Ahrem b. Ebi'l-Avcâ'ın Süleym Oğullarına
Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kızı Hz. Zeyneb'in
Vefatı
Hz. Zeyneb'in Yıkanışı, Kefenlenişi, Cenaze
Namazının Kılınışı ve Kabre Konuluşu
Amr b. Âs'ın Soyu, Künyesi ve Kişiliği
Amr b. Âs'ın Müslümanlığı Kabulde Gecikmesinin
Sebebi
Halid b. Velid ile Osman b. Talha'nın Müslüman
Oluşu
Hafid b. Velid'in Soyu, Künyesi ve Kişiliği
Galib b. Abdullah'ın Benî Mülevvahlara Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Galib b. Abdullah'ın Fedek Çevresindeki Benî
Mürrelere Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Benî Mürrelere Baskın Yapılışı
Mirdas b. Nehik'in Üsâme Tarafından Öldürülüşü
Üsâme'nin Yaptığına Son Derecede Üzülüşü
Şüca b. Vehb'in Benî Âmirlere Gönderilişi
Seferin İsmi, Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Ahrem b. Ebi'l-Avcâ'ın Süleym
oğullarına gönderilişi, Hicretin 7. yılında, Zilhicce ayında, umre yapılarak
Medine'ye dönüşten sonra idi.[1]
Süleym oğullarının yurtları; Hayber
yakınında ve Necd'in yukarılarında idi.
Süleym oğulları, Süleym ve Narharreleri
ile Vâdi'l-kurâ ve Teymâ'da otururlardı. [2]
Nahl ovası ile Nakra arasındaki Cemum
da, Süleym oğullarının yurtlarındandı. [3]
Seferin sebebi; Süleym oğullarını
İslâmiyete davet idi. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Süleym
oğullarından Ahrem b. Ebi'l-Avcâ'ı, 50 kişilik askerî bir birliğin başına
geçirerek İslâmiyete davet etmek üzere Süleym oğullarına yolladı.
Süleym oğulları hesabına casusluk yapan
bir adam da, bu askerî birliğe katılmış bulunuyordu.
Mücahidler Medine'den ayrıldıklan
zaman, Süleym oğullarının casusu, kavminin yanına bunlardan önce yetişip, 50
kişilik askerî bir birliğin kendilerinin üzerine gelmekte olduğunu haber verdi
ve onları uyardı.
Süleym oğulları, çok sayıda asker
topladılar ve çarpışmak için hazırlandılar.
İslâm
mücahidleri onları, onlarda İslâm mücahidlerini gördüler.
Ahrem b. Ebi'l-Avca', gidip Süleym
oğullarını İslâmiyete davet etti.
Süleym oğulları:
"Senin davet ettiğin şey bize
gerekmez!" dediler.
Ahrem'in sözlerini dinlemediler.
Müslümanlara ok yağdırmaya başladılar.
Bir müddet oklarla çarpışıldı.
Kendiler
ine yeni yardımcılar gelince, Süleym
oğulları Müslümanları her taraftan kuşattılar, ortalarına aldılar,
Müslümanlarla en şiddetli bir şekilde çarpıştılar.
İslâm
mücahidlerinin hemen hepsi şehit oldu.
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Birlik kumandanı Ahrem de, ağır yaralar
alarak şehitler arasına düştü. [5] Süleym oğulları, onu öldü
sanarak bıraktılar. [6]
Ahrem, ayılıp şehitler arasından
kalktı, yavaş yavaş Medine yolunu tuttu. [7]
Arkadaşlarından sağ kalabilenler de,
onunla birlikte Medine'ye girdiler. [8]
Ahrem'in sağ kalan arkadaşları iki veya
ikiden fazla olup, Medine'ye gelirken Ahrem'e yardım ettiler. [9]
Ahrem'in Medine'ye gelişi, Hicretin 8.
yılında Safer'in ilk gününde idi. [10]
Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz.
Zeyneb, Hicretin 8. yılının başında vefat etti.[11]
Yüce Allah, ondan razı olsun!
Hz. Zeyneb'in vefatının sebebi; deve
üzerinde hevdeç içinde Mekke'den Medine'ye hicreti sırasında, Kureyş
müşriklerinden Hebbar b. Esved'le Fihrî bir arkadaşının Zî Tuvâ'da mızrakla
vurup devesinden kaya üzerine düşürmesiyle kamındaki çocuğunun düşerek
kendisinin hastalanmış olması idi. [12]
Hz. Zeyneb akan kan yüzünden hastalandı
ve vefatına kadar da bu hastalıktan kurtulamadı. [13]
Hz. Zeyneb'i, Peygamberimiz
Aleyhisselamın zevcelerinden Hz. Şevde ve Hz. Ümmü Seleme ile Peygamberimiz
Aleyhisselamın dadısı Ümmü Eymen Bereke ve Ensar kadınlarından Ümmü Atiyye yi
kadı.[14]
Hz. Zeyneb'i yıkarlarken, Peygamberimiz
Aleyhisselam, onların yanlarına varıp:
"Onu yıkamaya, sağ tarafından ve
abdest azalarından başlayınız!
Su ve sidrle tek sayıda; üç veya beş,
ya da yedi kere, hatta gerekli görürseniz, bundan da fazla yıkayınız!
Sonuncusunda, suya kâfur, yahut
kâfurdan biraz koku koyunuz!
Yıkama işini bitirip boşalınca, bana
bildiriniz!" buyurdu.
Yıkayıcılar, Hz. Zeyneb'in saçlarını
taradılar, üçe ayırıp her birini bir bukle yaptılar.
Buklelerden ikisi, Hz. Zeyneb'in yan
taraflarındaki, biri de ön tarafındaki saçlarındandı.
Yıkayıcılar, yıkama işini bitirdiklerini
bildirince, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara hıkvesini (beline bağladığı
fotasını) verip:
"Bunu Zeyneb'e iç gömleği
yapınız!" buyurdu. [15]
Sonra, Hz. Zeyneb'in cenaze namazını
kıldı. [16]
Düşünceli ve üzüntülü olarak onun kabrinin içinde indi ve biraz durduktan
sonra, sevinerek dışarı çıktı ve:
"Zeyneb'in zayıflığını düşünüp,
ona kabir sıkıntısını ve hararetini hafifletmesini Yüce Allahtan diledim. Yüce
Allah da, bu dileğimi kabul buyurup, ona bunları hafifletti" buyurdu. [17]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb'i
ilk defa olarak üzerinde taşındığı şerirle kabre koydu. Kabre de, damadı, Hz.
Zeyneb'in zevci Ebu'l-Âs'ın yardımıyla indirdi. [18]
Amr b. Âs'ın soyu, Peygamberimiz
Aleyhisselamın soyu ile Ka'b b. Lüeyy'de birleşir.
Amr b. Âs'ın künyesi, Ebu Abdullah, Ebu
Muhammed'dir.
Annesi, Nâbiga Selma binti Harmele'dir.[19]
Babası Âs b.Vâil, Kureyşîlerin
eşrafındandı. [20]
İmam Şa'bî'ye göre; Amr b. Âs Arapların
dört dahisinden, cin fikirlisinden birisi olup, karışık ve içinden çıkılmaz
sorunları çözmekte maharetli idi. [21] Hz. Ömer, bir kimsenin
aklını ve görüşünü zayıf gördüğü ve beğenmediği zaman:
"Ben seni de, Amr b. Âs'ı da
yaratanın Bir olduğuna şehadet ederim!" der ve bununla, Allah'ın zıt-lar
yaratıcılığını anlatmak isterdi. [22]
Amr b. As, şairdi ve Kureyşîlerin
Cahiliye devrinde süvarilerindendi. [23]
Kendisi, kısa boylu idi. [24]
Amr b. Âs der ki:
"Ben, Müslümanlıktan inatla yüz
çevirici bir kimse idim.
Bedir savaşında müşriklerle birlikte
bulundum ve kurtuldum.
Sonra, Uhud savaşında bulundum ve
kurtuldum.
Kendi kendime:
'Vallahi, Muhammed Kureyşîleri
yenecektir!' dedim.
Halk ile düşüp kalkmayı azalttım.
Vaht mevkiindeki mallarımın başına
döndüm, onlarla uğraşmaya başladım.
Bunun için, ne Hudeybiye'de, ne de
Hudeybiye'de yapılan anlaşmada bulundum.
Resûlullah Aleyhisselam anlaşma yapıp
Medine'ye, Kureyşîler de Mekke'ye döndüler.
Ve yine, kendi kendime:
'Gelecek yıl, Muhammed ashabıyla
birlikte gelip Mekke'ye girecektir! Artık, ne Mekke, ne de Taif, benim için,
oturulacak bir yer değildir. Buralardan çıkıp gitmekten daha iyisi yoktur!'
dedim.
İslâmiyete büsbütün düşman kesildim!
Bütün Kureyşîler Müslüman olacak olsalar, ben hiçbir zaman Müslüman olmam
sanıyordum.[25]
O zaman, insanlardan Resûlullah
Aleyhisselama olduğu kadar kin ve hınç beslediğim bir kimse bulunmadığı gibi,
bir fırsatını bulup onu öldürmemden daha makbulü deyoktu! [26]
Hendek savaşından kabilelerle birlikte
döndüğümüz sıralarda idi ki, Kureyşîlerden, kavmimden bazı adamları topladım.
Ki, onlar benim her husustaki görüşümü benimserler, sözlerimi dinlerlerdi. [27]
Onlara:
'Aranızda benim mevkiim, yerim
nasıldır?' diye sordum. [28]
'Sen bizim görüş sahibi, koruyucu,
uğurlu ve işi bereketli bir
adamımızsın!' dediler. [29]
Onlara:
İyi biliniz ki; vallahi, ben Muhammed'in
işinin muhakkak her işten üstün gelen bir işe dönüşeceğini görüyor ve bu yolda
birşey düşünmüş bulunuyorum!' dedim.
Bana:
'Nedir o düşündüğün şey?1
diye sordular.
Onlara:
'Düşündüm ki; Necaşî'nin yanına gidip
onun yanında bulunalım.
Eğer biz Necaşî'nin yanında
bulunduğumuz sırada Muhammed kavmimiz olan Kureyşîlere galip gelirse,
Muhammed'in eli altında bulunmamızdan, Necaşî'nin eli altında bulunmamız, bizim
için daha iyi, daha yeğdir!
Şayet kavmimiz olan Kureyşîler
Muhammed'e galip gelecek olurlarsa, [30] hemen yanlarına döneriz. [31] Onlardan da, bize ancak
hayır ve iyilik gelir!' dedim.[32]
'İşte, yerinde olan görüş budur!1
dediler.
Onlara:
'Öyle ise, Necaşîye hediye edilecek
şeyi yanımıza toplayınız!' dedim.
Necaşî'ye yapılacak hediyenin en
makbulü ve sevimlisi, yurdumuzda çıkan meşindi.
Pek çok meşin toplayıp yükledikten
sonra, yola çıktık.
Nihayet, Necaşî'nin yanına vardık.
Vallahi, bizim Necaşî'nin yanına
vardığımız sırada, Amrb. Ümeyye ed-Damrî de oraya çıkageldi. [33]
Resûlullah Aleyhisselam, onu Cafer ve
arkadaşlarının işi[34] ve Ümmü Habibe binti Ebu
Süfyan'ı kendisine nikahlaması için, yazdığı bir mektupla göndermişti.[35]
Amr b. Ümeyye NecaşPnin yanına girdi.
Sonra, yanından dışarı çıktı.
Arkadaşlarıma:
'Bu, Amr b. Ümeyye'dir! Eğer Necaşî'nin
yanına girersem, onu kendisinden isterim. Bana teslim ederse, öldürürüm!
Bunu yaptığımı, Muhammed'in elçisini
öldürmeyi başardığımı Kureyşîler işitirlerse, sevinirler!' dedim.
Necaşî'nin yanına girdim. Her zaman
yaptığım gibi, önünde yere kapandım.
Necaşî, bana:
'Merhaba, hoşgeldin dostum!' dedi ve:
'Bana memleketinden birşeyler hediye
edecek misin?1 diye sordu.
'Evet, ey hükümdar! Sana birçok meşin
hediye edeceğim!' dedim ve sonra da, hediye edilecek meşinleri kendisine
yaklaştırdım.
Meşinler, Necaşî'nin çok hoşuna gitti. [36]
Necaşî, meşinlerden bir kısmını ayırıp devlet adamları ve kumandanları arasında bölüştürdü.
Geri kalanının belli bir yere
konulmasını, yazılıp saklanmasını emretti.
Necaşî'nin neşelendiğini görünce: [37]
'Ey hükümdar! Ben senin yanından bir
adamın çıktığını gördüm ki, o bize düşman bir adamın elçi-sidir! Onu bana
teslim et de, öldüreyim!
Çünkü, o eşrafımızdan ve
hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür! [38]
Ben, ona rastlayınca, boğazını sıkıp
dayak attım!' dedim. [39]
Necaşî, benden bu sözleri işitince, [40] kızdı.
Sonra, elini uzatıp bumuma öyle bir
çarptı ki, bumum kırıldı sandım [41]
Bumumun deliklerinden fışkıran kan,
elbiseme sıçradı! Üzerime zillet ve mahcubiyet çöktü[42]
Eğer o sırada yer benim için yanlsaydı,
korkumdan, yerin dibine girerdim!
Sonra, kendimi toparladım ve:
'Ey hükümdar! Vallahi, bundan
hoşlanmayacağını bilseydim, onu senden istemezdim!' dedim.
Necaşî:
'Ey Amr! Demek, sen Musa ve İsa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber
(Cebrail)'in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini, öldürmek üzere sana
vermemi istiyorsun hâ?! [43]
Vallahi, eğer onu öldürmüş olsaydın,
sizden sağ bir kimse bırakmazdım!
Resûlullahın elçisi öldürülür mü hiç?!'
dedi . [44]
Allah, kalbimi, üzerinde bulunduğum
hali birden değiştirdi.[45] Kalbimi İslâmiyete açtı. [46]
Kendi kendime:
'Araplar da, Arap olmayanlar da
İslâmiyet gerçeğini tanı maktalar! Sen ise hâlâ ona muhalefet edip durmakta ve
karşı koymaktasın!?' dedim. [47] Kendimi kınadım. [48]
Necaşî'ye:
'Ey hükümdar! O gerçekten böyle bir
peygamber midir?
Sen, onun böyle Resûlullah olduğuna
şehadet ediyor musun?' diye sordum. [49]
Necaşî:
'Yazıklar olsun sana eyAmr! [50]
Evet! Ben onun Allah tarafından
gönderilmiş bir peygamber olduğuna şehadet ediyorum!
Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, vallahi o muhakkak hak üzeredir
ve kendisine karşı koyan herkese galip gelecektir! Musa Peygamberin Firavun'a
galip geldiği gibi!' dedi.
'Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet
üzerine bey'atımı alır mısın?' dedim.
Necaşî:
'Olur!' dedi ve elini uzattı.
Ona İslâmiyet üzerine bey'at ettim. [51]
Necaşî, benim için büyük bir tas
(leğence) getirtti. Bumumun kanını yıkattı. Bana yeni bir elbise giydirdi.
Çünkü, bumuma dolan kanı silerek
elbisemi kirletmiştim.
Bundan sonra, Necaşî'nin yanından
ayrılıp arkadaşlarımın yanına vardım.
Arkadaşlarım, Necaşî'nin bana verdiği
elbiseyi görünce, çok sevindiler ve:
'Dostun Necaşî'den istediğin şeyi de
koparabildin mi?' diye sordular.
Onlara:
'Kendisiyle daha ilk buluşmada dileğimi
dile getirmeyi uygun bulmadım. Yanına tekrar varacak, dileğimi söyleyeceğim!'
dedim. [52]
'Yerinde olan, senin görüşündür1
dediler. [53]
Müslüman olduğumu sakladım,
arkadaşlarıma açmadım. [54]
Amr b. Ümeyye'nin yanına gittim,
boynuna sarılıp onu kucakladım, o da boynuma sarılıp beni kucakladı. [55]
Bir işim için ayrılı yormuş um gibi,
arkadaşlarımın yanından ayrıldım. Doğruca, gemilerin bulunduğu yere, iskeleye
vardım.
Orada, ağaç (kereste) yüklenmiş bir
gemi buldum. Ona bindim.
Şuaybe'ye varınca, ağaçları
(keresteleri) orada boşalttılar.
Ben de, Şuaybe'den ayrıldım.
Yanımda bir miktar harçlığım vardı. Bir
deve satın alıp Medine'ye gitmek üzere yola çıktım. Merru'z-zahran'ı geçtim.
Hedde'de bulunduğum sırada idi ki, iki
kişinin, benden biraz önce geçip bir konak yeri aradıklarını
gördüm.
Onlardan birisi çadırın içinde
bulunuyor, diğeri ise ayakta durarak binit hayvanlarını tutuyordu.
Dikkatlice baktığımda, bir de ne
göreyim? Halid b. Velid! [56]
'Ebu Süleyman hâ?!1 dedim.
'Evet!1 dedi. [57]
Kendisine:
'Ey Ebu Süleyman! Sen nereye ve ne için
gitmek istiyorsun?' diye sordum. [58]
Halid:
'Vallahi, tutulacak yol belli oldu, iş
aydınlandı: Bu zât, muhakkak peygamberdir!
Vallahi, ben hemen gidip Müslüman
olacağım!
Daha ne zamana kadar ve ne diye
bekleyip duracağım?! [59]
Aklı başında olan kimselerden,
Müslümanlığa girmeyen kalmadı. Vallahi, biz böyle oturup duracak olursak,
sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed de bizi boyunlarımızdan
yakalayacaktır!' dedi.
Ona:
'Vallahi, ben de Muhammed'in yanına
gitmek ve Müslüman olmak istiyorum1 dedim.
O sırada, Osman b. Talha çadırdan
dışarı çıktı ve bana:
'Merhaba=Hoşgeldin!' dedi.
Üçümüz, bir yerde konakladık.
Sonra, birlikte yoldaşlık ederek
Medine'ye geldik.
Ebu İnebe kuyusunda bir adamın bize
rastladığı sırada 'Yâ Rebah! Yâ Rebah!1 diyerek bağırdığını hâlâ
unutmam ışı m dır.
Adamın bu sözünü hayra yorduk ve
yolumuza devam ettik.
Adamın bize tekrar bakıp:
'Mekke, artık, şu ikisinden sonra,
yakasını, idaresini bize vermiştir!' dediğini işittim.
Sanırım ki; o bu sözüyle beni ve Halid
b. Velid'i kasdetmişti.
Adam hemen ardına dönüp koşarak Mescide
kadar gitti. Zannımca, bizim geldiğimizi Resûlullah Aleyhisselama müjdelemeye
gitmişti. Zan ve tahmin ettiğim gibi de olmuş.
Harre mevkiinde develerimizi indirdik.
Üzerimize temiz elbiselerimizi giydik. Sonra, ikindi ezanı okundu.
Kalkıp Resûlullahın yanına vardık.
Resûlullahın yüzü parıl panl parlıyordu.
Müslümanlar çevresini sarmışlardı.
Bizim Müslüman olmamıza sevinmekte
idiler. [60]
Resûlullah Aleyhisselam, bizleri
görünce:
'Mekke, ciğerparelerini kucağınıza
attı!' buyurdu. [61]
Önce, Halid b. Velid bey'at etti,
Müslüman oldu.
Sonra, Osman b. Talha bey'at etti,
Müslüman oldu.
Sonra da, ben vardım. Vallahi, kendimi
birden Resûlullahın önüne oturmuş buldum! Kendisine karşı utancımdan dolayı,
başımı kaldırıp yüzüne bakamadım ! [62]
'Yâ Rasûlallah! Sağ elini aç da, sana
bey'at edeyim1 dedim.
Resûlullah elini açınca, ben elimi geri
çektim!
Resûlullah:
'Sana ne oldu ey Amr?!' diye sordu.
'Bey'at için şart koşmak istiyorum?'
dedim.
Resûlullah:
'Nedir şartın?' diye sordu.
'Şartım; geçmişteki günahlarımın
bağışlanıp yarlıganmasıdır! [63]
Yâ Rasûlallah! Ben, geçmişte olan
günahlanm bağışlanmak, yarlıganmak üzere sana bey'at edeceğim!' dedim. [64]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey Amr! Bey'at et! [65] Şüphe yok ki, İslâmiyet
daha önce olanları siler, yok eder. Hicret de, daha önce olanları siler, yok
eder! [66]
Hacc da daha önce işlenmiş günahları
yıkar, yok eder!' buyurdu. [67]
Ben, geçmişte işlediğim ve gelecekte
işleyeceğim günahlarım bağışlanıp yarlıganmak üzere bey'at etmeyi içimden
geçirmiştim.
Halbuki, bey'at ettiğim zaman:
'Geçmişte işlediğim günahlanm
bağışlanmak üzere' dedim de, 'gelecekte işleyeceğim günahlarım' demeyi unuttum. [68] Aklıma gelmedi. [69]
İnsanlardan hiçbiri, bana, Resûlullah
Aleyhisselamdan daha sevgili ve ondan daha yüce olmamıştı r! [70]
Vallahi, Müslüman oluşumuzdan beri,
mühim işlerde Resûlullah Aleyhisselam beni ve Halid b. Velid'i ashabının
hiçbirinden ayırmadı. [71]
Bey'attan sonra, ben Mekke'ye döndüm. [72]
Amr b. Âs'a:
"Sen akıllı, aklı başında bir
adamdın. İslâmiyeti kabulde seni geciktiren ne idi?" diye sorulmuştu.
Amr b. Âs şu cevabı verdi:
"Biz, bizden önceki kuşaktan,
yaşlı başlı, bize hakim bir
toplulukla birarada bulunuyorduk.
Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir
dağ yolunu tutup gittiler.
Biz de, ovaya çıkıncaya kadar, onlara
uyduk:
Onlar Peygamber Aleyhisselarm inkâr
ettiler. Onlarla birlikte, biz de inkâr ettik!
O zaman, işimiz üzerinde hiç
düşünmedik. Sadece onları taklit ettik.
Onlar ölüp gidince, iş bizlere kaldı.
Peygamber Aleyhisselamın işine bakıp
gerçekliği belli olunca, İslâmiyet sevgisi kalbime düştü.
Herkes Kureyşîlerin işleri hakkında
yardımlarına koşup dururken, onlar benim ağırdan almaya, geri kalmaya
başladığımın farkına vardılar, kendilerinden, bir genci bana gönderdiler.
Genç, bana:
'Yâ Ebâ Abdillah! Kavmin, senin
Muhammed'e meylettiğini sanıyor1 dedi.
Ona:
'Ey kardeşimin oğlu! Eğer bende ne
olduğunu öğrenmek istiyorsan, Hira dağının dibinde seninle buluşup konuşalım!'
dedim.
Orada buluştuk.
Ona:
'Senin Rabbin, senden öncekilerin Rabbi
ve senden sonrakilerin Rabbi olan Allah aşkına doğru söyle! Biz mi daha doğru
yoldayız? Yoksa, Farslar ve Rumlar mı daha doğru yoldadırlar?' dedim.
Genç:
'Elbette, biz daha doğru yoldayızdır!1
dedi.
Ona:
'Geçim hususunda biz mi daha genişiz?
Yoksa, onlar mı daha geniştirler?1 diye sordum.
Genç:
'Onlar daha geniştirler!' dedi.
Ona:
'Şu dünyada bir yararı olmayacaksa,
doğru yolda onlara üstün olmamızın bize ne yaran vardır?
Kaldı ki, onlar dünyada bu ve diğer
hususlarda bizden daha ileri ve üstündürler!
Bunun içindir ki, iyinin iyiliğinin
karşılığını, kötünün de kötülüğünün karşılığını görmek üzere öldükten sonra
dirilecekleri hakkında Muhammed'in söylemiş olduğu şeyin gerçekliği, içime,
kalbime sinmiş bulunmaktadır.
İşte ey kardeşimin oğlu! Benim içime
sinen, kalbime sinen bu gerçekten sonra, herhalde boş şeyler üzerinde direnip
durmakta hayır yoktur!' dedim." [73]
Halid b. Velid'in soyu, Peygamberimiz
Aleyhisselamın soyu ile Mürre b. Ka'b'da birleşir. [74]
Halid b. Velid'in künyesi Ebu Süleyman
ve Ebu'l-Velid'dir.
Annesi; Lübâbetü's-suğra binti Haris
olup, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymûne ile Hz. Abbas'ın zevcesi
Ümmü'l-Fadl, Lübâbe'nin kızkardeşi idi.
Halid b. Velid, Cahiliye çağında,
Kureyşîlerin eşraflndandı.
Savaşlarda, askerî araç ve gereçlerle
ilgilenme, ordunun çadırlarını kurdurma ve süvari birliği kumandanlığı gibi
önemli görevler kendisine verilmişti. [75]
Kureyşîlerin babayiğitlerindendi. [76]
Osman b. Talha'nın Soyu ve Kişiliği
Osman b. Talha'nın soyu da,
Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Kusayy'da birleşir. [77]
Osman b. Talha'nın annesi Sülâfe binti
Sa'd b. Şüheyd'dir. [78]
Osman b. Talha, Kureyş müşriklerinin
eşrafındandı. [79]
Hicâbe (Kabe'nin kapıcılığı, Kabe'nin
anahtarlarını taşıma ve saklama) görevi, Osman b. Talha'larda idi .[80]
Osman b. Talha der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam
Umretü'l-kazâ için Mekke'ye gelip girdiği zaman, Allah, kalbimin öteden beri
bulunduğu hali değiştirdi. Bulunduğum o hali ki, işitmez, görmez, yarar veya
zarar vermez, taştan yontulmuş putlara nasıl tapıp durduğumuzu düşündüm.
Birde, Resûlullah Aleyhisselamla
ashabına ve onların gidişatlarına ve kendilerini dünyadan nasıl alıkoyduklarına
baktım da, bunun te'siri altında kaldım ve kendi kendime:
'Şu kavmin amelinin karşılığı, öldükten
sonra, muhakkak, sevab ve mükâfat olacaktır!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselamı Ebtah'taki
konak yerine gitmek üzere Benî Şeybe kapısından çıkarken gördüğüm zaman, yanına
varmayı ve elini tutup Müslüman olmayı istedimse de, bu benim için mümkün
olmadı. Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye dönmek üzere Mekke'den ayrıldıktan
sonra ona gitmeyi tasarladım..." [81]
Halid b. Velid de derki:
"Yüce Allah, benim hayrımı
dilediği zaman, kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. Beni, hayır ve şerri
anlayacak hale getirdi.
Kendi kendime:
"Ben," dedim,
"Muhammed'e karşı, her savaş yerinde bulundum.
Bulunduğum savaş yerinden hiçbirisi
yoktu ki, dönerken, aykırı ve yanlış bir iş üzerinde bulunduğumu ve
Muhammed'in muhakkak galip geleceğini içimde sezmiş olmayayım!
Resûlullah Aleyhisselam Hudeybiye'ye
çıkıp geldiği zaman, ben de, müşrik süvarilerinin başında yola çıktım.
Usfan'da, Resûlullah Aleyhisselamla ashabına yaklaşıp gözüktüm.
Resûlullah Aleyhisselam bizden emin bir
surette, ashabına öğle namazını kıldırıyordu.
Üzerlerine birden baskın yapmayı
düşündükse de, gerçekleşmedi. Böyle olması da, hayırlı oldu.
Resûlullah Aleyhisselam kalbimizden
geçenleri sezmiş olmalı ki, ikindi namazını salât-ı havf (korku halinde namaz)
olarak kıldırdı.
Bu, beni çok etkiledi.
Kendi kendime:
'Bu zât herhalde Allah tarafından
korunuyordur!1 dedim.
Birbirimizden ayrıldık.
Resûlullah, süvarilerimizin bulunduğu
taraftan sağa yöneldi, sağ taraftaki yolu tutup gitti.
H udeybiye'de Kureyşîlerie barı ş yapı
p Kureyşîler onu öğle vaktinden geceye kadar olan vakitte geri çevirince:
'Geride ne ve hangi şey kaldı ki?!
Nereye; NecaşPye mi gideceğim? Halbuki,
o da Muhammed'e bağlanmış bulunuyor! Ashabı da, onun yanında emniyet ve selamet
içinde barınıp duruyor!
Yoksa, Herakliyus'un yanına gideyim de,
dinimi bırakıp Hıristiyan mı olayım? Ya da Yahudiliğe mi gireyim?! Yahut,
kendilerine tâbi olarak, İranlılar, Acemlerle birlikte mi oturayım?!
Yoksa, kavmimden sağ kalanlar arasında
evimde mi oturayım?!' diye kendi kendime söylendim, düşündüm durdum!
Ben bu düşünceler ve tereddütler içinde
bulunduğum sırada Resûlullah Aleyhisselam Umretü'l-kazıyye için Mekke'ye gelip
girince, ondan gizlendim.
Kendisinin Mekke'ye girişini görmedim.
Kardeşim Velid b. Velid, Peygamber
Aleyhisselamla birlikte, Umretül-kazıyye için Mekke'ye girmişti.
Beni arayıp bulamayınca, bana bir
mektup yazmış ve mektubunda şöyle demişti:
'Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'a hamd ü sena ve Resûlullaha
salât ve selamdan sonra, derim ki:
Doğrusu, ben, senin İslâmiyetten böyle
tedirgin olmak ve yüz çevirip gitmekteki görüşün kadar şaşılacak bir görüş
görmedim!
Halbuki, eğri yola gitmekten seni
alıkoyacak bir aklın da var! Aklını kullansana!
İslâmiyet gibi bir dini kim bilmez,
tanımaz olur?!
Resûlullah Aleyhisselam seni bana
sordu:
'Halid nerededir?' dedi.
Ben de:
'Allah onu getirir!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Onun gibi bir adam, İslâmiyeti bilmez
ve tanımaz olabilir mi?
Keşke o bütün savaş ve çabalarını,
Müslümanların yanında, müşriklere karşı gösterseydi, kendisi için ne kadar
hayırlı olurdu!
Biz, kendisini başkalarına tercih eder,
üstün tutardık' buyurdu.
Ey kardeşim! En elverişli, en yararlı
yerlerde kaçırmış bulunduğun fırsatlara acele yetiş!'
Bana kardeşimin bu mektubu gelince,
Medine'ye gitmek için acele ettim.
İslâmiyete olan isteğim de arttı.
Resûlullah Aleyhisselamın söyledikleri
ise, beni çok ferahlattı.
Uyurken, rüyamda da, çok dar, sıkıntılı
ve kurak yerlerden, yemyeşil ve geniş biryere çıktığımı görmüştüm.
Kendi kendime:
'Bu rüya herhalde boş değil! Medine'ye
varınca, bunu Ebu Bekir'e anlatır, yordururum!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına gitmek
için derlenip toparlandığım zaman, kendi kendime:
'Acaba Resûlullaha kadar, bana kim
arkadaş ve yoldaş olur?' dedim.
Safvan b. Ümeyyeye rastladım. Ona:
'Yâ Ebâ Vehb! Sen bizim içinde
bulunduğumuz durumu şöyle bir gözönüne getirsen ya?
Biz, ancak, bir azınlık ve yiyinti
halindeyiz!
Muhammed ise, Araplara ve Arap
olmayanlara galip gelmiş bulunuyor!
Muhammed'in yanına gitsek de, ona tâbi
olsak olmaz mı?
Çünkü, Muhammed'in şerefi, bizim için
de bir şeref teşkil eder!' dedim.
Safvan, bu teklifime, karşı koymanın en
ağırı ile karşı koydu ve:
'Kureyşil erden, benden başka hiç kimse
kalmasa, yine de ben ona hiçbir zaman tâbi olmam!' dedi.
Birbirimizden ayrıldık.
Kendi kendime:
'Bu, kinci bir adamdır; kin güdüyor.
Babası ve kardeşi Bedir savaşında öldürülmüş bulunuyor!' dedim.
İkrime b. Ebu Cehil'e rastladım. Ona da
Salvan'a söylediklerimin tıpkısını söyledim.
O da bana Safvan'ın söylediği gibi
söyleyince, ona:
'Bari, sana açtığım şeyi gizli tut,
açığa vurma!' dedim.
İkrime:
'Onu kimseye anmam!1 dedi.
Evime gittim. Hayvanımı dışarı
çıkarmalarını emrettim. Hayvanıma bindim. Osman b. Talha ile buluşmak üzere
yola çıktım.
Kendi kendime:
İşte bu, muhakkak bana yoldaş ve
arkadaş olur!
Keşke maksadımı daha önce ona
açsaydım!' dedim.
Sonra da, baba soylarından (Uhud
savaşında) öldürülmüş olanları hatırlayarak, maksadımı kendisine açıklamayı
uygun görmedim.
Yine, kendi kendime:
'Şu saatte hayvanımın üzerinde yola
çıkmış iken, böyle şeyleri düşünmek, benim ne üstüme gerek!' dedim. Olan biten
işi ona söyledim ve:
'Biz, ancak, deliğinde sıkışıp kalan ve üzerine yukarıdan kova ile
su dökülünce dışarı fırlamak zorunda kalan birtilki durumundayız!' dedim.
Ona da, iki dostuma söylemiş
olduklarımın tıpkısını söyledim.
Osman b. Talha, teklifimi tereddütsüz
kabul ediverdi. Ona:
'Sen bugün dur! Yarın, sabah vaktini
kolla! Ben de yarın sabah vaktini kollayacağım. Şu hayvanım Mekke'nin Fahh
vadisinde bulunacaktır' dedim.
Kendisiyle Ye'cec'de buluşmaya söz
verdim.
Eğer o benden önce gelirse, orada durup
beni bekleyecekti. Ben ondan önce gelirsem, orada durup onu bekleyecektim. [82]
Ertesi gün, seher vakti yola çıktık.
Tan yeri ağarmadan Ye'cec'de buluştuk.
Kuşluk vakti Hedde'ye ulaştık.
Amrb.Âs'ı orada bulduk.
O, bize:
'Hoşgeldiniz kavmim!" dedi.
Biz de, ona:
'Sen de hoşgeldin!1 dedik.
O, bize:
'Siz, nereye ve ne için gidiyorsunuz?'
diye sordu.
Biz de, ona:
'Sen, ne için ve nereye çıkıp
gidiyorsun?' diye sorduk ve:
'Biz İslâmiyete girmeye, Muhammed'e
tâbi olmaya gidiyoruz!' dedik.
Amr b. Âs da:
'Beni getiren de budur! [83] Ben de ancak Müslüman
olmak için geldim. [84]
Vallahi, artık tutulacak yol belli
oldu. İş iyice aydınlandı. Bu zât, muhakkak peygamberdir!
Vallahi, ben gidip Müslüman olacağım.
Daha ne zamana kadar bekleyip duracağım? [85]
Aklı başında olanlardan, Müslüman
olmayan kimse kalmadı.
Vallahi, biz böyle oturup duracak
olursak, sırtlanların inlerinde yakalandıkları gibi, Muhammed de bizi
boyunlarımızdan tutup yakalayacaktır!' dedi." [86]
Hep birlikte yoldaşlık ve arkadaşlık ederek
Medine'ye geldiler.
Harre mevkiinin arkasında develerini
ıhdırdılar.
Geldikleri Peygamberimiz Aleyhisselama
haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam çok sevindi.
Üç arkadaş, elbiselerinin en iyilerini
giydikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmeye hazırlandılar.
O sırada, Halid b. Velid'in kardeşi
Velid, gelip Halid b. Velid'e:
"Acele et! Çünkü, senin geldiğin
Resûlullah Aleyhisselama haber verilmiş, gelişin kendisini çok sevindirmiştir.
O şimdi sizleri bekliyor!"
deyince, hareketlerini hızlandırdılar. [87]
Resûlullah Aleyhisselam, onları
görünce, ashabına:
'Mekke, ciğerparelerini kucağınıza
attı!" buyurdu. [88]
Halid b. Velid, Peygamberimiz
Aleyhisselamın yanına varırken, Peygamberimiz Aleyhisselam ona gülümseyip
duruyordu.
Halid b. Velid, Peygamberimiz
Aleyhisselama peygamberlik selamıyla selam vendi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onun
selamına mukabele etti.
Halid b. Velid:
"Allah'tan başka hiçbir ilah
olmadığına, senin de Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b.
Velid'e "Beri gel!" buyurduktan sonra:
"Sana hidayet eden, doğru yolu
gösteren Allah'a hamd olsun!
Ben senin akıllı olduğunu biliyor,
bunun er geç seni selamet ve hayra erdireceğini umuyordum!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim sana
karşı açılan savaşların hepsinde-haktan inatla uzaklaşmış olarak-hazır
bulunduğumu biliyorsun.
Benim bu yoldaki günahlarımı
bağışlaması, yariıgaması için Allah'a dua et!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İslâmiyet, kendisinden önce
işlenmiş günahları keser atar!" buyurdu.
Halid b. Velid:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim için
böylece de dua etsen?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Halid'in, kullarını
Senin yolundan çevirmek için gösterdiği bütün çabalarından ileri gelen
günahlarını bağışla!" diyerek dua etti.
Halid b. Velid:
"Vallahi, Müslüman olduğum günden
beri, Resûlullah Aleyhisselam, beni önemli işlerde ashabının hiçbirinden
ayırmadı" demiştir. [89]
Hicretin 8. yılında, Safer ayının ilk
gününde,
Önce Halid b. Velid,
Sonra Osman b. Talha,
Ondan sonra da Amr b. Âs, Peygamberimiz
Aleyhisselama bey'at edip Müslüman olmuslardır. [90]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Halid b.
Velid'e, evinin yanında bir yer verdi. [91]
Savaşlarda da, kendisini süvari birliği
kumandanlığında bulundurdu ve bu görevden hiç ayırmadı. [92]
Osman b. Talha da, Peygamberimiz
Aleyhisselamın vefatına kadar, Medine'de oturdu. [93]
Kedid seferi, Hicretin 8. yılında Safer
ayında idi.[94]
Kedid; Mekke ile Medine arasında, bir
suyu bulunan sert topraklı bir vadidir. [95]
Mekke'ye, Medine'den daha yakındır.
Mekke'ye 42 mildir, Usfan'la Emec arasındadır.
[96]
Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz
Aleyhisselamı ve İslâmiyeti ortadan kaldırmak maksadıyla toplanıp Medine'yi
kuşatan Arap kabileleri arasında Sakîf ve sair kabilelerle birlikte Kinane
kabilelerinden de birçok aile toplulukları bulunuyordu. [97]
o Abdi Menatb. Kinane oğulları: Leys,
Dil, Damrâ, Urebe kollarına;
o Leys b. Bekr b. Abdi Menat kabilesi:
Âmir, Cunda', Sa'd kollarına;
o Âmirb. Leys kabilesi de: Ka'b, Şicc,
Kays, Utvâre kollarına ayrılır.
İşte, Benî Mülevvah b. Ya'merler de;
Benî Ka'b b. Âmir b. Leys b. Bekr b. Abdi Menat b. Kinanelerdendi. [98]
Demek ki, Benî Mülevvahlar Benî
Leyslere. [99]
Benî Leysler de Bekr b. Abdi Menat b. Kinanelere mensuptu. [100]
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hudeybiye'de kendisini sair Arap kabileleriyle başbaşa bırakmaları için Kureyş
müşriklerine teklifte bulunmuş;[101] on yıllık bir mütareke
yapmıştı.[102]
Hudeybiye musalahası sırasında, Kureyş
müşrikleri temsilcileri:
"Bizim bu yoldaki taahhüt ve
şartlarımız, bize katılacak olanlar için de aynen cari ve muteberdir!" [103] dedikleri zaman,
Kinanelerden Bekr oğulları:
"Biz Kureyşîlerin akdine ve ahdine
girdik! [104]
Biz Kureyşîlerin yanındayız!" [105] diyerek Kureyşîlere
sığınmışlar, emniyetlerini sağlamışlardı.
Kinanelerden Benî Leyslere mensup
Mülevvah oğulları ise, muahede dışında kalmışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, büyük
küçük, Arap olan olmayan İslâm
düşmanlarını, önem derecelerine göre, te'dib hareketlerine başlamış bulunuyor;
Benî Mülevvahlara da bir darbe indirip, İslâmiyete karşı direnişlerini kırmak
gerekiyordu.
Cündüb b. Mekîs el-Cühenî der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, BenîKelb
b. Avflardan biri olan Galib b. Abdullah el-Leysîyi, bir askerî birliğin
başında Benî Mülevvahlara gönderdi.
Ben de, gidenlerin içinde idim.
Resûlullah Aleyhisselam, Kedid'de
oturan ve Benî Leyslerden olan Benî Mülevvahlar üzerine her taraftan ve birden
baskın yapmasını ona emir buyurdu." [106]
Benî Mülevvahlar üzerine gönderilen
birliğin mevcudu 19 kişi kadardı. [107]
Cündüb b. Mekîs, anlatmaya devam ederek
der ki:
"Yola çıktık.
Kudeyd'de bulunduğumuz sırada Haris b.
Malik b. Bersâ el-Leysî'ye rastladık, kendisini yakaladık.
'Ben Müslüman olmak istiyorum ve
Resûlullah Aleyhisselama gitmekten başka bir maksatla da yola çıkmadım!' dedi.
Ona:
'Eğer sen gerçekten Müslüman isen, bir
gece bir gündüz iple bağlanmak sana zarar vermez.
Eğer bundan başka türlü isen, senden
emniyette kalmış bulunuruz!' dedik.
Kendisini bir iple sıkıca bağladık.
Sonra, arkadaşlarımızdan birisini (Süveyd b. Sahr'ı) onu beklemek üzere
arkamızda bıraktık ve kendisine:
'Eğer sana düşmanlığa ve galebe çalmaya
kalkarsa, başını kes!' dedik. [108]
'Dönülüp sana uğrayıncaya kadarda,
burada onunla birlikte otur!' diye emir verdik. [109]
Sonra, yolumuza devam edip, güneş
battığı sırada Kedid'e vardık. Vadinin bir köşesine sindik.
Arkadaşlarım beni gözcü (casus) olarak
Benî Mülevvahlara gönderdi.
Gittim, su başlarında oturan cemaatin
üzerine çıkaran tepeciğe kadar ilerledim.
Orada, bir müddet etrafa göz gezdirdim.
Tepeciğin en yüksek noktasına kadar yükseldim. Tepe üzerinde yüzükoyun yatıp su
başlarındaki cemaati gözetlemeye başladım ki, vallahi, Benî Mülevvahlardan bir
adam, gölgeliğinden çıkıp, karısına:
'Ben şu tepeciğin üzerinde bir karaltı
görüyorum ki, bu günümün başında, ben bunu hiç görmemiştim.
Bir de sen bak ona! Gözlerinle araştır
bakalım, birşeyler görebilir misin?
Orada köpekler bazı şeyler tutup
çekiştiriyor olmasın?' dedi.
Kadın baktı ve:
'Hayır! Vallahi, ben gözlerimle birşey
göremiyorum!' deyince, adam:
'Bana yayımı, iki okla getir, ver!'
dedi.
Kadın yayı iki okla birlikte ona
götürüp verdi.
Adam bir ok attı. Vallahi, hiç
şaşmadan, böğrüme saplandı.
Oku böğrümden yavaşça çıkarıp yere bıraktım.
Yerimden hiç kımıldamadım.
Adam ikinci oku attı. Ok omuzumun
başına saplandı!
Onu da yavaşça çıkarıp yere bıraktım.
Yine, yerimden hiç kımıldamadım. [110]
Adam:
'Eğer canlı,
kımıldar bir hayvan[111] veya yabancı bir kavmin
gözcüsü (casusu) olsaydı. [112] muhakkak ki mil dardı.
Oklarım onu karıştırdı, altüst etti.
Sen, başarabilirsen, sabaha çıkınca,
oklarımı orada bul, al, bana getir!
Köpeklerin etini çiğnemek bana
gerekmez!' dedi, sonra çadırına girdi. [113]
BenîMülevvahların deve ve davar gibi
yaylım hayvanları, yaylımdan döndüler.
Benî Mülevvahlar, sütlü davarları
sağdılar, develeri suvarıp su başına ıhdırdılar. [114]
Onları bir müddet kendi hallerine
bıraktık. [115]
Sükûnete erince, uykuya daldılar. [116]
Seher vakti girmişti. [117]
Süvarilerimizi dağıtıp hertaraftan
onlara birden baskın yaptık. [118]
Benî Mülevvahlardan, çarpışanları
öldürdük. [119]
Develeri, [120] davarları[121] iğtinam ederek sürdük, [122] acele, geri döndük. [123]
Medine'ye doğru inip gidiyorduk. [124]
BenîMülevvahların 'İmdad!' diye
bağıncısı onlara doğru koşarak gitti.
Benî Mülevvahlardan büyük bir topluluk,
bize doğru gelmeye başladı.
Haris b. Bersâ el-Leysî'ye ve
arkadaşlarına uğrayıp onu ve arkadaşlarımızı yanımıza aldık.
Benî Mülevvahlar bize yetiştiler, [125] çokyaklaştılar. [126]
Onlarla aramızda, ancak Kudeyd vadisi
vardı. [127]
Bize doğru baktılar ve yöneldiler.
Yüce Allah, Kudeyd vadisinde
Müslümanların imdadına yetişti. [128] Vadiye, hiç
görmediğimiz, bulutsuz, yağmursuz birsel gönderdi. [129]
Vallahi, o gün, selden önce ne bir
bulut, ne de yağmur gördük!
Vadinin iki yanı, sel suyu ile doldu! [130]
Sel onlarla bizim aramıza gerildi,
engel oldu. [131]
Hiçbirinin seli geçip yanımıza gelmeye
gücü yetmedi. [132]
BenîMülevvahların sadece durup bize
bakıştıklarını gördüm. [133]
O sırada, biz Kudeyd vadisinin
üzerindeki Müşellel tepesine sığınmıştık. [134]
Benî Mülevvahlardan hiçbiri seli geçip
bizi takip etmeye imkân bulamadı. Onları geride bırakıp[135] Medine'ye geldik." [136]
Benî Mürre seferi, Hicretin 8. yılında
Safer ayında yapılmıştır.[137]
Benî Mürrelerin yurdu, Fedek yakınında
idi.
Benî Mürrelerin işleri güçleri, Fedek
ile ol urdu. [138]
Hicretin 5. yılında, Peygamberimiz
Aleyhisselamı ve İslâmiyeti yok etmek için Kureyş müşriklerinden Ebu SüfÇan b.
Harb'in kumandası altında gelip Medine'yi kuşatan 10.000 kişilik ordular
birliğinin 400 kişisi, Haris b. Avf'ın kumandası altındaki Mürre oğulları
idiler. [139]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 7.
yılında, Şaban ayında, [140]
30 kişilik askerî bir birliği Beşir b. Sa'd'ın kumandası altında Mürre
oğullarına göndermişti. [141]
O sırada, Mürre oğulları, susuzluk
yüzünden kışlık vadilerine çekilmiş bulunuyorlardı. [142]
Beşir b. Sa'd, Mürre oğullarının orada
bulabildikleri davar, deve ve sığırlarını iğtinam ederek onlara bir darbe
indirmek istemiş, Medine'ye doğru yol almaya başlamıştı.
Bunu haber alan Mürre oğulları,
Medine'ye yönelen İslâm birliğinin arkasından çok sayıda adamlar koşturmuşlar,
geceleyin İslâm birliğine baskın
yapmışlar, sabaha kadar çarpışıp Beşir b. Sa'd'ın arkadaşlarını şehit etmişler,
içlerinden yalnız Ulbe ile şehitler arasında baygın bir halde bulunan Beşir b.
Sa'd kurtulabilmişti. [143]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî
Mürreleri te'dib için, 200 kişilik askerî bir birlik hazırlayıp Zübeyr b.
Avvam'ı göndereceği sırada Galib b. Abdullah el-Leysî Medine'ye gelince,
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zübeyr b. Avvam'a:
"Sen burada otur, kal!"
buyurdu[144]
ve Zübeyr b. Avvam için bağladığı bayrağı Galip b. Abdullah'a verdi. [145] Onu, 200 kişilik
birliğin başında, Fedek'te oturan Benî Mürrelere yolladı.
Üsâme b.Zeyd, Ebu Mes'ud es-Sakafî,
Ukbe b. Amr, Ucre, Huvayyısa b. Mes'ud ile Fedek'te Benî Mürrelerin elinden
canını kurtarmış bulunan Ulbe b. Zeyd de, gönderilen bu birliğin içinde idiler. [146]
İslâm
mücahidlerinin parolaları "Emit! Emit!" sözü idi. [147]
İslâm
mücahidleri, Fedek'te Beşir b. Sa'd'ın ve arkadaşlarının vurulup şehid
oldukları yere kadar vardılar. [148]
Benî Mürrelere yaklaştılar.
Galib b. Abdullah, Benî Mürrelerin
konak yerlerini keşfetmek üzere, Ulbe b. Zeyd'i, on kişilik bir gözcü
birliğinin başında öncü olarak ileri gönderdi.
Bunlar, Benî Mürrelerden bir cemaatin
konak yerlerini keşfe muvaffak olduktan sonra, dönüp gördüklerini Galib b.
Abdullah'a bildirdiler.
Galib b. Abdullah, Benî Mürreleri
geceleyin gözle görebilecekleri bir yere kadar mücahidlerle birlikte
ilerleyip, orada durdu.
Benî Mürreler davarlarını sağdılar,
develerini suvarıp su başına ıhdırdılar. Kendileri de istirahata geçtiler.
Galib b. Abdullah, ayağa kalkıp,
Cenab-ı Hakk'a lâyık olduğu şekilde haıınd ü senada bulunduktan sonra, şöyle
dedi:
"Ben size Bir olan, şerîki ve
nazîri olmayan Allah'ın emirlerini yerine getirmeyi, yasakladıklarından da
sakınmayı, bana da itaat etmenizi ve karşı gelmemenizi, hiçbir işte bana aykırı
davranmamanızı tavsiye ederim. Çünkü, ancak, rey ve görüş sahibi olmayan kişiye
itaat olunmaz.
Bana itaatsizlik etmeyiniz.
Çünkü, Resûlullah Aleyhisselam:
'Benim kumandanıma itaat eden, bana
itaat etmiş; ona itaatsizlik eden de, bana itaatsizlik etmiş olur!'
buyurmuştur.
Binâenaleyh, siz ne zaman bana itaatsizlik
ederseniz, Peygamberinize itaatsizlik etmiş olur-sunuz!" [149]
Galib b. Abdullah, konuşmasını
bitirdikten sonra, mücahidleri:
"Ey filan! Sen, filanla. Ey filan!
Sen, filanla... arkadaş ve kardeşsin!
Herkes, arkadaşından aynim ayacaktır!
Sizden biriniz yanıma dönünce, ona:
'Arkadaşın filan kişi, nerededir?' diye
soracağım.
Sakın, bana:
'Ben onun nerede olduğunu bilmiyorum!'
diye cevap vermeyesiniz!" diyerek birbirlerine kardeş ve arkadaş yaptı.[150]
Mücahidler, Benî Mürrelere baskın
yapmak üzere hazırlandılar.[151]
Benî Mürrelerin konak yerlerini iyice
göndüler.
Benî Mürreler, deve ve sığırlarını
sulayıp, dinlenmeye başlamışlardı.
Galib b. Abdullah, mücahidlere:
"Ben tekbir aldığım zaman, siz de
tekbir alınız!" dedi[152] ve hemen tekbir aldı.
Mücahidler de tekbir aldılar,
kılıçlarını sıyırdılar, sabahleyin erkenden baskın yaptılar. [153]
Benî Mürrelerin erkekleri, mücahidleri
karşıladılar.
Mücahidler onları kılıçtan geçirdiler. [154]
Orada bulunan Benî Mürrelerin
birçokları öldürüldü. [155]
Birlik kumandanı Galib b. Abdullah:
"Üsâme b. Zeyd nerede kaldı?"
diye sordu.
Geceden bir kısmı geçtikten sonra,
Üsâme b. Zeyd geldi.
Galib b. Abdullah onu en ağır bir
şekilde kınadı ve:
"Sana ne dediğimi bilmiyor musun?!"
dedi.
Üsâme:
"Ben bana son derecede kızan bir
adamın ardına düştüm. Kendisine yaklaşıp kılıcımı kaldırdığım zaman, 'Lâ ilahe
illallah1 diyerek kelime-i tevhidi söyledi" dedi.
Galib b. Abdullah:
"O zaman, kılıcını kınına soktun
mu?" diye sordu.
Üsâme b. Zeyd:
"Hayır! Vallahi, onun boyun
damarını kesmedikçe, geri durmadım!" dedi.
Kumandan ve mücahidler:
"Vallahi, sen, buyurulmadığın kötü
bir iş yaptın!?" dediler.
Üsâme, yaptığına çok pişman oldu,
elleri yanlarına düştü![156]
Üsâme'nin müşrik sanarak öldürdüğü
kimse, Cüheynelerin Hurka kolundan Mirdas b. Nehik idi. [157]
Kendisi, Benî Mürrelerin müttefiki idi. [158]
Fedek halkından, bundan başkası
Müslüman olmamıştı.
Galib b. Abdullah İslâm mücahidleriyle
oraya gelince, Fedekliler hep kaçışmışlar, Mirdas b. Nehik ise, Müslümanlığına
güvenerek kaçmamıştı. [159]
Üsâme, adamı öldürünce, içinde son
derecede üzüntü duydu.
Medine'ye gelinceye kadar,
üzüntüsünden, yemek yiyemedi.[160]
Hadise Peygamberimiz Aleyhisselama
haber verilince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Üsâme! 'Lâ ilahe illallah!1
demiş olan bir adamı, öldürdün ha?! [161]
Demek, o 'Lâ ilahe illallah!1
dedi. Sen de onu öldürdün ha?! [162]
Demek, o 'Lâ ilahe illallah!1
dedikten sonra, onu öldürdün ha?!" buyurdu. [163]
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! O bunu ancak
silahtan korktuğu için söylemişti[164] O buna öldürülmekten
kurtulmak için sığınmıştır!" dedi. [165]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bari, adamın kalbini yarsaydın
da, bu sözü doğru mu, yalandan mı söylediğini de öğrenseydin ya?!"
buyurdu. [166]
Peygamberimiz Aleyhisselam Üsâme'ye
bunları o kadar tekrarlayıp durdu ki, Üsâmeye:
"Keşke bugünden önce Müslüman
olmamış olsaydım da, Resûlullah Aleyhisselamın bu itablarına uğram asaydı
m!" dedirtti. [167]
Üsâme:
"Yâ Rasûlallah! Ben artık hiçbir
zaman 'Lâ ilahe illallah!1 diyen kimseyi öldürmemek üzere Allah'a
yemin ediyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Üsâme! 'Benden işittikten
sonra1 diyeceksin!" buyurdu.
Üsâme de:
"Senden işittikten sonra!"
dedi. [168]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Üsâmeye:
"Onun kalbini yanp da içine baktın
mı?!" diye sorduğu zaman, Üsâme'nin:
"Yâ Rasûlallah! Onun kalbi, ancak
cesedinden bir et parçasıdır! Onu yarıp da, içinden geçeni nasıl
anlayayım?!" dediği de rivayet edilir. [169]
Siyy seferi, Hicretin 8. yılında
Rebiülevvel ayında yapılmıştır.[170]
Siyy; Mekke'den Basra'ya giden büyük
yol üzerinde, üç merhale uzaklıktadır. [171] Siyy'in Mâdin arkasına
düşen Rükbe nahiyesi, Hevâzinlerden Benî Âmir cemaatinin yurdu olup, burası da,
Medine'ye beş geceliktir.[172] Benî Âmirler, burada otururlardı. [173]
Hicretin 4.yılında, kırk kişilik İslâm irşad birliğinin imhası için Âmir b.
Tufieyl tarafından yapı lan davete icabetten kaçınır görünmelerine rağmen. [174] Benî Âmirlerden kalabalık
bir kabile, Müslümanları kuşatarak şehit eden kabileler arasında bulunuyordu. [175]
Onları te'dib etmek sırası gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam; Şüca1
b. Vehb el-Esedîyi 24 kişilik bir birliğin başında, Siyy'de bulunan
Hevâzinlerden Benî Âmirlere baskın yapmak, bir darbe indirmek üzere gönderdi.
Benî Âmirler, Siyy'in Rükbe nahiyesinde
bulunmakta idiler.
Mücahidler geceleri yürüdüler,
gündüzleri gizlendiler. Nihayet, varacakları yere vardılar. [176]
Şüca' b. Vehb; baskından önce,
mücahidlerin önüne geçti[177] ve kaçanların arkasına
düşüp birliklerinden uzaklaşmamalarını onlara sıkı sıkı tenbih etti. [178]
Mücahidler; Benî Âmirlere, sabahleyin,
konak yerlerinde gafil bulundukları bir sırada, her taraftan, birden baskın
yaptılar. [179]
Benî Âmirlerin pek çok deve ve davarlarını ele geçirdiler.
Mücahidlerden her birinin hissesine ya
15 deve, ya da bir deveye on koyun hesabıyla 150 koyun düştü.
Bu askerî harekatın gidiş ve dönüşü 15
gece sürdü. [180]
Esir edilip Medine'ye getirilen Benî
Amir kadınları hakkında konuşmak üzere Benî Âmirlerden Medine'ye Müslüman bir
heyet gelip, esir kadınlar hakkında Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştular.
Peygamberimiz Aleyhisselam da, onların
yurtlarına geri çevirilmeleri için Şüca1 b. Vehb ve arkadaşlarıyla konuştu.
Kadınlar Müslüman oldular ve adamlarına
iade edildiler.
Yalnız, Şüca' b. Vehb'in kendisi için
ayırmış olduğu kızı, Benî Âmir heyeti, Şüca1 b. Vehb'in yanında
kalıp kalmamakta serbest bıraktılar. Kız da kalmayı tercih etti. [181]
[1] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,s.741,İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 123, Belâzurî,
Ensâb.c.1, s. 379.
[2] Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 295.
[3] Vâkıdî, M egâzî, c. 1,
s. 6, Yak üt, M u'cem u'l-büldân, c. 2, s. 163.
[4] Vâkıdî, c. 2, s. 741,
İbnSa'd.c.2, s. 123, İbn Seyyid, UyÛnu'l-eser, c. 2, s. 140.
[5] Vâkıdî, c. 2, s. 741,
İbn Sa'd, t 2, s. 123, İbn Seyvid, c. 2, s. 149,150, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 235,236.
[6] Zürkâni,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 263.
[7] Vâkıdî, c.2,s. 741, İbn
Sa'd, c. 2, s. 123, İbn Seyyid, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 236.
[8] Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
236.
[9] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 263.
[10] İbn Sa'd, Tabakât,c.2,
s. 123, İbn Seyyid, Uyun, c. 2, s. 150, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 236
Kastalânf,Mevâhibü'lledünniye, c.s. 1 86.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/193-194.
[11] İtan Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 23, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 177,
İbn Hacer, el-İsâbe, c. 4, s. 312.
[12] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 309, Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 837, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 4, s. 1854, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 185, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 177, 178.
[13] İbn Abdilberr, c. 4, s.
1 854, İbn Seyyid, c. 2, s. 177, İbn Hacer, Fethu'l-bârf, c. 8, s. 9,
Diyarbekrî, Târîhu'l hamis, c. 2, s. 93.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/195.
[14] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8,s. 34, 36.
[15] İbn Sa'd, c. 8, s. 34,
36, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 84, 85, c. 6, s. 407, 408, Buhârî, Sahih,
c. 2, s. 73, 75, Müslim , Sahih, c. 2, s. 647,648.
[16] Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 3, s. 195.
[17] İbn EsTr.Usdu'l-gâbe, c.
7, s. 131 .
[18] Zürkânf, Mevâhib Şerhi,
c. 3, s. 195.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/195-196.
[19] İbn /üJcicliItoerr, İstiâb, c. 3, s. 1184,
İtanEsîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 244.
[20] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 408.
[21] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 4, s. 1446, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 248, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 39.
[22] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1188.
[23] İbn Abdilberr, İ stiâto, c. 4, s. 1188, Zehebî,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 39.
[24] İbn Esir, Usdu'l-gâbe,
c. 4, s. 248, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 37.
[25] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 741, 742, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüwe, c. 4, s. 343, Zehebî, Megâzî, s. 393, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 236.
[26] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, t 4, s. 258, 259.
[27] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 289, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c.
4, s. 198, Taberî, Târîh, c. 3, s. 103, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s.
343, Zehebî, Megâzî, s. 393.
[28] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
742, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Beyhakî, c. 4, s. 343, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 236, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 350.
[29] Vâkıdî, c. 2, s. 742,
Beyhakî, c. 4, s. 343, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 236.
[30] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 289, Vâkıdî, c. 2, s. 742, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c.3, s.
103, Beyhakî, c. 4,s. 393, Zehebî, Megâzî, s. 393, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 236,
237.
[31] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 40.
[32] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 289, Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3, s. 1 03, Heysemî, Meanau'z-zevâid, c.9, s.
351.
[33] İbn İshak, İbn Hişam,
c.3, s. 289, Vâkıdî, c. 2, s. 42, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3,
s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, Zehebî,
s. 393, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[34] İbn İshak, İbn Hisam, c.3, s. 289, Ahmed b.
Hanbel, c. 4, s. 198, Taberî, c. 3, s. 103, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 231,
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 40.
[35] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
742, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 393.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 289,290,
Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 742, 743, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 198,
Taberî, Târîh, c. 3, s. 1 03, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 344, Zehebî,
Megâzî, s. 393, 394.
[37] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
743, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 344, Zehebî, Megâzî, s. 394, E bu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4,s. 237.
[38] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 290, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c.
4, s. 198, Taberî, Târîh,c. 3, s. 103, Beyhakî, c. 4, s. 344, İbn Esîr, Kâmil,
c. 2, s. 231, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[39] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 2, s. 41 .
[40] İbn Esîr, Kâm il, c. 2,
s. 231.
[41] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s.
103, Beyhakî, c. 4, s. 344, Zehebî, M egâzf, s. 394, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 237.
[42] Vâkıdî, c. 2, s. 743, Beyhakî, c. 4, s. 344,
Zehebî, Megâzî, s. 394, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[43] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s.
103, Beyhakî, c. 4, s. 344, 347,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[44] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 41 .
[45] Vâkıdî, M egâzf, c. 2,
s. 7 43, B eyhak f, Del âil ü'n-nübüvve, c. 4, s. 34 4, 345, Zehebî, M egâzf,
s. 394.
[46] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 259.
[47] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
743, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
743, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 35, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 237.
[49] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 743, Beyhakî, Delâil, c.
4, s. 35, 347, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 41, Ebu'l-Fidâ, c. 4,
s. 237.
[50] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c.3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 198, Taberî, Târîh, c.3,
s. 104, Beyhakî, c. 4, s. 347, İbn E sfr, Kâmil, c. 2, s. 231.
[51] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 290, Vâkıdî, c. 2, s. 743, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 198 Taberî, c. 3, s.
103, Beyhakî, c. 4, s. 345, İbn Esîr, c. 2, s.
231 , Zehebî, Megâzî, s. 394.
[52] Vâkıdî, c. 2, s. 744,
Beyhakî, c. 4, s. 345, Zehebî, Megâzî, s. 394.
[53] Vâkıdî, c. 2, s. 744,
Beyhakî, c. 4, s. 35, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 237.
[54] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 104 İbn Esîr, c. 2,
s. 231.
[55] Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ,
c. 3, s. 41 .
[56] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
744, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 4, s. 345, Zehebî, Megâzî, s. 394, 395,
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 237.
[57] Beyhakî, D el âil
ü'n-nübüvve, c. 4, s. 35, Zehebî, Megâzî, s. 395.
[58] İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 290, Vâkıdî,
Megâzî, c. 2, s. 744, Taberî, Târîh, c. 3, s. 104, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s.
454, Beyhakî, c. 4, s. 35, Zehebî, Megâzî, s. 395.
[59] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s.
454, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 41, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 66, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[60] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 744, 745, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 345, 346, Zehebî, Megâzî, s. 395, Ebu'l-Fidâ, el-
Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 237, 238.
[61] Mus'abu'z-Zübeyrf, N ese
bi K ure yş, s. 251, 320, 409, İ bn Abd ilb err, İ sti âb, c. 3, s. 118 5, c.
2, s. 428, İ bn E sfr, U sdu'l-gâbe, c. 2, s. 109, c. 3, s. 579, Takiyyüddin,
Ikdu's-simfn, c. 6, s. 22, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
[62] Vâkıdî, c. 2, s. 744,
745, Zehebî, s. 395, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 238.
[63] İbn Şa'd, c. 4, s. 259,
Müslim, c. 1, s. 112, Beyhakî, c. 9, s. 98.
[64] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Taberî, Târîh, c. 3,
s. 104, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 82, 83, Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 41, Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 351.
[65] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 291 , Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 1 104, Beyhakî,
Delâil, c. 4, s. 348, Heysemî, c. 9, s. 351 .
[66] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 291, Vâkıdî, c. 2, s. 745, İbn Sa'd, c. 4, s. 259, Ahmed b. Hanbel, c. 4,
s. 1 99, Müslim, c. 1 , s. 112, Taberî, c. 3, s. 104, Beyhakî, c. 4, s. 348,
Zehebî, Megâzî, s. 395, Heysemî, c. 9, s. 351.
[67] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4,
s. 259, Müslim , c. 1, s. 112, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 98.
[68] İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 83.
[69] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
745.
[70] İbn Sa'd, Tabakât, c. 4, s. 259, Müslim ,Sahîh,c.1,
s. 112, Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 98.
[71] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
745.
[72] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 291, Ahmed b.
Hanbel, Müsned, c. 4, s. 199, Taberî, Târîh, c.3, s. 104.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/196-205
[73] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 41 0, 411, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 3, s. 2.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/205-206.
[74] Mus'abu'z-Zübeyrî, Nesebi Kureyş, s. 300,320, İbn
Abdilberr, İsti âb, c. 2, s. 427, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 109, Heysemî,
Mecmau'z-zevâid, c. 9, s. 348.
[75] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 2, s. 427, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 109, İbn Hacer, el-İsâbe, c.
1.S.413.
[76] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 394.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/206-207.
[77] İbn Sa'd, Tabak ât, c. 5, s. 448, İbn Abdilberr,
İstiâb, c. 3, s. 1034, Hâkim, Müstedrek, c. 3, s. 107, İbn E ar, Usdu'l-gâbe,
c. 3, s. 578, Diyarbekrî, TânTiu'l-hamfs, c. 2, s. 67.
[78] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 251.
[79] M us'ab u'z-Zübeyrf, M
esebi Ku reyş, s. 251, İ bn Abdi Ibe rr, İ stiâb, c. 3, s. 1034, İ b n E sTr, U
sdu'l -gâb e, c. 3, s. 579, D i yarbek rf, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
[80] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 1, s. 8, İbn Hacer, el-İsâbe, c. 2, s. 460.
[81] Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 66.
[82] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 745, 748, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 349, 351, Zehebî, Megâzî s. 396, 398, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 238, 239.
[83] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
748, İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 4, s. 252, c. 7, s. 394, Beyhakî, Delâil,
c. 4, s. 351, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 239, Halebî, c.2, s. 777.
[84] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 1999.
[85] İbn İshak, İbn Hisam, c.
3, s. 290, Ahmed b. Hanbel, c. 4, s. 199, Taberî, c. 3, s. 104 Hâkim,
Müstedrek, c. 3, s. 454, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 66, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[86] Vâkıdî, M e gâzf, c. 2,
s. 744, Zehebî, M egâzf, s. 395, E bu'l -F id â, c. 4, s. 237, 238, H al ebf, İ
nsânu'l -uyun, c. 2, s. 777, 778.
[87] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
744, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 239, 240, Halebî,
İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 777, 778.
[88] Mus'abu'z-Zübeyrf,
Nesebi Kureyş, s. 251, 320, 409, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1034,1185,
c.2, s. 428, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 2, s. 109, c. 3, s. 579, Takıyyüddin,
Ikdu's-simfn, c. 6, s. 22, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67, Halebî,
İnşân, c. 2, s.778.
[89] Vâkıdî, c. 2, s. 748-749, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 7, s. 394-395, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s.
351,352, Ebu'l- Fidâ, c. 4, s. 240, Halebî, c. 2, s. 778.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
745, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 252, Taberî, Târîh, c. 3, s. 103,
Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 37
[91] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 4, s. 253.
[92] İbn Esîr, c.2, s. 110.
[93] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 1034, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 3, s. 579, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs,
c. 2, s. 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/207-214.
[94] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s. 6, c. 2, s. 750, İtan
Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 124, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 379.
[95] Ffruzâbâdf, Kâm
üsu'l-muhit, c. 1 , s. 344, 345, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 1
86.
[96] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 442.
[97] Belâzuıî, c. 1, s. 343.
[98] İbn Hazm, Cemhere, s.
180.
[99] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
750, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 124.
[100] Kalkaşandf,
Nihâyetü'l-ereb, s. 412.
[101] Vâkıdî, c. 2, s. 593,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 333, Buhârî, Sahih, c. 3, s. 179, Taberî,
Târîh, c. 3, s. 74.
[102] İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 332, Vâkıdî,
c. 2, s. 593, Abdurrezzak, c. 5, s. 333, Buhârî, c. 3, s. 179, Taberî, c. 3, s.
74.
[103] Ebu Yusuf,
Kitâbu'l-haraç, s. 210.
[104] İbn İshak, İbn Hişam, c.
3, s. 332, Vâkıdî, c.2, s. 612, Belâzurî, Ensâb, c. 1, s. 350.
[105] Ebu Yusuf, Kitâbu'l-haraç,
s. 210.
[106] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 257, 258 Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 750, İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 124, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 467, 468,
Taberî, Târîh, c. 3, s:. 101.
[107] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
752, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 25, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102, İbn Esîr,
Kâmil, c. 2, s. 230.
[108] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, Vâkıdî, c. 2, s. 750, 751, İbn Sa'd, c. 2, s. 14, Ahmed b. Hanbel,
c. 3, s. 468, Taberî, c. 3, s. 102, Zehebî, Megâzî, s. 375.
[109] Taberî, Târîh, c. 3, s.
102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229.
[110] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre.c. 4, s. 258, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 751, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c.
2, s. 124, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 468, Taberî, Târîh, c. 3, s. 102,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229, Zehebî, Megâzî s. 376.
[111] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s. 751, Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 4, s. 468.
[112] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, İbn Sa'd, c. 2, s. 124, Taberî, c. 3, s. 102.
[113] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa'd, c.2, s. 124-125, Ahmed b. Hanbel, c.
3, s. 468, Zehebî,Megâzî, s. 376.
[114] Vâkıdî, c. 2, s. 751,
İbn Sa'd, c. 2, s. 125, Zehebî, s. 376.
[115] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, İbn Esîr, c. 2, s. 229.
[116] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, İbn Sa'd, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[117] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[118] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 258, 259, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa'd, c. 2, s. 125, Ahmed, c. 3, s.
468.
[119] Vâkıdî, c. 2, s. 751,
Taberî, c. 3, s. 1 02, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 165.
[120] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 751, İbn Sa'd, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 468.
[121] Vâkıdî, c. 2, s. 751,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 2, s. 196.
[122] İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 259, Vâkıdî, c. 2,
s. 751, İbn Sa'd, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468.
[123] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 468, Taberî, c. 3, s. 102, İbn Esîr, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, c. 2, s. 165.
[124] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
751.
[125] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa'd, c.2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 468.
[126] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 259.
[127] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 259, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Şa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 468, Taberî, Târîh, c. 3, s.
102, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 229, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 165,
Zehebî, Megâzî, s. 376.
[128] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
752, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 1 25.
[129] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 259, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[130] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
752, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 125.
[131] Ahmed b. Hanbel Müsned,
c. 3, s. 468.
[132] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa'd, c.2, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[133] İbn İshak, İbn Hişam,
c.4, s. 259, Vâkıdî, c. 2, s. 752, İbn Sa'd, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c.
3, s. 468, Zehebî, s. 376.
[134] Vâkıdî, c. 2, s. 752,
İbn Sa'd, c. 2, s. 125, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 468, Zehebî, s. 376.
[135] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 259, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 752, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 125, Zehebî, Megâzî, s. 376.
[136] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
752, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 230.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/214-219.
[137] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 151, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s.
186, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
[138] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 250.
[139] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
443, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 66.
[140] Vâkıdî, Megâzî, c.1, s.
5, c.2, s. 723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 118, Belâzurî, Ensâb, c. 1.S.379.
[141] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 126.
[142] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
723.
[143] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
723, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 119.
[144] Vâkıdî, c. 2, s. 723,
İbn Sa'd, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, c. 2, s. 151 .
[145] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
[146] Vâkıdî, c. 2, s. 723,
725, İbn Sa'd, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, c. 2, s. 151.
[147] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 724.
[148] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
723, 724, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2,5.126.
[149] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 126.
[150] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
724.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/219-221.
[151] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 51, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
[152] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
724, Zehebî, Megâzî, s. 374.
[153] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 126, İbn Seyyid, Uvûnu'l-eser, c. 2, s. 1 51,
Zehebî, Megâzî, s. 376.
[154] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
724, Zehebî, Megâzî, s. 374.
[155] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 67.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/221-222.
[156] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s. 724-725, Halebî,
İnsânu'l-u^n, c. 3, s. 1 97.
[157] İbrı İshak.İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 271, Vâki d f, Megâzî, c. 2, s. 724.
[158] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre,c.4, s. 271.
[159] Zemahşerf, Keşşaf, c. 1,
s. 555.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/222-223.
[160] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 725.
[161] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 271, Vâkıdî, c. 2, s. 725.
[162] Müslim, Sahih, c. 1 , s.
96.
[163] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 5, s. 200, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 88, Müslim, Sahih, c. 1, s. 97.
[164] Müslim, Sahih, c. 1 , s.
96.
[165] İbn İshak, İbn Hisam,
Sîre.c. 4, s. 271, Vâki d t, Megâzî, c. 2, s. 725, ^medb. Hanbel, c. 5, s. 200,
Buharı, c. 5, s. 88, Müslim, c. 1, s. 97.
[166] Vâkıdî, c. 2, s. 725,
Müslim, c. 1, s. 96.
[167] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 271 , Vâkıdî,c.2, s. 725, Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 200. Buhârî, c. 5, s.
88, Müslim, c. 1,s. 97.
[168] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 271, İbn Asâkfr, Târih, c. 2, s. 398.
[169] Taberî. Tefsfr. c. 5. s.
224.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/223-224.
[170] Vâkıdi, Megâzî, c. 1, s. 66,c. 2, s. 753,İbn Sa'd,
Tabakât, c. 2, s. 127, Belâzurî, Ensâbu'l-eşrâf,c. 1, s. 380,Taberî, TâriVı, c.
3, s. 301.
[171] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 3, s. 267.
[172] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,s.127,İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 152.
[173] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 198, Zürfcânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 267.
[174] İbn İshak.İbnHişam, c.
3, s. 194, Vâkıdı, c.1 , s. 347.
[175] Vâkıdî, Megâzî, c.1 s.
348.
[176] Vâkıdî, c. 2, s. 753,
İbn Sa'd, c. 2, s. 127, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 4, s. 353.
[177] İbn Seyyid, Uyun, c. 2,
s. 152, Zehebî, Megâzî, s. 399.
[178] Vâki cif, c. 2,3.753,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 198.
[179] Vâkidi, c. 2, s. 753,
İbn Sa'd, c. 2, s. 127, Taberî, c. 3, s. 103, İbn Seyyid, c. 2, s. 152, Zehebî,
Megâzî, s. 399.
[180] Vâkıdî, c. 2, s. 753,
754, İbn Sa'd, c. 2, s. 127, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 353, İbn Seyyid, Uyun,
c. 2, s. 1 52, Zehebî, Megâzî, s. 399.
[181] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
754, Zehebî, Megâzî, s. 399, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 240.
M. Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/224-225.