GERÇEK ADALETİ SAĞLAMANIN TEK YOLU VE YÖNTEMİ
İSLAMİ HAYATI TOPYEKÜN TEKRAR BAŞLATACAK OLAN
RAŞİDİ HİLAFET DEVLETİNİN KURULMASIDIR
İşlerin hakkaniyete binaen yürütülmesi olarak tarif edilen adaletin sağlanmasında şu üç temel öğe / unsur vardır:
- Hakkın tespitinde kendisine başvurulan kriter, ölçüt, terazi unsuru
- Mevcut kritere, ölçüte, teraziye göre hakkı tespit edecek olan insan unsuru
- Adaletin tevziini / dağıtımını sağlayacak sistem unsuru
Bu üç unsur hakka, hakkaniyete dayalı olmadıkça gerçek anlamda adaletten bahsedilemez. Gerçek anlamda adaletin sağlanması için insanoğlunun şu üç sorunun cevabını doğru bir şekilde bulması gerekmektedir.
- Hakkı tespit için kendisine başvurulan kriteri, ölçütü, teraziyi belirleme hakkı kime aittir? Kimsenin itiraz edemeyeceği o hak sahibi yani ölçüt, kriter, terazi belirleme sahibi kimdir?
- Mevcut kritere, ölçüte, teraziye göre hakkı tespit edecek olan insan nasıl bir insan olmalıdır?
- Adaletin tevziini / dağıtımını sağlayacak sistem nasıl olmalıdır?
Burada işte bu soruların doğru cevabını tespit edip yansıtmaya çalışacağız, inşaallah.
1- Hak nedir? Hakkı, ölçütü, teraziyi belirleme yetkisi kime aittir?
Adalet, insanların işlerinin hakkaniyet esasına dayalı olarak yürütülmesidir. Yani hakkın hak sahibine verilmesidir. Buna göre hak, adaletin gerçekleşmesinde temel kriterdir. O halde hak nedir?
Hak: Yakin, kesin, sabit, hakkında şüphe bulunmayan şey, hüküm, hükme bağlanmış iş, adalet, hisse ve fasıl / ayırt edici gibi manalara gelmektedir.
Istılahta ise hak: Her bakımdan sabit ve şüphesiz bir mahiyette olana denir.
Adalet, insan ilişkilerinin düzenlenmesinde insan hayatının mutmain olması için gerekli bir husustur. Adaletin gerçekleşmesi için olmazsa olmaz kriter olan hakkı, ölçütü, teraziyi kim belirlemelidir? Bu soruya iki cevap verilebilir; ya insan kendisi belirleyecektir, yada insanın yaratıcısı Allah belirleyecektir.
İnsan; hakkı, ölçütü, teraziyi belirleme yeterliliğine sahip midir? İnsan; insanı, insan hayatını ve onunla ilgili her hususu, şimdiki durumu, geleceğini ihata edebilir mi yani tam olarak kesin bir şekilde bilebilir mi? Bu ilme sahip mi?
İnsanın yaşantısı ile ilgili hükümler; insanın bütün özelliklerini, insanın hem bireysel yönünü hem sosyal yönünü, hem yaratıcısına karşı sorumluluklarını hem de ahiretteki konumunu göz önünde bulundurularak konulmalıdır ki insan mutmain olabilsin. Bütün bu hususlar ile ilgili ilme insan sahip mi? Elbette ki hayır. Hiçbir insan bu ilme sahip olamaz ve sahip olduğunu iddia da edemez. Buna rağmen adalet için kriter, ölçüt, terazi, hak ortaya koymaya kalkışırsa, o ancak ilme değil zanna, cehle, heva-hevese tâbi olarak bu işi yapmış olur. İşte insanın her şeyi ihata edemeyeceğini, bilemeyeceğini, ölçü, kriter koymaya yeterli olmayacağını ortaya koyan bazı ayeti kerimeler:
- İnsan zayıftır:
وَخُلِقَ الْاِنْسَانُ ضَع۪يفاً “..İnsan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa: 28)
- Umutsuzluk ve nankörlük özelliği vardır:
وَلَئِنْ اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُۚ اِنَّهُ لَيَؤُ۫سٌ كَفُورٌ “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.” (Hud: 9)
- Şımarıklık, kibirlilik özelliği vardır:
وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ نَعْمَٓاءَ بَعْدَ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّـَٔاتُ عَنّ۪يۜ اِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌۙ “Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, ‘Kötülükler benden gitti’ diyecektir. Çünkü o, şımarık ve böbürlenen biridir.” (Hud: 10)
- Zalimlik ve nankörlük özelliği vardır:
اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟ “Doğrusu insan çok zalim ve nankördür. ” (İbrahim: 34)
- Acelecilik özelliği vardır:
خُلِقَ الْاِنْسَانُ مِنْ عَجَلٍۜ “İnsan aceleci yaratılmıştır. ..” (Enbiya: 37)
وَيَدْعُ الْاِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَٓاءَهُ بِالْخَيْرِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ عَجُولاً “İnsan hayrı istediği kadar şerri de ister. İnsan pek acelecidir.” (İsra: 11)
- İnsanda cimrilik özelliği vardır:
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟ “De ki: Rabbimin rahmet hazinelerine eğer siz sahip olsaydınız, harcanır korkusu ile kıstıkça kısardınız. İnsan cimridir.” (İsra: 100)
- İnsan tartışmaya çok düşkündür:
وَكَانَ الْاِنْسَانُ اَكْثَرَ شَيْءٍ جَدَلاً “..Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.” (Kehf: 54)
- İnsan cahildir ve zalimdir:
اِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاًۙ “..İnsan çok cahildir ve zalimdir.” (Ahzab: 72)
- İnsan hırslı, sabırsız ve pintidir:
اِنَّ الْاِنْسَانَ خُلِقَ هَلُوعاۙ اِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ جَزُوعاًۙ وَاِذَا مَسَّهُ الْخَيْرُ مَنُوعاًۙ “İnsan pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkan verildiğinde ise pinti kesilir.” (Mearic: 19-21)
- İnsan kendisini her hususta yeterli görüp azar:
كَلَّٓا اِنَّ الْاِنْسَانَ لَيَطْغٰىۙ اَنْ رَاٰهُ اسْتَغْنٰىۜ “Gerçek şu ki: İnsan kendisini her hususta yeterli görüp azar.” (Alak:6-7)
-İnsan mala, dünya nimetlerine ve şehvete düşkündür:
وَاِنَّهُ لِحُبِّ الْخَيْرِ لَشَد۪يدٌۜ “İnsan malı aşırı derecede sever.” (Adiyat: 8)
زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَٓاءِ وَالْبَن۪ينَ وَالْقَنَاط۪يرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْاَنْعَامِ وَالْحَرْثِۜ ذٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَاللّٰهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَاٰبِ “Şehvetlere / nefsâni arzulara; kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara karşı çekici kılındı. Bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah’ın katındadır.” (Ali İmran: 14)
Bu ayeti kerimeler insanın özelliklerinden bahsediyor. Buna göre insan; zayıftır, nankördür, umutsuzluğa düşer, sabırsızdır, acelecidir, şımarıktır, kibirlidir, kendisini hep yeterli görür, cahildir, zalimdir, pintidir, tartışmaya düşkündür, mala ve şehvetlere düşkündür v.b.
Eğer insan Allah’tan gelen risalete, dine, İslâmi hükümlere tâbi olarak kendisini tezkiye etmezse / arındırmazsa ve terbiye etmezse; onun kararlarına, hükümlerine, kanaatlerine ve davranışlarına işte bu özellikleri hakim olacaktır, demektir. Onun için insan, insanların yaşantısına şekil vermeye, tarz koymaya, kriter, ölçü terazi koymaya kalkarsa hem kendisine hem diğer insanlara zulmetmiş, haksızlık etmiş, haddi aşmış olur. Çünkü onun ortaya koyacağı o kriter, terazi, ölçü, tarz ilme değil zanna, cehle, heva ve hevese yani yukarıdaki zikredilen özelliklere, zaaflara dayalı olacaktır. İşte asıl zulüm da budur. Bunu ortaya koyan ayetler de şunlardır:
وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ “Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tâbi olmaz, yalandan başka bir söz de söylemezler.” (En’am: 116)
اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَمَا تَهْوَى الْاَنْفُسُۚ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مِنْ رَبِّهِمُ الْهُدٰىۜ “..Onlar ancak zanna ve nefislerinin arzusuna uyuyorlar. Halbuki kendilerine Rableri tarafından yol gösterici gelmiştir.” (Necm: 23)
وَمَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّۚ وَاِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْن۪ي مِنَ الْحَقِّ شَيْـٔاًۚ “Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hak bakımından bir şey ifade etmez.” (Necm: 28)
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ “Eğer sana icabet etmezlerse, bil ki onlar sırf heva heveslerine tâbi oluyorlar. Allah’tan bir hidayet / yol gösterici olmaksızın kendi heva heveslerine tâbi olandan daha sapık kim olabilir! Elbette Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Kasas: 50)
الَّذ۪ينَ كَـفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ اَضَلَّ اَعْمَالَهُمْ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَاٰمَنُوا بِمَا نُزِّلَ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَهُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْۙ كَفَّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَاَصْلَحَ بَالَهُمْ ذٰلِكَ بِاَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا اتَّبَعُوا الْبَاطِلَ وَاَنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبَعُوا الْحَقَّ مِنْ رَبِّهِمْۜ كَذٰلِكَ يَضْرِبُ اللّٰهُ لِلنَّاسِ اَمْثَالَهُمْ “Kâfirlerin ve Allah yolundan alıkoyanların işlerini Allah boşa çıkarmıştır. İman edip salih amel işleyenler ve Rableri tarafından hak olarak Muhammed’e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Bunun sebebi kafirlerin batıla uymaları, iman edenlerin de Rablerinden gelen hakka uymalarıdır. İşte Allah insanlara misallerini böyle anlatır” (Muhammed: 1-3)
بَلِ اتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ “Ne var ki, zulmedenler bilgisizce heva heveslerine uydular.” (Rum: 29)
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ “..Zulmedenler ise, içinde ferahlandıkları hususun peşine düştüler. Zaten onlar mücrim / suçlu idiler.” (Hûd: 116)
Adaletin temel kriteri olan hakkı, teraziyi, ölçütü belirleme yetkisini insanda görenler; haddi aşanlardır, kafirlerdir. Allah’ın indirdiğine değil de heva-hevese, hakka değil de batıla tâbi olanlar, ilme değil zanna, cehle tâbi olanlardır. Kısacası Allah’ın hakkına tecavüz edenler ve hem kendilerine hem de insanlara zulüm edenlerdir. İşte bu hususta birkaç ayeti kerime:
وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara: 229)
وَالْكَافِرُونَ هُمُ الظَّالِمُونَ “..Kafirler zalimlerdir.” (Bakara: 254)
وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذاً لَمِنَ الظَّالِم۪ينَۢ “..Sana gelen, ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen zalimlerden olursun.” (Bakara: 145)
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “..Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse / yönetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Maide:45)
Şu halde; adaletin temel rüknü olan hakkı ve ölçütü, teraziyi belirleme yetkisini insanda görmek, zulmün ta kendisidir. Çünkü insan hakkı belirleme yeterliliğine sahip değildir. Yukarıda zikredilen ayeti kerimeler bu gerçeği açıkça ve kesin bir şekilde ortaya koymaktadır...
İnsan, hakkı belirleme yetkisi ve yeterliliğine sahip değilse o zaman hakkı, teraziyi, ölçütü belirleme yetkisi Allah’a aittir. Zira Allah yarattığını en iyi bilendir. İnsanın tüm özelliklerini, geçmişini, geleceğini, halini, gizlediklerini, açığa vurduklarını, yaptıklarını, yapmakta olduklarını ve insanla alakalı her hususu en iyi bilen, ilmi ile ihata eden / kuşatan elbette ki yaratıcıdır. İşte bunu ortaya koyan ayeti kerimeler:
وَاِذْ قُلْنَا لَكَ اِنَّ رَبَّكَ اَحَاطَ بِالنَّاسِۜ “Hani biz sana: ‘Şüphesiz Rabbin insanları ihata etmiştir / çepeçevre kuşatmıştır’ demiştik…” (İsra:60)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَمِنَ الْاَرْضِ مِثْلَهُنَّۜ يَتَنَزَّلُ الْاَمْرُ بَيْنَهُنَّ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۙ وَاَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَحَاطَ بِكُلِّ شَيْءٍ عِلْماً “Allah yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasında inip durmaktadır ki, böylece Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.” (Talak: 12)
قُلْ ءَاَنْتُمْ اَعْلَمُ اَمِ اللّٰهُۜ وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَتَمَ شَهَادَةً عِنْدَهُ مِنَ اللّٰهِۜ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “..De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı? Allah tarafından kendisine verilmiş bir şahitliği (bilgiyi) gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (Bakara: 140)
وَاَسِرُّوا قَوْلَكُمْ اَوِ اجْهَرُوا بِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ اَلَا يَعْلَمُ مَنْ خَلَقَۜ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ۟ “Sözünüzü ister gizleyin ister açığa vurun. Bilin ki O kalplerin içindekini bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Mülk: 13-14)
وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ “..Allah yapmakta olduklarınızı bilir.” (Bakara: 234)
وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ فَاحْذَرُوهُۚ “..Bilin ki Allah, içinizdekileri bilir. O halde Allah’tan sakının. ..” (Bakara: 235)
رَبُّكُمْ اَعْلَمُ بِمَا ف۪ي نُفُوسِكُمْۜ “Rabbınız sizin içinizdekileri çok iyi bilir. ..” (İsra: 25)
اِنْ تُبْدُوا شَيْـٔاً اَوْ تُخْفُوهُ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يماً “Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de şüphe yok ki Allah her şeyi iyi bilmektedir.” (Ahzâb: 54)
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ “De ki: Gönüllerinizdekini gizlerseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kadirdir.” (Ali İmran: 29)
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ اَلْحَيُّ الْقَيُّومُۚ لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ مَنْ ذَا الَّذ۪ي يَشْفَعُ عِنْدَهُٓ اِلَّا بِاِذْنِه۪ۜ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْۚ وَلَا يُح۪يطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِه۪ٓ اِلَّا بِمَا شَٓاءَۚ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَۚ وَلَا يَؤُ۫دُهُ حِفْظُهُمَاۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ “Allah, O’ndan başka bir ilah yoktur. O, Hayydir, Kayyumdur. Kendisine ne uyku gelir ne uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kulların yaptıklarını ve yapmakta olduklarını bilir. O’nun bildirdikleri dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler / tam olarak bilmezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O yücedir, büyüktür.” (Bakara: 255)
Yüce yaratıcı Allah; hakkın, ölçütün, terazinin kendisinin Resulü ile gösterdiği risalet olduğunu ve adaleti gerçekleştirmenin ancak o risalete tâbi olmakla mümkün olacağını da şöyle bildirmiştir:
اَللّٰهُ الَّـذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ “Kitabı ve mizanı / ölçütü hak olarak indiren Allah’tır. ..” (Şûra: 17)
وَالَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ “Sana vahyettiğimiz kitap işte o haktır. Kendinden öncekini doğrulayıcı olarak (gelmiştir). Şüphesiz Allah kullarından hakkıyla haberdardır. Onları hakkıyla görür.” (Fâtır: 31)
لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَيِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْكِتَابَ وَالْم۪يزَانَ لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ “And olsun ki; Biz, resullerimizi açık delillerle gönderdik ve insanlar adaleti yerine getirmeleri / sağlamaları için beraberlerinde kitap ve mizanı / ölçütü indirdik. ..” (Hadid: 25)
Bütün bu deliller bize adaletin sağlanmasının olmazsa olmazı olan hak ve ölçütü Yaratıcı Allah’tan almayı zorunlu kılmaktadır. Allah’tan gelen kitabı, ölçütü, hükümleri bir kenara iten ve hatta yasaklayan laiklik ve seküler düşünce ve ilkeleri, kurumları, kuramları, sistemleri, rejimleri ve devletleri asla adalet sağlayamaz. Nitekim sağlayamadığı da içinde bulunduğumuz şu dönemde dünyanın halinden bellidir. Dünyanın hiçbir yerinde insanlık gerçek adaleti yaşayamamaktadır. Herkes haksızlıktan, adaletsizlikten yakınmaktadır. Çünkü Allah’tan gelen hak, hakikat, İslam hakim değildir. Adaletin sağlanması hususunda hak esas alınmamaktadır.
2- Adaletin sağlanmasında hakkı tespit edip haklıya verecek olan insan unsuru nasıl olmalıdır?
Adalet insanlara yöneticiler ve yargıçlar eliyle dağıtılır. Kriterler ve sistem ne kadar iyi olursa olsun bu iki kategorideki insan unsuru bozuk ise; adalet yine sağlanamaz. İslam bu iki kategorideki insan unsuruna çok önem vermiştir. Onun için sadece siyaset ve yönetim ilmine ve belgesine sahip olmayı, insanlar tarafından seçilmiş olmayı yönetici olmak için yeterli görmediği gibi, sadece hukuk / fıkıh ilmine sahip olmayı da yargıçlık için yeterli görmemektedir. Özellikle bu iki kategorideki insanların bundan önceki konuda işaret ettiğimiz ayeti kerimelerin gösterdiği beşeri zaaflardan arınmış ve terbiye olmuş, böylece heva ve hevesinin zebunu olmayan olgun insanlar olmalarını öngörmüştür.
Öyle bir olgun insan ancak; yetkilerini kullanırken; objektif, sorumluluk bilincinde, heva hevesine yada başkalarının etkisine arzusuna tâbi değil, sadece hakka tâbi olan, insani, ahlaki, ruhi değerlere sahip, görevini yerine getirirken sadece Allah’tan korkan ve ahireti düşünen insan olabilir. Yönetici ve yargıçlar işte böylesi kişilerden seçilmesi halinde adil olabilirler. Bu neticenin tahakkuku için İslam; yönetici ve yargıçlarda şu vasıfların mutlaka olmasını şart koşar:
- Müslüman olması
- Adl olması yani fasık ve zalim olmaması
- Görevi ile ilgili hususlarda ehil olması yani zihni, bedeni, ilmi yeterliliğe sahip olması
- Allah’tan gelen hakka tâbi olması ve Allah’ın indirdiği hükümler ile hükmetmesi
Bu şartların izahı şöyledir:
1- Müslüman olması şartı:
İslam; küfrü, yönetici ve yargıç olmak hususunda mani / engelleyici bir vasıf olarak görmüştür. Çünkü İslam’da yönetim ve yargı bütünlük içerisinde adaleti gözetmek zorunluluğundadır. Adaletin sağlanmasının temel şartı ise, Allah’tan gelen hakka, risalete ve hükümlere tâbi olmaktır. Küfür ise, Allah’tan gelen risaleti, hükümleri, hakkı inkar etmektir. Hakkı inkar eden bir kişiden gerçek anlamda adaleti sağlamasını beklemek boşuna olur. Ayrıca hakkı inkar eden kimse, öncelikle kendisine zulmeden kimsedir. Kendisine zulmeden bir kişiden başkasına adil olmasını beklemek de boşunadır. Çünkü o, hakkı inkar ederek kendisini nefsani zaafların tahakkümünden ve heva hevesin tahakkümünden arındırmaktan mahrum bırakmış demektir. O, hakkı inkar edince, zulmün sebebi olan heva heveslere tâbi olarak ancak zulüm dağıtan el konumunda olacaktır. Onun için olmalıdır ki, Allahu Teala, kafirlerin mü’minler üzerinde yol bulmasını yani yönetim ve yargı otoritesine sahip olmasını kesinlikle yasaklamıştır:
وَلَنْ يَجْعَلَ اللّٰهُ لِلْكَافِر۪ينَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ سَب۪يلاً۟ “..Allah, kafirler için mü’minler üzerinde asla bir yol kılmaz.” (Nisa: 141)
Bu haber cümlesi, talebi ifade eder. Yani kafirler için mü’minler üzerinde asla yol bulmasın, başka bir ifade ile asla yönetim ve yargı otoritesine sahip olmasın, demektir.
2- Adl yani fasık ve zalim olmaması şartı:
İslam; yönetici ve yargıç olma hususunda sadece küfrü değil, fıskı ve zulmü de engelleyici bir vasıf olarak görmüştür. Çünkü fasık ve zalim, Allah’ın hududunu aşan, hükümlerine tâbi olmayan demektir. Yani inkar etmese de hakka tâbi olmayan demektir. Hakka tâbi olmadan kişi kendisini, nefsini zaafların tahakkümünden arındıramaz ve heva hevesin tahakkümünden kurtaramaz. O haliyle de adaleti sağlamaya ehil olamaz.
İslam, şahit olacak kimseden dahi adl yani fasık ve zalim olmama şartı koşmuştur. Adl olma vasfını bozan hususlar tafsili bir şekilde fıkıh kitaplarında izah edilmiştir. Bu izahlara bakıldığında adl vasfı, kişinin nefsi zaaflarının tahakkümünden arınmış, heva hevesin zebunu olmamış kişi olmayı gerekli kılmaktadır. Fısk ve zulüm ise, bu vasfı bozmakta, adaleti sağlamakta kişiyi ehil olmaktan çıkarmaktadır. Şahitlik hususunda olmazsa olmaz şart olan “adl” vasfı, yönetici ve yargıç olmak hususunda elbette daha öncelikli bir vasıf olarak ortaya çıkmaktadır. Zaruriyeti diniye diye vasfedilen farzları terk edenler ve haramları işleyenler “adl” vasfını kaybeden kimselerdir. Fasık / Allah’a karşı asi, kendilerine ve başkalarına zulmeden kimseler elbette ki adaleti sağlamaya yeterli ve yetkili olamazlar.
Ayrıca Allahu Teala şöyle emretmektedir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz, sakın ha sizi adaletsizliğe itmesin. Âdil olun. Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Mâide 8)
3- Ehil olma şartı:
İslam, kişinin üstleneceği görevi yerine getirme hususunda ilmi, zihni, bedeni olarak ehil / yeterli olmasını şart koşmuştur. Aksi halde o kişi, görevini tam olarak yerine getiremez. Yönetim ve yargı görevi ise en ağır ve önemli sorumluluk taşıyan görevlerdendir. Bu hususta da elbette ki ehil olma vasfı, olmazsa olmaz şarttır. Aksi halde adalet ehil olmayan kişilerin eliyle sağlanamaz ve dağıtılamaz. Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici ve görücüdür.” (Nisa: 58)
4- Hakka tâbi olması ve Allah’ın indirdiği ile hükmetmesi şartı:
İslam, yönetici ve yargıcın yönetim ve yargı işlerini sadece ve sadece Allahu Teala’nın Resulü vasıtası ile kullarına gönderdiği hakka tâbi olmalarını, Allah’ın indirdiği ile hükmetmelerini, insanların yada kendilerinin heva heveslerine uymamalarını, bundan sakınmalarını açık ve kesin bir ifade ile ortaya koymuştur. Yönetici ve yargıçlar buna uyarlarsa elbette ki neticesi, adaletin gerçekleşmesi olacaktır. Bu ilkeden saparlarsa, neticesi de zulüm ve zulümât olacaktır. Bu ilkeyi, yönetim ve yargı sorumluluğunu yürütmede kalma şartı olarak ortaya koyan ayeti kerimelerden bir kaçı:
وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarına dikkat et. ..” (Maide: 49)
وَاِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ “..Eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet, Allah adil olanları sever.” (Maide: 42)
يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟ “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde / ülkede halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet / yönet. Heva hevese uyma. Sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.” (Sâd: 26)
İşte yönetici ve yargıçları adaleti sağlamak ve dağıtmakta güvenilir el yapacak olan vasıflar bu dört vasıftır. Bu vasıflar yönetici ve yargıçta yok olursa, onun görevinden azledilmesi de zorunlu olur.
3- Adaletin tevziini / dağıtımını sağlayacak sistem unsuru:
Kriterler, hükümler, kanunlar ve insan unsuru olan yöneticiler ve yargıçlar ne kadar iyi olursa olsun, yönetim ve yargı sistemi yetersiz ise, bozuksa ve sağlam değilse adaletin sağlanması ve dağıtımında yine başarısız olunur. Kriter, insan ve sistem... Bu üç unsurun insicamlı / uyumlu bir şekilde çalışması ile ancak, insanları mutmain edecek olan adaletli bir yaşam sistemi ile mümkün olur. O halde bu üç unsurun kriteri de aynı kaynaktan alınması gerekir. Yani yüce yaratıcı Allah’tan alınmalıdır. Nitekim Allah, Resulüne İslam’ı bu üç unsuru da kapsayacak şekilde kamil bir hayat tarzı olarak göndermiştir ve şöyle buyurmuştur:
اِنَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَٓا اَرٰيكَ اللّٰهُۜ وَلَا تَكُنْ لِلْخَٓائِن۪ينَ خَص۪يماًۙ “Allah’ın sana gönderdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana kitabı hak ile indirdik. Hainlerden taraf olma!” (Nisa: 105)
Bu ayeti kerimenin de belirttiği gibi Resulullah Sallalahu Aleyhi ve Sellem insanlar arasında Allah’ın indirdiği ile yani hak ile hükmetmenin / yönetmenin biçimini, sistemini ve yöntemini de Allah’tan almış ve uygulamıştır. Onun uygulamalarına bakıldığında görülür ki; İslam’ın kendisine özgün bir yönetim sistemi vardır. Bu sistemin ismine Hilafet denilmiştir. Bu sistemin tafsilatına burada girmeyeceğiz, çünkü bir kitap hacmindedir.
Ayrıca İslam’ın kendisine özgün bir ceza hükümleri ve beyyine hükümlerini ortaya koyan bir yargı sistemi vardır. Bunların tafsilatı da kitap hacmindedir. Burada detaylara girmeyeceğiz.
Burada şunu belirtmek gerekir ki, İslam’da yönetimin ve yargının meşruiyeti adalete riayet etmesi ile kayıtlıdır. Çünkü Allahu Teala adalete riayet etmeyi kesin bir şekilde talep etmiştir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِياًّ اَوْ فَق۪يراً فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْـوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يراً “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun, kendiniz, ana-babanız ve akrabalarınız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimselerden olun. Zengin olsun fakir olsun Allah onlara (haklarında şahitlik ettiklerinize) daha yakındır. Hevanıza / arzularınıza uyup adaletten sapmayın!.. Eğer büker (doğru şahitlik etmez) yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız (bilin ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa:135)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun. Bu takvaya / Allah’a titizlikle itaata daha çok yakışandır. Allah’a isyandan sakının. Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla bilmektedir, haberdardır.” (Maide: 8)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِۚ لَا نُكَلِّفُ نَفْساً اِلَّا وُسْعَهَا وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبٰىۚ وَبِعَهْدِ اللّٰهِ اَوْفُواۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ “..Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz herkese gücünün yettiği kadar yükleriz. Söz söylediğiniz zaman yakınlarınız da olsa adaletli olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size iyi düşünesiniz diye bunları emretti.” (En’am: 152)
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلاً “Ölçtüğünüz zaman tastamam ölçün ve doğru terazi ile tartın. Bu hem daha iyidir, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (İsra: 35)
فَاِنْ فَٓاءَتْ فَاَصْلِحُوا بَيْنَهُمَا بِالْعَدْلِ وَاَقْسِطُواۜ اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ الْمُقْسِط۪ينَ “..Eğer dönerlerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. Şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Hucurât: 9)
اَلَّا تَطْغَوْا فِي الْم۪يزَانِ وَاَق۪يمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلَا تُخْسِرُوا الْم۪يزَانَ “Sakın ölçüyü bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.” (Rahman: 8-9)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl 90)
Allahu Teala, zulmü ve zalimi de kesin bir şekilde zemmediyor ve nehyediyor. Şöyle buyuruyor:
وَاتَّبَعَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَٓا اُتْرِفُوا ف۪يهِ وَكَانُوا مُجْرِم۪ينَ “Zulüm edenler, içinde refah buldukları hususun peşine düştüler. Onlar mücrimlerdir, suçludurlar.” (Hûd: 116)
اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ “..Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd: 18)
وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ “..Allah zalimleri sevmez.” (Ali İmran: 57)
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ “..Şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa ermezler.” (En’am: 21)
وَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ غَافِلاً عَمَّا يَعْمَلُ الظَّالِمُونَۜ اِنَّمَا يُؤَخِّرُهُمْ لِيَوْمٍ تَشْخَصُ ف۪يهِ الْاَبْصَارُۙ “Sakın, Allah’ın zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak Allah onları (cezalandırmayı) korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim: 42)
يَوْمَ لَا يَنْفَعُ الظَّالِم۪ينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ “O gün zalimler için özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lanet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır.” (Mü’min: 52)
وَلَا تَرْكَـنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ “Zulmedenlere meyletmeyin, sonra size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka veliniz / dost ve yardımcınız yoktur. Sonra yardım görmezsiniz.” (Hûd: 113)
Bütün bu ayeti kerimeler zulmü, zalimi zemmediyor, adaleti emrediyor. Bununla birlikte ülkelerin helâkının sebebi olarak da zulmü gösteriyor.
وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ “..Zaten Biz ancak halkı zalim olan ülkeleri helak etmişizdir.” (Kasas: 59)
وَلَقَدْ اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَمَّا ظَلَمُواۙ وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُواۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ “And olsun ki Biz, sizden önce, resulleri kendilerine açık delilerle geldikleri halde zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helak ettik. Onlar iman edici de değillerdi. İşte Biz suçlu toplumları böyle cezalandırırız.” (Yunus: 13)
فَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ فَهِيَ خَاوِيَةٌ عَلٰى عُرُوشِهَا وَبِئْرٍ مُعَطَّـلَةٍ وَقَصْرٍ مَش۪يدٍ “Nice ülkeler var ki, halkı zulmetmekte iken Biz onları helak ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar, (çökmüş) tavanların üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır.” (Hac: 45)
وَكَاَيِّنْ مِنْ قَرْيَةٍ اَمْلَيْتُ لَهَا وَهِيَ ظَالِمَةٌ ثُمَّ اَخَذْتُهَاۚ وَاِلَيَّ الْمَص۪يرُ۟ “Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken onlara mühlet verdim. Sonunda onları yakaladım. Dönüş yalnız Banadır.” (Hac: 48)
وَتِلْكَ الْقُرٰٓى اَهْلَكْنَاهُمْ لَمَّا ظَلَمُوا وَجَعَلْنَا لِمَهْلِكِهِمْ مَوْعِداً۟ “İşte o ülkeleri zulmettiklerinde helak ettik. Onları helak etmek için de belirli bir süre tayin ettik.” (Kehf: 59)
فَقُطِـعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ “Böylece zulmeden toplumun kökü kesildi. Hamd alemlerin Rabbı Allah’a mahsustur.” (En’am: 45)
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ “De ki: ne dersiniz; eğer Allah’ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zalim toplumdan başkası mı helak olur?” (En’am: 47)
İslam, Allah’ın emrettiği adaleti sağlamak ve nehyettiği zulmü ortadan kaldırıp mani olmak için; kendisine özgün yönetim sistemi, yargı sistemi ortaya koymuştur. Burada bu sistemleri burada makale formatında tafsilatı ile anlatmak mümkün değildir. Ancak kısaca temel özelliklerini ortaya koymak şöyle mümkündür:
İslam’da yönetim sisteminin temel özelliği:
1-Egemenlik insanların heva hevesine değil, Allah’ın Şeriatına ve hükümlerine aittir
Buna göre yöneticilerin uyguladığı hükümlerin, kanunların kaynağı Allah’ın indirdiği kitap / Kur'an ve Sünnettir. Yöntemi de bu ikisinin ihtiva ve işaret ettiği sahabelerin icmaı ve şeri kıyastır. Bunlardan birisine dayanmayan hüküm ve kanun red olunur. Böylece adaletin sağlanmasında temel öğe hak, kriter, ölçüt unsurunda Allah’tan gelen hakka tâbi kalınmaktadır.
2-Yöneticilerin dokunulmazlığı yoktur
İslam devleti tebaasındaki Müslümanlar ister bireysel, ister ise partisel, cemaatsal yada ümmet meclisi vasıtası ile yöneticileri her zaman her hususta muhasebe edilebilir ve yargı kurumu da yargılayabilir.
3-Emanet, ehline verilmektedir
Yani yönetime gelecek olanlar, yukarıda da belirttiğimiz şartlara - adil, Müslüman, yeterli olma şartlarına – haiz olarak ehil olmak zorundadır.
4- Yönetim Şeriatın tanıdığı hak ve sorumlulukları tüm ülkedeki tebasına ayırım yapmaksızın adil bir şekilde dağıtmak zorundadır
5- İslam yurdunda, hakkını almak için güçlü olmak değil, haklı olmak yeterlidir.
Şeriatın tanıdığı hakların dağıtımı hususunda güçlü-zayıf, fakir-zengin, hatta Müslüman-gayrimüslim ayrımı dahi yapılmaz. Bu hususta Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur. Mealen:
“Ey insanlar! (iyi biliniz ki) sizden önceki topluluklar içlerinden soylu güçlü biri hırsızlık (gibi bir suç)yaptığında bağışlamaları, fakir-güçsüz biri suç işlediğinde ceza tatbik etmeleri sebebiyle yıkıma uğramıştır.” (Sünen İbn Mâce: Bâbuşşefaatı fil-hudud: 2547)
“Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma da hırsızlık yapsaydı cezası farklı olmazdı.” (Hadis)
“Müslüman'ın diğer Müslümana karşı kanı, malı, ırzı haramdır. Müslümanlar İslam’ın emanı / güvencesi altındadır. Bu hususta gayrimüslim (zimmet ve eman ehli gibi) olanlar da Müslüman gibidir.” (Ahmed b. Hanbel-Müsnet, Timizi-K.Birr, İbn Mâce-K.Fiten)
İslam’da yargı sisteminin temel özellikleri:
- Yargıda da hükümler hakka tâbidir, heva hevese değil.
- Yargıçlar yukarıda zikredilen; Müslüman olmak, adl ve yeterlilik vasıflarına sahip olmak zorundadır. Yargıçlar üç kategoriye ayrılırlar:
- Kişiler arasındaki husumetleri, anlaşmazlıkları çözüme bağlayan yargıca “kadı” denir.
- Kamu mülkü, malı ve haklarına ve Şeri düzene tecavüz edenleri re’sen yargılayıp cezalandıran yargıca “Muhtesib” denir.
- Yöneticilerden sadır olan zulümlere bakıp çözüme bağlayan yargıca “mezalim kadısı” denir.
Yöneticilerden sadır olan zulümler iki çeşit olur:
- İslam şeriatından, haktan sapma vakıaları
Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
وَمَنْ يَتَعَدَّ حُدُودَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “İşte bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara: 229)
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “..Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse / yönetmezse işte onlar zalimlerdir.” (Maide:45)
- Haklıya hakkının verilmemesi, yöneticinin tebasına haksızlık yapması
İşte bu davalara mezalim kadısı bakar. İster dava açan olsun, ister ise olmasın, bu zulümlerden birisinin vâki olması mezalim kadısına intikal ederse, o re’sen / kendiliğinden davaya bakar. Bu da İslam’ın adalete verdiği önemi gösterir. Yöneticilerin adaletin temel rüknü olan hakka ittiba ve adl olma vasfını koruyup korumadıklarını denetler ve bu hususta bir sapma durumunda müdahale edip yöneticiyi azleder. Böylece adalet güvence altına alınmış olur.
- Yeterince yargıç tayin edilir. Onların yargı sürecini en şeri ve en adil bir şekilde yürütebilecekleri tüm teknik donanım temin edilir. Çünkü yargıda da adaleti sağlamak, devletin en asli/temel işlerindendir, tâli işlerden değil!...
- İslam’da yargılama usulü ve cezalar mükemmel bir titizlik ve uyum içindedir. Çünkü insanı yaratandan gelmiştir. Yargı süreci çok mükemmel kurallarla belirlenmiştir.
- Bugün evrensel hukuk kriteri olarak bilinen birçok hukuk kuralı, İslam fıkhından alınmıştır:
- Kişiler, suçları mahkemede tespit edilesiye kadar suçsuzdurlar
- Mahkemede suçu tespit edilmeyen kimselere ceza verilmez. Zanlı da olsalar onlara suçlu muamelesi yapılamaz
- Hem sorgulama hem de cezalandırma sürecinde işkence kesinlikle haramdır / yasaktır
- Deliller şüpheden uzak olmalıdır
- İftira, yanlış bilgi, yalancı şahitlik ile mahkemeyi yanıltanlar ağır bir şekilde cezalandırılırlar
- Zanlılar uzun süre tutuklu bırakılmazlar
- Serbest irade ile verilmeyen ifadeler delil sayılmaz
- Yargıç tarafsız, objektif olmak zorundadır. Öyle ki öfkeliyken dahi hüküm veremez
Bu kısa izahat dahi İslam yönetim ve yargı sisteminin diğer ekonomi, eğitim, idari sistemleriyle birlikte bütünlük içinde adaleti sağlamaya ne kadar elverişli olduğunu ortaya koymaktadır. Tabiidir ki, bu sistemlerin ne olduğu tafsili olarak incelenirse bu hakikat da açık ve net olarak görülecektir. Yani adaletin gerçekten mülkün / yönetimin temeli olduğu görülür. Bunu ancak ve ancak İslâmi yaşam tarzının bir bütün olarak hakim kılınmasının sağlayabileceği de görülür.
GERÇEK ADALETİN ADRESİ
Günümüzde genel olarak bütün dünyada özelde Türkiye’de görüldüğü gibi adaletin en çok arandığı yargı kurumu dahi adaleti sağlamamakta yada sağlayamamaktadır. Yani tuz da kokmuştur. Bu durum, dünyayı ve ülkeyi zulüm ve zulümat bataklığına çevirmiş, kokuşturmuştur. İnsanları huzursuz, dünyayı ve ülkeyi yaşanmaz hale getirmiştir. Çünkü adaletin olmadığı, zulmün yaygın olduğu yerde huzurlu, güvenli yaşam mümkün değildir. Aslında bütün dünya, çeşitli şekillerde zulüm ve zulümat içinde kalmıştır. Çağdaş tağutlar, çağdaş cahiliyye sistemleri olan laiklik ve sekülerizm yeryüzünü zulüm, zulümatla / kirlilikler ve fesatla doldurarak insanlığı huzurlu, güvenli yaşamdan mahrum etmişlerdir.
Bu çalışmada; kriter, insan ve sistem unsurları bakımından gerçek adaletin ancak İslam yaşam tarzı ve sistem ile sağlanabileceğini ortaya koymaya çalıştık. İslam yaşam tarzının gerçek adaleti nasıl sağladığını insanlık asırlar boyu görüp yaşamıştır. Bu, bir ütopya yada ulaşılması imkansız bir yüksek ideal değildir. Çünkü İslam Hak’tan gelen haktır, hakikattir. İnsanlık, İslam’ın sağladığı o gerçek adaletin iklimini asırlarca yaşamıştır. En güzel dönemi de Asrı Saadet denilen Raşid Halifelerin döneminde yaşamıştır. İslam yönetime geldiğinde; ‘haklı olan yanımda güçlüdür zayıf da olsa. Haksız olan yanımda zayıftır, güçlü de olsa’ diyerek adalet örneği gösteren Halife Ebu Bekir (Radıyallahu Anhu) gibi yöneticileri yetiştirmiştir. ‘Bir koyun ayağı kayıp bir ırmağa düşerse, onun için niye bir yol yapmadın diye Rabbım benden onun hesabını sorar’ diyerek sorumluluk bilinci içinde tir tir titreyen, adalet titizliği ile temayüz etmiş Hali Ömer (Radıyallahu Anhu) gibi yöneticileri yetiştirmiştir.
İslam aynı İslam’dır. O yine kamil olarak tatbik edilirse, yine râşid halifeler yetiştirir. İslam’ın tatbik edildiğinde yöneticileri tebasına, tebası yöneticilerine lanet değil hayır duada bulunan hayırlı yöneticiler gelip ülkeyi ve yeryüzünü tekrar “adalet yurduna” çevirir. Adaleti mülkün / yönetimin gerçekten temeli kılar.
İslam fakihleri, İslam’ın tatbik edildiği ülkeye “dârülislam” dedikleri gibi bazen “dârüladl” de demişlerdir. Yani adalet, İslam sisteminin en bâriz semeresi olarak öne çıkmıştır. Buna göre adaletin adresi de ortaya çıkmaktadır: “Dârüladl” olan, İslam’ın kamil olarak tatbik edildiği ülkedir. Onun için gerçek adaleti isteyenler, ülkelerini dârüladle çevirmek için uğraşmalıdırlar.
Adalet temenni ile, “adalet isteriz” diyerek slogan atmakla, yürümekle ve ağdalı “ADALET” başlıklı süslü ve soslu nutuklar atmakla gelmez!.. Ancak hakkın hakim olması yani İslam’ım hakim olması ile gelir.
Adalet belirli bir grup insanın değil her düşünce ve her din mensubu insanın gereksinimidir. Bunu da gerçekten sağlayacak olan ancak Allah’tan bir yaşam tarzı olarak gelen hak din İslam’ın hakim olmasıdır. Bunun tek meşru yolu ve yöntemi olan Raşidi Hilafet Devletinin kurulmasıdır. Gerçekten adalet isteyenler, samimi bir şekilde bunun için çalışsınlar.!.. Gayrısı fasa fisodur, vesselam..
Bunun dışında adalet adresi aramak akıl işi değildir, abesle iştikaldir.!... Çağdaş cahiliyye sistemlerinden ve onların en bariz yönü olan Laik sistemden adalet beklemek, işte böylesi bir boş beklentidir. Çünkü Laiklik şirk sistemidir. Yani zulmün kaynağı ve en büyüğü olan sistemdir. Zira İslam’a göre şirk en büyük zulümdür… Nitekim Allahu Teala şöyle buyurmuştur:
اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظ۪يمٌ “..Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman 13)
اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْماً لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟ “Yoksa İslam dışı yönetim mi arıyorlar / istiyorlar? İyi akleden / anlayan bir toplum için hükmü bakımından Allah’tan daha doğru ve iyi kim vardır?” (Maide: 50)
Velhamdü Lillahi Rabbilaalemin. Velakibetu lilmuttakiin. Ve lâ udvâne illa alazzalimiin.
AHMED KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net