- Erbed b. Kays ile Âmir b. Tufeyl, Hz. Peygamber’i görmek üzere Medine’ye geldiler. Yanına vardıklarında Hz. Peygamber oturuyordu. Onlar da Hz. Peygamber’in karşısına oturdular. Âmir b. Tufeyl
“Ey Muhammed! Ben müslüman olursam bana ne vereceksin?” dedi. Hz. Peygamber
“Müslümanlara ne verilmişse sana da o verilecektir. Müslümanların boynuna ne lazım ise senin de boynuna o olacaktır” buyurdu. Amir b. Tufeyl
“Eğer ben müslüman olursam, senden sonra bunların başına geçecek yetkiyi bana verir misin?” deyince, Hz. Peygamber
“Bu ne senin, ne de kavmin için bahis konusu değildir. Sen ancak bedevileri idare edebilirsin” dedi. O
“Ben şu anda Necid bedevilerine hakim bulunmaktayım: Sen bütün bedevilerin idaresini bana ver. Şehirlerin idaresi de senin olsun” dedi. Hz. Peygamber
‘Hayır, böyle bir şey olamaz” dedi. Onlar Hz. Peygamberin yanından ayrılacakları sırada Amir b. Tufeyl
“Allah’a yemin ederim ki, ben Medine’yi süvari ve piyadelerle dolduracağım” dedi. Hz. Peygamber de
“Allah sana mâni olur” buyurdu. Âmir ve Erbet oradan ayrıldıktan sonra. Amir, Erbed’e
“Ey Erbet! Gel, tekrar konuşalım. Ben Muhammed’i konuşmak suretiyle meşgul edeyim, Sen de arkasından kılıçla vur. Eğer öldürürsek arkadaşları bizimle savaşmazlar ve bizden diyet almaktan başka çareleri kalmaz” dedi. Erbet de
“Tamam” dedi ve geri döndüler. Amir, Hz. Peygamber’e
“Ey Muhammed! Benimle beraber gel, seninle konuşacaklarım var” dedi. Hz. Peygamber kalktı ve duvarın dibinde konuşmaya başladılar. Bu sırada Erbet kılıcını çekmek istedi, fakat eli kabzaya yapıştı kaldı ve bir türlü kılıcını çekemedi. Amir ise sabırsızlıkla onun kılıcını çekmesini bekliyordu. Hz. Peygamber arkasına döndü ve Erbet’in kılıcını çekmeye çalıştığını gördü ve yanlarından uzaklaştı. Erbed ile Âmir de Medine’den çıktılar, Harre’ye varınca atlarından indiler. O sırada Sa’d b. Muaz ile Üseyd b. Hudayr yanlarına gelerek
“Ey Allah’ın düşmanları! Allah’ın laneti ikinize de olsun, buradan defolun” dediler. Amir, Sa’d’a
“Şu kimdir?” diye sordu. Sa’d
“O, orduları bozan Üseyd b. Hudayr’dır” dedi. Böylece Âmir ile Erbed Rakım denilen yere kadar gittiler. Allah orada Erbed’in üzerine yıldırım göndererek onu helâk etti. Âmir ise Cerim denilen yere kadar gitti. Allah ona bir çıban musallat etti. O, Benî Selül kabilesinden bir kadının evine geldi. Sabaha kadar parmağını boğazına sokup çıbanı sıkıyor ve
“Bir deve çıbanından, Benî Selül kabilesinden bir kadının evinde ölüyorum” diye yakınıyordu. Sonra atına binerek yola çıktı, fakat atın sırtında can verdi. Bu olay üzerine Allah Teâlâ “Onun önünden ve arkasından izleyen melekler vardır, onu Allah’ın emriyle gözettiler. Bir millet kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah onların durumlarını değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların O’ndan başka koruyup kollayanları da yoktur...” (Râ’d: 13/11-13) âyetlerini indirdi.[1]
[1] Tefsir-i İbn Kesir, II/506 (Taberani, İbn Abbas’dan).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 4/315-316.