İrtidat Ve Yeni Dünya Düzeni
İslam; Kuran-ı Kerim ve sünnetle bildirilen emir ve yasakların tamamıdır. Bu nedenle Müslüman olabilmek için Kuran’ın ve Sünnet’in muhteviyatına iman edip gereğince amel etmek gerekir. Yüce Allah bu durumu: “Ey iman edenler! Allah’ın ve Resul’ünün önüne geçmeyin..”[1] ve “Ey iman edenler! (Hayatınızın her anında ve tüm davranışlarınızda ilahi hükümler arasında bir ayrım yapmadan ve hiçbirini dışta bırakmadan)her şeyinizle İslam’a giriniz…”[2] diyerek bizleri imanda bütünlüğe çağırmıştır. Bu ve benzeri birçok ayeti kerime İslam’ın bir bütün olduğunu İslam’ın hükümlerinin bir tecezzi kabul etmediğini ortaya koymaktadır. Tersi bir durum vaki olursa; din parçalanırsa, irtidat dediğimiz “dinden dönme” ortaya çıkar.
Aslolan İslam olduğundan dolayı irtidat sadece İslam’dan dönme ile ilgili bir durumdur. Çünkü “Allah katında tek (hak) din İslam’dır”[3] ve “İslam’ın dışındaki hiçbir din Allah katında geçerli değildir; sahibinden kabul edilmeyecektir.”[4] “Bu durumda Allah’ın makbul saydığı tek din İslam’dır. İslam’dan başka hiçbir din, Allah yanında hiçbir değer ifade etmez.”[5] Hatta bazı müfessirler “Allah katında tek din İslam’dır” ayetinin İslam’ı terk eden Yahudiler ve Hıristiyanlar hakkında indiğini söylemişlerdir.[6] Nitekim, Hıristiyanlıkla ilgili bir soruya Hz.Peygamber; “Ne kendilerinde ne de dinlerinde bir hayır yoktur”[7] buyurmak suretiyle onların Hak’tan uzak olduklarına dikkat çekmiştir. Hz.Ali’ye de (Ö:40/660) Yahudi veya Hıristiyan iken zındıklaşan biri hakkında soru sorduklarında: ”Bırakın onu, sapık bir dinden bir başka sapıklığa girmiştir”[8] diyerek İslam’ın dışındaki dinler için bir irtidatın olmadığına işaret etmiştir. Çünkü onların hiçbirisi hak din değildir.
Bu açıklamaları yapmamızdaki sebep, halkı Müslüman ülkelerdeki misyonerlerin veya misyonerlere hizmet eden kurum ve kuruluşların “üç semavi din” (!) gibi bir yanlışı ve sapkınlığı öne çıkararak İslam dini ile tahrif olmuş dinleri aynı değerde kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu girişten sonra irtidatı şöyle tanımlayabiliriz: İslam dininin iki şehadetini; Allah’ın varlık ve birliğini, Hz.Peygamber’in risaletini tasdik ve ikrardan; İslam’ın hükümlerine daimi olarak bağlanmayı kabulden sonra söz veya davranışlarla İslam’ı reddetmektir.[9]Hz.Peygamber’in beyanına göre ise: ”İmandan sonra küfürdür.”[10]
Sözlükte, bir şeyden bir başka şeye dönmek anlamına gelenirtidat, terimsel anlamda ise; kişinin İslam dininden küfre dönmesidir. Bu dönüş ister niyetli olsun ister olmasın fark etmez.[11]
Yukarıda da beyan edildiği gibi;
1-İslam bir bütündür. Onun hükümlerinden (farzlarından) birini bile inkar edenin irtidat ettiğine hükmolunur[12]
2-Kim ki Şeriat’ın İslam’ın apaçık hükümlerinden birini reddederse “La ilahe illallah” kelime-i tevhidini iptal etmiş olur[13]
3-Allah’a, peygamberlerine, meleklerine, küfreden bir kişi kesinlikle İslam dininden çıkmış sayılır[14]
4-Abdullah b.Mesud da (Ö:34/654) “Kuran Allah’ın kelamıdır. Kim, ondan bir şeyi inkar ederse Allah’ı inkar etmiş olur”[15] diyerek “irtidata” açıklık getirmiştir. “Kim, Kuran’ın bir harfini bile inkar ederse, tamamını inkar etmiş sayılır”sözü de Abdullah b.Mesud’a aittir. (Musannef, Abdurrezzak, c.VII, s.422)
İnsanın, marifeti ne kadar çok olursa küfre karşı da o denli duyarlı olur. Peygamber Efendimiz marifetle huşu ve takva arasındaki orantıya şu hadisiyle dikkat çekmiştir: “Allah’ın koymuş olduğu hududu (dini emir ve yasakları; helal-haram sınırını)en iyi bileniniz benim, en takva olanınız da benim.”[16] Bu bilgi ve marifet yoğunluğu Resulullah’ı, namazların arkasından şöyle dua etmeye sevk etmiştir: “Ey Allah’ım! Kafirlikten, fakirlikten ve kabir azabından sana sığınırım.”[17] Allah’a sığınılması gereken kafirlik veya İslam’dan sonra küfre dönüş dediğimiz irtidat durumu, kelime-i tevhidi bozan bir haldir. Tevhidi ifsad eden bu durumları ne kadar iyi bilirsek imanımızı da o denli korumuş oluruz. Şehadeti/ kelime-i tevhidi bozan şeyler şunlardır:
1-Allah’a ibadette başka varlıkları O’na şirk koşmak.
2-Allah ile kendi arasına putları aracı koymak ve onlardan yardım talebinde bulunmak. Putların şefaatini ummak.
3-Müşriklerin kafir olmadıklarına inanmak veya onların küfürlerinden şüphe etmek; gidişatlarını doğru ve hak kabul etmek.
4-Peygamber’in getirdiği hayat tarzından başka bir hayat tarzını daha sahih kabul edip başkalarının verdiği hükümleri Resulullah’ın hükümlerinden bile güzel görmek. Tağutların hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmek.
5-Peygamberin getirmiş olduğu dini emirleri yaşasa bile onun getirmiş olduğu dini hükümlerden her hangi birine kin duymak.
6-Hz.Peygamber’in insanlığa tebliğ ettiği din ile veya bu dinin belirlediği sevap ve ikap ile alay etmek.
7-Müslümanların aleyhine olarak kafirlere yardım etmek.
8-Bazı insanların, Hz.Peygamberin getirmiş olduğu dinden çıkmalarında veya bu dine tabi olmamalarında bir sakınca olmadığına inanmak.
9-Sihir yamanın veya yaptırmanın meşru olduğunu kabul etmek.
10-Bile bile Allah’ ın dininden yüz çevirmek, öğrenmemek ve amel etmemek.[18]
Yukarıda sayılan on hususun her birisi ile ilgili ayetler olmasına rağmen bu ayetleri konuyu daha da uzatmamak için çalışmamıza almadık. Fakat şunu unutmamak gerekir ki irtidat, dinde aşırılıktır. Bu aşırılık ya dinin özüne bir şeyler katmakla veya içerisinden bir şeyler çıkarmakla olur. Kısacası dini tahrif etmektir.[19] Böyle bir aşırılığa müptela olarak tevhidi çizgiden ayrılıp Yahudileşen ve Hıristiyanlaşan insanlar gibi olmamak için, Hz.Muhammed (s.), ümmetini şu önemli buyruğu ile uyarmıştır: “Ey İnsanlar! Sizi, dinde aşırı gitmekten sakındırırım. Sizden önceki ümmetler, dinlerindeki aşırılıkları nedeniyle helak oldular.”[20] Hatta Hz.Peygamber, Müslümanları etkiler endişesi ile kafirlerle aynı yerde mesken tutmayı yasaklamıştır.[21] “İslam’ ın halkalarının teker teker koptuğu bir zamanda”[22] insanlar karanlık geceler gibi fitnelerle karşı karşıyadır. Bu fitne günlerini Resulullah (s.) şöyle tasvir etmiştir: “Kişinin bedeninin öldüğü gibi kalbi de ölecektir. Mümin olarak sabahlayıp akşama kafir olarak ulaşacaktır. Mümin olarak akşamlayıp sabaha kafir çıkacaktır. O günde insanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir dünyalık karşılığında satacaklardır.”[23] Toplu irtidat da diyebileceğimiz bu durumu Hz.Peygamber, Nasr Suresi nazil olduğunda sureyi okuduktan sonra şu açıklamayı yaparak izah etmiştir: “İnsanlar bölük bölük İslam’a girdiği gibi, öyle bir zaman gelecek ki bölük bölük de dinden çıkacaklardır.”[24]
Kitlesel bir irtidata karşı tüm müminlerin teyakkuz halinde olmaları gerekir. Çünkü irtidatı doğuran bir çok neden vardır ama şunlar çok önemlidir.
1-Yahudi ve Hıristiyanların hayat tarzlarını üstün saymak suretiyle onlara benzemek; Ehl-i Kitabı ve diğer kafirleri veli edinerek[25] onlara itaat etmek: Hz.Peygamber; “Yahudi ve Hıristiyanların yollarını adım adım, karış karış takip edileceğini”[26] bildirip müminleri uyarmıştır. Bugün bu hayat tarzının modernite, batılılaşma ve yeni dünya düzeni biçiminde Müslümanların hayatlarını istila ettiği görülmektedir.
2-Gönülden ve yakıni anlamda Kuran ve Sünnetten delillerini bularak iman edememek; taklitle ve çevrede buldukları ile yetinmek.[27]
3-İman edilecek hususlarda ayırım yapmak: Allah (c.), Peygamberler, melekler ve kitaplar arasında sahih bir imana sahip olamamak, iman edilecek hususların bir kısmına iman edip bir kısmını reddetmek.[28]
4-İslam’ı bir bütün olarak kabul etmeyip onun inanç sisteminin bir kısmını alıp hayata bakışını; sosyal, siyasal ve hukuki alana hükmetmesini reddetmek.[29]
5-Kafirleri gönülden sevmek ve Müslümanlara karşı onlarla beraberliği yeğlemek.[30]
6-İslami değerlerle ve Müslümanlığın sembolleriyle alay etmek; alay edenlerle beraber olmak ve onlara tavır koymamak.[31]
7-İslam’ın hükümlerine karşı, hüküm koyan ve tanrılık iddiasında bulunan; kendilerine mutlak itaat bekleyen siyaset ve din adamlarına kayıtsız şartsız teslimiyet.[32]
8-Şeytana ve şeytanlaşmış insanlara itaat edip onların düşüncelerini vahyin önüne koyarak ibadette bulunmak.[33]
9-Heva ve tutkuları ilahlaştırmak suretiyle vahyin karşısına yeni bir hayat tarzı olarak koyup hayatı onlarla anlamlandırmak.[34]
10-Allah’ ı hakkı ile bilememek ve bu hususta bir çaba sarf etmeyerek cehalete razı olmak; Marifette derinleşmemek. [35]
11-Hz.Muhammed (s.)’in risaletini ve getirdiği Şeriat’ı kabul etmemek; ona iman etmeden de Müslüman olunabileceğini savunmak. Hz.Muhammed’in peygamberliğini inkar eden bir kimse Allah’ın birliğini kabul etse bile müşriktir.[36] Bu durumu Hz.Peygamber de şöyle açıklamıştır: “Bana iman etmeyen Allah’ a da iman etmiş olamaz.”[37] Hanefi hukukçuları bu konuda şöyle bir beyanda bulunurlar; “kalbi ile Resulullah’a buğzeden herkes mürteddir (İslam’dan çıkan bir kafirdir.)”[38] Abdullah b.Mesud’dan mervi bir hadiste adamın birisi Hz.Peygamber’e gelmiş ve ‘Ya Resulallah! Bir adam ki Tevrat’a ve İncil’e inanıyor; Allah’a ve bu kitaplardaki peygamberlere de inanıyor. Fakat sana tabi olmuyor. Bunlar hakkında ne dersin?’ Bunun üzerine Hz.Peygamber şu cevabı vermiştir: “BeniYahudi veya Nasrani bir kimse işitir de bana ve getirdiğime tabi olmazsa cehennemdedir.”[39]
12-Elçiler arasında ayırım yapmak; “Bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek gerçek kafirliktir.”[40] Konu ile ilgili Peygamberimizin şu buyruğunu iyi kavramak gerekir: “Bu ümmetten ister Yahudi ister Hıristiyan olsun, benim kendisi ile gönderilmiş olduğum şeyleri kabul etmeden ölürse mutlaka cehennemdedir.”[41]
İrtidatın her türlüsünden korunmak için Hz.Peygamber’in getirmiş olduğu emir ve yasaklara sarılmanın öneminden dolayı bu açıklamaları yapmak zorunda kaldık. Muhammed’siz bir hayat tarzının kapıları devamlı küfre açıktır ve küfürdür.
Yukarıda sayılanlarla beraber, günahlara çokça dalmak, şaka ve esprilerde sınır tanımamak, imanı amellerle beslememek ve vahiy ile sürekli bir iletişim halinde olamamak gibi etkenler de her an insanı küfürle karşı karşıya getirebilir. Sonuçta kitlesel bir dinden dönme hadisesi yaşanılabilir. Bu vahim durumun olmaması için müminlerin kendileri ile ve çevreleri ile ilgilenmeleri elzemdir.
Kitlesel dinden dönmelerde çocuklara ayrı bir bahis açmanın önemi üzerinde kısaca durmakta fayda görüyoruz. Çünkü çocuklar nüfus olarak da önemli bir yer tutmaktadır.İslam bilginleri irtidat olayının gerçekleşmesi için bir zorlamanın (ikrah-ı mülci) olmaması, kişinin akıllı ve akli olgunluk içerisinde bulunmasını şart koşmuşlardır.[42] işte burada Sabiyyi akilin durumuna değinmek gerekir. Bu çocukların imanları ve küfürleri geçerli midir? Çocuk olmaları ve akli olarak tam bir olgunluk içerisinde bulunmamaları meseleyi fukaha arasında tartışılır hale getirmiştir. İmam Ebu Hanife ve öğrencisi İmam Muhammed Hasan eş-Şeybani, sabiyyi akil denen temyiz çağındaki çocuğun İslam’ını da irtidadını da sahih saymışlardır. Hz.Ali ve çocukken Müslüman olan bazı sahabilerin İslam’ının geçerli olmasını da örnek olarak vermişlerdir. Fakat çocuk, irtidat edecek olursa ona bir ceza verilemeyeceğini; İslam’ın kendisine arz edilip öğretileceğini, hatta Müslümanlığa zorlanacağını söylemişlerdir.[43] Ebu Hanife’nin diğer öğrencisi Ebu Yusuf ise böyle bir çocuğun İslam’ının geçerli fakat irtidatının sahih olmadığını beyan etmiştir.[44]
Gerek Ebu Hanife ve arkadaşlarının gerekse diğer imamların görüşleri ve konu ile ilgili açıklamaları içtihadidir. İsabet etmiş de, etmemiş de olabilirler. Eğer çocukların durumu ile ilgili kanaatinde Ebu Hanife isabet etmiş ise bu durum velilere ağır bir yükümlülük getirmektedir. En çok sevdikleri bu varlıklarla; çocukları ile daha çok ilgilenmeleri gerekecektir. Hiçbir veli, Hz.Nuh’tan kıymetli değildir. Onun oğlu bile küfrü tercih ederek babası ile olan velayet bağını kopardıysa[45] bizim çocuklarımız da böyle bir durumla karşılaşabilirler.Bundan dolayı çocukların okudukları, baktıkları kullandıkları iletişim araçları, eğlence hayatları, arkadaş çevreleri, eğitim ve öğretim kurumları, komşuluk ilişkileri vb. durumlar aileler tarafından iyi bilinmeli, kontrol edilmeli ve itikadi sapmalara karşı önlemler alınmalıdır. Aksi takdirde istemediği halde kafir anası-babası da olabilirler.
İnsan, sürekli muhasebe ve murakabe halini yaşamak suretiyle itikadi sapmalara karşı önlem almalıdır. Bir anlık gaflet insanın imansız gitmesine sebep olabilir. Yüce Allah, uhrevi kurtuluş için;“Ancak Müslüman olarak ölünüz!”[46] diye ideal kavuşmayı göstermişken bir şaka veya yanlış bir davranış insanı ebedi hüsrana bırakabilir. Nitekim şu hadis konuya yeterince açıklık getirmektedir: “Kişiimanı ve amelleriyle cennete o kadar yaklaşır ki bir karışlık mesafe kalır. Fakat öyle bir söz sarf eder ki cennetten tamamen uzaklaşır.”[47]
Kuran-ı Kerim, müminleri bu ebedi hüsrana düşmemeleri için uyarmıştır. Ayetler dinden dönmeyi hem tanımlar vaziyette hem de uhrevi sonuçlarını bildirmektedir. Şu ayet, irtidat ile ilgili hem bir tanım yapmakta, hem de mürtedin amellerinin neticesini ortaya koymaktadır: “..Sizden kim dininden döner ve kafir olarak ölürse, işte öylelerinin dünyaya ve ahrete yönelik tüm yaptıkları boşa gidecektir. Onlar cehennem halkıdırlar ve ebediyen orada kalacaklardır.”[48] Böyle kötü bir akıbetten korunmak için de Allah Teala; “ehl-i kitaba itaat etmekten”[49], “kafirlere ittibadan”[50]; onların dünya görüşlerini ve hayat tarzlarını din edinmekten Müslümanları sakındırmıştır. “İmandan sonra küfrü tercih eden münafıkları” ve “kitap ehlini kınayan”[51] yüce Allah: “küfür üzerine öldükten sonra yeryüzü dolusu altın fidye olarak verilse bile ahirette bir geçerliliğinin olmadığını”[52] bildirmiştir.
Küfrü her halükarda tercih eden bir kimse “Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez.”[53] Allah dilerse, kendinde bir varlık gören toplumları tarih sahnesinden siler ve şu ayette beyan edildiği gibi başka milletler yaratarak nurunu tamamlayabilir: “Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönecek olursa Allah (onları yok eder ve yerlerine) öyle bir toplum getirir ki hem Allah onları sever hem de onlar Allah’ı severler. Bu toplum, inanlara karşı çok merhametli ve alçak gönüllü, kafirlere karşı da çok (şahsiyetli ve) onurludurlar…”[54]
İrtidadın, imanla ilgili konulara bütüncül bakmamaktan kaynaklandığına dikkat çeken Yüce Allah[55], dinin sembolleriyle, Allah Teala’nın emir ve yasaklarıyla alay edilmemesini[56] önemle vurgulamıştır. Eğer bu kurallara uyulmazsa; “Kafirler, müminleri Allah’ ın yolundan çevirerek amellerinin boşa gitmesine”[57] neden olurlar ki ilahi uyarılar da bu ve benzeri konularda yoğunlaşmaktadır.
Kuran-ı Kerim’ deki ayetlere baktığımızda mürtedlere verilecek cezalar ve onlara karşı yapılacak bazı hukuki tasarruflar üzerinde durulmaktadır. Sadece ayetlerden yola çıkarak mürted olmayı “olağan bir hak” gibi algılayıp konu ile ilgili hadis ve uygulamaları reddetmenin doğuracağı bazı sonuçlar vardır:
1-Ayetleri beyan etmeyi veya yeni durumlarda teşri hakkını Hz.Peygamber’e tanımamak neticesini doğurur. Resulullah’ı ve hadislerini sıradanlaştırmak anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım, “yükselen moderne değerleri” Allah’ın ve Resulünün önüne geçirmektir.
2-“Batı bize ne der?” endişesi ile hareket edip dinimize ve ondan neşet eden kültürümüze karşı kompleksli yaklaşımı ortaya çıkarır.
3-Bu gibi İslami hükümlerin uygulamasının “İslam Devleti/Darü’l İslam” ile kaim olacağı gerçeğini göz ardı ederek modern devlette uygulamaya kalkmak gibi, hukuku boşlukta uygulamak yanlışlığına düşürür.
4-Hukuku ve dini hükümleri bilmemenin bir mazeret olduğunu kavrayamamak veya göz ardı etmektir.
5-Kuran-ı Kerim ve Sünnetten yola çıkarak fıkıh yapan selef alimlerimizi abesle iştigalle suçlayıp redd-i miras yanlışlığına düşüp köksüzleşmektir.
İslam hukukunun ayet ve hadislerden hareketle ortaya koyduğu sonuçlar malumken, yukarıdaki nedenlerden dolayı zuhur eden kompleksli yaklaşımın şu rivayetleri göz önünde bulundurması gerekir. Bu rivayetler ki kendi sosyal ve siyasal ortamında çok derin anlamlar ifade eder ama bu sosyal ve siyasal ortam yok diye de zihinleri imandan sonra küfre / vahiy dışı bir hayat tarzına açmamak gerekir.
Hz.Peygamber (s.) birçok hadisinde insanların hayat hakkının güven altında olduğunu vurgulamıştır. Şu hadis buna delildir: “Kişi; dinini terk eder, İslam cemaatinden ayrılır, evlilik hukukunu yaşamış biri olarak zina eder veya haksız yere birisini öldürürse can emniyetini kaybetmiştir.”[58] Allah resulü, manevi olarak da “küfrü tercih etmenin ateşe atılmaktan daha korkunç bir hal”[59] olduğunu ilan etmiştir.“Önceleri Müslüman iken dinini değiştiren kimselerin, darü’l İslam’da öldürülmesini emreden”[60] rivayetlerin varlığı da bir hakikattir. Böyle bir hakikat olmasına rağmen bu suçtan dolayı öldürülen insanlar yok denecek kadar azdır. Tüm tarih boyunca siyasal içerikli birkaç öldürmeden bahsedilebilir. Böyle bir cezanın yaygınlık kazanmamasının bazı sebepleri vardır. Evvela İslam, gönülleri tatmin eden; hayatın tüm alanlarını kuşatan, ortalama aklın kavrayabileceği ve her türlü aşırılıktan uzak, çelişkisiz, kaynakları sağlam, model olarak Peygamberi alan yaşanabilir bir dindir. Bütün bunlara rağmen bazı insanlar Müslümanlığı kabulden sonra küfre dönüş yaparlarsa, bu dönüş onların ibadet ve sosyal hayatlarını etkileyen sonuçları da ortaya çıkarır.
Eğer kişi mürted olarak ölürse yukarıdaki ayet ve hadislerde de beyan edildiği gibi tüm amelleri boşa gitmiştir. Ahirette kendisine hiçbir faydası olmaz. Fakat, tövbeye davet edilir. İslam’ın dışındaki dinlerden uzaklaşması istenir. İçine düştüğü şüphelerin hepsi giderilerek zihinsel açıdan tatmin edilmeye çalışılır. Neticede her iki şehadeti ve içeriğini kabul ederse tövbesi makbuldür. İslam’dan başka bütün dinlerden uzak olduğunu vurgulaması ise elzemdir.[61]
Açıklandığı gibi mürtedin yaptığı tüm salih ameller boşa gitmiştir. Tekrar Müslümanlığı tercih ettiğinde ise eski amelleri geçerli sayılır. Hac farizasını yerine getirmişse haccın sevabı dönmez; Hanefi mezhebine göre haccını yeniden eda etmesi zorunludur.[62] Buradan da anlaşılıyor ki bir çok hacının maalesef haccını tazelemesi gerekir. İrtidat suçu ile beraber mürtedin Müslüman eşi ile olan nikahında bir düşme olduğu gibi Müslüman mezarlığına da gömülemez. Müslüman akrabalarına mirasçı olamaz. Çünkü Resulullah: “Müslüman kafire, kafir de müslümana mirasçı olamaz”[63] buyurmuştur. Müslümanların mali haklarını koruma bağlamında şöyle bir rivayetin varlığından da söz edilir: Muaz b.Cebel (Ö:17/638) Yemen’e vardığında kendisine bir Yahudinin öldüğü fakat Müslüman bir kardeşinin olduğu haberi verildiğinde, Muaz (r.), Müslümanı Yahudiye mirasçı yapmış ve Hz.Peygamber’den şu hadisi duyduğunu söylemiştir: “Şüphesiz ki İslam (olmak) artırır, (kişinin haklarını ve menfaatlerini) eksiltmez.”[64]
Buraya kadar anlatılanlardan varmak istediğimiz sonuç; küfre dönmenin ve irtidat etmenin uhrevi ve dünyevi sonuçlarına karşı müminleri bir defa daha uyarmaktır. Hz.Peygamber de konu ile ilgili endişeler duymuş ve veda hutbesinde bile bu endişesini şu cümlesi ile yinelemiştir: “Sakın ola ki benden sonra küfre dönerek birbirinizin boyunlarını vurmayınız.”[65] Aklı başında bir mümin küfrün ne olduğunu bilerek hem kendisi uyanık olur hem de diğer müminleri irtidat olayına karşı bilinçlendirir. İnsanların kalbini teftiş ederek rastgele kimseyi tekfir etmez. Her zaman zahire göre hükmeder. Kimsenin kalbini açıp da bakmak gibi bir görevi yoktur. Hz.Peygamber, bir olay üzerine zahire göre hükmetmeyen Üsame b.Zeyd’i şiddetle azarlamış ve “Öldürdüğün kişinin kalbini açıp da baktın mı?” demiştir. Üsame (r.); ’Hz.Peygamber beni o kadar uyardı ki keşke bu olaydan sonra Müslüman olsaydım’[66] diye bu olaydan duyduğu pişmanlığı dile getirmiştir.
Müslüman bir kimseyi hak etmediği halde tekfir etmenin vebali ve sorumluluğu çok ağırdır. Yersiz yere tekfir mekanizmasını çalıştırmakla ilgili Hz.Muhammed’in (s.) şu hadisleri oldukça manidardır: “Kim bir mümine (haksız yere) kafir derse onu öldürmüş gibi olur.”[67] Kafire ‘müslümandır; cennetliktir’ demek nasıl büyük bir sorumluluk gerektirirse müslümana kafir demek de o denli ağır bir vebaldir. Resulullah şu buyruğuyla müminleri uyarmıştır: “Bir kimse din kardeşine ‘Ey Kafir’ diye konuşursa bu söz (kafir ifadesi) ikisinden birine döner.”[68] Yani; ‘isabet ettiremeyerek söz yerini bulmazsa bu ithamı yapan kimse kafir olur’ denilmektedir.
Sözün özü: İrtidat; Müslüman bir kimsenin İslam dininin kurallarından birini veya tamamını inkar etmesi yahut İslam’ın dışında bir dine girmesi veya ateist olmasıdır.[69] Dinin, “hayat tarzı”[70] olduğunu düşünürsek günümüzde bir çok din vardır.
İnsan ve toplum hayatını anlamlandırma ve hayata egemen olma iddiasındaki ideolojilerin hepsi birer dindir. Kapitalizm, sosyalizm, sekülerizm, pozitivizm, masonluk, nasyonel sosyalizm, hatta popüler kültürün oluşturduğu yaşam biçimleri de birer dindir Müslümanlıktan muharref bir dine intikali irtidat olarak görüp ideolojik yaklaşım ve hayat tarzını seçmeyi bir din değişimi olarak görmemek çok yanlış bir yaklaşımdır. Kuran-ı Kerim ve Sünnetten böyle bir yaklaşıma dayanak bulmak imkansızdır.
Dünya ticaret merkezi ekseninde oluşan “dünya düzeni”, Yahudi, Hıristiyan ve Grek kültürünü yedeğine alarak sermaye çıkarlı bir din / hayat tarzı oluşturmuştur. Bu dinin merkezine ise kendileri gibi düşünen “Hüman (insan)” oturtulmuştur. Böyle bir dini kabul eden kimseler sermayeye ve onun varlığını borçlu olduğu tüketime boyun eğmeye icbar edilmişlerdir. Sermayeye kul olmakla medeni ve uygar olmak eşitlenmiştir. Böyle bir dinin elçileri çok uluslu şirketlerin temsilcileridir.
İslam dininin dışında hiçbir ideoloji ve sözde din bu tür bir hayat tarzıyla hesaplaşamaz. Müslümanlardaki hesaplaşma ruhunu kırabilmek için İslam’la ilgili Kitapsız ve Sünnetsiz yorumlar yapılmakta veya yaptırılmaktadır. Ona güç veren cihat ve iktidar ruhu zedelenmek için her türlü faaliyet hem gayri müslimler hem de işbirlikçi müslümanlar tarafından eksiksiz ifa edilmektedir.
Müslümanlar bu vahim durumu fark etmez ve “nöbet yerinde değil uyumak şekerleme bile yapacak” olurlarsa bir günde yüz binlerce Müslüman ve çocuğu kafir olabilir. Böyle bir durumda Abdullah b.Amr’ın şu sözünü iyi düşünmek gerekir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki mescitleri tamamen dolduracaklar fakat içlerinde hiç Müslüman olmayacaktır.”[71] Bu günler imanı korumanın “avuçta kor ateş tutmak gibi”[72] zor olduğu günlerdir.
Küfrün her türlüsüne ve ideolojik yapılanmalara karşı durarak İslam dışı bir dünya düzenine set olup vahiy merkezli bir hayatı tercih eden ve bu hayatın varlık alanı için mücadele edenler avuçlarında kor ateşi tutabilenlerdir…
[1] Hucurat 49/1
[2] Bakara 2/208
[3] Al-i İmran 3/19
[4] Al-i İmran 3/85
[5] Hazin, Ali b. Muhammed, Lübabu’t-Te’vil, C.I, s.682
[6] Hazin, a.g.e, c.I, s.247
[7] Hakim, Müstedrek, Had. No:6543, C.III, s.697
[8] Musannef, Abdurrezzak,No:9970,c.VI, s.48
[9] Cezeri, Abdurrahman, Kitab’u-l Fıkh ala mezahib’i-l Erbea, Beyrut, trsz, c.V,s.422
[10] Heysemi, Mecma’u-z Zevaid, c.VI, s.261
[11] Zuhayli, Vehbe, el-Fıkh’u-l İslami, Dar’ü-l Fikr, 1996, C.VI, s.183
[12] Cezeri, a.g.e, c.V,s.432
[13] Serahsi, usul, Beyrut, 1993,c.I,s.73,
[14] Cezeri, a.g.e, c.VI,s.184
[15] Abdullah b. Ahmed b. Hanbel, es-Sünne, No:115, s.27
[16] Malik, Muvatta, 18, Sıyam, 5, Had. No.13, c.I, s.292
[17] Abdurrezzak, a.g.e, c.VII, s.19
[18] İbn-i Abd’u-l Muhsin, Abdurrezzak, Fıkh’u-l Ed’ıye, Riyad, 1999, s.194-5
[19] Bak: Nisa 4/171; Maide 5/77
[20] İbn-i Mace, Menasik, 63, No:3029, c.II, s.1008
[21] Bak:Buhari, Edeb’ü-l Müfred, c.II, s.35, Suyuti, Celalettin, Cami’u-s Sağir, No:9997, c.II, s.580
[22] Ahmed, Müsned, C.IV, s.227
[23] Ahmed, Müsned, C.III, s.452
[24] Darimi, Mukaddime, 14, s.14; Heysemi, a.g.e, c.VII, s.281
[25] Bak; Al-i İmran 3/100; Maide 5/51. Kuran-ı Kerim’de Yahudi, Hıristiyan ve diğer kafirleri üst otorite edinmenin yasaklığı ile ilgili yaklaşık 200 e yakın ayet vardır. Konu ile ilgili Kuran’ da Velayet Kavramı ile ilgili çalışmamıza bakılabilir.
[26] Abdurrezzak, a.g.e, No:20764, c.XI, s.369
[27] Bak:Al-i İmran 3/144
[28] Bak: Bakara 2/285, Nisa 3/136,150-152, Hicr 15/90-92
[29] Bak: Bakara 2/208, Maide 5/44-47, Nisa 4/65,105
[30] Bak: Hud 11/113
[31] Bak: Nisa 4/140, En’am 6/68, Tevbe 9/65-66
[32] Bak: Tevbe 9/31
[33] Bak: Yasin 36/60, Muhammed 47/25
[34] Bak: Furkan 25/43, Casiye 45/23
[35] Bak: Hac 22/73-74
[36] Hazin, a.g.e, c.I, s.162
[37] Ahmed, Müsned, c.VI, s.382
[38] Cezeri, a.g.e, c.V, s.429
[39] Suyuti, Celalettin, Esbab-ı Vurud’i-l Hadis, (tah: Yahya İsmail), 1998, s.313
[40] Nisa 4/151
[41] Müslim, 1, İman, 70, No:153, c.I, s.134
[42] Zuhayli, a.g.e, c.VI, s.185-6
[43] el-Mavsıli,Abdullah b.Muhammed, el-İhtiyar, Çağrı Yay, İst.1980, c.V, s.148; Zuhayli, a.g.e, c.VI, s.185; Cezeri, a.g.e, c. V, s.434
[44] Cezer, a.g.e, c.V, s.435
[45] Bak: Hud 11/46 İman olmazsa en yakınlarla bile velayet bağının olmayacağına dair bknz: Tevbe 9/23-24
[46] Al-i İmran 3/102
[47] Ahmed, Müsned, C.IV, s.68
[48] Bakara 2/217; Bak: Maide 5/5
[49] Al-i İmran 3/100
[50] Al-i İmran 3/149
[51] Bak:Al-i İmran 3/190
[52] Al-i İmran 3/91
[53] Al-i İmran 3/144
[54] Maide 5/54
[55] Bak: Nisa 4/136
[56] Bak: Tevbe 9/65
[57] Muhammed 47/1
[58] Ahmed, Müsned, c.VI, s.180; Abdurrezzak, a.g.e, c.X, s.167; Nesai, Tahrimüddem, 37, Had. no:5, c.VII, s.90-1
[59] Ahmed, Müsned, c.III, s.103
[60] Abdurrezzak, a.g.e, No:9413, c.V, s.213; İbn-i Mace, Hudud, 2, No:2535, c.II, s.848; Nesai, Tahrimüddem,37, Had.no:14, c.VII, s.104
[61] Mavsıli, a.g.e, c.V, s.145-6; Cezeri, a.g.e, c.V, s.437-8; Zuhayli, a.g.e, c.VI, s.187
[62] Cezeri, a.g.e c. V, s.439; Zuhayli, a.g.e, c.II, s.133
[63] Ahmed, Müsned, c.V, s.200
[64] Ahmed, Müsned, c.V, s.230; Ebu Davud, Sünen, c.III, s.329
[65] Ahmed, Müsned, (tah:Muhammed Şakir, Had. No: 5578) c.VII, s.275
[66] Ahmed, Müsned, c.V, s.200; Hakim, Müstedrek, no.4599, c.III, s.126
[67] Suyuti, Cami’u-s Sağir, Had. No:8712, c.II, s.527
[68] Ahmed, Müsned, (Tah:Muhammed Şakir, No:4688) c.VI, s.314; Acluni, Keşf’u-l Hafa, No:254, c.I, s.94
[69] Dini Terimler Sözlüğü, (Komisyon), M.E.B yay, II.Bask, Ankara 2009, s.174
[70] Bak: Fetih 48/28
[71] Tahavi, Ebu Cafer, Müşkil’ü-l Asar, Daru’l İlmiye, Beyrut, 1995, c.I, s.205
[72] Suyuti, Cami’u-s Sağir, No:9988, c.II, s.589
Dr. Mehmet SÜRMELİ
http://www.vahdethaber.com/haber/14453-irtidat-ve-yeni-dunya-duzeni.html