بسم الله الرحمن الرحيم

İSLAM’DA REFORM, YENİLENME, ÇAĞDAŞLAŞMA VE GÜNCELLEME GİBİ SÖYLEM VE EYLEMLER İLE İSLÂM’I TAHRİF ETMEK VE DEĞİŞTİRMEK GAYRETLERİNE

REDDİYE

İSLAM; DEĞİŞMEK İÇİN DEĞİL

DEĞİŞTİRMEK İÇİN GELMİŞTİR

 

Son günlerde, laik T.C. Devletinin başının; İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle kalkıp da bugün uygulayamazsınız. Böyle bir şey yok  sözleri ile İslâm’ı tahrif etmeye ve değiştirmeye yönelik şeytani gayretler tekrara depreşmiştir. Bu makale;

1-İslâm’ın ne olduğu,  2-“Güncelleme” tabirinin ne ifade ettiği, 3-“İslamı güncellemenin” İslamî terminolojideki karşılığının “bidat” olduğu, 4-Tarih boyunca İslâmı güncelleme ya da değiştirme gayretlerine bir kısa bakışı, 5-İslâm’ın değişmek için değil değiştirmek için geldiği hakikatini ele alacağız inşallah.

1-İslam Ne Demektir?

İslam; inanç konuları, ibadetler, muamelât, ukubât, ahlâk ile bir bütün halinde tamamlanmış kâmil tek hak dindir. O, parçalanmaz bir bütündür. Eksiği yoktur ki tamamlanmaya ihtiyaç duysun, fazlası yoktur ki, terk edilmeye ihtiyaç duysun.

Zira Allahu Teala, İslâm’ı vahiy yolu ile Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirmiş, tamamlamış, kemâle erdirmiş ve din olarak bize lütfetmiştir. Allahu Teala’nın katında tek hak din İslâm’dır. İslâm’dan başka bir din Allah katında geçerli değildir. Bu hakikatleri de Kur’an’ı Kerim’de gayet açık bir şekilde bize şöyle bildirmiştir:

اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪ينًاۜ    “..Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'a razı oldum. ..” (Mâide Suresi 3. Ayet)  

اِنَّ الدّ۪ينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ۠    “Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır…” (Âl-i İmrân Suresi 19. Ayet)

وَمَنْ يَبْتَغِ غَيْرَ الْاِسْلَامِ د۪ينًا فَلَنْ يُقْبَلَ مِنْهُۚ وَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ     “Kim İslam'dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de hüsrana / kayba uğrayanlardandır.” (Âl-i İmrân Suresi 85. Ayet)

Buna göre, İslâm’ın değişmesi, çağdaşlaşması yani güncelleşmesi gereğinden bahsetmek, İslâm’ın Allahu Teala tarafından oluşturulmuş bütünlüğünü ve kemâliyetini tahrif etmek / bozmak teşebbüsünden başka bir şey ifade etmez. Buna da ancak şeytan ve avaneleri kafirler, müşrikler, küfrün önderleri ve devletleri tağutlar teşebbüs ederler. Nitekim tarih boyunca da Allah’ın emirlerini, dinini beğenmeyenler / hoş bulmayanlar ve değiştirmek için uğraşanlar hep olagelmiştir.

 

 2-“Güncelleme” tabiri neyi ifade etmektedir?

Güncelleme: Güne uyarlama demektir.

İngilizce karşılığı; “update”dir. Günümüzde daha çok bilgisayar yazılım programlarının güncellenmesinde kullanılmaktadır. Yani bununla; bir programın ilave ve çıkartmalarla oluşturulmuş yeni versiyonu / uyarlaması / sürümü ile değiştirilmesi kast edilmektedir.

 Arapça karşılığı;  تجديد  - “Tecdîd”/ “yenileme”,  تبديل  -  “tebdîl” / “başka bir şey ile değiştirmek”  تحديث  - “tahdîs” /  “modernize etmek, yenilemek”  ya da   إحداث  - “ihdâs” / “yeni şey ortaya koymak, türetmek” şeklindedir.

Güncelleme  yani güne uyarlama ile kast edilen; elbette ki “gün” denilen zaman dilimine uyarlama değildir. Fakat o zaman dilimindeki, duruma, ortama, baskın sisteme, kültüre, değerlere, yaşam tarzına uyarlamadır. “Muasırlaşmak / çağdaşlaşmak”, “modernleşmek” ve “zamana uymak” gibi tabirler ile kast edilen de odur. Yani o çağdaki, o zamandaki yaşam biçimine / tarzına uyarlamaktır. “Çağdaşlaştırmak” demek, o çağda yaşamayı sağlamak demek değildir. Zira o çağda, o zaman diliminde yaşayan herkes doğal olarak çağdaştır. Kast edilen bu değildir. Fakat kast edilen; o zaman dilimindeki, baskın yaşam tarzını, değerlerini, ölçülerini, sistemlerini, kavram ve kuramlarını benimsemek ya da onlara göre kendisini değiştirmek demektir.

Zamanın değişmesi ile İslam hükümleri değişmez!.

T.C. Devletinin başı; “İslam’ın güncellenmesinin gerektiğinden”  bahsederken Mecelle’den,  “zamanın değişmesi ile ahkamın değişmesi kaçınılmazdır” manasındaki maddeyi delil olarak ileri sürmektedir, Mecelle sanki bir Şeri delilmiş gibi!.. Halbu ki bu söz, böylesi genel hali ile yanlıştır. Zira “ahkam” tabiri sınırlandırılmamıştır. İslam’ın tüm ahkâmını / hükümlerini kapsamaktadır. “Zaman” kavramı da muğlaktır. Bu söz ile şu kastedilmiş olabilir:

İslam, meşru yöneticiye / Halifeye Şeriatın uygulanması ve Şeriatın belirlediği hak ve maslahatların gerçekleştirilmesi ve adil bir şekilde hak sahiplerine dağıtılması işlerinin tanzimi için gerekli olan; - Şeri hükümlerden yani İslâm hükümlerinden olmayıp akli hükümlerden olan - yönetmelikler, genelgeler gibi idari kanunların zamanla oluşan yeni şartlara ve ihtiyaçlara göre değişmesidir. Yoksa ister nas ile ister içtihad ile olsun, İslam ahkamının / hükümlerinin değişmesi söz konusu olmaz.  

Bazı kişiler; “nassın getirmiş olduğu hükümler değişmez, fakat içtihad ile belirlenen hükümler niçin değişmesin?” diyebilir. Deriz ki:

İçtihad; nassın (ayet ya da sünnetin metninin) açıkça bir hüküm beyan etmediği konularda, Şeri usule uygun bir biçimde, nasların delâletlerinden o konu hakkındaki hükmü istinbat ya da istihraç etmektir, yani çıkartmaktır. İçtihad, yalın bir şahsi görüş değildir.

Müçtehid / içtihad yapan kimse; hiçbir ön kabul, kaygı, yargı olmaksızın sadece o konuda Allahu Teala’nın hitabına yani hükmüne ulaşmak için usulüne uygun olarak yapmış olduğu içtihadından sonra vardığı sonuç yani hüküm kendisi hakkında Allahu Teala’nın hükmüdür. İçtihadına mesnet delilin yani ayet ya da sünnetin sübutu ve delaleti hakkındaki kanaati değişmedikçe içtihadını terk edemez ya da değiştiremez. Müçtehide tabi olan ya da onu taklid eden kişi hakkında da onun içtihadı Allah’ın hükmüdür. O içtihadın dayandığı delilin ve delillendirme keyfiyetinin doğruluğu hakkındaki kanaati değişmedikçe müçtehide tabi olan kişi de o içtihadı terk edemez. Müçtehidin güvenirliği hakkındaki kanaati, güvenilir bir şahitliğe dayanarak değişmedikçe onu taklid eden kişi de o içtihadı terk edemez. Çünkü Allahu Teala’nın açığa çıkan hükmü karşısında hiçbir mü’min için o hükme teslim olmaktan başka bir seçenek yoktur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا    “Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzâb Suresi 36. Ayet)

Ancak aynı konuda başka bir müçtehid, usulüne uygun olarak başka bir içtihad yapabilir, bunun önü kapalı değildir. Ya da yeni meseleler hakkında da usulüne uygun içtihadlar yapılabilir ve yapılmalıdır. Fakat bu, müctehid vasfına sahip kişiler tarafından yapılmalıdır. Bunun şartlarını, yapacağı iş ortaya koymaktadır. İçtihad işi, bir konuda Allahu Teala’nın hükmünü ortaya çıkartmak işidir. Dolayısı ile bu işi yapacak olan kimse; her şeyden önce özü sözü ve eylemi tutarlı samimi muttaki mü’min olmalıdır. Kur’an ve Sünnetin diline ve o dilin ilimlerine yani fasih Arapça ve ilimlerine vakıf olmalıdır. Kur’an ve Sünneti anlama usulüne, ilimlerine ve terimlerine vakıf olmalıdır. Bu ilimleri vakıa ile irtibatlandırarak sonuca varmak için zihni berraklığa ve yeterliliğe sahip olmalıdır.

Ayrıca hiçbir müçtehid içtihad yaparken; devlet ne der, toplum ne tepki verir, zorluk- kolaylık, fayda- zarar kaygısı ya da bir ön kabulünü veya önyargısını ispatlama niyeti taşıyamaz. Böylesi art niyet ve kaygılarla yapılan içtihad, kim tarafından yapılırsa yapılsın, ünvanı ve sıfatı ne olursa olsun, meşru bir içtihad olmaz. O ancak heva heves ürünü bir hüküm olur, dolayısıyla red olunur. Her şeye rağmen sadece Allahu Teala’nın rızasını gaye edinerek, sadece Allahu Teala’nın o konudaki hükmünü ortaya çıkarmak için ihlasla ve özenle cehd sarf ederse ona gerçek müçtehid ve yaptığı o işe de içtihad denilir.

Yapılan içtihada hemen herkesin uymak zorunluluğu yoktur. Zira içtihada uymak, içtihadın dayandığı delil ve delillendirme şekli hakkında kişide oluşan kanaate bağlıdır. Olumlu kanaat oluştuğunda o kişi hakkında o konuda Allahu Teala’nın hükmü açığa çıkmıştır ve başka bir seçeneği kalmamıştır. Ona uymak zorundadır. Kanaati yine bir Şeri delile ve anlayışa dayanarak değişince de o içtihada uyması caiz olmaz. Ancak Hilafet Devletinde meşru Halife o içtihadı kanun haline getirirse, o zaman tebaasından herkesin ona uyması zorunlu olur. Bu da Allahu Teala’nın şu emri gereğidir:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟     “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; Resule itaat edin ve sizden olan (Allah’ın indirdiği ile yöneten) emir sahiplerine (Halifeye ve görevlendirdiği yöneticilere) de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah'a ve elçisine döndürün. Şayet Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.” (Nisâ Suresi 59. Ayet)

Dolayısıyla zamanın değişmesi, İslam’ın nassın gösterdiği hükmünü de içtihad ile elde edilen hükmünü de değiştirmez. Ancak zamanla ortaya çıkan yeni meseleler hakkında nassın hükmü yoksa, içtihad ile Şeri hükümler tespit edilir. Hakkında içtihad yapılmış bir mesele hakkında da usulüne uygun olarak müçtehidler tarafından yeni içtihadlar da yapılabilir. Bu, güncelleme değildir. İslam ile yani Allah’ın hükümleri yolu ile eski ya da yeni sorunları çözmektir.

İşte İslam’ın güncelleşmesi yani çağdaşlaşması ile kast edilen de bu çağda ya da bu zaman dilimindeki baskın yaşam tarzına, değerlerine, sistemlerine, ideolojilerine yani moderniteye, demokrasiye, kapitalizme, sosyalizme, laikliğe, ulusalcılığa ve bunların kavramlarına, ilkelerine, kuramlarına “evrensel değerler” yaftası ile İslam’ı uyarlamaktır. Yani İslam’ı o çağdaş cahiliyye kalıbına göre değiştirmektir. Bununla da yapılmak istenilen; “ılımlı islam”, “Amerikan islamı”, “Avrupa islamı”, “Türk - islam sentezi”, “Anadolu islamı”, “diyalog islamı”, “mistik islam”, “seküler islam”  gibi çağdaş cahiliyye normlarına, kalıplarına göre şekillenmiş, Tevhid akidesinden ve Resulullah Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellemin getirmiş olduğu risâletten kopuk, hak batıl karışımı “uyduruk bir islam algısını”  pazarlamak ve insanları Allah yolundan saptırmak ya da Allah yoluna girmelerini engellemektir. Nitekim bu amaç doğrultusunda; Türkiye, Fransa, İngiltere, Almanya, ABD, Hollanda gibi tüm çağdaş laik tağuti devletler, “İslâm enstitüleri”, “İslam diyanet kurumları”, “İslam fetva kurulları” gibi resmi kurumlar kurmaktadırlar ve masraflarını devlet bütçesinden karşılamaktadırlar.  

Çünkü Allah’ın Resulü Muhammed  Sallallahu Aleyhi Vesellemin getirmiş olduğu İslâm, tüm çağdaş cahiliyye sistemleri ve çağdaş tağutlar için en büyük tehlike oluşturmaktadır. Bütün dünyada “İslâm’ın güncellenmesi gerektiğine” dair söylemler ile yapılmak istenilen, işte bu tehlikeyi(!) ortadan kaldırmaya yönelik bir küresel şeytâni projeyi gerçekleştirme çabasıdır. Fakat bütün çabaları boşunadır. Çünkü Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ     “Şüphe yok ki, Ayetleri görmezlikten gelenler (kâfirler), mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak ve saptırmak için harcarlar ve harcayacaklardır. Sonra bu mallar onlara bir iç acısı olacak, sonra da yenilgiye uğrayacaklardır. İnkâr edenler toplanıp cehenneme sürüleceklerdir.” (Enfâl Suresi 36. Ayet)

İslâm’ın güncellenmesi gerektiği  ile Kastım o değildi demek, bu gerçeği değiştirmez. Zira söylenen budur, bundan da yukarıda izah edilenden başkası anlaşılmaz. İnsanlar söylenen söze bakarlar, nefiste / özde olanı, kastı, niyeti nereden bilsinler!.. Dolayısı ile kişi ancak; özü sözü işi bir olursa mü’min olur, güven veren olur, yoksa sadece “ben de müminim” demesi kendisine güven duyulması için yeterli değildir.

 

3-Tarih boyunca İslâm’ı değiştirme gayretlerine bir bakış

Kişi bir şeyi niçin değiştirmek ister?!. Aslında, “değiştirmek”; memnuniyetsizliğin tezahürüdür. Kişi, var olandan ya da yeni gelenden memnun, hoşnut olmayınca ya da yetersiz bulunca ona karşı gelir ya da onu değiştirmek ister.

Nitekim İblis / Şeytan, Allahu Teala’nın;  اسْجُدُوا لِاٰدَمَ   “Adem'e secde edin” emrini kibirlenerek beğenmedi, hoşlanmadı da gereğini yapmayı terk etti. Çünkü onun özünde kibir, böbürlenme, haset, kendisini beğenmişlik illeti vardı. O, bu illete teslim olup ebedi lânete, aşağılanmaya ve cezaya müstehak oldu.  Bunu Allahu Teala şöyle haber vermiştir:

وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ    قَالَ مَا مَنَعَكَ اَلَّا تَسْجُدَ اِذْ اَمَرْتُكَۜ قَالَ اَنَا۬ خَيْرٌ مِنْهُۚ خَلَقْتَن۪ي مِنْ نَارٍ وَخَلَقْتَهُ مِنْ ط۪ينٍ    قَالَ فَاهْبِطْ مِنْهَا فَمَا يَكُونُ لَكَ اَنْ تَتَكَبَّرَ ف۪يهَا فَاخْرُجْ اِنَّكَ مِنَ الصَّاغِر۪ينَ     “And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Adem'e secde edin" dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.    Allah; “Sana emrettiğim zaman seni secde etmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da); “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi.     Allah; “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi.” (A’râf Suresi 11, 12, 13. Ayetler)

İnsanları cehaletten, dalaletten, zulumâttan, zulümden, fesattan ve zilletten kurtarıp hidayete, ilme, aydınlık dolu dosdoğru yola, adalete izzete ve esenliğe çıkartacak olan din ile yani İslâm ile geldiklerinde; heva hevesleri doğrultusunda insanları kula kulluk zilletine düşüren, sömüren tağutlar, nebilerden ve getirmiş oldukları İslâm’dan hoşnut olmamışlardır. Getirdiklerinin “çağdaş” olmadığını yani atalarından kalma kurulu baskın dinlerine ya da düzenlerine uymadığını söyleyerek nebilerin İslâm’ı tebliğ etmek faaliyetlerine engel olmaya çalışmışlardır. Nebileri dinden sapmakla da itham etmişlerdir. Allah’ın kendisine indirmiş olduğu ve insanlara tebliğ etmekle görevlendirdiği İslâm’ı insanlara ulaştırma faaliyetlerine baskı, şiddet, tehdit, zulüm ve karalama yöntemleri ile engel olmaya çalışmışlardır. Zaman zaman da o getirdiğini yani “İslâm’ı değiştirmesi” talebi ile uzlaşma yoluna girmişlerdir. Kur’an’ı Kerim nebilerin kıssaları ile bunlardan bize haber vermektedir. İşte birkaç ayet:

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ   “Ne zaman onlara: 'Allah'ın indirdiklerine uyun' denilse, onlar: 'Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız' derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara Suresi 170. Ayet)

قَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ     قَدِ افْتَرَيْنَا عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اِنْ عُدْنَا ف۪ي مِلَّتِكُمْ بَعْدَ اِذْ نَجّٰينَا اللّٰهُ مِنْهَاۜ وَمَا يَكُونُ لَنَٓا اَنْ نَعُودَ ف۪يهَٓا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ رَبُّنَاۜ وَسِعَ رَبُّنَا كُلَّ شَيْءٍ عِلْمًاۜ عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۜ رَبَّنَا افْتَحْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ قَوْمِنَا بِالْحَقِّ وَاَنْتَ خَيْرُ الْفَاتِح۪ينَ     وَقَالَ الْمَلَاُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَئِنِ اتَّبَعْتُمْ شُعَيْبًا اِنَّكُمْ اِذًا لَخَاسِرُونَ     “Şu’ayb’ın kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu’ayb! Andolsun, ya kesinlikle bizim milletimize (yaşam tarzımıza) dönersiniz ya da mutlaka seni ve seninle birlikte inananları memleketimizden çıkarırız.” Şu’ayb, “İstemesek de mi?” dedi.      “Allah, bizi sizin milletinizden (yaşam tarzınızdan) kurtardıktan sonra eğer ona dönersek mutlaka Allah’a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah’ın dilemesi olmadıkça, sizin milletinize (yaşam tarzımıza) dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz her şeyi ilmiyle kuşatmıştır. Biz yalnız Allah’a tevekkül ettik. Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”    Şu’ayb’ın kavminden inkâr eden ileri gelenler dediler ki: “(Ey ahali!) Andolsun ki eğer Şu’ayb’a uyarsanız, o takdirde mutlaka siz zarar edenler olursunuz.”  (A’râf Suresi 88, 89, 90. Ayetler)

وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍۙ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ لِقَٓاءَنَا ائْتِ بِقُرْاٰنٍ غَيْرِ هٰذَٓا اَوْ بَدِّلْهُۜ قُلْ مَا يَكُونُ ل۪ٓي اَنْ اُبَدِّلَهُ مِنْ تِلْقَٓائِ۬ نَفْس۪يۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ    “Ayetlerimiz kendilerine apaçık birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayanlar, “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir” dediler. De ki: “Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edecek olursam, elbette büyük bir günün azabından korkarım.” (Yûnus Suresi 15. Ayet)

Resulullah Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, ve onun nübüvvet metodu üzerinde yürümüş olan raşid halifeler döneminden sonra da çeşitli şer ve fitne odakları, ister devlet ister ise etkin şahıs ve gruplar olarak, “İslâm’ı güncelleme” yani kendi zaman dilimindeki baskın siyasi, kültürel akımlara ve eğilimlere göre uyarlama gayretlerinde bulunmuşlardır. Bu bağlamda tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında bir çok bilgi ve algı kirliliği ile tahrifat girişiminde bulunmuşlardır.

Emeviler ile birlikte devlet kendisini sanki mâlikü’l mülk / mülkün / ülkenin sahibi gördüğü gibi mâlikü’d Din / Dinin sahibi olarak da görmüştür. Çok azı müstesna, devlet yöneticileri, kendi heva hevesleri ya da siyasi ihtirasları ya da cehaletleri doğrultusundaki İslâm algılarını insanlara dayatma faaliyetlerinde bulunmuşlardır.

Nitekim Müslümanların tarihinde yöneticilerden kaynaklanan “fitne dönemleri”, “mihne dönemleri”, “zulüm dönemleri” ve “bidat ve hurafelerle dolu cehalet dönemleri” yaşanmıştır ve yaşanmaktadır. İşte bütün bunlar, “İslâm’ı güncelleme” faaliyetlerinin neticeleridir. Bu faaliyetler, “Müslümanım” diyenlerin İslâm algılarını darmadağan etmiştir. Onların İslâm algıları; Allahu Teala’nın Resulüne indirmiş olduğu ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in tebliğ etmiş olduğu, hiçbir cehaletin, hurafenin, bidatın, zulmün/ şirkin bulaşmadığı arı duru kendisine özgün, mü’minler için şifa / sorunlarına çözüm kaynağı, hidayet, nur / aydınlık olan İslâm değildir.

Bu İslâm, Allah’ın kitabı Kur’an’da ve Resulullah’ın Sünnetinde halen aynı tazelikte ve berraklıkta mevcuttur. Her ne kadar bugün hayatta etkinliği fazla görünür olmasa da hizbuşşeytan yani şeytanın partisi / taraftarları ve örgütleri olan tağuti devletler ve onların avaneleri işte o İslâm’dan rahatsızlar. Onun tamamen kendi hevaları/ arzuları doğrultusunda güncellenmesini istiyorlar.

Nitekim laik devletler de kendilerini mâlikü’l mülk / mülkün / ülkenin sahibi gördüğü gibi mâlikü’d Din / “Dinin sahibi”  olarak da görmektedirler. Hadleri olmadığı halde, Allah’ın dinini, kendi batıl ölçütlerine göre güncelleme, yani İslâm’a ayar verme teşebbüsünde bulunmaktadırlar. Bu hadsizliktir, red olunur. Hiçbir devletin özellikle de laik devletlerin ve diyanet, ilahiyat fakülteleri, fetva kurulları gibi kurumlarının “İslâm’a ayar vermesi” yani “güncelleme yapması” hak ve yetkisi yoktur. Çünkü o kurumların ve mensuplarının kendi faaliyet alanlarını, yetkilerini belirleyen laik anayasa ve yasalar ile akılları ve iradeleri rehin alınmıştır. Nitekim Allah’ın emirleri ve yasakları, hükümleri çiğnenirken tamamen duyarsız ve tepkisiz kalırken, devletin talimatı doğrultusunda hemen hazır ol vaziyeti alıp harekete geçiyor olmaları bunun kanıtıdır. Laik devletlerin ve o kurumlarının bu tür tavırları din istismarıdır. Dolayısıyla bunların İslâm adına konuşmaları muteber olamaz.

 

4-İslâm’ı güncellemenin İslâmi terminolojideki karşılığı “bidat”tır

Çünkü Allahu Teala’nın vahiy yolu ile indirmiş olduğu ve Resulullah’ın tebliğ etmiş olduğu din tamamlanmış mütekâmil bir dindir. Hiçbir eksiği yoktur ki ona yeni bir şey ilave edilsin, hiçbir fazlalığı yoktur ki atılsın ve geçersiz sayılsın.

Güncelleme işleminde ilaveler ve çıkartmalar yapılır. Çıkartma işlemine de İslâm’dandır denilecek, ilave işlemine de İslâm’dandır denilecektir. Allahu Teala Kur’an’ı Kerim’de bunu kesinlikle red etmiştir. Şöyle ki:

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقًا يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ    “Onlardan bir takımı, Kitap’tan sanasınız diye, Kitaptan okur gibi dillerini eğip bükerler. Ama o, Kitaptan değildir. “O Allah katındandır.” derler, ama Allah katından da değildir. Allah’a karşı bile bile yalan söylerler.(Âl-i İmrân Suresi 78. Ayet)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْرًا لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا   “Ey insanlar! Resul size Rabbinizden hakkı getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ Suresi 170. Ayet)

فَذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّۚ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ اِلَّا الضَّلَالُۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ    “İşte bu, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?” (Yûnus Suresi 32. Ayet) 

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاط۪ي مُسْتَق۪يمًا فَاتَّبِعُوهُۚ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِه۪ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ   “Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye buyurmaktadır.” (En’âm Suresi 153. Ayet)

 قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ    “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana (Resule) uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet)

Bidat; Allah’ın resulüne indirdiği dinden olmadığı halde, sonradan “bu da dindendir” denilen her ibadet, adet, fikir, hüküm, düzen, ameldir. Hakkın dışında olan her şey insanlar beğenmiş olsalar da batıldır. Bidat, dini ifsat etmenin hak ile batılı karıştırmanın kapısıdır. Bunu da Allahu Teala kesinlikle yasaklamıştır:

وَلَا تَلْبِسُوا الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُوا الْحَقَّ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ    “Hakkı batıla karıştırmayın ve bile bile hakkı gizlemeyin.” (Bakara Suresi 42. Ayet)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de bidatın kötülüğüne ve red edilmesi gerektiğine şöyle vurgu yapmıştır:

مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ فِيهِ فَهُوَ رَدٌّ      “Kim bizim bu dinimizde ondan olmayan bir şey ortaya çıkarırsa, o red olunur / o şey kabul edilmez.” (Buhari 2499, Müslim 3242)

أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّ خَيْرَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ وَخَيْرُ الْهُدَى هُدَى مُحَمَّدٍ وَشَرُّ الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ     “..Bundan sonra söyleyeceğim şudur ki: Sözün en hayırlısı Allah’ın kitabıdır. Yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en kötüsü, sonradan ortaya çıkarılmış olanlarıdır. Her bid’at dalâlettir / sapıklıktır..” (Müslim 1435)

إِنَّ أَصْدَقَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللَّهِ وَأَحْسَنَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ وَشَرُّ الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ وَكُلُّ ضَلَالَةٍ فِي النَّارِ    “Sözlerin en doğrusu Allah’ın Kitabıdır, yolların en hayırlısı Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi sonradan ortaya çıkarılmış olanlarıdır. Sonradan ortaya çıkarılmış olan her şey bid’attır, her bid’at dalalettir ve her dalalet ateştedir.” (Sünen Nesâi 1560)

لم يكن نبي قط إلا كان له من أمته حواريون ، وأصحاب يتبعون أمره ، ويهتدون بسنته ، ثم يأتي من بعد ذلك أمراء يقولون ما لا يفعلون ، ويفعلون ما لا يؤمرون يغيرون السنن ، ويظهرون البدع ، فمن جاهدهم بيده ، فهو مؤمن ، ومن جاهدهم بلسانه ، فهو مؤمن ، ومن جاهدهم بقلبه ، فهو مؤمن ، وليس وراء ذلك من الإيمان مثقال  حبة خردل     “Hiçbir Nebi yoktur ki; mutlaka onun ümmeti arasından emrine uyan ve sünneti ile yol bulan, birtakım havarileri ve ashabı olmuştur. Daha sonra onların yerine birtakım emirler/ yöneticiler gelir, yapmadıkları şeyi söyler, emrolunmadıkları işleri yaparlar. Sünnetleri değiştirirler ve bidatları açığa çıkarırlar. Bunlara karşı eliyle cihad eden kimse mü'mindir, diliyle cihad eden mü'mindir, kalbiyle cihad eden mü'mindir. Bunun ötesinde ise imandan hardal tanesi kadar dahi bir şey yoktur. "  (İbn Battah,  El-İbâne el-Kübrâ  55)

أَبَى اللَّهُ أَنْ يَقْبَلَ عَمَلَ صَاحِبِ بِدْعَةٍ حَتَّى يَدَعَ بِدْعَتَهُ   “Bidat sahibi, bidatını terk edesiye kadar Allah amelini kabul etmez.” (Sünen İbn Mâce 49)

إن الله تعالى حجز التوبة عن كل صاحب بدعة    “Allah, her bidat sahibinden tövbe etmeyi engeller.(Beyhaki, Şu’ubu’l İmân)

من وقر صاحب بدعة  فقد أعان على هدم الإسلام   “Bidat sahibine saygı gösteren kimse, İslâm’ın yıkılışına yardım etmiş olur.” (Taberâni, el-Mu'cemu'l-Evsât 6963, Beyhaki, Şu’ubu’l İmân 9144)

من انتهر صاحب بدعة ملأ الله قلبه أمنا وإيمانا ، ومن أهان صاحب بدعة أمنه الله يوم الفزع الأكبر ، ومن ألان له وأكرمه أو لقيه ببشر فقد استخف بما أنزل على محمد صلى الله عليه وسلم     “Bidat sahibini azarlayan kimsenin kalbine Allah güven ve iman doldurur. Bidat sahibini küçümseyen kimseyi en büyük korku günü Allah emin / güvende kılar. Bidat sahibine yumuşak davranan, ikramda bulunan / değer veren ya da onu güler yüzle karşılayan kimse, Allah’ın Muhammed’e Sallallahu Aleyhi Vesellem’e indirdiğini hafife almış / küçümsemiş olur.” (Müsned Eş-Şehâb El-Kazâ’î, 509)

Güncelleme şeklinde yapılan iş, içtihad değil, bidat olur. O da kim yaparsa yapsın red olunur.

 

5-İslam değişmek için değil, değiştirmek için gelmiştir

Bunu da şu şekilde yapmaktadır:

* Resulünün hidayet ve tek hak din olan İslam ile gönderiliş gayesinin, hayatın ve yeryüzünün tamamında İslam’ı hakim kılmak olduğunu Allahu Teala şu ayeti kerimeler ile bildirmiştir:

يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ     هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ     Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar.  Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.      Müşrikler  hoşlanmasalar da / istemese de O dini (İslam'ı) bütün dinlere üstün / hakim kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O'dur.” (Tevbe Suresi 32, 33. Ayetler)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Allah’ın kelimesi olan İslam’ı Arap Yarımadasına hakim kılmıştır. Tüm yeryüzüne hakim kılma işini de ümmetine dava olarak bırakmıştır. Bunu da şu ayeti kerime ortaya koymaktadır:

قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ين    وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪ير    وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ    İnkar edenlere, eğer (Allah yolundan saptırma uğraşılarına) son verirlerse, geçmişlerinin bağışlanacağını ve tekrar başlarlarsa evvelkilerin hükmünün uygulanacağını söyle.     Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.  Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.     Geri dönerlerse, bilin ki gerçekten Allah, sizin mevlanızdır. O, ne güzel mevladır ve ne güzel yardımcıdır.” (Enfâl Suresi 38, 39, 40. Ayetler)

*Sadece Resulullah’ın getirdiğini almak nehy ettiğini terk etmek ve Resulün getirdiğne tabi olmak / uymak talep edilmiştir, başka dinlere veya yollara uymak yasaklanmıştır:

وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِۢ      “Elçi size ne verirse onu alın ve sizi neden men ederse ondan geri durun.  Allah'tan çekinerek korunun; Allah'ın cezası pek ağır olur.”  (Haşr Suresi 7. Ayet)

وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ    اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ     “Siz farkında olmadan ansızın başınıza azap gelmeden önce, Rabbinizden size indirilen en güzel kitaba uyunuz ki, hiçbir insan, “Allah'a karşı aşırı gittiğim, küçümseyenlerden biri olduğum için yazıklar olsun bana!” demesin.”  (Zümer Suresi 56. Ayet)

اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَ     “Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?(A’râf Suresi 3. Ayet)

قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنّ۪ي رَسُولُ اللّٰهِ اِلَيْكُمْ جَم۪يعًاۨ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۖ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِيِّ الْاُمِّيِّ الَّذ۪ي يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِه۪ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ      “De ki “Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın gönderdiği elçiyim. Göklerde ve yerde mülk ve hâkimiyet O’na aittir. O’ndan başka ilah yoktur. Hayat veren ve öldüren O’dur. Siz Allah’a ve nebî olan ümmi resulüne inanıp güvenin. O Resul de Allah’a ve O’nun sözlerine inanıp güvenir. Ona (Nebi olan resule) uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’râf Suresi 158. Ayet)

وَهٰذَا كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ مُبَارَكٌ فَاتَّبِعُوهُ وَاتَّقُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَۙ     “Bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bereket kaynağı bir kitaptır. Artık ona uyun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.(En’âm Suresi 155. Ayet)

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ    يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ       “Ey Ehl-i Kitap! Size, Kitap’tan gizlediğiniz birçok şeyi ortaya çıkaran, birçoğuna da dokunmayan Elçimiz geldi. Size Allah’tan bir nur ve açık bir kitap geldi.     Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.” (Mâide Suresi 15, 16. Ayetler)

وَمَنْ يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدٰى وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَب۪يلِ الْمُؤْمِن۪ينَ نُوَلِّه۪ مَا تَوَلّٰى وَنُصْلِه۪ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا    “Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim bu Elçiden ayrılır ve müminlerin yolundan başka yola girerse onu, saptığı yolda bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!” (Nisâ Suresi 115. Ayet)

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ     قُلْ اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَالرَّسُولَۚ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ     “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.      De ki: Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.”  (Âl-i İmrân Suresi 31, 32. Ayet)

*Müşrikler, kafirler hoşlanmasalar da Hakkı zahir / hakim kılıp batılı yok etmeyi talep etmiştir. Şu ayetlerde olduğu gibi:

هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ۟      “Elçisini hidayetle ve hak din ile gönderen Allah’tır. Müşrikler hoşlanmasa da Allah bu dini, bütün dinlerin üzerine çıkarmak için göndermiştir.(Saff Suresi 9. Ayet, Tevbe Suresi 33. Ayet)

يُر۪يدُونَ لِيُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ     “Bunlar, Allah’ın nurunu (Kur’an’ı) ağızları ile söndürmek isterler. Kafirler hoşlanmasa da Allah, nurunu tamamlayacaktır.(Saff Suresi 8. Ayet)

وَقُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُۜ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا    وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ وَلَا يَز۪يدُ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا خَسَارًا     “De ki “Hak / Gerçek geldi, batıl / uydurma yok oldu. Çünkü batıl / uydurma olan yok olup gider.       Kur’ân’da, inanıp güvenenler için şifa ve rahmet olan şeyler indiririz. Bunlar zalimler / yanlış yapanların sadece yıkımını artırır.” (İsrâ Suresi 81. Ayet)

فَادْعُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ    “O halde siz, dini Allah için halis kılarak hep ona davet edin / çağırın isterse kâfirler hoşlanmasınlar.” (Mü’min Suresi 14. Ayet)

اَمْ يَقُولُونَ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلْ جَٓاءَهُمْ بِالْحَقِّ وَاَكْثَرُهُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ   وَلَوِ اتَّبَعَ الْحَقُّ اَهْوَٓاءَهُمْ لَفَسَدَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ بَلْ اَتَيْنَاهُمْ بِذِكْرِهِمْ فَهُمْ عَنْ ذِكْرِهِمْ مُعْرِضُونَۜ     “Yoksa onda delilik olduğunu mu söylüyorlar? Hayır, o onlara hakkı / gerçeği getirdi, ama pek çoğu haktan hoşlanmıyorlar.    Eğer hak onların arzularına göre şekillenseydi göklerin, yerin ve onlarda olan kimselerin düzeni bozulurdu. Onlara içlerindeki zikri / doğru bilgiyi getirdik. Onlar kendi doğrularından kaçınıyorlar.” (Mü’minûn Suresi 70, 71. Ayet)

وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَ۟    “Suçluların hoşuna gitmese de, Allah, hakkı sözleriyle gerçekleştirecektir.(Yûnus Suresi 82. Ayet)

لِيُحِقَّ الْحَقَّ وَيُبْطِلَ الْبَاطِلَ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَۚ    “O suçlular istemeseler bile gerçeği ortaya çıkarıp yanlışı ortadan kaldıracağını, bu şekilde gösterecekti.” (Enfâl Suresi 8. Ayet)

*İnsanları şeytana, tagutlara kulluk yapmayıp sadece Allah’a kulluk yapmaya davet etmektedir:

اَلَمْ اَعْهَدْ اِلَيْكُمْ يَا بَن۪ٓي اٰدَمَ اَنْ لَا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَۚ اِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُب۪ينٌۙ    وَاَنِ اعْبُدُون۪يۜ هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَق۪يمٌ      “Ey âdemoğulları, size sorumluluk yüklemedim mi? Şeytan’a kul olmayın, o sizin açık düşmanınızdır.   Bana kul olun, doğru yol budur” demedim mi ?” (Yâsîn Suresi 60, 61. Ayet)

لَٓا اِكْرَاهَ فِي الدّ۪ينِ قَدْ تَبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّۚ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِنْ بِاللّٰهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقٰىۗ لَا انْفِصَامَ لَهَاۜ وَاللّٰهُ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ       اَللّٰهُ وَلِيُّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۙ يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمُ الطَّاغُوتُۙ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ اِلَى الظُّلُمَاتِۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟       Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O hâlde, kim tâğûtu inkar edip / reddedip  Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.       Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.”  (Bakara Suresi 256, 257. Ayet)

وَلَقَدْ بَعَثْنَا ف۪ي كُلِّ اُمَّةٍ رَسُولًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَۚ فَمِنْهُمْ مَنْ هَدَى اللّٰهُ وَمِنْهُمْ مَنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلَالَةُۜ فَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ       “Biz her ümmete (topluma) elçi gönderdik; Allah’a kul olsunlar ve tağuttan uzak dursunlar diye. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu, sapıklığı hak etmiş olanlar da. Yeryüzünü dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Nahl Suresi 36. Ayet)

وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِ    اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ      “Taguttan uzak duranlar, onlara kulluk etmeyip Allah’a yönelenler, işte onlar için müjde vardır. Sen kullarıma müjdeyi ver.    Sözü dinleyip en güzeline uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. Onlar, sağlam duruşlu olanlardır.” (Zümer Suresi 17, 18. Ayet)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا     “Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağutu red etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, tağut ile yönetilmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.(Nisâ Suresi 60. Ayet) 

*Allah’ın indirdikleri ile yönetmeyi, insanların heva hevesi doğrultusundaki arzularına tabi olmamayı talep etmiştir:

يَا دَاوُ۫دُ اِنَّا جَعَلْنَاكَ خَل۪يفَةً فِي الْاَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعِ الْهَوٰى فَيُضِلَّكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَضِلُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ بِمَا نَسُوا يَوْمَ الْحِسَابِ۟    “Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde halife (yönetici) kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet / yönet, hevaya / istek ve tutkulara uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı şiddetli bir azab vardır.” (Sâd Suresi 26. Ayet)

وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ عَمَّا جَٓاءَكَ مِنَ الْحَقِّۜ     “Sana da geçmiş kitapları tasdik eden ve onlar üzerinde hakim olan Kitabı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. ..” (Mâide Suresi 48. Ayet)

وَاَنِ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ اَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكَۜ فَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمْ اَنَّمَا يُر۪يدُ اللّٰهُ اَنْ يُص۪يبَهُمْ بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْۜ وَاِنَّ كَث۪يرًا مِنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ     “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet; onların arzularına uyma. Dikkatli ol! Allah’ın indirdiği emirlerin herhangi birinden seni şaşırtabilirler. Yüz çevirirlerse bil ki bazı günahlarına karşılık Allah, kesinlikle onların başına bir kötülük gelmesini istiyordur. Zaten insanların çoğu yoldan çıkmıştır.” (Mâide Suresi 49. Ayet)

وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ     “..Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide Suresi 44. Ayet)

*Adaleti hakim kılmayı talep etmiştir:

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا    “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ Suresi 58. Ayet)

اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْاِحْسَانِ وَا۪يتَٓائِ ذِي الْقُرْبٰى وَيَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِ وَالْبَغْيِۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ    “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi 90. Ayet)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ بِالْقِسْطِ شُهَدَٓاءَ لِلّٰهِ وَلَوْ عَلٰٓى اَنْفُسِكُمْ اَوِ الْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَۚ اِنْ يَكُنْ غَنِيًّا اَوْ فَق۪يرًا فَاللّٰهُ اَوْلٰى بِهِمَا فَلَا تَتَّبِعُوا الْهَوٰٓى اَنْ تَعْدِلُواۚ وَاِنْ تَلْوُٓ۫ا اَوْ تُعْرِضُوا فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا     “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutan ve kendiniz, ana babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz. Zira zengin de olsa, fakir de olsa, Allah ikisine de (sizden) daha yakındır. Nefsinizin arzusuna uyarak adaletten uzaklaşmayın. Eğer (şahitlik ederken) dilinizi eğer, bükerseniz veya çekinirseniz, şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ Suresi 135. Ayet)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُونُوا قَوَّام۪ينَ لِلّٰهِ شُهَدَٓاءَ بِالْقِسْطِۘ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ عَلٰٓى اَلَّا تَعْدِلُواۜ اِعْدِلُوا۠ هُوَ اَقْرَبُ لِلتَّقْوٰىۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ      “Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.” (Mâide Suresi 8. Ayet)

وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ      “Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamdır. O'nun sözleri yerine geçecek söz yoktur. O dinler, bilir.” (En’âm Suresi 115. Ayet)

قُلْ اَمَرَ رَبّ۪ي بِالْقِسْطِ۠ وَاَق۪يمُوا وُجُوهَكُمْ عِنْدَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ كَمَا بَدَاَكُمْ تَعُودُونَۜ      “De ki: "Rabbim bana adaleti emretti. Her mescidde yüzünüzü O'na doğrultun ve dini yalnız kendisine has kılarak O'na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi yine O'na döneceksiniz.” (A’râf Suresi 29. Ayet)

فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ      “Bütün bunlardan dolayı sen çağrını yap ve emredildiği gibi doğru ol, onların arzularına da uyma. De ki “Allah’ın indirdiği her kitaba inanırım. Ben aranızda adil davranma emri aldım. Allah bizim Sahibimizdir; sizin de Sahibinizdir. Bizim yaptığımız bizim, sizin yaptığınız sizindir. Bizimle sizin aranızda belgeye de ihtiyaç yoktur. Bizi bir araya getirecek olan Allah’tır. Dönüş O’nadır.” (Şûrâ Suresi 15. Ayet)

*Zulme ve zalime karşı çıkmak talep edilmiştir:

فَبَدَّلَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا قَوْلًا غَيْرَ الَّذ۪ي ق۪يلَ لَهُمْ فَاَنْزَلْنَا عَلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رِجْزًا مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ۟     “Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler. Biz de o zalimlerin yaptıkları bozgunculuğa karşılık, üzerlerine gökten iğrenç bir azab indirdik.” (Bakara Suresi 59. Ayet)

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوا مَا بَقِيَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ     فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا فَأْذَنُوا بِحَرْبٍ مِنَ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ وَاِنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤُ۫سُ اَمْوَالِكُمْۚ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ      “Ey inanıp güvenenler, Allah’tan çekinerek korunun! O’na gerçekten inanıp güveniyorsanız, kalan faiz alacaklarınızdan vazgeçin!     Eğer böyle yapmazsanız, Allah ve Resûlü ile savaşa girdiğinizi bilin. Eğer tövbe edecek olursanız, anaparalarınız sizindir. Böylece siz ne başkalarına zulüm etmiş olursunuz, ne de başkaları size zulüm etmiş olur.(Bakara Suresi 279. Ayet)

وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُوَ يُدْعٰٓى اِلَى الْاِسْلَامِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ     “İslâm'a çağrıldığı halde Allah hakkında asılsız şeyler uydurandan daha zâlim kimdir? Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Saff Suresi 7. Ayet)

وَلَا تَرْكَنُٓوا اِلَى الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا فَتَمَسَّكُمُ النَّارُۙ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ      “Zulüm edenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.” (Hûd Suresi 113. Ayet)

اَلَمْ تَرَ اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَۙ     وَاَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَۙ      اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا وَانْتَصَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا ظُلِمُواۜ وَسَيَعْلَمُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَيَّ مُنْقَلَبٍ يَنْقَلِبُونَ     “Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.     Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve zulme maruz kaldıktan / haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.” (Şu’arâ Suresi 225, 226, 227. Ayetleri)

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ     “Hem size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: "Ey Rabbimiz! Bizleri bu halkı zalim olan memleketten çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahip ve bize katından bir kurtarıcı gönder" diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların kurtarılması uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?(Nisâ Suresi 75. Ayet)

وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ     “Ayetlerimiz hakkında haddini aşanları görürsen başka konuşmaya geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık o zalim toplulukla bir arada olma.” (En’âm Suresi 68. Ayet)

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ اَنْ اِذَا سَمِعْتُمْ اٰيَاتِ اللّٰهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَاُ بِهَا فَلَا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۘ اِنَّكُمْ اِذًا مِثْلُهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ جَامِعُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْكَافِر۪ينَ ف۪ي جَهَنَّمَ جَم۪يعًاۙ    “Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) “Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisâ Suresi 140. Ayet)

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ     “Çok yakında gelecek olan o gün konusunda onları uyar. O, yüreklerin ağza geleceği, boğazların düğümleneceği gündür. Zalimlerin ne bir can yoldaşı olacak ne de sözü dinlenecek bir şefaatçısı.” (Mü’min Suresi 18. Ayet)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’den de şu rivayet edilmiştir:

“Ebu Dâvud Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem buyurdu ki:

إن أول ما دخل النقص على بني إسرائيل كان الرجل يلقى الرجل فيقول يا هذا اتق الله، ودع ما تصنع، فإنه لا يحل لك، ثم يلقاه من الغد، فلا يمنعه ذلك أن يكون أكيله وشريبه وقعيده، فلما فعلوا ذلك، ضرب الله قلوب بعضهم ببعض - ثم قال      “İsrailoğullarının ilk eksikliği şöyle başlamıştı. Onlardan birileri (münker işleyen) birisini ilk gördüğünde ona: Ey filan, Allah'tan kork ve yapmakta olduğun şu işi terk et. Çünkü bu işi yapmak senin için helal değildir der, fakat ertesi günü onunla karşılaşır, ancak bu durumu, onunla birlikte oturup yiyip içmesine engel teşkil etmezdi. Onlar bu işi yapınca, Allah da onların kalplerini birbirine çarptı."

Daha sonra Nebi şu ayetleri okudu:

لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ   كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ     تَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ    وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ      “İsrailoğullarından kafir olanlar / ayetleri görmezlikten gelenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü.     Yapmakta oldukları münker (haram ve çirkin iş)lerden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Yapmakta oldukları şey ne kötü idi!    Onların çoğunun, kafir olanlar / ayetleri görmezlikten gelen o kimselerle içli dışlı olduklarını göreceksin. Allah’ı kızdırarak kendileri için ne kötü bir gelecek hazırlarlar. Onlar sürekli azap içinde kalacaklardır.    Eğer Allah’a, Nebi'ye ve ona indirilmiş olana inanıp güvenmiş olsalardı onları veli (dost ve yardımcı) edinmezlerdi. Ama onların çoğu yoldan çıkmış fasıklardır.” (Mâide Suresi 78, 79, 80. Ayetler)

Sonra Nebi, şöyle buyurdu:

كلا والله لتأمرن بالمعروف ولتنهون عن المنكر، ولتأخذن على يد الظالم، ولتأطرنه على الحق أطراً، أو تقصرنه على الحق قصرا     "Allah'a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten alıkoyar, zalimin elini tutarak onun hakkın dışına çıkmasına fırsat vermez, yalnızca hak işlemeye mecbur edersiniz, yahut da Allah sizin de kalplerinizi birbirine çarpar ve onları lanetlediği gibi sizi de lanetler."  Bu hadisi Tirmizî de rivayet etmiştir.”  (Ebû Dâvud, Melâhim 17; Tirmizî, Tefsir 5. sûre; İbn Mâce, Fiten 20. - İmam Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmil’l-Kur’an, Buruc Yayınları: 6 / 335-336)

Bir başka rivayette Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:

انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذَا نَنْصُرُهُ مَظْلُومًا فَكَيْفَ نَنْصُرُهُ ظَالِمًا قَالَ تَأْخُذُ فَوْقَ يَدَيْهِ    “İster zalim olsun, ister mazlum olsun kardeşine yardım et.”  Oradakiler dediler ki;  ‘Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım edelim, fakat zalim ise nasıl yardım edebiliriz?’ O dedi ki:   “Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. İşte bu ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)

كلمة حق عند سلطان جائر أفضل الجهاد     “Cihad’ın en efdali, zalim sultanın karşısında hakkı söylemektir.”  (Ahmed Müsned: 3 / 19 . 10759 , S.Cami’us Sağîr: 1100)

*İslâm, marufu emretmeyi ve münkeri nehyetmeyi ve değiştirmeyi ümmet olarak, devlet olarak, kitle/ cemaat olarak ve fertler olarak Müslümanlara asli vazife kılmıştır. Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِۜ     “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker (İslam’a aykırı) olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz..” (Âl-i İmrân Suresi 110. Ayet)

اَلَّذ۪ينَ اِنْ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ اَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ وَاَمَرُوا بِالْمَعْرُوفِ وَنَهَوْا عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَلِلّٰهِ عَاقِبَةُ الْاُمُورِ    “Onlar öyle kimselerdir ki, şayet kendilerine yeryüzünde imkân ve iktidar versek, namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, marufu emreder ve münkeri yasaklarlar. Bütün işlerin âkıbeti Allah’a aittir.” (Hac Suresi 41. Ayet)

وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟     “Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti gerçekleştiren bir ümmet (topluluk) vardır.” (A’râf Suresi 181. Ayet)

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ    “Sizden; hayra (İslâm’a) çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir ümmet (kitle / topluluk) bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.(Âl-i İmrân Suresi 104. Ayet)

نَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ      “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.     Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, marufu emredip münkeri nehyederler ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.” (Tevbe Suresi 112, 111. Ayetler)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ    “Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. Marufu emreder, münkeri nehyederler, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”  (Tevbe Suresi 71. Ayet)

يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُسَارِعُونَ فِي الْخَيْرَاتِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ مِنَ الصَّالِح۪ينَ     “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. Marufu emrederler. Münkeri nehyederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âl-i İmrân Suresi 114. Ayet)

Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلِكَ أَضْعَفُ الْإِيمَانِ     “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin; buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin (onun kötülüğünü söylesin); buna da gücü yetmezse kalbiyle (ona buğzetsin). Bu ise imanın en zayıf derecesidir.(Müslim 70)

وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَتَأْمُرُنَّ بِالْمَعْرُوفِ وَلَتَنْهَوُنَّ عَنْ الْمُنْكَرِ أَوْ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عِقَابًا مِنْهُ ثُمَّ تَدْعُونَهُ فَلَا يُسْتَجَابُ لَكُمْ     “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.”  (Tirmizi, Sünen 2095)

إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ لَا يُعَذِّبُ الْعَامَّةَ بِعَمَلِ الْخَاصَّةِ حَتَّى يَرَوْا الْمُنْكَرَ بَيْنَ ظَهْرَانَيْهِمْ وَهُمْ قَادِرُونَ عَلَى أَنْ يُنْكِرُوهُ فَلَا يُنْكِرُوهُ فَإِذَا فَعَلُوا ذَلِكَ عَذَّبَ اللَّهُ الْخَاصَّةَ وَالْعَامَّةَ    “Muhakkak ki;  Allah, inkâra muktedir oldukları halde münkeri aralarında görüp de onu inkâr etmedikçe, özelin ameli nedeniyle genele azap etmez. Böyle yaptıklarında ise Allah hem özele hem de genele azap eder.” (Ahmed. B. Hanbel, Müsned 17057)

Şu bir gerçektir ki; günümüzde en büyük münker; çağdaş cahiliyenin gözdesi olan çağdaş tağutluk; laikliktir, kapitalizimdir, demokrasidir, ulusalcılıktır ve küreselciliktir. Yukarıdaki ayet ve hadislerin de gösterdiği gibi, biz mü’minler işte bunları inkar etmekle / reddetmekle, İslâm ile değiştirmekle emrolunduk.  

 

Velhasıl:

Bütün bu delillerle izahlar, İslâm’ın değişmek için değil değiştirmek için gelmiş olduğunu ortaya koymaktadır.

Değişmesi gereken;

-Hükümleri 1400 yıl önce konulmuş da olsa İslam değil, yanlış İslâm algılarıdır,

-Müslümanım diyen kitlelerin zihinlerini bidat ve hurafeler ile işgal ederek kirleten eski ve çağdaş cahiliyye tortularıdır.

-İslâm dışı değerler, yargılar, duygular ve nizamlarla şekillenen cahiliyye toplum yapısıdır.

İslâm asıl olandır, başka bir şeye uymaz.

-İslam topluma uymaz, toplum İslâm’a uymak zorundadır.

-İslâm devlete ve siyasi iradeye uymaz, devlet de siyasi irade de İslâm’a uymak zorundadır.

-İslâm dünyaya uymaz, dünya İslâm’a uymak zorundadır.

Çünkü İslâm, Alemlerin Rabbı ve Mâliki / Sahibi olan Allahu Teala’dan gelen Haktır. Allah’ın kelimesidir. Onun için;       الإسلام  أعلى لا يُعلى عليه    ”İslâm en üstün olandır, onun üstünde bir şey olmaz.”  

Dolayısıyla Allah’ın mülkünde ancak Allah’ın sözü geçer, başka sözler hükümsüzdür. Allah’ın mülkünde Allah’ın sözünün hakim olmasına yani İslâm’ın hayatın her alanına hakim olmasına yasak koymak, Allah’ın hakkını gasp etmek teşebbüsü olur. Bu da gayri meşrudur, red olunur.

Bu bağlamda;

-İslâm’ın hükümlerinin tarihsel olduğunu dolayısıyla günümüzde geçerli olmadığını söyleyen tarihselci söylemleri,

-İslâm’ın moderniteye göre yeniden yorumlanması ya da uyarlanması gerektiğini söyleyen modernist söylemleri,

-İslâm’ın yürürlükteki siyasi otoritenin ve cahiliyye toplumlarının arzuları doğrultusunda güncellenmesi gerektiği söylemlerini

kınıyor ve reddediyorum. Onların şerrinden Allah’a sığınıyorum.

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَۜ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ۟     “Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü Allah'tan daha güzel olan kimdir?” (Mâide Suresi 50. Ayet)

اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ يَزْعُمُونَ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُر۪يدُونَ اَنْ يَتَحَاكَمُٓوا اِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ اُمِرُٓوا اَنْ يَكْفُرُوا بِه۪ۜ وَيُر۪يدُ الشَّيْطَانُ اَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَع۪يدًا     “Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağutu red etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, tağut ile yönetilmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor.(Nisâ Suresi 60. Ayet) 

وَالَّذ۪ينَ اجْتَنَبُوا الطَّاغُوتَ اَنْ يَعْبُدُوهَا وَاَنَابُٓوا اِلَى اللّٰهِ لَهُمُ الْبُشْرٰىۚ فَبَشِّرْ عِبَادِ    اَلَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدٰيهُمُ اللّٰهُ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمْ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ      “Taguttan uzak duranlar, onlara kulluk etmeyip Allah’a yönelenler, işte onlar için müjde vardır. Sen kullarıma müjdeyi ver.    Sözü dinleyip en güzeline uyanları, Allah’ın doğru yola ileteceği müjdesini ver. Onlar, sağlam duruşlu olanlardır.” (Zümer Suresi 17, 18. Ayet)

 

29 / 03 / 2018

AHMED KILIÇKAYA

www.islamiyontem.net

    

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp