Amr b. Âs'ın Zâtü's-Selâsil'e Gönderilişi
Seferin Tarihi, İsmi, Mevkii ve Sebebi
Amr b. Âs'a Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın Kumandası
Altında Takviye Birliği Gelişi
Ebu Ubeyde'nin Amr b. Âs'a Uyuşundan Dolayışı
İtirazlara Uğrayışı
Amr b. Âs'ın Bazı Emir ve Tedbirlerinin Tepkiyle
Karşılanışı
Mücahidlerin Düşman Yurtlarına Akın ve Baskın
Yapmaları
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'in Yedikleri Etten
Telaşa ve Korkuya Düşmeleri
Hz. Ebu Bekir'in Râfi' b. Ebi Râfi'e Öğütleri
Amr b. Âs'ın Zâtü's-Selâsil'den Dönerken İhtilam
Oluşu ve Gusül Yerine Teyemmümle Namaz Kıldırışı
Peygamberimiz Aleyhisselamın Amr b. Âs'ı Sorguya
Çekişi
Amr b. Âs'ın Peygamberimiz Aleyhisselama En Çok
Kimi Sevdiğini Soruşu
Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın Sîfu'l-Bahr'e (Habat'a)
Gönderilişi
Seferin Tarihi, ismi, Mevkii ve Sebebi
Mücahidlere Yol Azıklarının Bölüştürülüşü
Mücahidlerin Açlıktan, Ağaç Yaprakları Yemeye
Başlamaları
Mücahidlerden Kays b. Sa'd b. Ubâde'nin Borçla
Develer Satın Alarak Mücahidleri Doyuruşu
Mücahidlere İkram Edilen Dev Balık
Mücahidlerin Yedikleri Balık Hakkındaki Hükmün Ne
Olduğunu Peygamberimiz Aleyhisselamdan
Sormaları
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kays b. Sa'd'ı ve
Onun Hanedanının Cömertliğini Övüşü
Sa'd b. Ubâde'nin Oğlundan İzahat Alarak Ona Dört
Hurma Bahçesi Bağışlaması
Ebu Katâde'nin Hadıra'ya Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Abdullah b. Ebi Hadrad'ın Gâbe'ye Gönderilişi
Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi
Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf'ın Müslüman Olmak
Üzere Yola Çıkışları
Benî Süleymlerden Medine'ye Gelip Müslüman Olanlar
Zâtü's-Selâsil
seferi, Hicretin 8. yılında Cumâde'l-âhire ayında vuku bulmuştur.[1]
Selsil
veya Sülsil, Cüzamların toprağındaki bir suyun ismidir.[2] Suya Selsil veya Silsal ismi de, içimi tatlı
ve hoş olup boğazdan kolayca geçtiği için verilmiştir.
Kum
yığınlarının birbirleri üzerine zincir gibi sıralanmış bulunmalarının o yere bu
ismin verilmesine sebep olduğu da rivayet edilir.[3]
Bu
sefere de, müşrikler kaçmaktan korkup birbirlerine bağlandıkları için
Zâtü's-Selâsil ismi ver-ilmiştir.[4]
Lahm
ve Cüzam gazvesi denildiği de vardır.
Zâtü's-Selâsil;
Beliyy, Uzre ve Benî Kaynların beldelerindendir.[5]
Zâtü's-Selâsil, Uzrelerin topraklarından olup,[6] Vâdi'l-kurâ'nın
gerisinde, Medine'ye on günlük uzaklıktadır.[7]
Peygamberimiz
Aleyhisselam;
Kudâa.[8]
Beliyy,
[9]
Cüzam,[10]
Benî
Uzre ve Yemen kabilelerinin[11]
Medine'yi kuşatmak maksadıyla toplandıklarını haber aldı. Bunun üzerine, Amr b.
Âs'ı yanına çağırdı.[12]
Ona:
"Ey
Amr! Silahını kuşan, yolculuk elbiseni üzerine giy ve hemen yanıma gel!"
buyurdu.
Amr
b. Âs der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselamın emrini yerine getirdim ve yanına vardım. O sırada, kendisi,
gölge bir yere çıkmış, abdest alıyordu. Sonra aşağı indi ve:
'Ey
Amr! Allah seni selamete ve ganimete erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi
dileğimle, senin için ganimet diliyorum!' buyurdu.
'Yâ
Rasûlallah! Ben ganimet için Müslüman olmadım. Ancak, Müslüman olmayı,
cihadlara katılmayı ve senin yanında bulunmayı arzulayarak Müslüman oldum!'
dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Ey
Amr! Ganimetin yararlısı, insanın yararlısına ne güzel yaraşır!' buyurdu."[13]
Beliyy
oğulları, Âs b. Vâil'in dayıları oluyordu.[14] Amr
b. Âs'ın babaannesi, Beliyy kabilesindendi. Peygamberimiz Aleyhisselam, bunun
için, göndereceği birliğin başına Amr b. Âs'ı komutan yapmak suretiyle Benî
Beliyy kabilesini ısındırmak, yumuşatmak istemişti.[15]
Giderken
de, Beliyy, Uzre ve Belkayn kabilelerine uğrayıp, aradaki akrabalıktan,
yardımlarını sağlamaya çalışmasını,[16] aynı
zamanda, kendilerini İslâmiyete davet etmesini de Amr b. Âs'a emir buyurdu.[17]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Amr b. Âs için beyaz bir sancak bağladı. Kendisine, bir de siyah
bayrak verdi.[18]
Kendisini;
içlerinde Muhacir ve Ensarın ileri gelenleri ve seçkinleri de bulunan 300
kişinin başına geçirdi. Yanlarında 30 at da bulunuyordu.[19]
Mücahidler,
Amr b. Âs'ın kumandası altında yola çıktılar. Gündüzleri gizleniyorlar,
geceleri yürüyorlardı.
Aradıkları
kavme yaklaştıkları zaman, onların kendileri için büyük bir yığınak
yaptıklarını haber aldılar.[20]
Akşamleyin,
onların yakınlarına varıp kondular.[21]
Cüzamların yurdundaki Selsil suyunun üzerinde bulunuyorlardı.
Düşmanların
çokluğu, Amr b. Âs'ın gözünü korkuttu.[22]
Amr
b. Âs, Râfi' b. Mekîs el-Cühenî'yi Peygamberimiz Aleyhisselama gönderip.[23]
acele yandım istedi.[24]
Râfi1
b. Mekîs Medine'ye gelip düşmanların büyük bir yığınak yapmış olduklarını ve
bunun için yandım istediklerini Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.[25]
Bunun
üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ilk Muhacirlerden Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı
içlerinde Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu,[26]
Muhacir ve Ensarın ileri gelenlerinden ve seçkinlerinden 200 kişinin başına
geçirip, yardımcı savaş birliği olarak yola çıkardı.
Amr
b. Âs'la buluşup hep birlikte hareket etmelerini ve aralarında anlaşmazlığa
düşmemelerini de sıkı sıkı emir ve tenbih etti.[27]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah Amr b. Âs'ın karargâhına varınca, Amr b. Âs, ona:
Sizin
de kumandanınız benim! Çünkü, Resûlullah Aleyhisselama haber salıp bana yardım
etmenizi kendisinden ben istedim.[28] Sen
bana ancak yardımcı olmak üzere geldin!" dedi.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah:
"Hayır!
İş öyle değildir. Ben kumandanı bulunduğum birliğin kumandanıyım, sen de
kumandanı bulunduğun birliğin kumandanısın!" dedi.[29]
Muhacirler
de, Amr b. Âs'a:
"Sen
ancak maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanısın! Ebu Ubeyde de maiyyetindeki
Muhacirlerin kumandanıdır!" diyerek, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı desteklediler.
Amr
b. Âs, onlara da:
"Siz
ancak bana yardım etmelerini istediğim biryardım birliğisiniz!" dedi.[30]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah imam olup halka namaz kıldırmak istediği zaman da, Amr b. Âs,
ona:
"Sen
benim yanıma ancak yardım için gelmiş bulunuyorsun. Peygamber Aleyhisselam seni
bana sadece yardım etmek üzere gönderdi. Başkumandan benim! Sen bana imamlık
yapmaya yetkili değilsin!" dedi.
Muhacirler:
"Hayır!
Sen ancak maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanısın! O da (Ebu Ubeyde de),
kendi maiyyetindeki arkadaşlarının kumandanıdır!" dediler.
Amr
b.Âs:
"Hayır!
Sizler ancak bize yardımcılarsınız!" diyerek direndi.[31]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah; güzel, yumuşak huylu,[32]
dünya işlerinde uysallık gösteren, güçlük çıkarmayan bir zât idi. Amr b. Âs'ın
"Sen ancak benim yardımcımsın!" diyerek direndiğini görünce:[33]
"Ey
Amr! Bilesin ki, Resûlullah Aleyhisselamın bana en son sözü:
'Arkadaşının
yanına varınca, birbirinize karşı itaatli olunuz! Aranızda anlaşmazlığa
düşmeyiniz!1 emir ve tavsiyesi olmuştur.[34]
Eğer
sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat eder, boyun eğerim!" dedi.[35]
Amr
b.Âs:
"Öyleyse,
ben senin de kumandanınım! Sen benim yardımcımsın!" dedi.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah:
"Peki!"
dedi,[36]
kumandanlığı Amr b. Âs'a bıraktı.[37]
Bunun
üzerine, namazı da Amr b. Âs kıldırdı.[38]
Amr
b. Âs'ın arkasında namaz kılanların sayısı 500 idi.[39]
Muğîre
b. Şube, Ebu Ubeyde b. Cetrah'ın yanına vararak:
"Resûlullah
Aleyhisselam bize seni kumandan yaptı.
Yanında
sana karşı hiçbir yetki bulunmayan filanın oğluna, halkın işi ne diye
bırakılıyor?!" dedi.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah:
"Resûlullah
Aleyhisselam, bize birbirimize karşı itaatli olmayı emretmiştir.
Ben
Resûlullah Aleyhisselamın emrine itaat ederim-Amr ona âsi olsa da!" dedi.[40]
Amr
b. Âs her iki birliğin kumandanı olunca, Hz. Ömer'in de buna canı sıkıldı.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah'a:
"Demek,
sen Nâbiga'nın oğluna itaatla, onu hem kendine, hem Ebu Bekir'e, hem de bizlere
kumandan yaptın hâ?!
Bu
ne biçim görüş?!" dedi.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah:
"Ey
anamın oğlu! Resûlullah Aleyhisselam, bana ve ona, birbirimize itaatsizlik
etmemeyi emir ve tavsiye buyurdu.
Ben
eğer Amr b. Âs'a itaat etmeyecek olursam, Resûlullah Aleyhisselam a âsi olmuş
olacağımdan korktum!" dedi.[41]
İslâm
mücahidlerinin vardıkları yer soğuk olduğu için, mücahidler odun toplayarak
ateş yakıp ısınmak istediler.
Amr
b. Âs onlara engel oldu[42] ve:
"Hiç
kimse ateş yakmayacaktır![43] Her
kim ateş yakarsa, onu yaktığı ateşin içine atacağım!" dedi.[44]
Amr
b. Âs'ın bu davranışı, mücahidlerin çok ağırına gitti.[45]
Hz.
Ömer, Hz. E bu Bekir'e:
"Amr
b. Âs halkın ateş yakmalarına izin vermiyor!
Onun
halka yaptığı şeyi göremiyor musun? Halkın ateşten yararlanmalarına nasıl engel
oluyor?!" dedi.
Hz.
Ebu Bekir, gidip Amr b. Âs'la konuştu.[46]
Amr
b.Âs:
"Sen
beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolündün, değil mi?" diye sordu.
Hz.
Ebu Bekir:
"Evet!"
dedi.[47]
Amr
b.Âs:
"Öyle
ise, emrolunduğunu işle!" dedi.[48]
Hz.
Ömer bunu işitince çok kızdı, hemen yanına varıp ona çatmak istedi.[49]
Hz.
Ebu Bekir engel oldu ve:
"Bırak
onu kendi haline! Resûlullah Aleyhisselam, onu ancak savaştaki üstün bilgisi
yüzünden başımıza kumandan dikti!" dedi.[50]
Hz.
Ömer sustu.[51]
Amr
b. As, 500 kişilik ordusuyla, gece gündüz ilerleyip Beliyylerin yurtlarına akın
ve baskın yaptı.
Fakat,
her nereye erişseler, oradaki cemaati dağılmış ve kaçmış buldular.
Beliyy,
Uzre ve Belkaynların yurtlarının sonuna kadar varıp dayandılar.
Orada
az bir düşman topluluğuna rastladılar.[52]
Onlarla
bir müddet çarpıştılar, ok atıştılar.
O
çarpışmada, Âmir b. Rebia, kolundan okla vuruldu.
Müslümanlar
hep birden hücuma kalkınca, düşmanlar dağılıp her tarafa hızla kaçışmaya başladılar.[53]
Mücahidler
kaçışan halkı takip etmek istedilerse de, Amr b. Âs engel oldu.[54]
Amr
b. Âs orada günlerce oturdu.
Düşmanların
ne topluluklarından, ne de bulundukları yerlerden haber alabildi.
Ancak,
etrafa gönderdiği süvariler, bulabildikleri davar ve develeri sürüp getirmekte
idiler.
Getirilen
deve ve davarlar da, kesilip yenilmekte idi.[55]
Kudâa,
Âmile, Lanın ve Cüzamlardan biraraya toplanmış olanlardan, çarpışma sırasında
pek çoklarının öldürüldüğü ve mallarının iğtinam edildiği,[56]
ayrıca, kadın erkek pek çok esirler alındığı ve bundan dolayı bu gazveye
Zâtü's-Selâsil denildiği bildihlmektedir.[57]
Avf
b. Malik el-Eşcaî, bu gazada Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'e arkadaş olmuş,[58]
konak yerlerinde onlarla birlikte bulunmuştu.
Avf
b. Malik, bir gün ordugâha gitmiş, orada deve kesmek ve etlerini on parçaya
ayınp bölüşmek isteyen ve fakat bunu bir türlü beceremeyen bir cemaate
rastlamıştı.
Kendisi
bu işin ustası idi.
Onlara:
"Bu
devenin etini on parçaya ayırıp aranızda bölüştürmek üzere, bana bundan bir
parçasını verir misiniz?" dedi.
Onlar:
"Olur!
Sana ondan bir parçasını verelim" dediler.
Avf
b. Malik eline iki büyük bıçak aldı. Deveyi kesti, parçaladı ve aralarında
bölüştürdü. Ondan bir parçasını da kendisi alıp, arkadaşlarının yanına getirdi.
Pişirdiler ve yediler.
Hz.
Ebu Bekir ile Hz. Ömer, eti yedikten sonra:
"Ey
Avf! Bu et sana nereden geldi?" diye sordular.
Avf
b. Malik hadiseyi anlatınca:
"Vallahi,
sen bize bunu yedirdiğine iyi etmedin!" dediler ve karınlarına girenden
dolayı, korka korka ayağa kalktılar.[59]
Zâtü's-Selâsil
seferine katılan mücahidler arasında bulunan Rafi1 b. Ebi Râfi1
et-Tâî der ki:
"Ben
Hıristiyan dininde bulunan bir adamdım, Sercis adıyla anılırdım.
Halka
kılavuzluk eder, onlara, şu kum yığınlarının yerlerini gösterirdim.
Cahiliye
devrinde, devekuşu yumurtalarının içine su koyar, kum yığınlarının bir köşesine
saklardım.
Sonra,
halkın develerini yağmalar, kum yığınlarına sokardım. Beni arayıp bulmaya kimse
güç yetinemezdi.
Devekuşu
yumurtalarının içine koyduğum sulara uğrar, onları çıkarır, içerdim.
Müslüman
olduğum zaman, Resûlullah Aleyhisselamın Amr b. Âs'ı gönderdiği Zâtü's-Selâsil
seferine ben de katılmıştım.
Kendi
kendime:
'Vallahi,
ben kendime bir arkadaş seçeceğim!' dedim.
Ebu
Bekir'i arkadaş edindim. Hep onun yanında bulunuyordum.
Kendisinin
üzerinde, Fedek işi kalın birharmanisi, abası vardı.
İnip
konakladığımız yere onu serer, hayvanımıza bineceğimiz zaman, onun uçlarını
dikenle iliştirip, elbise yerine üzerine onu giyendi.
Bunun
için, kendisine 'Zâtü'l-Abâet= Abalı' denirdi.
Kafile
ile Medine'ye yaklaştığımız sırada:
'Yâ
Ebâ Bekri Allah'ın senin arkadaşlığını bana yararlı kılması için bana bazı
öğütler ve bilgiler versen ya?' dedim.
Ebu
Bekir
'Benden
sormamış olsan bile, sen şunları muhakkak yapmalısın:
1. Kendisine hiçbir şeyi şerik koşmaksızın
Allah'ı tevhid etmeni, bir bilmeni,
2. Namazı kılmanı,
3. Zekatı vermeni,
4. Ramazan orucunu tutmanı,
5. Şu Beytullah'ı hacc ve ziyaret etmeni,
6. Cünüplükten gusledip yıkanmanı,
7. Müslümanlardan iki kişinin bile başına
geçmek arzusunda bulunmamanı sana emir ve tavsiye ederim!' dedi.
Kendisine:
'Ey
Ebu Bekir! Vallahi, ben hiçbir zaman Allah'a kimseyi şerik koşmayacağımı
umarım.
İnşaallah,
namazı da hiçbir zaman bırakmayacağım.
Malım
olursa, inşaallah, onun zekatını da öderim.
İnşaallah,
Ramazan orucunu da tutacak, hiç bırakmayacağım.
Haccı
da, gücüm yeterse, inşaallahu teâlâ yapacağım.
Cünüplük
oldukça, inşaallah yıkanıp ondan arınacağım.
İnsanların
başına geçmeye gelince; ey Ebu Bekir! Görüyorum ki, halk, Resûlullah
Aleyhisselam yanında da, insanlar yanında da, ancak bununla şerefleniyorlar!
Sen
ise beni ondan nehyediyorsun!?' dedim.
Ebu
Bekir
'Sen
benden görüşümü sondun, öğüt istedin. Ben de sana gönüşümü anlatmaya çalıştım.
Sana
şunu da haber vereyim ki; Yüce Allah, Muhammed Aleyhisselamı, şu İslâm dini ile
peygamber gönderdi.
O
da, bu din uğrunda, olanca gücü ile çalıştı.
Nihayet,
halk ister istemez ona girdiler. Girince de, Allah'a sığınmış, O'nun
komşuluğuna ve himayesine girmiş oldular.
Sakın,
Allah'ın komşuları hakkındaki ahdini bozayım deme!
Allah
ahdini bozanları ukubete uğratır!
Allah'ın,
komşuluğundan dolayı gazabı ise çok şiddetlidir!' dedi.
Yanından ayrıldım.
Resûlullah
Aleyhisselam vefat edip Ebu Bekir halkın başına getirildiği zaman, yanına
vardım ve ona:
'Ey
Ebu Bekir! Sen beni Müslümanlardan iki kişinin bile başına geçmekten
nehyetmemiş miydin?!' diye sondum.
Ebu
Bekir
'Evet!
Ben bu sözümün üzerinde duruyor, seni şimdi bile ondan nehyediyorum' dedi.
Kendisine:
'Ya
seni halkın işini üzerine alıp yürütmeye sürükleyen şey ne ola?' diye sordum.
Ebu
Bekir
'Muhammed
ümmetinin ihtilaf ve tefrikaya düşüp helak olmalarından korktum. Bunun için,
bana tevdi ve emanet ettikleri vazifeden kaçmak, kurtulmak yolunu bulamadım!'
dedi."[60]
Mücahidler
Zâtü's-Selâsil'den Medine'ye dönerlerken, yolda, çok soğuk bir gecede, Amr b.
As ihtil-am oldu.
Arkadaşlarına:
"Siz
bana ne dersiniz? Vallahi, ihtilam oldum, düşüm azdı!
Eğer
bu soğukta gusleder, yıkanırsam, helak olurum!" dedi.
Su
getirtip taharetlendi, abdest aldı. Gusül yerine de, teyemmüm yaptı.[61] Kalkıp arkadaşlarına sabah namazını kıldırdı.[62]
Avf
b. Malik el-Eşcâîyi de, selametle dönüşlerini ve gazaları sırasında olup
bitenleri Peygamberimiz Aleyhisselama haber vermek üzere, postacı olarak önden
gönderdi.[63]
Avf
b. Malik der ki:
"Halkın
bu seferden dönüşlerinde, Resûlullah Aleyhisselamın yanına ilk varan ben oldum.[64]
Seher vakti idi.[65] Resûlullah Aleyhisselam
evinde namaz kılıyordu.
'Esselâmu
aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh1 diyerek selam verdim.
Selam
verince, Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen,
Avf b. Malik hâ?1 buyurdu.[66]
'Evet!
Babam, anam sana feda olsun! Benim, Avf b. Malik yâ Rasûlallah!' dedim.[67]
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Sahibü'l-cezur=Deveyi
kesip etini bölüştüren deveci hâ?' buyurdu.[68]
'Evet!'
dedim.[69]
Resûlullah
Aleyhisselam, selamımı alıp, bana daha fazla birşey söylemedi.[70]
'Olan
bitenleri bana haber ver!' buyurdu.
Ben
de, giderken bütün olan bitenleri, Ebu Ubeyde b. Cerrahla Amr b. Âs arasında
geçenleri ve Ebu Ubeyde'nin ona itaat edişini, uysal davranışını birer birer
haberverdim.
Resûlullah
Aleyhisselam:
'Allah,
Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı rahmetiyle esirgesin!' buyurdu.
Sonra,
Amr b.Âs'ın, cünüb olduğu halde,
yanında edeb yerlerini yıkamaya yetecek miktardan fazla su bulunmadığı için
bize teyemmümle namaz kıldırdığını;[71]
Müslümanları ateş yakmaktan ve düşmanları takipten men ettiğini haber verdim.[72]
Resûlullah
Aleyhisselam sustu.[73]
Medine'ye
döndükleri, geldikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Amr'ı
nasıl buldunuz?" diye sordu.
Sahabiler,
onu hayırla andıktan sonra:
"Yâ
Rasûlalları! O, cünüb olduğu halde bize namaz kıldırdı!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, haber salıp Amr b. Âs'ı yanına çağırttı .[74]
Gelince,
ona, Zâtü's-Selâsil seferi sırasında cünüb olduğu halde teyemmümle kıldırmış
olduğu namazı sordu.
Amr
b.Âs:
"Seni
hak din ve Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; gusletseydim,
ölürdüm.
Ben
hiçbir zaman soğuğun öylesini görmemisimdir!
Yüce
Allah, 'Kendinizi öldürmeyiniz! Şüphe yok ki, Allah sizi çok esirgeyici
bulunuyor1 (Nisa: 29) buyuruyor" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam güldü.
Başka
birşey söylemedi.[75]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Amr b. Âs'ın yaptığını yerinde gördüğünden, kıldırmış olduğu
namazı ne iade ettirdi, ne de kendisinden daha fazla izahat istedi.[76]
Amr
b. Âs, Müslümanlara ateş yaktırmadığı ve düşmanları takip ettirmediği hakkında
yapılan şikâyet üzerine de:
"Ey
Allah'ın Peygamberi! Müslümanlar azlık idiler. Düşmanın onları az görmelerinden
korktum.
Düşmanları
takip etmekten de, onları nehyettim. Çünkü, onlar için pusu kurulmuş
olmasından, kendilerinin pusuya düşürülmelerinden korktum!" dedi.
Amr
b. Âs'ın bu davranışı da Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşuna gitti[77] ve
Amr b. Âs'tan şikâyetlenenlere:
"Görüyor
musunuz, arkadaşınız hem kendisini, hem sizi nasıl düşünüyor?" buyurdu.[78]
Amr
b.Âs da, namaz kıldırma hadisesini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın bu husustaki
sorusunu nasıl cevapladığını şöyle anlatır
"Zâtü's-Selâsil
Gazvesinde soğuğu pek şiddetli olan soğuk bir gecede ihtilam olmuştum.
Gusledersem
ölürüm diye korktum. Teyemmüm ettim. Sonra, arkadaşlarıma sabah namazını kıldırdım.
Resûlullah
Aleyhisselamın yanına vardığım zaman:
'Ey
Amr! Sen arkadaşlarına cünüb iken namaz mı kıldırdın?' diye sordu.
'Evet
yâ Rasûlallah! Ben soğuğu pek şiddetli olan bir gecede ihtilam oldum. Eğer
gusledersem ölürüm diye korktum.
Yüce
Allah'ın, 'Kendinizi öldürmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah, sizi çok esirgeyici
bulunuyor' [Nisa: 29] buyurduğunu hatırladım, teyemmüm ettim. Sonra, namaz
kıldırdım!' dedim.
Resûlullah
Aleyhisselam güldü, başka birşey söylemedi."[79]
Yine
Amr b. Âs der ki:
"Resûlullah
Aleyhisselam beni askerî bir birliğin başında Zâtü's-Selâsil'e göndermişti.
Askerî birliğin içinde Ebu Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
'Resûlullah
Aleyhisselamın katında benim yerim daha üstün olmasa, herhalde Ebu Bekir ve
Ömer'in başına beni kumandan dikerek göndermezdi!' diye içime doğdu.[80]
Hemen
Resûlullah Aleyhisselamın yanına varıp:
'Yâ
Rasûlallah! Halkın sana en sevgilisi hangisidir?' diye sordum.
'Âişe'dirl'
buyurdu.
'Erkeklerden
kimdir?' diye sordum.
'Âişe'nin
babasıdır!' buyurdu.
'Ondan
sonra kimdir?' diye sordum.
'Ondan
sonra Ömer'dir!' buyurdu.
Birtakım
erkeklerin isimlerini daha saydı.[81]
Kendi
kendime:
'Artık
bu sorumu tekrarlamayayım' dedim.[82]
Beni
en sonraya bırakmasından korkup sustum.[83]
Sefer,
Hicretin 8. yılında Recep ayında vuku bu I muştur.[84]
Bu
sefıere, Sîfu 1-Bahr= Deniz Sahili ve Habat gazvesi denilir.[85]
Sefer
sırasında askerler açlıktan ağaç yaprakları yedikleri için,
Ceyşü'l-habat=Yaprak Askerleri seferi denildiği de vardır.[86]
Habat;
lugatta, silkilmiş yapraklar demektir ki, kurutup un gibi incelttikten veya
başka birşeyle karıştırılarak su katıldıktan sonra devenin ağzına dökülür.[87]
Habat,
deniz sahilinde, Kabeliyye nahiyesinde Cüheynelere ait biryer olup, Medine'ye
beş günlüktü r.[88]
Kabeliyye
de, Cüheynelerin Benî Arek kabilesine ait bir dağdır.[89]
Peygamberimiz
Aleyhisselam; Ka'b b. Umeyrln başkanlığı altında 15 kişilik bir irşad
birliğini, Şam topraklarından Zât-i Atlah'a göndermişti.[90]
Zât-ı
Atlanta oturan halk Kudâalardandı ve Sedus adındaki liderin idaresi altında
idiler.
İslâm
irşad birliği, Zât-ı Atlah'a vardıkları zaman, orada pek çok halkı toplanmış bulmuşlardı.[91]
Benî
Kudâalar atlar üzerinde gelerek Müslümanları ok yağmuruna tutmuşlar ve hepsini
yerlere sermişlerdi.
Benî
Kudâaların bu tutum ve davranışları Peygamberimiz Aleyhisselama çok ağır
gelmiş, onlara askerî bir birlik göndermeye niyetlenmiş ise de, başka biryere
çekip gittiklerini haber alınca, onları kendi hallerine bırakmıştı.[92]
Cüheyneler,
Kudâa kabilelerinden bir kabile idi.[93]
Mute
savaşında düşmanın 200.000 kişilik ordular topluluğunun yansını teşkil eden
yardımcı Arap askerleri arasındaki Behra, Beliyy, Belkayn gibi kabilelerde
Kudâalardan idiler.[94]
Amr
b. Âs'ınZâtü's-Selâsil'e geldiğini işitince, bunlarda etrafa dağılmışlar, ele
geçirilememişlerdi.[95]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Sîfu'l-Bahr'e göndereceği askerî birliğe Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı
kumandan tayin etti.[96]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Muhacir ve Ensarla karışık olan 300 kişilik birliği, deniz
sahilinde Cüheynelerden bir kabileye doğru yola çıkardı.[97]
Bunların
310'dan fazla olduğu da rivayet edilir.[98]
Bunların
içinde Hz. Ömer de bulunuyordu.[99]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, mücahidlere yol azığı olmak üzere bir dağarcık dolusu hurma
verdi.[100]
Yola
devam edildiği sırada azık tükenmeye başlayınca, Ebu Ubeyde b. Cerrah,
askerlere, yanlarında ne kadar azık varsa getirmelerini emretti.
Getirilen
azıkları bir iki kapta topladı.[101]
Onları
mücahidlere her gün, azar azar,[102] o
da tükenmeye yüz tutunca, birer birer dağıtmaya başladı.[103]
Mücahidler
her gün aldıkları birer hurmayı küçük çocuğun emişi gibi emiyor, sonra da üzerlerine
su içiyorlar, bu da onlara geceye kadar günlük gıdalarının yerine geçiyordu.[104]
Sonra,
bir tek hurma da bölüştürülmeye başlandı.[105]
Nihayet,
o da bitti.[106] Onun yokluğunun da
acısını çektiler.[107]
Abdullah
b. Âmir'in bildirdiğine göre; babası Âmirb. Rebia:
"Yavrucuğum!"
demiş, "Resûlullah Aleyhisselam bizi askerî bir birlik içinde göndermişti.
Bizim
bir dağarcık hurmadan başka azığımız da yoktu.
Kumandanımız,
bu hurmaları aramızda birer avuç birer avuç bölüştürüyordu. Sonra, birer birer
bölüştürür oldu!"
Abdullah
b.Âmir:
"Babacığım!
Bir tek hurmanın size ne yararı olabilir?" deyince, Âmir b. Rebia:
"Böyle
söyleme yavrucuğum! Tükendikten sonra, ona da ihtiyaç duyduk!" demiştir.[108]
Mücahidler
yolda son derecede açlık sıkıntısı
çektiler.[109] Hatta habat (develerin yedikleri selem
ağacının yapraklarını) düşürerek su ile ıslatıp yemeye başladılar.[110]
Bundan
dolayı, kendilerine "Ceyşü'l-habat" adı verildi.[111]
Mücahidlerin
avurtları, diken yiyen develerin avurtlarına döndü.[112]
Ağızları
ve diş etleri cerahatlandı ve iltihaplandı.[113]
Mücahidler
açlıktan sıkışık duruma düşünce, Kays b. Sa'd b. Ubâde:
"Benden
deve karşılığında hurma satın alacak kim var ki, kendisi şuradaki develerinden
bana versin de, ben ona Medine'de hurma vereyim?" dedi.[114]
Hz.
Ömer:
"Ne
kadar şaşılır şu gence ki, kendisinin hiçbir malı yok iken, başkasının malı
üzerinde tasarrufa ve ihsana yeltenmektedir?!" dedi.
Kays
b. Sa'd, Cüheynelerden bir adam buldu.[115]
Adam, sahil halkındandı.[116]
Kays, ona:
"Bana
deve sat! Bedelini Medine'de sana yüklerle hurma vererek ödeyeyim!" dedi.[117]
Cühenî:
"Ben
bu alışverişi yaparım,[118] ama
vallahi ben seni hiç tanımıyorum. Sen kimsin?" dedi.
Kays:
"Ben
Kays b. Sa'd b. Ubâde b. Düleym'im" dedi.
Cühenî:
"Sen
bana nesebini, Sa'd b. Ubâde'nin oğlu olduğunu ne diye önceden bildirmedin.
Yesrib
halkının ulusu olan o Sa'd'la aramızda dostluk, kardeşlik vardır!" dedi.
Bunun
üzerine, Kays her deveye iki vesk (deve yükü) hurma vermek üzere beş deve satın
aldı.
Cühenî,
hurmaların Düleym hanedanına ait depolanmış kuru hurmalardan olmasını şart
koştu.
Kays:
"Olur!"dedi.[119]
Cühenî:
"Sen
bunları kabul ettiğine ve yerine getireceğine dair, bana şahit de göster!"
dedi.
Kays'ın
yanında, Ensardanve Muhacirlerden bazı zâtlar vardı. Hz. Ömer, onların arasında
bulunuyordu.
Kays:
"Bunlardan,
istediğini şahit tut!" dedi.
Hz.
Ömer:
"Ben
bu muameleye şahit olmam! Çünkü, bunun ne ödeme gücü, ne de malı vardır. Mal ancak
babasına aittir" dedi.
Cühenî:
"Vallahi,
Sa'd b. Ubâde, oğlunun taahhüt ettiği on deve yükü hurma hakkında herhalde bana
karşı ahdini yerine getirmezlik etmez![120]
Ben, karşımdakinde güzel bir yüz ve şerefli işler
görüyorum!" dedi.[121]
Hz.
Ömer ile Kays arasında ileri geri sözler söylendi. Kays, Hz. Ömer'e karşı, sert
ve ağır konuştu.
Kays,
Cühenî'den aldığı develerden, üç yerde üç gün kesip, etini askerlere dağıttı.
Dördüncü
gün, yine, develerden kesip etini askerlere dağıtmak istediği zaman, kumandan
Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer'le birlikte Kays'ın yanına varıp:
"Artık
bunları kesmemeni sana tavsiye ederim. Senin ödeyecek şahsî bir malın
bulunmadığına göre, sen taahhüdünü yerine getirmemek mi istiyorsun?!"
dedi.
Kays
b. Sa'd:
"Ey
Ebu Ubeyde! Babam Ebu Sabit halkın borcunu öder, yorulanların yük ve
ağırlıklarını taşır, açlık zamanlarında
yemekler yedirir dururken, Allah yolunda cihada çıkmış bir cemaat için
borçlanılmış olan on deve yükü hurmayı ödemeyeceğini mi sanırsın?!" dedi.[122]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah yumuşayıp onu kendi haline bırakmak üzere iken, Hz. Ömer
"Onun
üzerine düş! Develeri kesmekten vazgeçir!" dedi.
Ebu
Ubeyde b. Cerrah ısrar edince, Kays da kalan develeri kesmekten vazgeçti.[123]
Kays b. Sa'd'ın Cühenîden aldığı develerin beş değil, daha çok olduğu anlaşılmaktadır.[124] Çünkü, üç defada üçerden dokuz deve
kesildiğine ve kesim işi dördüncüde durdurulduğuna[125] ve
Kays da Medine'ye iki deve ile döndüğüne göre, Cühenîden satın alınmış olan
develerin onbir olması gerekmektedir.[126]
Mücahidler
Sîfu'l-Bahr'e, deniz sahiline eriştikleri zaman,[127]
orada Yüce Allah mücahidler için denizden dalgalarla bir hayvan çıkarıp sahile
attı.[128]
Bu,
kum tepesi gibi, kocaman bir balık idi.[129]
Yanına
varınca, onun anber diye anılan kocaman bir deniz hayvanı olduğunu gördüler.[130]
Mücahidler,
balığın böylesini hiç görmemişlerdi.[131]
Bu,
karnı yuttuğu balıklarla dolu, bale denilen balina balığı olup, 50 zira (arşın)
uzunluğunda idi.[132]
Anber,
deniz balıklarının en büyüğü idi. Derisinden kalkan yapılırdı.[133]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah:
"Bu,
bir hayvan ölüsüdür.[134]
Yemeyiniz!" dedi.[135]
Sonra
da:
"Hayır!
Muhakkak ki, biz Resûlullah Aleyhisselamın elçileriyiz.[136] Resûlullah Aleyhisselamın askerleriyiz.
Allah yolunda cihada çıkmış ve açlıktan güç duruma düşmüş bulunuyoruz.[137] Bundan yeyiniz!" dedi.[138]
Orada
kaldıkları sürece, yarım ay[139]
veya onsekiz gece[140]
veya yirmi gece,[141]
ondan öküz büyüklüğünde parçalar kestiler,[142]
yediler, karınlarını doyurdular. Açlıklarını giderdiler. Yağından da
yararlandılar. Bedenleri semizleyip, güçleri yerine geldi.[143]
Balığın
etinden bir kısmı da, yol azığı olmak üzere, su ile haşlanıp güneşte kurutuldu.[144]
Kumandan
Ebu Ubeyde b. Cerrah, balığın kaburga kemiklerinden ikisini alıp diklemesine
birbirine çattı.[145]
Sonra da, en uzun boylu deveye baktı ve onu semerledi. Askerler içinde bulunan
en uzun boylu adamı da[146] o
en uzun boylu devenin üzerine bindirdi.[147]
Deve
üzerindeki adam, dikili kaburga kemiğinin altından geçip gittiği halde, başı
dikili kaburga kemiğine dokunmadı![148]
Ebu
Ubeyde b. Cerrah, balığın göz çukuruna da, onüç kişi oturtmuştu.[149]
Mücahidler,
Sîfu'l-Bahr'de deniz dalgalarının sahile attığı balığı ve ondan kumandanın
emriyle yiyip yararlandıklarını anlatarak,[150] onu
yediklerinden dolayı ne yapmak gerektiğini Peygamberimiz Aleyhisselamdan
sordular.[151]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Yiyiniz!
O, Allah'ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır. Yanınızda onun etinden
az çok birşey varsa, bize de yedirseniz olmaz mı?" buyurdu.[152]
"Olur!" dediler.[153] Bir
parça getirdiler. Ondan Peygamberimiz Aleyhisselam da yedi.[154]
Mücahidler,
Kays b. Sa'd’ ın açlıkla karşılaşan askerler
için develer satın alıp boğazladığını anlattıkları zaman Peygamberimiz
Aleyhisselam: “Cömertlik zaten bu
hanedanın haslet ve adetlerindendir!”
buyurdu.[155]
Gerçekten de Kays,
babası Sa'd, onun babası Ubade, onun babası
Düleym, onun babası Harise, onun babası Ebu Huzeyme, onun babası Salebe, onun
babası Tarif de çok cömert idiler.[156]
Bunlar, Cahiliye çağında, hergün, köşklerinin kulesine çıkıp:
“Et yağı ve et isteyen buraya gelsin!” diyerek seslenirlerdi.
Urve b. Zubeyr der ki :
“ Ben Sa'd b. Ubade ye yetiştim ki, o, köşkünün üzerinde: Et
yağı ve et isteyen ye gelsin!” diyerek sesleniyordu.
Ben ondan sonra oğluna da yetiştim. O da aynen babası gibi,
halkı Et yağına ve ete davet ediyordu.
Ben gençtim. Medinede yolda yürüyüp gittiğim sırada, Abdullah
b. Ömer, Aliye mevkiindeki arazisine giderken, bana rastladı ve :
“ ey delikanlı gel bakalım: Sa'd b. Ubadenin köşkünün
üzerinde bir kimsenin seslendiğini görebiliyor musun? dedi.156
“
Hayır! Göremiyorum ! ” dedim.
“Doğru
söyledin!” dedi.[157]
Sa'd
b. Ubâde, mücahidlerin yolda açlıkla karşılaştıklarını haber aldığı zaman:
"Eğer
Kays benim bildiğim Kays ise, onlara muhakkak deve bulup boğazlar!"
demişti.
Kays
b. Sa'd, yolda kesip mücahidlere yediremediği iki deveyi Medine'ye getirmişti.
Kays
babası Sa'd'ın yanına varınca, Sa'd b. Ubâde, ona:
"Askerler
açlığa uğradıklarında, onların
açlıklarını gidermek için sen ne yaptın?" diye sordu.[158]
Kays
b. Sa'd:
"Develer
boğazladım!" dedi.[159]
Sa'd
b. Ubâde:
"Develer
boğazladığına iyi etmişsin!" dedi.[160]
Kays
b. Sa'd:
"Sonra,
yine açlığa uğradılar!" dedi.[161]
Sa'd
b. Ubâde:
"Peki!
Sen neyaptın?[162] Yine develer boğazı
asaydın ya!" dedi.[163]
Kays
b. Sa'd:
"Boğazladım!"
dedi.[164]
Sa'd
b. Ubâde:
"Boğazladığına
iyi etmişsin!" dedi.[165]
Kays
b. Sa'd:
"Sonra,
yine açlığa uğradılar" dedi.[166]
Sa'd
b. Ubâde:
"Peki!
Sen ne yaptın?[167]
Yine develer boğazlasaydın ya!" dedi.[168]
Kays
b. Sa'd:
"Boğazladım!"
dedi.[169]
Sa'd
b. Ubâde:
"Boğazladığına
iyi etmişsin!" dedi.[170]
Kays
b. Sa'd:
"Tekrar
açlığa uğradılar!" dedi.[171]
Sa'd
b. Ubâde:
"Peki,
sen neyaptın?[172] Yine develer
boğazlasaydın ya!" dedi.
Kays
b. Sa'd:
"Develer
boğazlamaktan men edildim!" dedi.[173]
Sa'd
b. Ubâde:
"Seni
bundan kim men etti?" diye sordu.
Kays
b. Sa'd:
"Kumandan
Ebu Ubeyde b. Cerrah!" dedi.
Sa'd
b. Ubâde:
"Niçin
men etti?" diye sordu.
Kays
b. Sa'd:
"Benim
malım bulunmadığını söyledi ve 'Mal ancak babana aittir1 dedi. Ben
de:
'Babam,
kendisine en uzak olanların bile borçlarını öder,yorulanların yüklerini taşır,
açlığa uğrayanları yedirir dururken, bana gelince mi, bunu yapmayacak?'
dedim" dedi.
Sa'd
b. Ubâde:
"Dört
hurma bahçesi senindir!" dedi.
Bu
hususta, Kays için bir de tapu senedi yazdı.
Senedi
Ebu Ubeyde b. Cerrah'a götürdü ve onu senede şahit yazdı.
Hz.
Ömer'e de gitti.
Hz.
Ömer şahit yazılmaktan kaçındı.
Bu
bahçe ve bostanlardan en az 50 deve yükü hurma çıkardı.
Cühenî,
Kays'la birlikte Medine'ye gelmişti. Kays, ona borçlu bulunduğu hurma yüklerini
yükledi ve sırtına bir de elbise giydirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Kays'ın bu tutum ve davranışını işitince:[174]
"Muhakkak
ki, onun kalbinde ve onun ev halkı ndal[175] cömertlik vardır!" buyurdu.[176]
Kays
b. Sa'd hastalanıp, ziyaretine gelenlerin gelmekte geciktikleri ve 'Onlar, sana
olan borçlarından dolayı yanına gelmeye utanıyorlar!" denildiği zaman:
"Kays'ın
herkimde alacağı varsa, Kays o borcu ona helâl kılmış, bağışlamıştır!" diye nida ettirmiş; bunun üzerine,
gelen giden ziyaretçilerin çokluğundan, merdiveninin basamakları kırılmıştır![177]
Yüce
Allah ondan da. onun babasından da razı olsun![178]
Hadıra
seferi, Hicretin 8. yılında Şaban ayında vuku bulmuştur.[179] Hadıra; Necd'de Muhariblerin yurtları
ndandır.[180] İbnÂmir'in bostanının yanındadır ve Medine'ye
uzaklığı yirmi mildir.[181]
Benî
Gatafanlar, Necd'de Muhariblerin yurdu olan Hadıra'da oturmakta idiler.[182]
Hicretin 7. yılında, BenîFezârelerle Cinab'da toplanıp Medine'ye baskın yapmak
istedikleri haber alınınca, Beşirb. Sa'd 30 kişilik bir birlikle üzerlerine
gönderilmişse de, onların etrafa dağıldıkları görülmüştü.[183]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Katâdeyi de, 15 kişilik bir birliğin başında, Hadıraya gönderdi.[184]
Abdullah
b. Ebi Hadrad'ın bildirdiğine göre, gönderirken de:
"Geceleri
yürüyünüz, gündüzleri gizleniniz! Dağınık düzenle dört taraftan kuşatarak
Gatafanlara birden baskın yapınız. Kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!"
buyurdu.
Gatafanların
nahiyesine varınca, Ebu Katâde, Allah'ın buyruklarını yerine getirmelerini,
yasakladıklarından sakınmalarını mücahidlere tavsiye etti.[185]
Herkesi,
ikişer ikişer arkadaş yaptı .[186]
Kumandanın
verdiği direktife göre, ölmedikçe, hiç kimse arkadaşından ayrılmayacak,
dönünce, arkadaşı hakkında kumandanına bilgi verecek, "Onun hakkında bir
bilgim yok!" diyemeyecekti.[187]
Kumandan
tekbir getirdiği zaman bütün mücahidi er tekbir getirecekler, kumandan hücuma
geçtiği zaman da, bütün mücahidler hücuma geçeceklerdi. Kaçan düşmanları
yakalamak için arkalarına düşülüp birlikten uzakl aşı İm ayacaktı.[188]
Gatafanların
yurduna geceleyin varıldı.
Birliğin
kumandanı Ebu Katâde, mücahidleri ikişer ikişer keşfe gönderdi. Gönderirken:
"Birbirinizden
hiç ayrılmayacaksınız!
Herhangi
birinizin yanında arkadaşını göremediğim zaman, ona, arkadaşının ne olduğunu
soracağım!
Sakın,
kaçanı yakalamak için ardına düşüp birbirinizden uzaklaşmayınız!" dedi.[189]
Mücahidler,
Gatafanların konak yerini öğrendiler.[190]
Yatsı
vakti olunca, kumandanı[191] Ebu
Katâde kılıcını sıyırdı. Mücahidler de kılıçlarını sıyırdılar.[192]
Kumandan
tekbir getirdi. Mücahidler de tekbir getirdiler.[193]
Kumandan
hücuma geçti. Mücahidler de hücuma geçtiler.[194]
Benî
Gatafanların konak yerindeki büyük bir topluluğa saldırdılar.
Gatafanların
savaş erleri mücahidlerle çarpışmaya başladılar.
Gatafanların
en şerefli kişileri öldürüldüler.[195]
Benî
Gatafanlardan, uzun boylu bir adam, kılıcını sıyırıp parlatarak geri geri
gidiyor ve:
"Ey
Müslüman! Cennete gel! Cennete!" diyordu.[196]
Abdullah
b. Ebi Hadrad, onun ardına düştü.[197]
Abdullah'a,
arkadaşı:
"Kumandanımız,
kaçanı yakalamak için arkasından gitmeyeceğimiz hakkında bize tenbihatta bulunmuştu.
Geri dön!" dedi.
Arkadaşı,
Abdullah'ın düşmanın arkasını bırakmadığını görünce de:
"Vallahi,
ya geri döneceksin, ya da seni kumandana haber vereceğim!" dedi.
Abdullah,
arkadaşının tavsiyesine yanaşmadı ve:
"Vallahi,
ben onu takip edeceğim!" dedi ve takip etmeye devam etti.[198]
Adam,
yine:
"Cennete
gel, Cennete!" diyor, mücahidlere hakaret ediyordu.[199]
Arkadaşı,
Abdullah'a:
"Uzaklaşma!
Kumandanımız, kaçanı kovalamaktan bizi men etti!?
Yâhû!
Nereye gidiyorsun?!
Vallahi,
Ebu Katâde'nin yanına gittiğim ve seni benden sorduğu zaman, bu yaptığını ona
haber vereceğim!" diyerek seslenmekte idi.[200]
Abdullah,
adama yaklaştı, yetişti ve bir ok atıp onu kafasından vurdu.
Adam,
yine:
"Ey
Müslüman! Cennete yaklaş!" dedi.[201]
Abdullah
ona yaklaşmadı. Bir ok daha attı, adamı ölü olarak yere düşürdü. Adamın
kılıcını aldı.[202]
Başını gövdesinden ayırdı.
Pek
çok deve ve davar iğtinam edildi.[203]
Abdullah
b. Ebi Hadrad, Ebu Katâde'nin yanına varmadan önce, arkadaşıyla buluşup, ona:
"Kumandanım
beni senden sordu mu?" diye sordu.
Arkadaşı:
"Evet!
Bana ve sana çok kızdı!" dedi ve ganimetlerin biraraya toplandığını, Benî
Gatafanların ileri gelenlerinin öldürüldüğünü haber verdi.
Ebu
Katâde, Abdullah'ı çok kınadı.
Abdullah;
bir adamın ardına nasıl ve niçin düşüp gittiğini, onun söylediklerini,
kendisini nasıl öldürdüğünü Ebu Katâdeye birer birer haber verdi.
Esir
alınan kadınları hayvanlara bindirdiler. Kınlarına sokulu kılıçları devenin
semerine astılar.[204] Medine'ye yöneldiler.[205]
İğtinam
edilen deve ve davarlar sürülüp Medineye getirildi. Mücahidler arasında
bölüştürüldü.[206] İğtinam edilen mallar,
200 deve ile[207] 1.000[208]
veya 2.000 davardı.[209]
Ganimetin
beşte biri ayrıldıktan sonra, kalan beşte dördü mücahidler arasında
bölüştürüldü.
Her
hisseye ya 12'şerdeve veya bir devenin karşılığı olarak 10 davar hesabıyla
tutarları olan davarlar düşmüştü .[210]
Benî
Gatafanlardan, ayrıca esirler de alınmıştı.[211]
Esirler
arasında dört de kadın vardı.[212]
Bunlar, Benî Gatafanların eşraf ve ileri gelenlerinin kadınları idiler.[213]
Esirler
mücahidler arasında bölüştürüldüğü zaman, Ebu Katâde'nin hissesine bir kadın
düşmüştü.[214]
Mahmiyye
b. Cez, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelerek:
"Ebu
Katâde'nin hissesine bir kadın düşmüş... Allah'ın nasip edeceği ilk ganimetten
bana birkadın vermeyi vaad buyurmuştun!" dedi.[215]
Peygamberimiz
Aleyhisselam, Ebu Katâde'ye haber gönderip:
"Senin
hissene bir kadın mı düştü?" diye sordu.
Ebu
Katâde de:
"Esir
kadınlardan bir kadını, ganimetin beşte biri çıkarıldıktan sonra, kendim için
almıştım!" dedi.[216]
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Onu
bana bağışla!" buyurdu.
Ebu
Katâde de:
"Olur
yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, o kadını Ebu Katâde'den alıp Mahmiyye b. Cez'e verdi.[217]
Gâbe
seferi, Hicretin 8. yılında Şaban ayında vuku bulmuştur.[218]
Gâbe;
Şam yolu üzerinde, Medine yakınında, Medine'ye bir beridlik, 12 millik
uzaklıktadır.[219]
Sel1
dağına uzaklığı 8 mil olup, Medinelilerin mallarının bulunduğu, sık ağaçlı bir
yerdir.
Hz.
Abbas gecenin sonuna doğru Sel1 dağına çıkıp Gâbe'deki uşaklarına
seslenir, sesini onlara duyururdu.[220]
Gâbe,
bol suludur.[221]
Abdullah
b. Ebi Hadrad der ki:
"Benî
Cüşem[222] kabilesinden büyük bir
oymağa mensup bulunan Rifaâ b. Kays (veya Kays b. Rifâa) adındaki kişi, kavmi ve kendi adamlarıyla birlikte
gelip Gâbe'ye konmuştu. Kaysları[223]
Resûlullah Aleyhisselamla savaştırmak istiyordu. Kendisi, Cüşem kabilesi içinde
ad ve şan sahibi idi.
Resûlullah
Aleyhisselam beni çağırdı. Yanıma da, Müslümanlardan iki kişi[224]
kattı ve:
'Şu
adamın yanına kadar gidiniz! Ya onu, ya da ondan bana bir haber ve bilgi
getiriniz!1 buyurdu.
Bize
yaşlı ve ank bir deve verip, birimizi onun üzerine bindirdi.
Vallahi,
adamlar arkasından elleriyle itmedikçe, deve ayağa kalkamadı, ayağa da güçlükle
kalkabildi.
Bundan
sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
'Bunun
üzerine nöbetleşe bininiz ve o (adam)a erişiniz!' buyurdu.
Hemen
yola çıktık.
Yay,
ok ve kılıç gibi silahlarımız da yanımızda idi.
Güneş
batarken, Benî Cüşemlerin konak yerlerinin yakınında hayvan otlattıkları bir
yere vardık.
Ben
orada bir köşeye sindim.
İki
arkadaşıma da, Benî Cüşemlerin konak yerine yakın bir köşeye sinmelerini
emrettim ve:
"Benim
konak yerine hücuma geçip tekbir getirdiğimi işittiğiniz zaman, ikiniz de
tekbir getiriniz ve benimle birlikte hücum ediniz!1 dedim.
Vallahi,
biz böylece Benî Cüşemlerin uykuya dalma veya onlardan bazılarını ele geçirme
fırsatını, gece karanlığı bizi bürüyüp açılıncaya kadar bekledik durduk.
Benî
Cüşemlerin bu bölgede hayvanlarını otlatan bir çobanları vardı.
Çobanları
yanlarına dönmekte gecikince, onun hakkında endişelenmeye başladılar.
Benî
Cüşem lerin başkanı olan Rifâa b. Kays kalktı, kılıcını alıp boynuna astıktan
sonra:
'Vallahi,
ben bu çobanımızın izini izleyeceğim! Muhakkak, onun başına birfelâket
gelmiştir!' dedi.
Yanında
bulunan kimselerden bazıları:
'Vallahi,
onu izlemeye sen gitme! Senin yerine bizim gitmemiz yeter!' dediler.
Rifâa
b. Kays:
'Vallahi,
onu izlemeye benden başkası gitmeyecektir!' dedi.
'Öyleyse,
seninle birlikte biz de gelelim!' dediler.
Rifâa
b. Kays:
'Vallahi,
sizden hiç kimse de benim izimden gelmesin!' dedi ve benim bulunduğum yerden
kendisine atacağım okumu yetiştirebileceğim bir yere kadar geldi.
Geçeceği
sırada, oku atıp kalbine sapladım.
Vallahi,
hiç konuşturmadan üzerine atıldım ve başını kestim.
Konak
yerine saldırdım ve tekbir getirdim.
İki
arkadaşım da saldırdılar ve tekbir getirdiler.
Vallahi,
konak yeri halkı ancak kadınları ve çocuklarıyla yanlarındaki mallarından
binecek veya taşınabilecek hafiflikte olanlarını alarak kaçıp kurtulabildiler.
Kendilerinin
pek çok deve ve davarlarını sürüp Resûlullah Aleyhisselamın yanına getirdik.
Resûlullah
Aleyhisselam, bu develerin onüçünü bana verdi."[225]
Uyeyne
b. Hısn ile Haris b. Avf; Müslüman olmaya karar vererek, Medine'ye gitmek üzere
hazırlanıp yola çıkmışlardı.
Yolda
Ferve b. Hübeyretü'l-Kuşeyrîye rastladılar.
Ferve,
umre yapmak üzere Mekke'ye gitmekte idi.
Uyeyne
b. Hısn ile Haris b. Avf, Ferve ile konuştular. Üzerinde durdukları işi, yapmak istedikleri şeyi ona haber
verdiler.
Ferve:
"Bence,
şu Hudeybiye musalahası içinde, kavminin ona (Muhammed Aleyhisselama) ne
yapacağını görünceye ve Kureyşîlerden edineceğim haberi size getirinceye kadar,
acele etmeseniz, ağırdan alsanız iyi olur" deyince, Medine'ye gitmeyi geri
bıraktılar.
Ferve
b. Hübeyre; Kureyş müşrikleriyle görüşüp konuştuktan sonra, Mekke'den
dönüşünde, Uyeyne b. Hısn ve Haris b. Avf la buluştu. Onlara Kureyş
müşriklerinin durum ve tutumunu bildirdi:
"Gördüm
ki; Muhammed'in kavmi, onun muzaffer olacağına kesin olarak kanaat getirmişler!
Onun
üzerine yürümeye yeltenir gibi oluyorlar. Fakat, işin sonucunu düşünüp geri
duruyorlar! Ayaklarının birini ileriye atarlarsa, diğerini geriye
atıyorlar!" dedi.[226]
Uyeyne
b. Hısn, Ferve ile konuştuktan sonra, Hicretin 8. yılında, Mekke'nin fethinden
biraz önce, Medine'ye gelip Müslüman oldu.[227]
Benî
Süleymlerden Kays b. Nuseybe, Medine'ye gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın
konuşmasını dinledi.
Peygamberimiz
Aleyhisselama bazı şeyler sordu. Aldığı cevaplan ezberledi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam tarafından İslâmiyete davet edilince de, Müslüman oldu.
Kays
b. Nuseybe, kavmi olan Benî Süleymlerin yanına döndüğü zaman:
"Ben,
Rumların tercemelerini, Farsların fısıltı ve mırıltılarını. Arapların
şiirlerini, kâhinlerin kehânetlerini, Himyer dilbazlarının sözlerini dini em
isimdir.
Onların
sözlerinden, Muhammed'in söylediklerine hiçbir uyanı, benzeyeni yoktur!
Siz
beni dinleyiniz de, ondan nasibinizi, payınızı alınız!" diyerek onları
İslâmiyete davet ve teşvik etti.
Râşid
b. Abdi Rabbih de, Süleymlerin putlarının bakıcısı idi.
Bir
gün, iki tilkinin gelip putun üzerine işediğini görünce:
"Üzerine
tilkilerin işeyerek horlamış olduğu birşey nasıl Tanrı olabilir?" dedi ve
onu kırıp attıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, ona:
"İsmin
nedir?" diye sordu.
"Gavîb.
Abduluzzâ'dır!" dedi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Senin
ismin Râşid b. Abdi Rabbih'tir" buyurdu.
Râşid,
Müslüman oldu. Müslümanlığını İslâm
amelleriyle güzeli eştirdi.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onun hakkında:
"Râşid,
Benî Süleymlerin hayırlısıdır!" buyurdu ve onu Benî Süleymlerin sancaktarı
yaptı.
Süleymlerin
Şerid oğullarından Kıdrb. Ammar da, Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına gelip Müslüman oldu.
Kavminden
1.000 atlı getirmek üzere, Peygamberimiz Aleyhisselama söz verdi.
Kavminin
yanına dönünce, durumu onlara anlattı. Kavminden yüz kişi geri kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gitmek maksadıyla 900 kişiyi yanına alarak
yola çıktı. Yolda ölüm döşeğine düştü.
Kavminden
üç kişiye vasiyette bulundu:
Abbas
b. Mirdas'ı 300 kişinin başına geçirdi.
Cebbar
b. Hakem'i 300 kişinin başına geçirdi.
Ahnes
b. Yezid'i 300 kişinin başına geçirdi ve:
"Boynumdaki
va'di yerine getirmek üzere, şu zâtın (Muhammed Aleyhisselamın) yanına
gidiniz!" dedikten sonra öldü.
Yüce
Allah ondan razı olsun.
Peygamberimiz
Aleyhisselamın Mekke'nin fethine gittiği ve Kudeyd'de bulunduğu sırada, Süleym
oğulları, aralarında Abbas b. Mirdas, Enes b. lyaz ve Raşid b. Abdi Rabbih de
olduğu halde, 900 kişilik bir kafile halinde Peygamberimiz Aleyhisselamın
yanına geldiler ve Müslüman oldular.
Peygamberimiz
Aleyhisselam, onlara:
"Güzel
yüzlü, tatlı dilli, doğru yeminli, imanlı zât nerede?" diye sordu.
Benî
Süleymler:
"Yâ
Rasûlallah! Allah onu katına davet, o da Allah'ın davetine icabet etti"
dediler ve onun hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama bilgi verdiler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Bini
tamamlayacak olan ve haklarında bana söz verilmiş bulunan o kişiler
nerede?" diye sordu.
"Kabileden
yüz kişi Kinanelerle aramızda çıkacak savaştan korkarak geri kaldılar!"
dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"'Bu
yılınızda size Kinanelerden hoşlanmayacağınız hiçbir şey, hiçbir zarar
gelmeyecektir!1 diye onlara haber salınız!"
buyurdu.
Münakka
b. Malik'in kumandası altında, yüz kişi olarak, onlar da Hedde'ye geldiler.
Atların
kişnemelerini işitince, Süleym oğulları:
"Yâ
Rasûlallah! Bize mi geldiler?!" dediler.
Peygamberimiz
Aleyhisselam:
"Hayır!
Gelenler lehinizedir, aleyhinize değil! Süleym b. Mansur geldi!" buyurdu.
Süleym
oğulları, Abbas b. Mirdas'ın kumandası altında, Mekke'nin fethinde ve Huneyn
savaşında bulundular.[228]
Yüce
Allah hepsinden razı olsun![229]
[1] Vâkıdî, M egâzf, c. 1,
s. 6, İbn Sa'd, Tabak âtü'l -k übrâ, c. 2, s. 131, Belâ zurt, E nsâb u'l-eşrâf,
c. 1, s. 380.
[2] İbn İshak.İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 272, Taberî, Târih, c. 3, s. 104, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 232.
[3] Halebî, insânu'l-uyûn,
c. 3, s. 198, 199, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 278.
[4] Diyarbekrî,
Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 75, Halebî, İnsan, c. 3, s. 199, Zürkânf, Mevâhib
Şerhi, c. 2, s. 278.
[5] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
113.
[6] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 272. İbn Hazm , Cevâmiu's-Sîre, s. 20.
[7] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 131, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 174, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 1 57.
[8] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770, İbn Sa'd, c. 2, s. 131 , İbn Asâkfr, Târih, c. 1,s.1O3.
[9] Vâkıdî, c. 2, s. 770,
Yâkubî, Târih, c. 2, s. 75, İbn Asâkfr, c. 1, s. 1 03.
[10] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 381.
[11] Yâkubî, Târih, c. 2, s.
75.
[12] Vâkıdî, c. 2, s. 770,
İbn Sa'd, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 103.
[13] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 1 97, 202, Zehebî, Megâzî, s. 429, 430, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 273.
[14] Beyhakî,
DelâilüYı-nübüvve, c. 4, s. 398, İbn Asâkfr, Târih, c. 1 ,s.1O4, Zehebî,
Megâzî, s. 428, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[15] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 272, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 770, Beyhakî, c. 4, s. 399,400,
İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Zehebî,
Megâzî, s. 429.
[16] Vâkıdî, c. 2, s. 770,
İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 103, İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 157, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 174,175.
[17] İbn Esîr, Kâm il, c. 2,
s. 232.
[18] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770, İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 131, Taberî, Târih, c. 3, s. 104, İbn Asâkfr,
c. 1, s. 103.
[19] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770, İbn Asâkir, t 1, s. 103.
[20] Vâkıdî, c. 2, s. 770,
İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 131, Taberî, c. 3, s. 104, İbn Asâkfr, c. 1, s.
104, İbn Seyyid, c. 2, s. 157, İbn Kayyım, c. 2, s. 1 74.
[21] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770.
[22] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, Taberî, c. 3, s. 104, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, 400, İbn
Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 232, Zehebî, Megâzî, s. 429,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/261-263.
[23] Vâkıdî, c. 2, s. 770,
İbn Sa'd, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Seyyid, c. 2, s. 157, İbn
Kayyım, c. 2, s. 175.
[24] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, Vâkıdı, c. 2, s. 700, İbn Sa'd, c. 2, s. 131.
[25] Vâkıdı, Megâzî, c.2, s.
770.
[26] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre,c.4, s. 272, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 104.
[27] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 131, İbn Asâkfr, c.1, s. 104, İbn
Seyyid, Uyûnu'l-eser, c.
2, s. 1 57, İbn Kayyım , Zâdu'l-mead, c. 2, s. 175.
[28] Musa b. Ukbe'den naklen
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 273.
[29] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, İbn Abdilberr, İstiâb, c. 3, s. 1186, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
4, s. 400, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 245, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[30] İbn Asâkfr, Târîh, c. 1,
s. 104, Zehebî, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 1 , s. 5, Musa b. Ukbe'den naklen
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[31] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
771, Beytıakf, Delâil, c. 4, s. 399, İbn Asâkfr, c. 1, s. 1 04.
[32] Vâkıdî, c. 2, s. 771,
Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Zehebî, Megâif, s.
428, Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c.1, s. 5,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[33] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 245, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[34] Vâkıdî, Megâzî, c.2, s.
771, Beyhakî, Delâilü'n-nübüwe, c. 4, s. 399, Zehebî, Megâzî, s. 428, E
bu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-
nihâye, c. 4, s. 273.
[35] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. Taberî, Târîh, c. 3, s. 104, Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 399, İbn
Asâkfr, Târîh, c. 1 , s. 105, İbn Esîr, Kâm il, c. 2, s. 232.
[36] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, Taberî, c. 3, s. 104, İbn Esîr, c. 2, s. 232.
[37] BeyhakP, Delâil, c. 4,
s. 399, Zehebî, Megâzî, s. 428, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 273.
[38] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 771, Taberî, c. 3, s. 104 Beyhakî, c. 4, s.
400, İbn Esîr, c.2, s. 232, İbn Seyyid, c. 2, s. 157,158, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
274.
[39] İbn Abdilberr, İsti âb,
c. 3, s. 1187, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/263-265.
[40] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 1, s. 1 96, İbn Asâkfr, c. 1, s. 105, İbn Seyyid, c. 2, s. 158, İbn Kayyım,
Zâdu'l-mead, c. 2, s. 175.
[41] Zührî, Megâzî, s. 1 50,
Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 453, İbn Asâkfr, c. 1, s. 105.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/265-266.
[42] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 770, İbn Asâkfr, Târih, c. 1, s. 104.
[43] Zehebî, Megâzî, s. 430,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 44.
[44] İbn Asâkfr, Târîh, c. 1,
s. 106, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye
Şerhi, c. 2, s. 279.
[45] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
770.
[46] Zürkâni, Mevâhib Şerhi,
c. 2, s. 279.
[47] Hale bi, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 200.
[48] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
770, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, Halebî, İnsânu'l-uyun, c. 3, s. 200.
[49] Halebî, İnsânu'l-uyun,
c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 279.
[50] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 44, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 200, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 279.
[51] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 200, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 279.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/266-267.
[52] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
771 , İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 131, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c.
4, s. 401, İbn Asâkfr, c. 1, s. 104, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 158,
Zehebî, Megâzî, s. 430, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 274.
[53] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
771, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 401 , İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s.
104, Zehebî, Megâzî, s. 430, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 274.
[54] Helebi, İnşânu'l-uyûn,
c. 3, s. 1 99, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 279.
[55] Vâkıdî, c. 3, s. 771,
Beyhakî, c. 4, s. 401, İbn Asâkfr, c. 1,s.1O4, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[56] Belâzurî,
Ensâbu'l-eşrâf, c. 1, s. 381.
[57] Zührî, Megâzî, s. 1
50,151, Abdurrezzak, Musannef, c. 5, s. 453, 454.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/267-268.
[58] İbn İshak.İbnHişam, Sîre.c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773.
[59] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
773, Beyhakî, c. 4, s. 404, 405, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 275.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/268-269.
[60] İbn İshak.İbnHişam, Sîre,c.4, s. 274, Vâkıdî, Megâiı, c. 2, s. 771,
773.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/269-271.
[61] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
773, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 402.
[62] Vâkıdî, c. 2, s. 773,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 203, Ebu Dâvud, Sünen, c.1, s. 92, Beyhakî,
Delâil, c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 431, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye
ve'n-nihâye, c. 4, s. 274.
[63] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 131, Beyhakî, c. 4, s. 402, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead,
c. 2, s. 175.
[64] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 272.
[65] Vâkıdî, c. 2, s. 773,
Beyhakî, Delâil, c. 4, s. 402, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[66] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 274, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 773, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 4, s. 402, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 274.
[67] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
773, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[68] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 274, Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[69] Vâkıdî, c. 2, s. 773,
Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[70] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 274, Vâkıdî, c. 2, s. 773, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274.
[71] Vâkıdî, c. 2, s:. 773,
774, Beyhakî, c. 4, s:. 404, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 274, 275.
[72] Halebî, İnsânu'l-uyÛn,
c. 3, s. 200.
[73] Abdurrezzak, Musannef,
c. 1, s. 227, Vâkıdî, c. 2, s. 774, Beyhakî, c. 4, s. 402, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s.
275.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/271-272.
[74] Zehebî, Siyeru
a'lâmi'n-nübelâ,, c. 3, s. 45.
[75] Vâkıdî, c. 2, s. 774,
Beyhakî, c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 431, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 275,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 200.
[76] Kâsânf,
Bedâyiu's-sanâyi', c. 1, s. 48.
[77] Zehebî, Megâzî, s. 430,
Siyeru a'lâmi'n-nübelâ, c. 3, s. 45.
[78] Kâsânf,
Bedâyiu's-sanâyi', c. 1, s. 48.
[79] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 4, s. 203, 204, Ebu Dâvud, Sünen, c. 1, s. 82, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve,
c. 4, s. 402, Zehebî, Megâzî, s. 430, 431, Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye,
c. 4, s. 274, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 175.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/273-274.
[80] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 400, 401.
[81] . Ahmed b. Hanbel,
Müsned, c. 4, s. 203, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 113, Müslim, Sahih, c. 4, s.
1856, Beyhakî, Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 401, Zehebî, Megâzî, s. 429,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 1, s. 280.
[82] Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvve, c. 4, s. 401, İbn Asâkfr, Târîh, c. 1, s. 106, Zehebî,
Megâzî, s. 429, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c.1,s.28O.
[83] Buhân, Sahih, c. 5, s.
113, Ebu'l-Fidâ, c. 4, s. 276, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 280.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/274-275.
[84] İ bn Şa'd, Taba kâtü'l
-kübrâ, c. 2, s. 132, Bel âzurf, E nsâ bu'l-eşrâf, c. 1, s. 381 , Ta beıf, T
ârf h, c. 3, s. 1 04.
[85] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 411, Buhârî, Sahîh, c.
5, s. 113,114, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[86] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 411 .Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1536, İbn
Esîr.Nihâye, c. 2, s. 7.
[87] F fru zâbâd f, Kâm üsu'l
-m uhft, c. 2, s. 369.
[88] İbn Sa'd, c. 2, s. 132,
Yâküt, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 344.
[89] Yâküt, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 307.
[90] Vâkıdî, Megâzî, c.1,
s.6,c. 2, s. 752, İbn Sa'd, c. 2, s. 127, Taberî, Târih, c. 3, s. 103.
[91] Taberî, c. 3, s. 103,
İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 231.
[92] Vâkıdî, c. 2, s. 753,
İbn Sa'd, c. 2, s. 127, 128, İbn Seyyid, Uyünu'l-eser, c. 2, s. 152 İbn Hacer,
el-İsâbe, c. 3, s. 301.
[93] Kalkaşandf, Nihâyetü'l-ereb,
s. 221.
[94] İbn Haldun, Târih, c. 2,
ks. 2 s. 41 .
[95] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
771 , İbn Sa'd, Tabakât, c. 2, s. 131, İbn Seyyid, c. 2, s. 158, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ye'n-nihâye, c. 4, s. 241.
[96] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 281, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 774, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 2, s. 1 32.
[97] Vâkıdî, c. 2, s. 774,
İbn Sa'd, c. 2, s. 132, Taberî, Târih, c. 3, s. 104.
[98] İbn Sa'd, Taba
kâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 411.
[99] Vâkıdî, c. 2, s. 775,
İbn Sa'd, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, UyÜnu'l-eser, c. 2, s. 158.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/275-276.
[100] İbn İshak.İbnHişam, c.
4, s. 281, İbn Sa'd, c. 3, s. 411, Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535, Taberî, Târih,
c. 3, s. 105, Beyhakî, D el âil ü'n-nübü we, c. 4, s. 407, İbn EsTr, Kâmil, c.
2, s. 232, Ze hebf, M egâzf, s. 433, E bu'l -F i dâ, el -B idâye ve'n-nih âye,
c. 4, s. 276.
[101] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 11 4, Müslim, Sahih, c. 3 s. 1537.
[102] Buhârî, Sahih, c. 5, s.
114.
[103] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1537.
[104] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 311 , Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535.
[105] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
774.
[106] İbn İshak.İbnHişam, c.
4, s. 281, İbn Sa'd, c. 3, s. 311 .
[107] Vâkıdî, c. 2, s. 774,
İbn Sa'd, c. 3, s. 411 , Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 306, Buhârî, c. 5 s. 114.
[108] Ahmedb. Hanbel, c. 3, s.
446, Ebu Nuaym, Hilyetü'l-evliya, c. 1, s. 179.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/277.
[109] Vâkıdî.Megâzî, c. 2, s.
774, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 1 32, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114,
Müslim, Sahih, c. 3, s.
1536, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[110] İbn Sa'd, c. 3, s. 411,
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, Sahih, c.
3, s. 1535, B.
Umdetü'l-kârf, c. 1 8, s. 16, İbn Hacer, Fethu'l-bârî, c. 8, s. 82.
[111] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 411, Buharı, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1536, İbn Esîr, Nihâve, c. 2, s.
7.
[112] Vâkıdî, Megâzı, c. 2, s.
774, Taberı, Târih, c. 3, s. 105.
[113] Diyarbekrî,
Târihu'l-hamfs, c. 2, s. 75, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 201.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/278.
[114] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
775, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 159, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s.
201.
[115] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
775, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 159.
[116] Haletaf, İnsânu'l-uyÜn,
c. 3, s. 201.
[117] Vâkıdî, c. 2, s. 775,
İbn Seyvid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 159.
[118] Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 201.
[119] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
775, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 159.
[120] Vâkıdî, c. 2, s. 775,
İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 201 ,202.
[121] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
775.
[122] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
775, 776, İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Halebî, c. 3, s. 202, Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 282.
[123] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid, c. 2, s. 159, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[124] Zürkânf,
Mevâhibü'l-ledünniye Şeridi, c. 2, s. 282, 283.
[125] Buhârî, Sahîh, c. 5, s.
114, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1536, Zehebî, Megâzî, s. 432, Ebu'l-Fidâ,
el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 276, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 176.
[126] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
776.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/278-280.
[127] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ.c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, Buhârî,
Sahih, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535.
[128] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s.
311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535, Taberî, Târih, c. 3, s. 105.
[129] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
777, İbn Sa'd, Tabakât, c. 3, s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311 , Buhârî,
c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1535.
[130] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[131] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 311 , Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114.
[132] İbn Hacer, Fethu'l-bârî,
c. 8, s. 83.
[133] İbn Esîr, Nihâye, c. 3,
s. 306.
[134] İbn Sa'd, Tabakât, c. 3,
s. 411, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[135] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 411 .
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 311 , Müslim, c. 3, s. 1535.
[137] İbn Sa'd, c. 3, s. 411,
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 31, Müslim, c. 3, s. 1535.
[138] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 311, Müslim, c. 3, s. 1535.
[139] İbn Sa'd, c. 3, s. 411,
Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim , c. 3, s. 1536.
[140] Ahmed b. Hanbel, c. 3,
s. 311, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1537.
[141] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 281, İbn Sa'd, c. 3, s. 411.
[142] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 311 , Müslim, Sahih, c. 3, s. 1535.
[143] İbn İshak, İbn Hişam,
Sîre, c. 4, s. 281, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, Müslim , Sahih, c. 3, s. 1535.
[144] Müslim, Sahih, c. 3, s.
1536.
[145] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 3, s. 306, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114.
[146] Kays b. Sa'd b. Ubâde
(Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 202).
[147] İbn İshak, İbn Hisam, c.
4, s. 281, Buhârî, c. 5, s. 114, Müslim, c. 3, s. 1536.
[148] İbn İshak, İbn Hişam, c.
4, s. 821, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 777, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 306, Buhârî,
c. 5, s. 114.
[149] İbn Sa'd. Tabakât. c. 3.
s. 411 .Ahmed b. Hanbel. c. 3. s. 311. Müslim, c. 3. s. 1536.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/280-282.
[150] İbn Şa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 41.
[151] İbn İshak.İbnHişam,
Sîre.c.4, s. 281.
[152] İbn
Sa'd,Tabakât,c.3,s.411, Ahmed b.Hanbel, Müsned, c. 3, s. 311, 31 2, Buhârî,
Sahîh, c. 5, s. 115, Müslim, Sahîh, c. 3, s. 1536.
[153] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 411 .
[154] Ahmed b. Hanbel, c.3, s.
312, Buhârî, c. 5, s. 115, Müslim, c. 3, s. 1536.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/282.
[155] Taberi Tarih, c. 3, s.
105, İbn Abdilberr, İstiab, c.3, s. 1290, İbn Esir, Kamil, c. 2, s. 233 , Halebi, İnsanul uyun , c.3 , s. 203.
[156] İbn Habib, Kitabul
muhabber, s. 155.
[157] İbn Sa'd,
Tabakâtü'l-kübrâ, c. 3, s. 613-614.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/282-283.
[158] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
776, İbn Sa'd, Tabakât.c. 2, s.1 60, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 203,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledün-niye Şerhi, c. 2, s. 282.
[159] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
776, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 160,
Halebî, İ nsân, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[160] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[161] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
114.
[162] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 3, s. 282.
[163] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
114.
[164] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
Buhârî, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[165] Vâkıdî, Megâzî,c. 2, s.
776, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 160,Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s.203,
Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 203.
[166] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
114.
[167] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[168] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
114.
[169] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
Buhârî, c. 5, s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 60, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf,
c. 2, s. 282.
[170] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203, Zürkânf, c. 2, s. 282.
[171] Buhârî, Sahîh.c. 5, s.
114.
[172] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
İbn Seyyid.c. 2, s. 160, Halebî, c. 3, s. 203 Zürkânf, c. 2, s. 282.
[173] Vâkıdî, c. 2, s. 776,
Buhârî, c. 5 s. 114, İbn Seyyid, c. 2, s. 1 60, Halebî, c. 3, s. 203 Zürkânf,
Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[174] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
776.
[175] İbn Seyyid,
Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 160, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 282.
[176] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
776, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 203, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 282.
[177] İbn Habib.
Kitâbu'l-muhabber. s. 155.
[178] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/283-286.
[179] VâkıdP, Megâzî, c. 1, s.
6, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 132, Belâzurî, Ensâbu'l-eş râf, c. 1,
s. 381.
[180] İbn Sa'd, Tabakât, c. 2,
s. 132, Yâkût, Mu'cemu'l-büldân, c. 2, s. 377.
[181] Vâkıdî, Megâzî, c. 1, s.
6.
[182] İbn Sa'd, c. 2, s. 132,
Belâzurî, c. 1, s. 381.
[183] Vâkıdî, c. 2, s. 728,
İbn Sa'd, c. 2, s. 120, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 166.
[184] İbn Sa'd, c. 2, s. 132,
İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 1 61, Zehebî, Megâzî, s. 434, Kastalânf,
Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 191, Diyarbekrî, Târîhu'l-hamîs, c. 2, s. 76,
Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 204, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2
s. 284.
[185] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
778.
[186] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[187] Vâkıdî,Megâzî,c.2,s.
778.
[188] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[189] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 11.
[190] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
778, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s:. 11.
[191] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 11.
[192] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,
s:. 778.
[193] Vâkıdî, Megâzî, c. 2,
s:. 778 Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 11.
[194] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s:. 11.
[195] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
779, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2,
s. 161 , Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 191, Halebî, İnsânu'l-uyûn,
c. 3, s. 204.
[196] Vâkidi, Megâzî, c. 2, s.
778, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s:. 288.
[197] Vâkidi, c. 2, s. 778,
Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 11, Zürkânf, c. 2, s. 288.
[198] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 11.
[199] Vâkıdî, c. 2, s:. 778,
779, Zürkânf, M evâhib Şerhi, c. 2, s. 288.
[200] Vâkidt, Megâzî, c. 2, s.
778, 779.
[201] Vâkidt, c. 2, s. 778,
779, Ahmed b. Hanbel, c. 6, s. 11.
[202] Vâkıdî, Megâzr, c. 2,
s:. 779, Ahmed b. Hanbel, M üsned, c. 6, s. 11.
[203] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s:. 11.
[204] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 779.
[205] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. 6, s. 11.
[206] Vâki dr, Megâzî, c. 2,
s. 779, 780.
[207] Vâki dr, c. 2, s. 780,
İbn Sa'd, Tabak âtü'l-kübrâ, c. 2, s. 132, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s.
161, Kastalânf, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1 , s. 191, Diyarbekrî, Târîhu'l-ham
fs, c. 2, s. 76, Halebî, İnsânu'l-uyûn, c. 3, s. 204.
[208] Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s.
780.
[209] İbn Sa'd, c. 2, s. 132,
İbn Seyyid, c. 2, s. 1 61, Kastalânf, c. 1 , s. 191, Diyarbekrî, c. 2, s. 76,
Halebî, c. 3, s. 204.
[210] Vâkidf, c. 2, s. 780,
İbn Sa'd, c. 2, s. 132, 133, Taberî, Târîh, c. 3, s. 106, İbn Seyyid, c. 2, s.
161 , Halebî, c. 3, s. 204.
[211] Vâki dr, Megâzr, c. 2,
s. 780, İbn Sa'd, c. 2, s. 1 32.
[212] Vâkıdr, c. 2, s. 780,
Taberî, Târih, c. 3, s. 106, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 285.
[213] Taberî, Târih, c. 3, s.
106.
[214] Vâkıdî, c. 2, s. 780,
İbn Sa'd, c. 2, s. 133, Taberî, c. 3, s. 106.
[215] Vâkıdî, c. 2, s. 780,
Halebî, İnşân, c. 3, s. 204, Zürkânf, Mevâhib Şerhi, c. 2, s. 285.
[216] Vâkıdr,Megâzr,c.2,s.
780.
[217] Vâkıdr, Megâzr, c. 2, s.
780, İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 133, Taben, Târih, c. 3, s. 1 06.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/286-290.
[218] İbn Esîr, Kâmil, c. 2,
s. 233.
[219] İbn Sa'd,
Tabakatü'l-kübrâ, c. 2, s. 80.
[220] Yâkût, Mu'cemu'l-büldân,
c. 4, s. 182.
[221] Semhûdf, Vefâu'l-vıefâ,
c. 4, s. 1 276.
[222] Benf Cüşem b. Muaviye b.
Bekr b. Hevâzinler, Kays b. Aylanlardan idiler (İbn Hazm , Cemhere, s. 270,
Kalkaşandf, Mihâye, s. 214).
[223] Kays b. Aylanlar, Mudar
kabilelerinden olup, bunlardan pek çok kabileler türemiştir (İbn Hazm, Cemhere,
s. 468, 469, Kalkaşandı, s. 403, 404).
[224] Katılanlardan birisi E
bu K atâde idi (İ bn E sfr, Kâm il, c. 2, s. 233).
[225] İbn İshak, İbn Hisam,
Sıre, c. 4, s. 278, 279, Taberî, TâriVı, o. 3, s. 105,106, Beyhakî,
Delâilü'n-nübüvre, c.4, s. 303, 304, İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 162,163
Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye, c. 4, s. 223, 224, İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s.
166, Diyarbekrî, Târılıu'l-hamfs, c. 2, s. 76, Halebî, İnsanu'l-uyûn, o. 3, s.
205, Zürkânf, Mevâhibü'l-ledünniye Şerhi, c. 2, s. 287.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/290-292.
[226] Vâkıdî, Megâiî, c. 2, s.
730, 731.
[227] İbn Abdilberr, İstiâb,
c. 3, s. 249, İ bn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 4, s. 331.
M.
Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/292-293.
[228] İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ,
c. 1, s. 307, 309.
[229] M. Asım Köksal, İslam
Tarihi, Köksal Yayıncılık: 6/293-295.