçi, milliyetçi, Kemalist vb. çevrelerden olduğu görüntüsü vermeye çalışmamalıdır. Aksi halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden olur.. Bir müslüman onların çizgisinde olamaz. Onların çizgisinde olmadıkça onları razı edemez. Onları razı edecek olursa Allah’ı razı edemez. Bunun böyle olduğunu bir başka ayette de bildirmiştir. (Bakara-120)

-Maide-52’de Allah onlardan görünme gayreti ile onların arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak vasfedip kesin ve de çok sert bir şekilde zemmetmiştir. “Demokrasi, laiklik, vatancılık, ulusalcılık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, Kemalizm” gibi çağdaş putlara yapılan övgülere katılmak, onların korosu ve meclislerine girmek ve o koroya ve meclise katılmaya koşuşturmak, işte bu zemmin kapsamındadır. Allahu Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri mazereti de yani “başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz” bahanesini de kesinlikle reddetmektedir. Yani  “Bizi hapse atarlar, işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için onlardan görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi, vatancı, cumhuriyetçi, Kemalist gözüküyoruz” bahanesini de reddetmektedir. Ve bu tutum içinde olanları tehdit etmektedir, Allah’ın fethi ya da azabı ile tehdit etmektedir. Allah’ın fethi geldiğinde mü’minler onları bu tutumlarından dolayı cezalandırırlar. Onun için pişman olurlar, ya da Allah’ın azabı gelir onun için de pişman olurlar.

Böylesi batıl, geçersiz mazeretler ile çağdaş cahiliyye sistemi olan demokratik sistemin yasama organına koşuşturmakla bu uğurda mallarını, vakitlerini harcayan kimseler sevap ummalarına rağmen şer'î hükme bağlanmamaktan dolayı amellerinin boşa çıkmasından ve böylelikle hüsrana uğramaktan korksunlar. Çünkü Maide-53’de bu tehdit vardır.

Biz bu yaklaşımın yanlışlığını da bu ayet-i kerimelerin ışığında göstermek istedik.

 

3-Üçüncü Yaklaşım:

Kafirlere, zalimlere, yalanlayıcılara, müşriklere hümanist duygularla yumuşak, hoşgörülü, uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına” gelince bunu da Allahu Teâla kesinlikle reddetmektedir.

فَلا تُطِعْ الْمُكَذِّبِينَ (8) وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ  

“O halde (hakikatı) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem: 8-9)

Görüldüğü gibi ayet-i kerimede Allahu Teâla, Rasulü’nün şahsında onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı yasaklamaktadır.

Allahu Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık bildirerek onlara karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklamaktadır:

يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا بِطَانَةً مِنْ دُونِكُمْ لا يَأْلُونَكُمْ خَبَالاً وَدُّوا مَا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتْ الْبَغْضَاءُ مِنْ أَفْوَاهِهِمْ وَمَا تُخْفِي صُدُورُهُمْ أَكْبَرُ قَدْ بَيَّنَّا لَكُمْ الآيَاتِ إِنْ كُنْتُمْ تَعْقِلُونَ (118) هَاأَنْتُمْ أُوْلاءِ تُحِبُّونَهُمْ وَلا يُحِبُّونَكُمْ وَتُؤْمِنُونَ بِالْكِتَابِ كُلِّهِ وَإِذَا لَقُوكُمْ قَالُوا آمَنَّا وَإِذَا خَلَوْا عَضُّوا عَلَيْكُمْ الآنَامِلَ مِنْ الغَيْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُور ِ(119) إِنْ تَمْسَسْكُمْ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ وَإِنْ تُصِبْكُمْ سَيِّئَةٌ يَفْرَحُوا بِهَا وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. İçlerinde sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, herhalde ayetlerimizi size açıklamış oluruz.    İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütünüyle Kitab’a inanırsınız. Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler. Kendi başlarına kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle geberin! deyiver.       Size bir iyilik hafifçe dokunursa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve Allah’a  karşı takvalı olursanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez. Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran: 118-120)

İşte bu ayet-i kerimelerle Allahu Teâla kafirlerin içyüzünü bize böylece apaçık bir şekilde beyan etmektedir. Bu hakikatları bildikten sonra biz müslümanların onlara karşı tavrı elbette hoşgörü sevgi değil de nefret ve tavrı olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem boşunadır hem de Allahu Teâla’nın tasvip etmediği bir tavırdır.

Onlar bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik istemediklerine göre “gelin demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile istediklerinizi elde edin” diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza değildir. Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz.. Eğer icabet ediyorsak çok aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz, Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.

Onların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve düşmanlıklarından kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak değil sadece ve sadece takvalı olmaktır yani Allah’ın Şeriatına bağlanmaktır. Bunu Allahu  Teala şöyle bildirmiştir:

وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ  

“Eğer sabreder ve Allah’a  karşı takvalı olursanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran: 120)

Demek ki “şer'î hükümlere göre davranırsak kafirler bizi yok ederler” düşüncesi bu ayeti kerimenin mefhumuna tamamen ters düşmektedir. İlmiyle her şeyi çepeçevre kuşatan Allah’tan daha iyi kim bilebilir ki. O, siz Şeriata bağlanıp sabırlı olun, onların hile ve tuzakları size bir zarar veremez, diyorsa müslümana düşen, Rabbısının bu sözüne güvenip teslim olmaktır. Bunun dışındaki bütün tavır ve yaklaşımlar kesinlikle gayri İslâmidir.

 

SONUÇ

Bu izahatlarla demokratik seçimlerde müslümanın tavrı ne olmalı sorusuna cevap vermeye çalıştık.

Bazı kimseler bu izahatları da, nasihatları da işittiği halde şöyle bir itirazla yine de o yanlış, batıl tutumlarında ısrar ediyorlar.

“Efendim, bu kadar alimlerimiz var, onlar bunu bilmiyorlar mı? O kadar alim bizim bu demokratik parlamento seçimlerine katılmamıza bir şey demiyor, hatta davet ediyorlar. Onun için biz de onlara tabi oluyoruz”   diyorlar.

Bu yaklaşımda onlara kardeşlik duyguları içinde sesleniyoruz.

Ey Kardeşlerimiz! Aklınızı başınıza alın. Biz müslümanlar alimlerimizi sever, sayarız, fakat rabler ittihaz etmeyiz. O halde alimleri rabler ittihaz eden yahudi ve hıristiyanlar gibi olmayınız!..Yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında bu meseleyle ilgili Allah’ın hükmü gayet açıkken hiç bir alimin ters bir fetva verme yetkisi yoktur. Fetva vermeye kalkarlarsa, o ancak heva ve hevesinden bir fetva olur ki bu red olunur.. Ona rağmen “biz o alimlerimize tabi oluruz” diyenler ve onlara tabi olanlar, Ahirette Allah’ın huzurunda hüsrana uğrayacaklarını Allahu Teâla ayet-i kerimesi ile şimdiden şöyle bildirmektedir:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَالَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَ (66) وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءَنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَ (67) رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنْ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا   

“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, “eyvah bize! Keşke Allah’a itaat etseydik, Resule itaat etseydik!” derler. “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize, liderlerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lanetle rahmetinden kov derler”.”  (Ahzab: 66-68)

Evet Şer'î hüküm ortada iken biz hocalarımızın, üstatlarımızın, efendilerimizin yolunda gideceğiz diyenler bu ayetlerle muhatap olurlar.

Sözün özü, biz müslümanlara düşen; çağdaş şirk, tağuti, cahiliyye sistemi ve çok tanrılı dini olan demokrasinin seçim arenalarında ömür tüketmek değil de, o pis sistemin ilkelerinden, fikirlerinden kuramlarından arınıp şer'î hükümlere bağlanarak ve Allah’a dayanarak o şirk sistemini söküp atmak için çalışmak, onun yerine dünya ve ahirette aziz ve de mesut kılacak olan, İslâmî hayatı tekrar hakim kılıp İslâm’ı aleme nur ve hidayet olarak tatbik ve cihad ile taşıyacak olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak için ihlasla çalışmaktır. O zaman Allah yar ve yardımcımızdır..

 

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp