HİLAFET NE BİR ARAÇTIR NE BİR HAYALDİR
 NE DE BİR TARİHSEL KURUMDUR
 
HİLAFET ŞERİ AHKAMDANDIR
 
Bilhassa günümüzde kimi Allah’ı unuttukları için kendini bilmez hale gelenler, yani Allah’ın zikrini / risaletini düşüncelerinin kaynağı haline getirmemelerinden dolayı kendi kimliklerini unutanlar[1]yabancı kaynaklardan beslenerek kalpleri ve beyinlerini bulandırıp İslam düşmanları olan oryantalistlerin söylemelerini ağızlarından ve kalemlerinden kusanlar, farkında olarak yada olmayarak onların şakirdliğini yapanlar: İslam’da yönetim sistemi olan Hilafet hakkında ileri geri konuşup yazıyorlar. Diyorlarki:
 
- “...Hilafet bir araçtır... Bunların Allah’ın kulluğuna bir vasıta olduğunu unutmamak lazım. Son olarak demokrasi dediğimiz şey dünyada bir tip veya bir şekilde yok. Demokrasinin yine birçok şekli var. Bunların içerisinde ilk zamanda tanıdığımız meşhura örnek olan hilafetin bütün anlamlarını gerçekleştiren bir müslüman demokrasisi pekala olabilir...” [2]
- “...Bugün ümmet parçalanmış, bir çok ulus devlete bölünmüştür. Bir devlette birini halife yapmaya (orada hilafeti kurmaya) muvaffak olundu diyelim (ki, klasik manada halifelik kast ediliyorsa bu imkansız gibidir) diğer ulus devletlerde yaşayan halkın beyatı nasıl sağlanacak? Buna itiraz edecek guruplar ve devletler olacağına göre İslam ülkeleri arasında bir savaş mı başlayacak? Durum kesin ve açık olarak böyle iken müslümanların yapması gereken şurada burada halifeliği yeniden kurma hayalinin peşinde düşmek midir yoksa İslam ülkeleri arasında, halifeliğin mana ve maksadına bir adım teşkil edebilecek olan ‘tanışma, görüşme, dayanışma, birlikte olarak problemleri çözme... ve bunlar için olabilecek en uygun örgütlenme yollarını arayıp bulmak mıdır? Bence yapılması gereken bu ikincisidir.” [3]
     -“...İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an ve sünnete müslümanlardan meydana gelen toplumun yönetim şekli konusunda belirlenmiş bir biçim olmamasına rağmen, ilk dönem İslâm toplumunun geleneklerinden ilham alarak ortaya koymuş oldukları bu yönetim biçimi, kimilerince “nevi şahsına mahsus” “eşşiz benzersiz” gibi sıfatlarla nitelense de esasen İslam öncesi cahiliyye toplumunun kalıtımının bir ürünüdür.”[4]
      - “...Hilafet, mazinin bir rüyası olup zamanımızda hikmet-i vucudu yoktur.” [5]
- “...Hilafet Emevi sultanlarının icad ettiği tarihi bir kurumdur, dini bir kurum değildir.”
 
Böylesi cahiliyye tortuları türünden söylemler, ya bu konunun cahili olmanın ürünüdür ya da İslam’a ve kurumlarına karşı duyulan kin ve düşmanlıktan ötürü onu karalamaya yönelik kafirliğin veya hainliğin ürünüdürler. Ne yazık ki; aslında kafirliğin ve hainliğin ürünü olduğu halde cahil ve gafil müslümanlar da bu tür fikirleri ilim sanıp etrafa yayma aymazlığına düşebilmektedirler!.. Bunlara şöyle cevap vermek mümkündür:
 
 
Hilafet “araç” değildir
 
Hilafete “araç” vasfını vermek onun vakıasına terstir. Zira araçlar değişebilir. Nitekim o sözün sahibi de bunu kastetmektedir. Demokrasi ile de Allah’a kullak yapılabileceğine, Allah’ı razı edebileceğine “müslüman demokrasis pekala olabilir” diyerek vurgu yapmaktadır.
Hilafet öylesi bir araç asla değildir. Hilafet yönetim ile ilgili şeri hükümler bütünlüğüdür. Öylesine insanların arzularına yada zamana göre değişkenlik arzetmez. Çünkü esas olan, insanların heva-heveslerine / arzularına ve içinde bulundukları vakıalara / koşullara tâbi olmak değildir. Esas olan insanların heva ve heveslerini ve içinde bulundukları koşulları Allah’ın hitabına yani şeri hükümlere tabi olarak değiştirmektir.[6]
 
Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek hak ile batılı karıştırmak demektir
 
      Hilafeti demokrasi ve cumhuriyet ile özdeşleştirmek, ihanet değilse ne büyük cehalettir, ne büyük gaflettir!.. “Demokrasi hilafetin tüm anlamlarını” nasıl gerçekleştirebilir!. Bu sözün sahibi ya demokrasiyi bilmiyor, yada hilafeti bilmiyor, yada her ikisini bilmediği halde cahili olduğu bir konuda ahkâm kesiyor!..
     Halbuki Hilafet: Allah’ın indirdikleri ile yönetimin gerçekleştiği yönetim nizamının ismidir. Bu yönetim nizamının temel unsurları şunlardır:
 
-   Egemenlik Allah’ın Şeriatına aittir. Kanunların ve yetkilerin kaynağı Şeriattır. Bu, hükmün/hüküm koyma yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten ayetlerin bütünlüğünden alınmıştır.[7]
-   Sulta / yönetme sorumluluğu ve yetkisi ümmete aittir. Ümmet bu sorumluluğunu Şeriatın belirlediği biat hükümleri gereğince kendisi için bir halife nasp ederek ve o halifeye muhasebe bilinci ile itaat ederek yerine getirir. Bu da Allah’ın indirdiği ile yönetim emrinin bütün müslümanlara yönelik olarak gelmiş olmasından alınmıştır.
-   Bütün müslümanlar için bir tek halife nasb etmek farzdır. Bu da ümmetin birliğini emr eden ayetler ve halifenin birliğini emreden   hadislerden alınmıştır.
-   Şeri hükümlerden kanun yapma yetkisi halifeye aittir. Bu da sahabelerin icmaından alınmıştır...
 
Bunların hangisi demokraside mevcut ki?!... Her ne kadar uygulanırlığı olmayan ütopik bir söylem olsa da demokraside:
-  Egemenlik halka aittir. Kanunların kaynağı halkın  arzularıdır.
-   Sulta da halkın temsilcilerinin elindedir.
-   Kanun yapma yetkisi temsilciler meclisinindir.
-   Bütün müslümanların tek bir devlette yeni bir tek halifenin yönetiminde birleşmeleri zorunluluğu “halkların egemenlik hakları” anlayışından dolayı demokrasiyle bağdaşmaz.
     
     “İslam demokrasisi”, “İslam cumhuriyeti” yada “müslüman demokrasisi” anlayışı bidattır
 
Müslüman, Allah’a şirk koşarak iman eden değildir. Yüzünü sadece Allah’a yöneltip çözümü sadece Allah’tan gelen hidayet rehberi olan İslam’da arayandır. Misliman; İslam’dan başka hiçbir şeyden razı olmaz. İslam’dan başka hiçbir şeye çözüm için yönelmez. İslam ile başka bir hayat anlayışını bağdaştırma gayretine düşmez! Çünkü İslam kâmildir, kafidir ve şâfidir, şifadır, tek çözümdür. İslam’ın bir başka sistem ile senteze ihtiyacı yoktur. Allah, İslâmı gönderdikten sonra hayatın hiçbir alanında kulunu dalalette bırakmadı. Her sorunun çözümü İslam’da mevcuttur... Şu halde hayatın en az üçte ikilik kesimini doğrudan ilgilendiren yönetim alanını ihmal etmiş de mi başka sistemler ile o alanı doldurma ihtiyacı duyalım?!... Mütekâmil bir dinin mensubu bir müslümana göre “müslüman demokrasisi” “demokratik hilafet” gibi ucube bir anlayış asla kabul görmez... Böylesi sonradan türemiş anlayışlar “bidattır” . Her bidad sapıklıktır, red olunur!..[8]
 
Ümmetin parçalanmasının sebebi küfür fikirleri ve sistemleridir
 
Bugün ümmetin parçalanmasının sebebi, Allah ve Resulüne kulak vermemeleridir yani Allah’ın ipine sarılmamalarıdır yani Kitap ve Sünneti düşünce ve amellerinin kaynağı yapmamalarıdır. Allah ve Resulünün nasihatlarından, emir ve nehiylerinden çok, çağdaş hannasların / ins ve cin şeytanların vesveselerine kulak vermeleridir. Hürriyetler, demokrasi, cumhuriyet, vatancılık, milliyetçilik, ulusculuk vesveselerine ilgi duymuş olmalarıdır. İşte ümmeti bu parçalanmışlık ve geri kalmışlık hastalığına düçar eden bu virüslerdir. Onun için asıl olan bu hastalığa teslim olmak değil, ondan kurtulmak için sebebi olan o virüsleri bünyeden yani akıllardan, gönüllerden ve yaşamdan atarak İslami fikirler ile arınmaktır. “Ümmet artık asla tedavi olmaz” demek, mü’minler için şifa olarak gelmiş olan İslam’dan ümit kesmek demektir, İslam’a mü’min olamamak / güven duyamamak demektir.
Ümmetin bünyesinde kanserolojik urlar gibi türeyen “ulus devletler” ümmetin asli unsurları değildir. Bunlar ümmetin hayatını karartan, zulümâta dönüştüren, sıkıntılı bir yaşama[9]  mahkum kılan, tayyib / temiz-güzel-huzurlu bir hayattan[10] mahrum bırakan sonradan türedi ucube pislik unsurlardır. Bunların varlık sebepleri yukarıda zikredilen kanserolojik virüslerdir. Onun için o “ulus devletler” denilen pis unsurları ümmetin bünyesinden ve hayatından virüsleri ile birlikte söküp atmak asıl olandır. Ümmetin bu pis virüsler ve urlardan arınmasının yolu; laikliği, demokrasiyi, hürriyetler fikrini, cumhuriyeti, liberalizmi, milliyetçiliği / ulusculuğu terk etmek ve onların yerine İslam’ın şifa veren ve arındıran, hayatı aydınlıklı ve tayyib kılan TevhidümmetvahdetAllah’ın indirdikleri ile yönetimRaşidi Hilafet fikirleri ile donanmaktır. Konuşanlar bunu konuşsa, davet edenler buna davet etse, yazanlar bunu yazsa ve bunu yaparken kınayıcının kınamasına, zâlimin zulmüne aldırmadan sadece Allah’a iman ve tevekkül etse idi Raşidi Hilafetin ümmeti İslami hayat ile tekrar ihya edip bir çatı altında birleştirerek tekrar yeryüzünün en seçkin, şâhid ümmeti, risâlet ve cihad ümmeti haline getirebileceğinden hiç tereddüt etmezdi. Çünkü bu Allah’ın vaadidir. Resulullah Sallallahu Aleyhı Vesellem’in müjdesidir.
Müslümanlar yukarıda söylendiği gibi çalışırken Allah’ın dilediği gün Allah’ın nusreti ile bir müslüman ülkesinde (mesela Türkiye’de) hilâfet tekrar kurulduğu zaman diğer müslüman ülkelerdeki müslümanlar Hilafet yönetimi altına girmek için yönetimlerini zorlamaya yönlendirilirler. Başlarındaki o kendilerine ait olmayan, sömürgeci kafirlerin piyonları olan kanserelojik urlar türünden olan “devlet” ismindeki yönetimleri defetmeye yönlendirilirler. Bu Allah’ın yardımı ile zor olan birşey değildir. Buna engel olmak isteyen, Hilafetin yönetimi altına girmek istemeyen müslümanların ülkelerindeki “devlet” yada “gruplar” bâgi konumundadırlar. Zira onların varlıkları zaten gayri meşrudur. Yönetimi gasp etmiş gâsıb durumundadırlar. Müslümanların ülkesinde İslâm topraklarında Allah’ın indirdikleri ile yönetime karşı gelen bâgi / isyancı, bölücü, fitneci konumundadırlar. Onlar batıl davaları uğruna, efendileri sömürgeci kâfirlerin istekleri doğrultusunda zaten ümmeti birbirine kırdırıp durmaktadırlar. Sanki müslümanlar şimdi huzur içinde yaşıyorlar da Hilafet gelince huzurlarını bozacak, müslümanlar arasında savaş çıkaracakmış vehmine kapılanların vay haline! Vay haline onlara ki şu iğrenç cahiliyye vakıasından hoşnut kalabiliyorlar da hilafetin gelmesi ihtimalinden bile rahatsız olabiliyorlar.! Selim akıl ve selim gönül sahipleri asla böyle düşünemezler! Onları böylesine şaşkın hale getiren o kanserolojik virüsler ve onların etkisidir!...
Ayrıca ne çabuk unutuldu! İslâm, ayrı dil, ayrı ırk, ayrı kavim ve hatta ayrı dim mensuplarını bir çatı altında asırlardır bir arada, huzur içinde tutmadı mı?.Irkcılık, kavmiyetçilik, menfaatçılık gibi cahiliyye anlayışlarından dolayı birbirlerine düşman olmuş ve birbirlerini boğazlayan toplulukları birleştiren Allah’ın nimeti İslâm değil mi?!..Allahu Teâla buna dikkat çekerek bize dosdoğru yolu şöyle göstermektedir:
 
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
 
“Ey iman edenler! Allah'a karşı gereği gibi takvalı olun ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı tutunun, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman kişileridiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti (İslami hayat) sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali İmran: 102-103)
 
II.Raşidi Hilâfet, Allah’ın nimeti olan İslâmî hayatı tekrar başlatmak için kurulacaktır. Ayeti kerimede belirtildiği gibi kardeş olmanın, birlik olmanın tek yolu Allah’ın nimeti olan İslâmî hayattır. Bu hayattan ancak inatçı kâfirler razı olmazlar müslümanlar değil! İnatçı kâfirlerin dirençleri de kırılıp fitneleri ortadan kaldırılır. Bu da Allah’ın emridir.[11]
 
      Hilâfeti yeniden kurmak “hayal” değildirbilakis farzdır
 
      Hilafet şeri hakikattır. İşte şaşkınlığın bir başka alameti! Demokrasi denilen yalana ve ütopyaya davet edip de Hilafeti kurma girişimini hayali boşuna uğraşı olarak değerlendiren kişinin akıl ve kalp selametinden endişe etmemek mümkün müdür?!..
      Genelde tüm insanlığn özelde ümmetin içinde bulunduğu çağdaş cahiliyye ortamından kurtulması için tek şeri yol olan II.Râşidi Hilafetin kurulması konusunda müslümanların tavırlarını belirlemekte seçenekleri yoktur. Çünkü Râşidi Hilafetin kurulması için çalışmak en öncelikli farzlardandır. Bir meselede bir şeri hüküm var ise mü’min erkek ve mü’min kadın için “birinci, ikinci ... seçenek” yada “bana göre, bence” tavırları yoktur. İçinde sıkıntı duymaksızın o şeri hükmün gereğince hareket etmek ve içtenlikle teslim olmak zorunluluğu vardır.[12]
 
 
      Hilafet bir tarihsel kurum değildir
 
İslam’ın kaynakları olan Kur’an ve Sünnette hilâfetin olmadığına, İslam’da yönetim biçimi olan hilâfetin ilk dönem İslam toplumunun geleneklerinden ilham alınarak ortaya konulmuş tarihi bir kurum olduğu, özellikle Emevilerin uydurduğunu ileri sürmek de İslam’a yönelik bühtandır. Delilden yoksun cahilce söylenen sözlerdir.
 
3 Mart 1924’te Mecliste Hilâfetin kaldırılması konusunda yapılan tartışmalarda da böylesi saptırmalara gidilmiştir. M.Kemal ve Prof. Seyyid Bey’in yaptıkları konuşmalara bakıldığında, İngiliz istihbarat subayı olan müsteşrik Thomas W.Arnold’un 1924’te ilk baskısı yapılan The Caliphate (Hilâfet) adlı kitabı ile içerik bakımından bir paralellik arzettiğini görüyoruz. Yine bir benzeri 1925 yılında Mısır’da İngiliz piyonu Şeyh Ali Abdurrazik tarafından kaleme alınan الاسلام واصول الحكم  / İslam ve Yönetim Esasları adlı kitapta geçen içerik ve üslupla da aynı doğrultuda olduğunu görüyoruz. Bu da gösteriyor ki; dün de bugün de İslam düşmanları Hilâfet düşüncesi noktasında aynı kaynaklardan beslenmişlerdir. “Hilafet dini değil tarihsel kurumdur” türünden söylemlerin kaynağının aynı şer odağı olduğu bu üç kitaptan da görülmektedir.
 
Hilafetin tarihi bir kurum değil de şeri hükümlerden olduğunun izahı ise  şöyledir:
 
       Hilâfet; Allah'ın emri olan Allah'ın indirdiği ile yönetimin uygulanış biçimi, şeklidir. Yani Allah'ın Rasulü ile gönderdiği yönetim sistemi ve şeklidir. Bunu inkar, Allah’ın emrini inkar olur. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا
"Rasul size neyi getirdi ise onu alın, sizi neden nehyetti ise onu terk edin.” (Haşr: 7)
الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“Onun emrine (getirdiği risalete) muhalefet edenler, kendilerine bir musibetin veya elim bir azabın gelip çatmasından sakınsınlar.” (Nur: 63)
Zira Allah, Rasulüne Allah'ın indirdiği ile yönetmesini emretti:
وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ
“Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet (yönet) ve onların arzularına uyma, Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmallarından sakın." (Maide: 49)
Allahu Teâla, Rasulü’ne Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyi / yönetmeyi emretmekle birlikte ona bunun keyfiyetini yani yönetim şeklini de gösterdi, şöyle buyurdu:
إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ
“Muhakkak ki biz insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği biçimde hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.” (Nisa: 105)
Ayrıca Allah, dinini fikir ve metod bütünlüğü içinde göndermiştir. Yani emirlerini keyfiyetiyle ilgili hükümleri ile birlikte göndermiştir. Şöyle demiştir:
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنْكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا
(Ey ümmetler) Her birinize bir şer’iat ve minhaç/ metod verdik." (Maide: 48)
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, her hususta olduğu gibi elbette ki Allah'ın indirdikleri ile yönetirken de Allah'ın kendisine gönderdiğine yani vahye tabi oluyordu. Zira Allahu Teâla şöyle dedi:
قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَى إِلَيَّ مِنْ رَبِّي
“De ki; Ben ancak Rabbımdan bana vahy olunan tabi olurum.” (A’raf: 203)
Şu halde, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Allah'ın indirdiği ile yönettiği bir devlet kurduğuna göre, bu devletin kuruluşu, yönetim şekli, kamu hukuku ile ilgili tüm düzenlemeler ve mekanizmalar elbette ki Rabbımızın ona göstermesine yani vahyine göre olmuştur. Bir başka ifade ile Hilafet, Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin fiili sünnetidir. Yani Rasulullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şahsi görüşüne veya sahabelerin, müslümanların görüşlerine ya da zaman ve mekan şartlarına göre oluşmamıştır!... Nitekim Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in kurduğu devletin yönetim şekli ve kamu hukuku, zamanındaki hiç bir devletin yönetim şekline benzemiyordu. Ne Kureyş'in yönetimine, ne Yahudilerin yönetimine, ne Yemen'in ve Habeş'in yönetimine ne Kisra'nın ne de Kayserin yönetim şekline, hiç birisine benzemiyordu, Kendisine özgün bir yönetimdir. Bu yönetimin “Hilâfet” olarak isimlendirilmesi de Kur'an ve Sünnette ilgili nasslarda geçmesine binaendir. Mesela şu ayet ve hadisler gibi:
يَادَاوُودُ إِنَّا جَعَلْنَاكَ خَلِيفَةً فِي الآرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ وَلا تَتَّبِعْ الْهَوَى
“Ey Davud! Biz seni yeryüzünde bir Halife yaptık, o halde insanlar arasında hak ile hükmet (yönet). Heva ve hevese uyma." (Sa’d: 26)
 
كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الآنْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَيَكُونُ خُلَفَاءُ فَيَكْثُرُونَ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الآوَّلِ فَالآوَّلِ أَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ
 "İsrail oğullarını nebiler siyase ederlerdi (yönetirlerdi). Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ederdi. Benden sonra nebi yoktur, fakat bir çok Halifeler olacaktır. Oradakiler dediler ki:“Bu halde bize ne yapmamızı emredersiniz?” Dedi ki: “İlk biat edilene vefakar olun ve onlara haklarını veriniz. Çünkü Allah onlara da yönettikleri insanlara da haklarını soracaktır.”[13]
ثُمَّ تَكُونُ خِلافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ...
"..Sonra da nübüvvet metodu üzerine tekrar hilafet olacaktır.”[14]
 
 Hilâfetin gerçeği bu iken, yani Rasulullah'ın getirdiği İslâm risaletinden, şer’i ahkamdan olduğu halde, onu bir müslüman nasıl kabullenmez? Nasıl onu terk edip de başka sistemleri kabul edebilir?! Hem de müslüman olduğu halde!?..
 
Şu halde müslümanlar; kendini bilmez kimi kişilerin Hilâfet hakkında ileri-geri, bilir-bilmez saçmalıklarına aldırmayıp, kulak vermeyip de şeri hakikat ve şeri ahkâmdan olduğu gerçeğine tâbi olmalılar. Allahu Teala’nın  emredip vaadettiği, Resulullah Sallallau Aleyhi Vesellem’in müjdelediği II. Râşidi Hilâfet Devletini kurmak için özveri ve özenle çalışmalılar ki Allah’ın şu vaadine müstehak olsunlar.
 
وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُم فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُم مِّن بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَن كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
 
“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri halife/sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne halife/sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur: 55)
            
 
 
[1] (Haşr: 19)
(Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Vakit, 27 mayıs 2007)
(Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak , 25 eylül 2007)
(Yard. Doc. Dr. Ali Duman, 14/03/2006, yerleskem.inonu.edu.tr)
(M.Kemal)
(A’raf: 2-3, Maide: 48-49)
(Maide: 50, En’am: 57, Yusuf: 40)
[8]Buhari, Müslim (Bidat ile ilgili hadislere bakılsın)
(Taha: 124)
10 (Nahl: 96)
[11] (Bakara:190-194)
[12](Ahzab: 36, Nisa: 65)
13 (Buhari: 3196)
14(Ahmed b. Hanbel: 17680)
Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp