Hilafet bizim için ne ifade ediyor?

 

Hilafeti ucuzlatan ucuz insanlar

 

Hilafet aleyhinde geçmişte ( özellikle İngilizler başta olmak üzere ) çok sayıda sözüm ona ilmi toplantılar, ilmi yazılar kaleme alındığı malum. Amacını özetlersek, hilafet müessesesini sulandırarak, değerini düşürerek ortadan kaldırmak. Bu amaçla stratejik plan dahilinde öncelikle değerini düşürmek, hilafetin meşruluğunu tartışmaya açıp, Müslümanlar nezdindeki gücünü ve etkinliğini kırmaya yönelik çalışmalar yapmak. Elbette bu çalışmaların başında Hilafetin Kureyşiliği’ni kullanarak Osmanlı Hanedanının hilafetini sorgulamak geliyor. İslam Dünyası son asırda bile hilafetin Osmanlılarda kalmaması konusunda ciddi bir itiraz sergilememiştir. Çünkü böyle bir dertleri yoktu. Ayrıca yerine geçecek Osmanlı Hanedanı gibi güçlü siyasi kişilikler mevcut değildi.  Müslümanların Hilafeti tartışma konusu yapmaktan kaçındıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca hilafeti tartışma konusu yapanlara da hoş bakmamışlardır.

 

Diğer husus ise, hilafet müessesesinin Müslümanlar nezdindeki itibarını düşüremeyen batılı devlet ve kuruluşları, Osmanlı’nın İslam dünyasını koruması nedeniyle kendilerinin uğradığı zararı gidermek için, Hilafetin ya kaldırılmasını veya hakkını veremeyecek ve gücünü kullanamayacak birine devretmeleri. Buna en uygun düşebilecek olan siyasetin ise Müslümanların arasına fitne yayarak hilafetin Arapların hakkı olduğunu ileri sürmekti. Arap ileri gelenleri böyle bir çalışmanın Müslümanlar arasında tefrika amaçlı yapıldığını bilecek kadar idrak sahibi idiler. Araplar nezdinde bu çalışmalar ilgi uyandırmadı. Cemal Paşa’nın Suriye’deki idamları bile Hilafet üzerinde yaygın bir tartışmaya neden olmamıştır. Gerçi İttihatçıların icraatlarını ağır eleştirenler olmakla birlikte Sultan’ın şahsına halife olması hasebiyle genellikle hürmette kusur edilmemiştir. Bu olaylar “Sultanı esir alan” ittihatçılara mal edilmiştir. Bu da Arap ulemasının ve kamuoyunun halifeye bağlılığının büyük etkisinden kaynaklandığını söylemek mümkündür. Buna örnek olarak,  Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne karşı kıyam ederken ileri sürdüğü gerekçelerini sıraladığında, Halifenin ittihatçıların elinde tutsak olmasını göstermesi manidardır. Bu gerekçelerindeki samimiyet tartışılabilir elbette. Ancak, Hilafetin Araplar nezdindeki ağırlığını göstermesi açısından önemli bir açıklamadır.

 Cemal Paşa olayları sonrasında çok az bir grup Hilafeti sorgulamakla birlikte, bunların ağırlıkları olduğu söylenemez.

Son devrin arşiv bilgilerini, gazete ve dergilerini incelediğimiz zaman bunun hilafına bir bilgiye rastlayamayız.  Özellikle Sultan Abdulhamid’in Araplar nezdindeki saygınlığını hatırlatmakta yarar var.Onun ümmeti birleştirici çalışmaları günümüzde bile Araplar nezdinde büyük bir değere haizdir. İttihatçıların ileri gelenlerinden hiç birinin hilafeti tartışma konusu yapmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. İttihatçıların her türlü hata ve haksızlıklarına rağmen hatta, Sultan Abdulhamid’i tahttan indirmelerine rağmen, onların hilafete karşı oldukları, hilafeti ileride kaldıracaklarına dair elimizde elle tutulur bir bilgi veya belge yok. Şayet olsaydı, bu bilgiye muhalifleri vasıtasıyla ulaşabilirdik. Bilakis, hilafete çok önem verdiklerini, hilafetsiz Osmanlı’yı veya Hilafetsiz bir devleti düşünemeyeceklerini görüyoruz.  

 

Hilafetin Osmanlının son döneminde ve özellikle kaldırılmadan önceki son otuz yılında yöneticiler ve halk nezdinde hiçbir ağırlığının olmadığını söyleyenler ya gerçekleri hala gizlemek için açık açık olayları saptırıyor veya hilafetin manevi ağırlığının Müslümanlar üzerindeki etkisini, dünya siyaseti üzerindeki belirleyici gücünü, ağırlığını bilmiyor ( ! )

 

Özellikle Hilafet’in kaldırıldığı zamanlarda zaten bu kurumun hiçbir ağırlığı ve etkisinin kalmadığını söyleyenlerin I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda Halife-i Müslimin olan Sultan’ın hem İmparatorluğun Anadolu bölgesinden Arap yarımadasında ve hem de İmparatorluk sınırları dışındaki Müslümanların nasıl savaşa katılmak ve katkıda bulunmak için canla başla gayret ettiklerini iyi araştırmalılar. Hatta Libya Kurtuluş Savaşı’nın başındaki lider Şeyh Ahmed Senusi ( Allah ondan razı olsun ) Halife’nin I. Dünya Savaşı’nda kendisini İstanbul’a halkı irşad etmek için çağırması neticesinde Trablusgarb’ı terk ederek İstanbul’a hareket etmiş, Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Anadolu’da halkı cihada çağırmak ve irşad etmek için çalışmıştır.  Bu büyük Arap mücahid kendi toprakları işgal edilmişken ve mücadele içinde iken, bayrağı yardımcılarına devrederek Halife’nin ağırlığına ve sözüne gölge düşürmemeye çalışmış, emrine hemen uymuştur. Kendisi de bizzat çevresine Halife-i Müslimin’in çağrısını geri çeviremeyeceğini de söylemiştir.

 Halife-i Müslimin’in yeryüzündeki Müslümanlara yaptığı çağrı neticesinde dünyanın birçok yerinden bizzat bu davete uyarak, daveti bir emir telakki etmişlerdir. Dünyanın değişik yerlerinden gelen gönüllülerin dışında özellikle Hindistan’dan, Güney Afrika’dan ve İngiltere’den birçok Müslüman doktor rahatlarını terk ederek bu davete koşmuşlardır. Hindistan, Malay Adaları Müslümanları, Rusya Müsümanları gibi uzak yerlerde olup da davete icabet edemeyenler ise aralarında paralar, altınlar toplayarak Osmanlı Devleti’ne savaşta bir katkısı olsun diye gönderdiklerini biliyoruz. Hindistan Müslümanlarının yardımları malumumuz. Ancak, Arapların yaşadığı bölgelerde Müslümanların savaşa canlarıyla ve mallarıyla bizzat katıldıklarını, hatta büyük yardımlarda bulunduklarını görmekteyiz. Mısırlıların Balkan Savaşlarında yaptığı yardımları biliyoruz. I. Dünya Savaşı’na ve Kurtuluş Savaşı’na olan katkıları yeterince ele almıyoruz ( Konu ile ilgili “ Balkan Savaşlarında Gelen Arap Yardımları” adlı yazımıTimeturk’ta görebilirsiniz. ) Azerilerin, Buhara Müslümanları’nın ve Malay Müslümanları’nın ve daha sayamadığımız ümmetin diğer bölgelerindeki Müslümanların katkısını unutmamak gerekir. Sadece Malay Adaları Müslümanlarının Çanakkale Zaferini günlerce kutlamaları ve büyük yardımlar toplamaları başlı başına incelenmesi gereken önemli bir konudur. İngilizlerin kutlamaları engellemek için yaptığı baskı ve katliamlara rağmen Halife’nin zaferi dini bir ibadet anlayışı ve coşkusu içinde kutlanmıştı ( İlgilenenler için Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan konuya dair belgeler:

 

“1:Çanakkale muharebesinin gidişatıyla ilgili raporların Malay diliyle yerli gazetelerde neşri ve Çanakkale ile Gelibolu zaferlerinin Malay Müslümanları arasında sevince yol açtığı, bundan böyle hutbelerin padişahın halifelik sıfatı yanında gazilik unvanı ilavesiyle okutulacağı hakkında Batavya Şehbenderliği'nin faaliyetleri ( Tarih:1915, Dosya No:2323, Gömlek No: 15, Fon Kodu: HR.SYS ).

2: Batavya'da cami-i kebirde ictima' eden binlerce efrad-ı müslimenin salat-ı iyd-ı said-ı fıtr'ı ( ramazan bayramı namazı ) eda eyledikleri ve namazdan sonra Padişah ve Asakir-i Osmaniye'nin muzafferiyeti için dua ettikleri ( Tarih:1915, Dosya No:2415, Gömlek No: 40, Fon Kodu: HR.SYS ).”

 

Osmanlı ile Hilafet bir bedenin eti ve kemiği gibiydi

 

Hilafetin ağırlığı ve değerinden bahsederken elbette ki Osmanlı Devleti’nin ağırlığı ve değerini unutmamak gerekir. Ancak, şunu iyi bilmeli ki, ümmet için Osmanlı ile Hilafet bir vücudun eti ile kemiği gibi birbirlerinden ayrılamayacak bir cüz halini almıştı. Günümüzde bazı gazetecilerin ortalıkta atıp tutmaları ile gerçekler değişmez. Biz bu kısa ömrümüzde nice atıp tutanları, nice “yalan ve yanlış bilgileri” defalarca duyduk. Çoğunun yalan veya yanlış olduğu anlaşıldı. Bu yalan veya yanlış bilgilere artık resmi tarihçilerimiz bile sahip çıkamaz oldu. Geri kalan yalanlar da zamanla ilmi araştırmalar veya devletin koruma güdüsüne gerek kalmadığı ve artık devletin bir sözle, bir yazıyla ortadan kalkmayacağı kanaatı oluştuğu zaman kendiliğinden ortadan kalkacaktır.

 

Yakın zamanların faili meçhuller bir bir aydınlanmaya başlandı. İslam Medeniyetinin önemli sembolleri, tarihi kurumları, kişilikleri her gün biraz daha yakın geçmişte ve günümüzde atılan çamurlardan temizleniyor. Temizlenecek de. Gerçekte kendini Müslüman olarak gören ve İslam’a bir müsteşrik mantığı ve bakış açısıyla bakmayan, araştıran her Müslüman, Hilafetin kuru bir isim olmadığını, İslam’da önemli bir müessese olduğunu bilir. Hilafeti küçültücü  yalan veya yanlış bilgileri bilerek veya bilmeyerek ileri süren, yayan, destekleyenlerden her zaman bir özür bekliyoruz.

 

 

Sebahattin Arslan

sebahattinarslan@timeturk.com

07.04.2011  

TIMETURK

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp