HZ. PEYGAMBERİN (S.A.) HADİSLERİNDEKİ İLAÇ VE GIDALAR
2— Ütruc C. Medica, Turunç (Ağaç
Kavunu):
3— Eruzz Oryza Sativa, Pirinç:
5— İzhir A. Schenanthus, Tibni
Mekke:
6— Bittîh , E. Vuigaris, Karpuz:
11— Bazincan S. Melengena,
Patlıcan:
20— Hınnâ Lawsonia Alba, Kına:
21— Habbetu's-Sevda, N. Sativa, Çörek Otu:
23— Hurf Senebiera Coronopus/Peganum Hamıala, Üzerlik Otu:
24— Hulbe T. Foenum-graecum, Çemen/Hülbe/Boy Tohumu:
29— Zerîre , A. İtalicum, Tutyâ/Hanut:
34— Rum mân Punica Granat um, Nar:
38— Zencebîl Zingiber Officinale,
Zencefil:
39— Sena C. Angustifolia, Hind Sınai:
40— Sefercel C. Vulgaris, Ayva:
44— Silk B. Vıılgaris, Pazı, Silkiye:
52- Sabir Aloe Vera, Sarı Sabr/Öd Ağacı:
58 _ Talh A. Gummifera, Kitre, Sant Ağacı/Muz:
64— Ûd Aloexylon Agallochum, Öd Ağacı:
65— Ades Lens Esculenta, Mercimek:
67— Fâtihatu'I-Kitâb Fatiha Sûresi:
72— Kust/Küst C. Speciosus, Öd
Ağacı:
73— Kasabu's-Sükker Saccharum
Officinanım, Şeker Kamışı:
78— Kerm V. Vinifera, Üzüm Çubuğu, Asma:
79— Kerfes A. Graveolens, Kereviz:
80— Kürrâs, A. Roseum, Pırasa:
84— Lübân Boswellia Carterii, Akgünlük:
87— Mercencûş , Majorane Hortensis, Macuran Otıı/Mercanköşk/Merzenküş:
89— NahI, Phoenix Dactylifera, Hurma Ağacı:
90— Nercis N. Tazzetta, Nergis:
92— Nebik Flacourtia Cataphracte, Sidr veya Nebik Ağacı:
93— Hindiba Cichorium Endivia, Yaban Marulu:
94— Vers C. Lonca, Kurkum/Zcrdeçöp/Hind Zafranı:
95— Vesme, Isatis Tinctoria, Yabani Civid Otu:
A) HAD VE KISAS CEZALARI HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜMLER
1— HAPİS CEZASI HAKKINDA VERDİĞİ HÜKÜMLER:
a) Hapis Cezası Hakkındaki Hükmü:
b) Kölesini Öldüren Kimse Hakkındaki Hükmü:
2— Yaralama, Cinayet, Kısas ve Diyet Cezalan Hakkında Verdiği Hükümler:
a) Katile Yardımcı Olan Kimse Hakkındaki Hükmü:
b) Yol Kesme Cezası Hakkındaki Hükmü:
c) Katil ve Maktulün Velîleri Arasındaki Hükmü:
d) Bîr Cariyeyi Öldürene Kısas
Uygulaması:
e) Hamile Kadına Vurup Çocuğunu Düşüren Kimse Hakkındaki Hükmü:
f) Katili Bilinmeyen Öldürme Olaylarında Kasâme İle Hükmü:
g) Birbirlerine Sarılarak Kuyuya Düşüp Ölen Dört Kişi Hakkındaki Hükmü:
h) Analığı İle Evlenen Kimse Hakkındaki Hükmü:
J- iki Köy arasında Bulunan Maktul Hakkındaki Hükmü:
k) Yaralama Olaylarında Yaranın İyileşmesine Kadar Kısası Ertelemesi:
I) Diş Kırılması Hakkında Kısasla Hükmü:
m) İşınlan Adam Elini Çektiğinde Dişleri Dökülen kimsenin Heder Olduğuna
Hükmetmesi:
n) Başkasının Evini İzinsiz Gözetlevenin Gözü Çıkarnsa Bir Şey Lâzım
Gelmeyeceğine Hükmetmesi:
o) Kısasla İigilİ Çeşitli Hükümleri:
p) Diyet ve Miktarları Konusundaki Hükümleri;
3— Zina, Lûtîlik ve Kazif Cezaları Hakkında Verdiği Hükümü
a) Zina İtirafında Bulunan Kimse Hakkındaki Hükmü:
b) Ehl-i Kitaba Hadler Konusunda İslâm Ahkâmı İle Hükmetmesi:
c) Karısının Cariyesiyle Zina Eden Kimse Hakkındaki Hükmü:
e) Belirli Bir Kadınla Zina Ettiği İtirafında Bulunan Kimse Hakkındaki
Hükmü:
f) Zina Eden Cariye Hakkındaki Hükmü:
g) Kazif (İftira) Hakkındaki Hükmü:
4— İrtidat, İçki ve Hırsızlık Cezalan Hakkında Verdiği Hükümler:
b) İçki İçen Hakkındaki Hükmü:
c) Hırsızlık Yapan Kimse Hakkındaki Hükmü:
d) Birini Hırsızlık Suçuyla İtham
Eden Kimse Hakkındaki Hükmü:
e) Hırsızlık Cezası Hakkındaki
Uygulama ve Hükümlerden Çıkan Sonuçlar:
f) Kendisine Söven Kimseler Hakkındaki Hükmü:
g) Kendisini Zehirleyen Kimse Hakkındaki Hükmü:
B) SAVAŞIN SONA ERMESİYLE İLGİLİ OLARAK VERDİĞİ HÜKÜMLER
1— Ganimetler Hakkında Verdiği Hükümler:
a) İslâm'da İlk Ganimet ve İlk Öldürme Olayı Hakkındaki Hükmü:
d) Yahudiler Hakkındaki Hükmü:
e) Hayber Fethi Hakkındaki Hükmü:
f) Mekke Fethi Hakkındaki Hükmü:
g) Ganimetlerin Taksimi Hakkındaki Hükmü?
h) Savaşa Bilfiil Katılmayanlara Ganimetten Pay Ayırması:
i) Seleb (Teçhizat) Hakkındaki Hükmü:
j) Müslümanların, Müşrikler Tarafından Ele Geçirilen Mallan Hakkındaki
Hükmü:
k) Kendisine Hediye Edilen Şeyler Hakkındaki Hükmü:
1) Malların Taksimi Konusundaki Hükümleri: .
2— Anlaşmalar, Emân ve Cizye Konularında Verdiği Hükümler:
a) Anlaşmalara Bağlı Kalma Konusundaki Hükümleri:
b) Erkek ve Kadınlar Tarafından Verilen Emân Hakkındaki Hükı
d) Anlaşmaların Bozulması Hakkındaki Hükmü:
A) Hz. PEYGAMBERİN (S.A.) NİKÂHLA İLGİLİ UYGULAMALARI
1— Babası Tarafından Zorla Evlendirilen Dul ve Bekârlar Hakkında Verdiği
Hükümler:
2— Velisiz Kıyılan Nikâh Hakkındaki Hükmü:
3— Tefviz (Vekâletle Kıyılan) Nikâhı Hakkındaki Hükmü:
4— Evlendiği Kadını Hamile Bulan Kimse Hakkındaki Hükmü:
5— Evlenme Akdinde İleri Sürülebilecek Şartlar:
6— Dörtten Fazla Kadınla veya İki Kız Kardeşle Evlenme:
7— Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma Üstüne Evlenmek İstemesi:
Ç) EVLENİLMESİ HARAM KILINAN KADINLAR
1— E vlenilmesi Haram Kılınan Kadınlar:
2— Emzikli Kadınla Cinsel İlişki (Gıyle) Konusundaki Hükmü:
3— Zifaf Hakkı ve Geceleme Nöbetine Riayet ve Bu Konudaki Fıkhı Hükümler:
4— Başkasından Hamile Kalan Kadınla Cinsel İlişkide Bulunmak:
1— Kişinin Bağışladığı Hürriyetini Mehir Sayarak Cariyesiyle Evlenme
Konusundaki Hükmü:
2— İzne Bağlı Nikâhın Sıhhati:
5— Köle ile Nikâhlı İken
Hürriyetine Kavuşturulan Cariyenin Muhayyerlik Hakkı:
6— Sözleşmeli (Mükâteb) Köle
Konusundaki Fıkhı Hükümler:
8— Köle île Nikâhlı İken Hürriyetine Kavuşturulan Cariyenin Muhayyerlik
Hakkı:
9— Hür Koca tle Nikâhlı İken Hürriyetine Kavuşturulan Cariyenin
Muhayyerlik Hakkı İhtilaflıdır:
10— Hz. Peygamber'in (s.a.) Eşler Arasında Aracılık Yapması:
11— Sadaka Satılabilir ve Hibe Edilebilir:
1— Mehir Konusunda Verdiği Hükümler:
2— Hıfzedilen Kur'an Sûreleri Mukabilinde Kıyılan Nikâh Sahihtir:
G) EŞLERDE ORTAYA ÇIKAN HUSUSLAR, EV HİZMETLERİ, GEÇİMSİZLİK, HAKEM VE
HULÛ
1— Hz. Peygamber (s.a.) ve Râşid Halifelerin Hastalıklı ve Özürlü
Eşler Hakkında Verdiği Hükümler:
2— Kadının Kocasına Hizmeti ve İş Bölümü:
3— Aralarında Geçimsizlik Bulunan Eşler Hakkında Hükmü:
4— Kadının Bir Bedel Karşılığında Boşanması (Hulû) ve Bu Konudaki
Hükümler:
5- Hulû'dan Dönüş ve Huiû'da İddet Bekleme Süresi:
1— Gayr-I Ciddi Boşama Konusundaki Hükmü:
2— Zorlanan ve Tehdid Edilen Kimsenin Boşaması:
4— İğlâk (Öfke) Halinde Boşama:
5— Nikâhtan Önceki Talâk Hakkındaki Hükmü:
1— Hayız ve Lohusa Halindeki Kadını Boşama Konusundaki Hük
2— Haram Olan Talâkın Geçerli Sayılması Konusundaki İhtilaflı
a) Hayız Halinde ve Cimada Bulunulan Temizlik Süresi İçinde Boşama:
1. Haram Talâkı Geçerli Saymayanların Delilleri:
2. Haram Talâkı Geçerli Sayanların Delilleri:
3. Haram Talâkı Geçerli Saymayanların Cevaplan:
b) Bir Defada Verilen Üç Talâk:
1. Bir Defada Verilen Üç Talâk Hakkındaki Hükmü:
2. Bir Defada Verilen Üç Talâkın Geçerli Sayilmasındaki İhtilâflar:
a) Bir Defada Verilen Üç Talâkı Geçerli Sayanların Delilleri:
b) Bir Defada Verilen Üç Talâkı Geçerli Saymayanların Cevaplan:
C) BOŞAMA YETKİSİ VE ŞER'İ TAHLİL
1— Boşama Yetkisi Kocanın Elindedir:
3— Hz, Peygamber'in (s.a.) Eşlerini Muhayyer Bırakması:
D) KENDİSİNE CARİYESİNİ, ZEVCESİNİ YA DA EŞYASINI HARAM KILAN KİMSE
HAKKINDAKİ HÜKMÜ
1— Kendisine Cariyesini veya Zevcesini ya da Eşyasını Haram Kılan Kimse
Hakkındaki Hükmü:
E) "AİLENE DÖN!" SÖZÜNÜN HÜKMÜ
1— Hz. Peygamber'in (s.a.) "Ailene dön!" Sözünü Kullanması:
1— Hz. Peygamberin (s.a.) Zıhar Hakkındaki Hükmü:
2— Zıharda "Dönmek" Tâbirinden Ne Kasdedilmektedir?
1— Hz. Peygamberin (s.a.) îlâ Yapması:
2— ilânın Talâk Sayılıp Sayılamayacağı:
1— Hz. Peygamberdin (s.a.) Liân Hakkındaki Hükmü:
2— Liân Her Eş Arasında Yapılabilir:
3— Hz.Peygamber'in (s.a.) Tasarrufları:
Siyah sürme taşıdır.
İsfahan'dan getirilir. En iyisi budur. Mağrib (Fas) taraflarından da getirilir.
En kalitelisi çabuk ufalanan, parçaları parlak olan, içinde kir bulunmayıp düz,
pürüzsüz olandır.
Özelliği: Soğuk ve kurudur.
Göze fayda verir ve güçlendirir. Göz sinirlerine destek verir ve sağlıklı
olmalarını sağlar. Yaralardaki fazla eti giderir ve iyileştirir, kirlerini
temizler, dezenfekte eder. İnce sulu balla sürme çekildiği zaman baş ağrısını
giderir. İnceltilip taze iç yağı ile karıştırılıp ateş yanığına sürüldüğü
zaman, artık ona haşkeriyye [1]
isabet etmez. Yeni kaynar su yanıklarına da fayda verir. Özellikle de yaşlılar
ve gözleri zayıflamış kimseler için birazcık misk katılması durumunda ismid en
iyi göz sürmesidir. [2]
Buharı'nin Sahihinde
sabit olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kur'an okuyan
mü'min turunca (ağaç kavununa) benzer. Tadı da güzeldir, kokusu da
güzeldir." [3]
Turuncun pek çok
faydalan vardır. O dört şeyden mürekkeptir: Kabuk, etli kısım, ekşi kısım ve
tohum. Her birisinin kendisine ait özelliği vardır: Kabuğu sıcak ve kurudur.
Etli kısım sıcak ve kurudur. Ekşi kısım soğuk ve kurudur. Tohum ise sıcak ve
kurudur.
Kabuğunun faydaları:
Elbise içerisine konulduğu zaman güve düşmez. Kokusu havayı temizler, vebaya
iyi gelir. Ağıza alındığında ağız kokusunu güzelleştirir ve şişkinliği giderir.
Baharat (kekik) gibi yemeğe konulduğu zaman, hazmı kolaylaştırır. Kanun sahibi
şöyle der: "Kabuğunun usaresi (öz suyu) içmek suretiyle, kabuğu da sarmak
suretiyle yılan sokmalarına iyi gelir. Kabuğunun kav kısmı baras (alaca)
hastalığı için sürülmek bir ilaçtır."
Etli kısmına gelince,
mide hararetine iyi gelir, sarı safrası olanlara fayda verir ve sıcak özellikli
buharları önler. el-Gâfikî: "Etli kısmını yjemek basurlara fayda
verir" demiştir.
Ekşi kısmı ise,
safrayı tutar ve kırar, sıcak hafakanı teskin eder. İçmek ya da sürme çekmek
suretiyle sanlığa iyi gelir. Safralı kusmaları keser, iştahı açar. Tabiatı eski
haline döndürür. Safralı ishallere fayda verir. Öz suyu kadının cima arzusunu
teskin eder, yüze sürüldüğünde çiğit denen beneklere iyi gelir. Temreği
adındaki deride meydana gelen kaşarlanmayı izale eder. Bu, elbiseye boya
döküldüğü zaman onu çıkarması ile de anlaşılır. İyileştirici, kesici, soğutucu
gücü vardır. Ciğerlerin hararetini söndürür, mideyi güçlendirir, safranın
keskinliğini önler ve ondan ânz olan balgamı giderir, susuzluğu yatıştırır.
Tohumuna gelince,
çözücü ve kurutucu bir özelliği vardır. İbn Mâsiveyh [4] şöyle
der: "Çekirdeğinin özelliği, öldürücü zehirlere karşı fayda vermesidir.
Bir mıskal ağırlığında soyulmuş çekirdeği ılık su ile birlikte içilir ve kaynatılarak
yara yerine sürülür. Eğer öğütülür de sokulan (ışınlan) yere konulursa fayda
verir. Tabiatı yumuşatır, ağız kokusunu güzelleştirir. Bu özelliklerinin çoğu
kabuğunda mevcuttur." Bir başkası da: "Onun çekirdeğinin özelliği,
akrep sokmalarına, soyulmuş iki miskal kadarı ılık su ile birlikte içildiği
zaman iyi gelmesidir. Aynı şekilde öğütülür de sokulan yere konulursa, o da iyi
gelir." demiştir. Bir başkası ise: "Çekirdeği bütün zehirlere iyi
gelir, bütün haşerat sokmalarına karşı yararlıdır." demiştir.
Anlatıldığına göre,
Kisralardan birisi tabiplere kızmış ve hapsedilmelerini emretmiş ve onları tek
bir katık seçmeleri için muhayyer bırakmış. Onlar da ütrucu (ağaç kavununu)
seçmişler. Sebebini sorduklarında: "Çünkü o dünyada bir reyhandır.
Görünüşü ferahlatıcıdır, kabuğu gayet güzel kokar, etli kısmı meyvedir, ekşisi
katıktır, çekirdeği zehirlenmelere karşı ilaçtır ve onda yağ vardır."
demişlerdir.
Bu kadar faydası ve
meziyeti olan bir şeye, kâinatın hülasası olan, Kur'-an okuyan mü'minin
benzetilmesi çok yerindedir. Seleften bazıları, insana huzur ve ferahlık
verdiği için ona bakmayı severlerdi. [5]
Bununla ilgili Hz.
Peygamber (s.a.) adına uydurulmuş iki asılsız hadis vardır. Bunlardan
birincisi: "Eğer o adam olsaydı, halim birisi olurdu."; İkincisi de:
"Toprağın bitirdiği herşeyde dert de vardır, şifa da. Bundan pirinç
müstesnadır. Çünkü o şifadır, onda dert yoktur." şeklindedir. Bunlan bir
uyan olarak zikrettik.
Pirinç sıcak ve
kurudur. Buğdaydan sonra en besleyici ve en iyi karışan bir tahıldır. Karnı
hafif tutar, mideyi kuvvetlendirir ve temizler, tok tutar. Hind tabibleri inek
sütü ile pişirildiği zaman en gıdalı ve faydalı bir gıda maddesi olduğu
kanaatindedirler. Bedenin gelişmesinde, meninin artmasında, fazla
besleyicilikte ve rengin tasfiyesinde tesiri vardır. [6]
Hz. Peygamber (s.a.),
bundan şu hadisinde söz eder: "Mü'min kişi ekin nevinden, bir sap üzerine
biten taze ot gibi (yumuşak)tır; hangi taraftan ona rüzgâr dokunursa rüzgâr onu
eğer (fakat o yıkılmaz, yine doğrulur.) Doğrulunca rüzgâr belasıyla yine
eğriiir (fakat yine yıkılmaz, doğrulur ve doğru kalır.) Haktan yüz çeviren
fâcir kişi de (sert ve düz) çam ağacı gibidir. Kökü üzerinde durur. Onun
kökünden sökülmesi bir defalık bir iştir." [7]
Tanesi sıcak ve
rutubetlidir. Olgunlaştıncı, yumuşatıcı, çözümleyici özelliği
vardır. Yakıcılığı suda ıslatmakla gider.
Hazmı zordur. Büyük bir besleyici gücü vardır. Öksürüğe ve ciğerlerin
rutubetinin giderilmesine çok iyi gelir. Meniyi arttırır. Bağırsak ağrısına
neden olur. Panzehiri mayhoş nar tanesidir. [8]
Sahih'te, Hz.
Peygamber'in (s.a.) Mekke hakkında: "Otlan kesilmez" buyurduğu, bunun
üzerine Hz. Abbas'ın (r.a.): "İzhir müstesna ya Rasülal-lah! Çünkü o
Mekke'nin demircileri ile evlerine lâzımdır." dediği, Hz. Peygamber'in
(s.a.) de: "(Evet) İzhir, müstesna." buyurduğu sabittir.[9]
İzhir, ikinci derecede
sıcak, birinci derecede kurudur. Hoştur, genzi ve damarların ağzını açar,
sidiği ve aybaşı kanını söktürür, taşları parçalar. Mide, ciğer ve
böbreklerdeki sert şişkinlikleri indirir. Hem içilerek alınır, hem de merhem
olarak sarılır. Kökü dişlerin diplerini ve mideyi güçlendirir. Kusmayı teskin
eder ve ishali önler. [10]
Ebu Davud ve
Tirmizî'nin rivayetlerine göre Hz. Peygamber (s.a.), karpuzu yaş olgun hurma
ile yer ve: "Bunun hararetini bunun soğukluğu ile, bunun soğukluğunu da
bunun harareti ile kırarız." derdi. [11]
Karpuz (bittîh)
hakkında bir çok hadis vardır. Zikrettiğimiz bu hadisten başka hiçbirisi sahih
değildir. Bittîh'tan murad yeşil olanıdır (yani karpuz).
Karpuz, soğuk ve
rutubetlidir. Arıtma gücü vardır. Acur ve hıyardan bile daha hızlı mideden
bağırsaklara geçer. Midede karşılaştığı şeyle, ne olursa olsun, çok çabuk
karışır. Eğer yiyen hararetli ise çok faydasını görür. Eğer üşüyorsa, zararını
birazcık zencefil vb. ile geçiştirir. Yemekten önce yenilmelidir. Yoksa mideyi
kaldırır ve kusmaya sebep olabilir. Bazı tabibler: "Yemekten önce yenen
karpuz karnı yıkar ve derdi siler götürür." demişlerdir. [12]
Nesâî ve İbn Mâce,
Sünelerinde Hz. Âişe validemizden rivayet ederler: Peygamberimiz (s.a.):
"Çağla hurmayı, hurma ile birlikte yeyiniz. Çünkü şeytan, âdemoğlunun
çağla ile hurma yediğini gördüğü zaman: Âdemoğlu yaşadı, sonunda yenisini
eskisiyle birlikte yedi, der." Buyurmuştur.[13]
Başka bir rivayette: "Çağla hurmayı kuru hurma ile yeyiniz. Çünkü şeytan
âdemoğ-lunu onu öyle yerken gördüğünde üzülür ve: Âdemoğlu yaşadı, sonunda yeniyi
eskisi ile birlikte yedi, der," Bunu Bezzâr Müsned'mde rivayet etmiştir,
lâfız onundur.
Bazı İslâm tabipleri
şöyle derler: "Hz. Peygamber (s.a.) sadece çağla hurma ile kuru hurma
yemeyi emretmiş, koruk hurma ile kuru hurma yemeyi emretmemiştir. Çünkü çağla
hurma soğuk ve kurudur. Hurma ise sıcak ve rutubetlidir. Her birisinde
diğerinin ıslahı vardır. Hurma ile koruğu ise böyle değildir. Çünkü onların her
ikisinde de —her ne kadar kuru hurmada daha çok ise de— hararet vardır. Tıp
açısından iki sıcağın ya da iki soğuğun bir arada alınması uygun değildir.
Nitekim bu konu daha önce de geçti." Yukarıdaki hadiste tıp ilminin
temelinin sıhhatine, bazı gıda ve devaların birbiri ile karşılanmak sureti ile
ıslahı için gerekli tedbire riayette bulunmaya ve koruyucu hekimliğe önem
vermeye işaret vardır.
Çağla hurmada soğukluk
ve kuruluk vardır. Ağıza, diş etlerine ve mideye faydalıdır. İçindeki
sertlikten dolayı göğüse ve ciğerlere iyi gelmez. Midede çok kalır ve gıdası
azdır. Üzüm koruğu gibidir. Her ikisi de şişkinlik doğurur, karnı guruldatır.
Özellikle de üzerlerine su içildiği zaman bu iyice artar. Zararları hurma ile
veya bal ve kaymakla giderilir. [14]
Sahih'tç sabit olduğu
üzere, Ebu'l-Heysem b. Teyyihân, kendisine Hz. Peygamber (s.a.) ile Hz. Ebu
Bekir ve Ömer misafir olduklarında, onlara bir hurma salkımı getirdi —ki onda
koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı—. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Bize
olgunlarından toplasaydın ya!" buyurdu. Ev sahibi zat: "Ya
Rasûlallah; istedim ki hem koruğundan, hem olgunundan istediğinizi
yiyesiniz." dedi. [15]
Koruk hurma, kurudur,
kuruluğu hararetinden daha çoktur. Rutubeti emer, mideyi temizler, karnı tutar,
diş etlerine ve ağıza fayda verir. En faydalısı da yumuşak ve tatlı olanıdır.
Koruk ya da çağla hurmanın çok yenmesi içeride tıkanıklığa sebep olur. [16]
Beyhakî,
Şuabu'l-îman'da merfû bir haber zikreder: "Bir peygamber Yüce Allah'a
zayıflığından şikâyette bulunmuş. Allah da ona yumurta yemesini emretmiş."
Bu haberin sübutunu araştırmak lâzımdır.
Yumurtanın tazesi,
bayatına; tavuk yumurtası da diğer kuş yumurtalarına tercih edilir. Hafif
soğukluğa meyleden mutedil bir gıdadır.
Kanun sahibi şöyle
der: "Yumurtanın sarısı sıcak ve rutubetlidir, güzel ve sıhhatli kan
üretir, kolay gıda verir. Rafadan olduğu zaman mideden çabuk intikal
eder." Başka birisi ise şöyle der: Yumurtanın sarısı elemi teskin eder,
boğazı ve ciğer borusunu temizler. Boğaza, öksürüğe, ciğer, böbrek ve mesane
yaralarına iyi gelir. Özellikle de tatlı badem yağı ile birlikte alındığı zaman
sertliği giderir; göğüste olan şeyi olgunlaştırır, onu yumuşatır, boğazın
sertliğini giderir. Beyazı, sıcak şişme bulunan göze damlatıldığı zaman, onu
serinletir ve ağrıyı teskin eder. Ateş yanıklarına sürülür. Yanmaya maruz
kalan yerlere sürüldüğü zaman yakmasına imkân vermez. Ağrıyan yere sürüldüğünde
güneş yakmasını önler. Kendir ağacı zamkı ile karıştırılıp alına sürüldüğü
zaman nezleye iyi gelir.
Kanun sahibi,
yumurtayı kalp ilaçlan arasında zikretmiş ve sonra şöyle demiştir: Her ne kadar
o mutlak anlamda bir ilaç değilse de, gerçekten sarısının kalbi takviyede
büyük etkisi vardır. Sarı, çabuk kana dönüşür, posası çok azdır, ondan oluşan
kan, kalbi besleyen kanla mütecanis ve hafiftir, ona doğru süratle atılır. Bu
yüzden yumurta insan sağlığını bozacak hastalıklara karşı en uygun telafi edici
bir gıda olmaktadır. [17]
Ebu Davud, Siinen'indc
rivayet eder: Hz. Hz. Âişe'ye (r.a.) soğan sorulduğu zaman: "Hz.
Peygamber'in (s.a.) yediği son yemekte soğan vardı." demiştir.[18]
Sahîhayn'da mevcut bir
hadiste de: "Hz. Peygamber (s.a.) soğarfiyiyeni mescidden menetmiştir."
denilmektedir.[19]
Soğan üçüncü derecede
hararetlidir. Onda fazla bir rutubet vardır. Su değişimi için faydalıdır. Zehir
kokusunu giderir, iştahı açar, mideyi güçlendirir, şehveti harekete geçirir.
Meniyi arttırır, rengi güzelleştirir, balgamı keser, mideyi temizler. Tohumu
cildde ortaya çıkan alacalıkları (behak) giderir, saç döken derdi onunla
oğulduğunda, gerçekten güzel fayda verir. Tuzla birlikte sivilceleri giderir.
Müshil ilacı içen kimse, soğanı kokladığı zaman, kusmasını ve içerisinin
yükselmesini önler, o ilacın kokusunu giderir. Suyu burna çekildiği zaman,
kafayı temizler. Az işitme, kulak çınlaması ve cerahat sebebiyle kulağa giren
suyu çıkartmak için kulağa damlatılır. Tohumu balla birlikte gözün beyazına
çekildiği zaman, gözden akan su için fayda verir. Pişirilince bol gıdalı bir
besin olur ve sarılık, öksürük, göğüs darlığı için faydalı olur. Sidik
söktürür, tabiatı yumuşatır. Kuduz olmayan köpek ısırıklarına, sedef otu ve
tuzla birlikte soğan suyu damlatıldığında iyi gelir. Buna tahammül
edilebildiğinde basurların ağzını açar.
Zararına gelince,
yanmcaya sebep olur ve başı ağrıtır, şişkinlik yapar, göze iyi gelmez. Çok
yenildiğinde unutkanlık doğurur ve aklı ifsad eder. Ağızm raiha ve kokusunu
değiştirir. Yanındakilere ve meleklere eziyet verir. Pişirmek suretiyle
öldürüldüğü zaman bu zararları ortadan kalkar.
Sû'nen'de Hz.
Peygamber'in (s.a.) soğan ve sarmısak yiyenlere pişirmek suretiyle onları
öldürmelerini emrettiği rivayet edilmiştir. [20]
Üzerine sedef otu
yaprağı çiğnemek kokusunu giderir. [21]
Hz. Peygamber adına
uydurulan bir mevzu hadiste:,' le yenilirse öyledir."[22]
denilmiştir. Bu sözün değil bir pb şında bir insana bile nisbeti hoş bir şey
değildir.
Patlıcan iki nevidir:
Beyaz ve siyah. Soğuk mu sıcak tâf vardır. Doğrusu o sıcaktır. Kara safra,
sevda, basur,
Patlıcan ne
niyet-ğambere, aklı ba-ı olduğunda ihti-ikanıkhk, seratân (kanser) ve cüzzama
sebebiyet verir. Rengi bozar ve siyahlaştınr, ağıza kötü koku verir. Uzun ve
beyaz olanı bu zararlardan uzaktır. [23]
Sahih'de Hz. Peygamber
(s.a.): "Kim sabah yedi hurma yerse —başka bir lâfızda, "yaylanın
hurmasından" ilâvesi vardır— o kişiye o gün ne zehir zarar verir ne de
sihir." buyurmuştur.[24] Yine
O: "İçinde kuru hurma olmayan evin halkı açtır."[25]
buyurmuştur. O'nun hurmayı kaymakla yediği, ekmekle yediği ve sade olarak
yediği sabittir.[26]
Hurma ikinci derecede
hararetlidir. Birinci derecede rutubetli mi, yoksa kuru mu olduğu konusunda iki
görüş vardır. Ciğeri güçlendirir, tabiatı yumuşatır. Özellikle de çam tohumu
ile birlikte şehveti arttırır. Boğazın haşinliğini giderir. Soğuk ülkelerde
yaşayan insanlar gibi, alışkın olmayanlar yediğinde tıkanıklığa sebep olur,
dişlerine eza verir, baş ağrısını harekete geçirir. Zararı badem ve haşhaşla
giderilir. Hurma, meyveler içerisinde beden için en gıdalısıdır. Çünkü hem
sıcak, hem de rutubete sahiptir. Aç karına yenildiğinde kurtlan öldürür. Çünkü
harareti yanında, ilaç özelliği vardır. Aç karnına yenilmeye devam edildiğinde
kurtları zayıflatır, azaltır veya öldürür. O hem meyvedir, hem gıda maddesi,
hem ilaç, hem meşrubat, hem de tatlıdır. [27]
Hicaz ve Medine'de
incir bulunmadığı için sünnette incirden söz edildiği varid değildir. Çünkü
incirin yetiştiği toprak, hurmanın yetiştiği topraktan farklıdır. Ancak, Yüce
Allah Kitabı'nda menfaat ve faydalarının çokluğu sebebiyle incire yemin
etmiştir. Sahih görüşe göre, yemin edilen şey bildiğimiz incirdir.
İncir sıcaktır.
Rutubeti ya da kuruluğunda iki görüş vardır. En kalitelisi beyaz ve olgun
kabuklu olanıdır. Böbrek taşlarını ve mesaneyi temizler, zehirlere karşı
koruyucudur. Bütün meyvelerden daha gıdalıdır. Boğaz, göğüs ve gırtlak
sertliğine iyi gelir. Karaciğeri ve dalağı yıkar, mideden balgamı temizler,
bedene iyi bir gıda olur. Ancak çok yenildiği zaman bitlenmeye yol açar.
:ürusu gıda olur ve
sinirlere iyi gelir. Ceviz ve bademle çok iyi gider. Galinos: "Bir kimse
öldürücü zehir almadan önce, ceviz ve sedef otu[28] ile
birlikte incir yerse, fayda verir ve onu zarardan korur." demiştir.
Ebu'd-perdâ'dan
yapılan rivayete göre Hz. Peygamber'e (s.a.)jjbir tabak incir hediye
edilmişti. Hz. Peygamber: "Yeyiniz!" buyurdu vetondan yedi. Daha
sonra: "Eğer bir meyve cennetten indi deseydim bunu derdim. Ne var ki,
cennet meyvesi çekirdeksizdir. Ondan yiyiniz. Çünkü o basurları keser ve nikris[29]
hastalığına iyi gelir." buyurdu. Hadisin sübûtu konusunda emin değiliz.
İncirin et kısmı daha
iyidir. Hararetli olanları susatır, tuzlu balgamdan hasıl olan susuzluğu
yatıştırır, müzmin öksürüğe iyi gelir. Sidiği söktürür, Karaciğer ve dalak
tıkanıklıklarını açar, böbrek ve mesanelere iyi gelir. Aç karnına, özellikle
de badem ve cevizle yenildiği vakit gıda alan kılcal damarların açılmasında
müthiş etkisi vardır. Ağır gıdalarla alınması gerçekten kötüdür. Beyaz dut incire
yakındır, ancak incirden hem gıdası daha azdır, hem de mideye daha çok
zararlıdır. [30]
Daha önce bunun
öğütülmüş arpa suyu (bulamacı) olduğu ve faydaları bunun Hicazlılar için normal
arpa suyundan daha faydalı olduğu zikredilmişti[31]
So/z/Tz'de Hz.
Peygamber'den (s.a.): "Ey Allah'ım! Beni hafüanmdaı su il:, kar ile, dolu
ile yıka!" diye dua ettiği nakledilmiştir.[32]
Bu hadisten şu çıkar:
Dert, zıddı ile tedavi edilir. Çünkü hatalar, hara rettendir. Yanan şeye ise
zıt olarak kar, dolu ve soğuk su vardır. Kirin temiz lenmesi hususunda sıcak su
daha etkilidir denilemez. Çünkü soğuk su sıca suyun aksine, yıkanılan şeyi
katılaştırır ve güçlendirir. Hatalar iki netice de
gururlar: Kirletme ve gevşetme. Arzulanan
şey bunların kalbi temizleyecek ve onu güçlendirecek bir şeyle tedavi
edilmeleridir. Hadiste işte bu iki mânaya işaret olmak üzere soğuk su, kar ve
dolu zikredilmiştir.
Kar, daha sahih görüşe
göre soğuktur. O sıcak bir özelliğe sahiptir diyen kimse hata etmiştir. Kardan
canh (kurt gibi) mahlukatın meydana gelmesi onu bu düşünceye itmiştir. Bu karın
sıcak olduğunu göstermez. Çünkü kurt soğuk olan meyvelerde ve sirkede de
oluşur. Susatmasına gelince, bu, insandaki harareti harekete geçirmesinden
olmaktadır. Yoksa karın kendi hararetinden değildir. Mideye, sinirlere zarar
verir. Eğer diş ağrısı aşırı hararetten ise, kar onu teskin eder. [33]
Soğana yakındır.
Hadiste: "O ikisini kim yiyecekse, pişirerek onları öl-dürsün."[34]
buyurulmuştur. Bir seferinde Hz. Peygamber'e (s.a.), içerisinde sarımsak olan
bir yemek hediye edilmişti. Onu Ebu Eyyub el-Ensarî'ye gönderdi. Ebu Eyyub:
"Ya Rasûlallah! Sen ondan hoşlanmıyor ve onu bana gönderiyorsun?"
dedi. Hz. Peygamber de ona: " Ben senin münacaatta bulunmadığın
kimselerle münacaatta bulunuyorum. (Dolayısıyla sen ye!)." buyurmuşlardır[35]
Sarmisak sıcaktır,
dördüncü derecede kurudur, kuvvetli ısı verir ve iyi kurutucudur. Soğuk olanlar
ve balgamlı mizaca sahip olanlar, felce tutulmak üzere olanlar için faydalıdır.
Meniyi kurutur, tıkanıklıkları açar, yoğun yelleri çözümler, yemeği
hazmettirir, susuzluğu keser, karnı bırakır, sidiği söktürür. Haşerat
sokmaları ve tüm soğuk şişliklere karşı panzehir yerine geçer. Ezilip de
yılanın ya da akrebin soktuğu yere sarıldığı zaman fayda verir ve oradan zehiri
emer. Bedeni ısıtır ve hararetini arttırır. Balgamı keser, şişkinliği indirir,
boğazı temizler. Çoğu bedenler için sıhhatin koruyuculuğunu sağlar, su
değişimine, müzmin öksürüğe iyi gelir. Çiğ olarak, pişirilerek ve kızartılarak
yenilir. Soğuktan olan göğüs ağrısına iyi gelir. Boğazda pıhtı varsa onu
çıkarır. Ezilip sirke, tuz ve balla karıştırılıp çürük diş üzerine konulduğunda
onu dağıtır ve düşürür. Ağrıyan diş üzerine konulduğunda ağrısını teskin eder.
İki dirhem kadarı ezilip bal şerbeti ile içildiğinde balgamı söktürür ve kurtları
çıkarır. Balla birlikte ciltte meydana gelen beyazlıklara sürüldüğünde iyi
gelir.
Zararları: Baş
ağrısına sebep olur. Beyin ve gözlere zararlıdır, görmeyi ve şehveti zayıflatır.
Susatır, safrayı harekete geçirir, ağız kokusunu bozar ve kötü kokar. Üzerine
sedef otu yaprağı çiğnemek kokusunu giderir. [36]
Sahîhayn'da:
"Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yemeklere üstünlüğü
gibidir." hadisi vardır.[37]
Tirid, aslında
mürekkeb ise de, terkibi ekmek ve ettendir. Ekmek azıkların en üstünü, et de
katıkların efendisidir. İkisi bir araya geldiğinde, artık bundan daha ötesinde
bir arzu yoktur.
Hangisinin daha üstün
olduğu tartışmalıdır* Doğrusu şudur: Ekmeğe olan ihtiyaç daha çok ve yaygındır,
et ise daha önemli ve üstündür. O beden cevherine diğer bütün gıdalardan daha
çok benzer, aynı zamanda cennet ehlinin yemeğidir. Yüce Allah; sebze, hıyar
(acur), fûm (sarmısak ya da buğday) mercimek ve soğan isteyenlere karşı:
"Hayırlı olanı daha düşük olan şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?"[38]
buyurmuştur. Seleften pek çoğuna göre âyette geçen "fûm" kelimesi
buğday demektir. Bu tefsire göre âyet, etin buğdaydan daha hayırlı olduğu
konusunda nasstır. [39]
Sahthayn'da Abdullah
b. Ömer anlatır: Rasûlullah'm (s.a.) yanında otururken, bir de baktık hurma
özü (cümmâr) getirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Ağaçlar içerisinde
bir tanesi vardır ki, müslüman adama benzer, yaprakları düşmez..." buyurdu.[40]
Cümmâr, birince
derecede soğuktur ve kurudur. Varaların ağar jı kapatır. Kanamalara, karın
gitmesine, acı safranın galebesine, kanın galeyanına karşı iyi gelir. Sindirimi
zor değildir, kolay gıda verir, yavaş yavaş hazmolu-nur. Ağacının herşeyi faydalıdır.
Fayda ve menfaati çok olduğundan Hz. Peygamber tarafından, müslüman adama
benzetilmiştir. [41]
Sünen'Ğt Abdulah b.
Ömer'den nakledilir: "Tebük'te Hz. Peygamber'e (s.a.) peynir getirilmişti.
Bir bıçak istedi. Besmele çekti ve kesti." Bunu Ebu Davud rivayet
etmiştir.[42] Ashab da Suriye'de ve
Irak'ta onu yemişlerdi.
Yaş ve tuzsuz olanı
mide için iyidir. Uzuvlardan kolay geçer, şişmanlatır, karnı mutedil bir
şekilde yumuşatır. Tuzlu olanı daha az gıdalıdır ve mide için iyi değildir, bağırsaklara
eza verir. Eski peynir karnı tutar. Kızartılmış olanı da öyledir. Yaralara iyi
gelir ve ishali önler.
Peynir soğuk ve
rutubetlidir. Kızartılarak alınırsa, mizaca daha uygun olur. Çünkü ateş onu
düzeltir ve dengeler, cevherini yumuşatır, tat ve kokusunu güzelieştirir. Eski
ve tuzlu olanı sıcak ve kurudur. Kızartılması durumunda iyileşir, acılığı
kırılır. Çünkü ateş, kendisine münasip olan sıcak ve kuru parçaları emer. Tuzlu
olanı ise zayıflatır, böbrek ve mesane taşlan oluşturur. Mideye iyi gelmez.
İnceltici özelliği olan şeylerle karıştırmak daha da kötüdür. Çünkü onun mideye
zararlı etkisini arttırır. [43]
Fazileti hakkında
hadisler geçti, faydaları anlatıldı. Tekrar dönmeyeceğiz. [44]
Sahihayn'Ğa. Ebu
Hureyre'den nakledilir: Hz. Peygamber (s.a.): "Bu siyah tohuma önem
veriniz. Çünkü o ölüm hariç her derde devadır." buyurmuştur.[45]
Hadiste geçen
"ei-Habbetu's-Sevdâ" çörek otudur. Siyah kimyon, Hind
kimyonu da denir. Hasan'ın: **O
hardaldır." dediği rivayet edilir. Herevî de: "O 'butum' ağacının
yeşil tohumlarıdır." şeklinde bir nakilde bulunmuştur. Her ikisi de
yanlıştır. Doğrusu çörek otudur.
Gerçekten çok
faydaları vardır. Hz. Peygamberdin: "Her derde devadır." sözü,
"Hayır o (rüzgâr), Rabbinin buyruğu ile herşeyi yokeder."[46] âyetine
benzer. Yoketmeyi, alt üst etmeyi kabul eden herşeyi demektir. Çörek otu her
türlü soğuk hastalıklara karşı iyi gelir. Arazî olan sıcak ve kuru hastalıklara
da etki eder, azıcık alındığı zaman hızlı etkisi sebebiyle soğuki'e rutubetli
hastalıklara ait ilaçların etkisini hızlandırır.
Kanun sahibi îbn Sina
ve diğerleri, kâfur hapı içerisine konulacak za'fe-ramn hızlı etkisinden ve
kâfurun gücünü çabuk ulaştırmasından söz etmişlerdir. Bunun daha bir çok
benzerleri vardır ki, sanatında mahir, olanlar bunu bilirler. Dolayısıyla
sıcak özellik gösteren hastalıklarda ilaç olarak yine sıcak bir nesnenin
kullanılması uzak bulunmamalıdır. Bu durum birçok ilaçta vardır. Meselâ göz
ağrısı {remed) için terkip yapılan enzeru[47] ve
beraberinde şeker vb. gibi sıcak olan maddele/den meydana gelen ilaç gibi.
Remed, tabiplerin ittifakı ile sıcak bir derttir. Yine son derece sıcak olan
kükürtün (kibrit) uyuza olan faydası da böyledir.
Çörek otu üçüncü
derecede sıcak ve kurudur. Şişkinliği giderir. Tenyayı düşürür. Barasa (alaca
hastalığı), her dört günde bir tutan hummalara, balgam hastalığına İyi gelir.
Tıkanıklıkları açar, yelleri çözümler, midenin ıslaklık ve rutubetini kurutur.
Öğütülüp balla yoğurulur ve sıcak su ile devamlı içilirse böbrek ve mesanedeki
taşlan eritir; sidiği, hayız kanını söktürür, memeye süt gelir. Sirke ile
ısıtılır ve karına sürülürse tenyayı öldürür. Yaş ya da pişirilmiş Ebu Cehil
karpuzunun suyu ile yoğurulduğunda, kurtların çıkarılmasındaki etkisi daha
güçlü olur. O temizleyici, kesici ve çözümleyici özellik arzeder. Soğuk olan
zûkkam hastalığına (soğuk algınlığı), öğütülüp bir bez parçası içine konulup
devamlı koklandığı zaman şifa verir ve onu giderir.
Yağı; deri kavlamasına
(sedef hastalığı), sivilce ve benlere iyi gelir. Bir miskal kadan su ile
içildiği zaman nefes darlığına ve hızlı soluma derdine fayda verir. Yedi tanesi
bir kadının sütü içerisinde ıslatılır ve onu sanlık hastası burnuna çekerse
çok fayda verir.
Sirke ile pişirilir ve
gargara edilirse soğuktan olan diş ağrılarına iyi gelir. Ezilerek burna
çekildiğinde, gözde ânz olan akma başlangıcında faydalıdır. Sirke ile birlikte
sargı yapılırsa, sivilce ve kabarcıkları, yaralı uyuzu söker atar. Müzmin
balgamlı şişlikleri, katı şişlikleri çözer. Yağı buruna çekildiğinde yüz
felcine iyi gelir. Yarım ilâ bir mıskal arasında içildiğinde böcek sokmalarına
fayda verir. İyice öğütülür ve yeşil tohum (butum ağacının tohumu, beneviş)
yağı ile karıştırılır ve kulağa üç damla damlatıİırsa, sonradan olan üşütme,
gaz ve tıkanıklıklara iyi gelir.
Önce kaynatılır, sonra
iyice öğütülür ve zeytinyağına bırakılır, sonra buruna üç ya da dört damla
damlatıİırsa, çok hapşırman soğuk algınlığına fayda verir.
Yakılıp susam ya da
kına yağı ile eritilmiş muma katılır ve bacaklar önce sirke ile yıkandıktan
sonra oradaki mevcut yaralara haricen sürülürse fayda verir ve yaralan
iyileştirir.
Sirke ile ezilir ve
ciltteki alaca hastalığına ve siyah beneklere, "h'azâze" denilen
bulaşıcı müzmin ve bazan da öldürücü cilt hastalığının bulunduğu yerlere
sürüldüğünde faydası görülür ve iyileştirir.
İyice öğütülür ve her
gün soğuk su ile iki dirhem kuru olarak alınırsa, kuduz bir köpeğin ısırdığı
kimseye henüz sudan korkma dönemi başlamadan önce, fevkalâde netice sağlar ve
onu helâktan kurtarır. Yağı buruna çekildiğinde, felce ve aşırı soğuktan
meydana gelen "kûzaz" (kurulma) hastalığına iyi gelir, onların
sebeplerini ortadan kaldırır. Onunla tütsü yapıldığında ha-şeratı kovar.
Enzerût (zamk) su ile
eritilir ve halkanın içine sürülür, sonra da üzerine çörek otu ekilirse,
basurlara karşı çok faydalı bir ilaç olur. Faydaları zikrettiğimizden kat kat
fazladır. Şerbet iki dirhem olacaktır. Bazıları fazla sürüldüğünde öldürücü
olabileceği kanaatindedirler. [48]
Daha önce,
kendilerinde bulunan bir kaşıntıdan dolayı Hz. Peygamber'in (s.a.) ipeği Zübeyr
iie Abdurrahman b. Avf için mubah kıldığı, ipeğin yapısı ve özellikleri,
faydaları geçmişti. Bu itibarla tekrar dönmeye gerek yoktur. [49]
Ebu Hanife
ed-Dîneveri: "Bu ilaç olarak kullanılan tohumdur, Hz. Pey gamber'in
hadisinde de adı ile geçen ot budur. Üzerlik otu denilir. Halk arasında tabir ederler." der. Ebu Ubeyd de:
"hurf yani üzerlik otudur." der.
Hz. Peygamber'in
(s.a.) söz konusu hadisi: "İki acı şeyde, sabir[50] ve
üzerlik otunda ne şifa vardır biliyor musunuz?" şeklindedir. Ebu Davud,
eî-Merâsîl'de rivayet etmiştir.
Kuvveti, ikinci
derecede hararet ve kuruluğundadır. Isı verir, karnı yumuşatır, kurtçukları
(solucan vb.) ve tenyayı düşürür. Dalak şişliklerini indirir, cima arzusunu
kamçılar, yaralı uyuz ve temreğiyi iyi eder.
Bal ile lapası
sarıldığı zaman dalak şişini indirir. Kına ile pişirildiği zaman göğüsteki
fazlalıkları çıkarır. İçilmesi, haşarat ısırık ve sokmalarına iyi gelir. Tütsü
yapıldığı yerden haşaratı uzaklaştırır. Saç dökülmesini önler. Arpa kavutu ve
sirke ile karıştırılıp lapası sargı yapıldığında, siyatik {ırku'n-nesâ)
hastalığına iyi gelir ve sonunda sıcak şişlikleri indirir.
Su ve tuzla
karıştırılarak sargı yapıldığında çıbanları oîgunlaştınr. Bütün azalardaki
gevşemeye karşı faydalıdır. Cima arzusunu arttırır. İştahı açar, astıma ve
nefes zorluğuna, dalak kalınlaşmasına iyi gelir, ciğeri temizler, hayız kanını
söktürür, siyatiğe, kazayı hacetten doğan makat ağrılarına —içildiği zaman ya
da dübüre damlatıldığında— iyi gelir. Göğüste ve akciğerde bulunan yapışkan
balgamı siler.
Ezildikten sonra beş
dirhem kadarı sıcak su ile içildiğinde tabiatı yumuşatır, yelleri çözümler.
Soğuktan olan kulunç ağrılarım dindirir. Ezilir ve içilirse, baras (alaca)
hastalığına iyi gelir.
Baraslı yerlere ve
beyaz lekelere sirke ile sürülürse, faydalı olur. Soğuktan ve balgamdan doğan
baş ağrılarına iyi gelir. Eğer kavrulur ve içilirse — özellikle de ezilmediği
zaman— tabiatı tutar. Suyu ile kafa yıkandığı zaman, kirlerden ve yapışkan
diğer rutubetlerden arındırır.
Galinos şöyle der:
"Kuvveti hardal tohumunun kuvveti gibidir. Bu yüzdendir ki, siyatik diye
bilinen kalça ağrıları, baş ağrıları ve ısıtılmaya ihtiyaç duyan her çeşit
hastalık bununla (üzerlik) ısıtılır. Hardal tohumu da aynı şekilde ısıtır.
Astım hastalarının kullandıkları ilaçlar içerisine de katılır, çünkü üzerlik
otu yoğun karışımları hardal tohumu gibi güçlü bir şekilde keser. Üzerlik her
açıdan hardal tohumuna benzer. [51]
Zikredildiğine göre
Hz. Peygamber (s.a.), hasta olan Sa'd b. Ebî Vak-kas'ı Mekke'de ziyarette
bulunmuştu: "Ona bir doktor çağırın." buyurdu. Haris b. Kelede[52]
çağırıldı. O geldi, baktı ve: "Önemli bir şeyi yok. Ona ferîka tabir
edilen acve hurması ile hulbeden oluşan bir terkib hazırlayın. İkisini pişirin
ve yudum yudum içirin." dedi. Öyle yapıtlar ve iyileşti.
Hulbenin kuvveti
ikinci derecede hararetle, birinci derecede kurulukladır. Su ile kaynatıldığı
zaman boğazı, göğüsü ve karnı yumuşatır. Öksürüğü, sertliği, astımı, nefes
darlığını teskin eder. Cima arzusunu arttırır. Yel, balgam ve basurlar için
iyidir. Bağırsaklara çökmüş besinleri hareket ettirir, göğüsten yapışkan
balgamı söker. Dahilî yaralara, akciğer hastalıklarına iyi gelir. Karın
boşluğunda bulunan bu tür dertler için tereyağı ve ham şekerle (fâ-niz) alınır.
Beş dirhem kızıl boya
(füvve) ile içildiğinde hayzı söktürür. Pişirilip onunla saç yıkandığı zaman,
saçı toplar ve konağı (kepek) giderir.
İncesi, natrûn[53] ve
sirke ile karıştırılıp sargı yapılırsa dalak şişliğini indirir. İçerisinde
hulbe pişirilen suya kadının oturması durumunda, şişlikten doğan rahim ağrılarına
karşı istifadesi olur. Az hararetli katı şişlikler üzerine lapası sargı
yapıldığında, fayda verir ve onları indirir. Suyu içildiğinde gazdan çıkan
bağırsak ağrılarına iyi gelir ve bağırsakları kayganlaştırır.
Pişirilmiş olarak, aç
karnına hurma, bal ya da incirle birlikte yenildiğinde, göğüste ve midede arız
olan yapışkan balgamı söker ve ondan kaynaklanan uzun öksürüklere karşı fayda
verir.
Kabızlığa iyi gelir,
karnı bırakır. Buruşuk, bozuk tırnak üzerine konulduğu zaman onu düzeltir.
Yağı, mum ile karıştırıldığı zaman, soğuktan meydana gelen yarıklara fayda
verir. Faydalan zikrettiklerimizden kat kat fazladır.
Kasım b.
Abdurrahman'ın, Hz. Peygamberdin (s.a.): "Hulbe ile şifa ara-yımz."[54]
buyurduğunu söylediği zikredilir. Bazı tabipler de: ''İnsanlar eğer 3nun
faydalarım bilselerdi, ağırlığında altın vererek satın alırlardı." demişlerdir. [55]
Sahihayn 'da sabit
olan bir hadiste Hz. Peygamber (sia.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet gününde
yer bir çörek olacak. Onu Cebbar, kendi yed-i kudreti ile sizden birinizin
seferde çöreğini elden ele çevirdiği gibi, cennetliklere ikram olmak üzere
çevirecektir."[56]
Ebu Davud, Sünen 'inde
İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet eder: "Hz. Pey-gamber'in (s.a.) en çok
sevdiği yemek, ekmekten yapılan tirid ile hays (yani hurma ve yağın
karıştırılmasından yapılan) tirid idi."[57]
Yine Ebu Davud,
Sünenindi İbn Ömer'den (r.a.) şöyle rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.):
"Keşke şimdi yanımda esmer buğdaydan, tereyağı ve süte banılmış beyaz bir
ekmek olsa!" buyurdu. Orada hazır bulunanlardan birisi kalktı ve onu
hazırladı ve getirdi. Hz. Peygamber: "Bu yağ ne içerisindeydi?" diye
sordu. Adam: "Keler derisinden yapılmış bir kapta." dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.): "Onu kaldır!" buyurdu[58]
Beyhakî, Hz. Âişe'den
merfû olarak rivayet ediyor: Buna göre Hz. Peygamber (s.a.): "Ekmeğe
ikram ediniz. Ona ikramdan birisi de o varken katık beklememektedir.''[59]
Hadisin mevkuf olması daha uygundur. Merfûluğu sabit değildir.
Ekmeğin bıçakla
kesilmesinin yasaklandığı hadisin aslı esası yoktur. Rivayet edilen sadece
etin bıçakla kesilmesini yasaklama hakkındıdır, onun da aslı esası yokdur.
Mühennâ şöyle der:
İmam Ahmed'e, Hz. Âişe'den nakledilen "Eti bıçakla kesmeyiniz. Çünkü o Acemlerin
işlerindendir."[60]
hadisini sordum.
"Sahih değildir.
Böyle bir hadis bilinmemektedir. Amr b. Ümeyye hadisi bunun aksini ifade
etmektedir." dedi. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.): "Koyun etini
keserdi."[61] Yine Amr b. Ümeyye
hadisinde: "Muğîre, Hz. Pey-gamber'i misafir ettiğinde, Hz. Peygamber
(koyunun) böğrünü emretmiş ve pişirilmiş, sonra da eline bıçağı almış ve
kesmeye başlamış."[62]
denilmektedir.
Ekmek nevilerinin en
iyi ve kalitelisi, mayalanmış ve iyi yoğurulmuş olanıdır. En iyi sınıfı tandır
ekmeğidir. Sonra fırın ekmeği, sonra da üçüncü mertebede küle gömülerek
pişirileni gelir. En kalitelisi yeni undan yapılanıdır.
En fazla gıdalısı,
buğday özünden yapılan ekmektir. Kepeği az olduğu için en yavaş hazmedilen de
bu türdür. Sonra kepeği alınmış buğday ekmeği, daha sonra da, iri undan
yapılmış ekmek gelir.
Yenilmesi için en
uygun vakit, pişirildiği günün akşamıdır. Ekmeğin yumuşağı, daha çok
yumuşatıcı, gıda vericidir; mideden daha çabuk intikal eder. Kuru ekmek ise
bunun aksinedir.
Buğday ekmeği, ikinci
derecenin ortasında sıcaktır, rutubet ve kuruluk konusunda itidale yakındır.
Ateşin kuruttuğu ekmeklerde kuruluk, zıddında da rutubet daha galiptir.
Buğday ekmeğinin bir
özelliği de çabuk şişmanlatmasıdır. Kadayıf ekmeği yoğun bir karışım
oluşturur. Kırıntı ekmek şişiricidir ve hazmı yavaştır. Sütle yapılanrçok
gıdalıdır, doyurucudur, mideden yavaş iner.
Arpa ekmeği birinci
derecede soğuk ve kurudur. Buğday ekmeğinden daha az besleyicidir. [63]
Müslim, Sahih'inde
Câbir b. Abdillah'tan (r.a.) rivayet eder: Hz. Peygamber (s.a.) ailesinden
katık ister. Onlar da: "Sirkeden başka yanımızda bir şey yok."
derler. Hz. Peygamber (s.a.) onu ister, yemeğe başlar ve: "Sirke ne güzel
katıktır, sirke ne güzel katıktır!" buyurur.[64]
İbn Mâce'nin
Sünen'inde Ümmü Sa'd'dan (r.a.) Hz. Peygamber'in (s.a.): "Sirke ne güzel
katıktır! Allah'ım, sirkeyi mübarek kıl! O benden önceki peygamberlerin katığı
idi. İçinde sirke olan ev fakirlik görmez."[65]
buyurduğu rivayet edilir.
Sirke hararet ve
soğukluktan mürekkeptir. Soğukluk özelliği daha galiptir. Üçüncü derecede kuru
ve güçlü kurutucudur. Maddelerin akışmasını önler, tabiatı iyileştirir.
Şaraptan dönüştürülen sirke yanan mideye iyi geiir, safrayı bastırır, öldürücü
ilaçların zararlarını bertaraf eder. İçeride çöken süt ve kam çözer, dalağa
fayda verir, mideyi tabaklar, karnı tutar, susuzluğu keser. Meydana gelmek
üzere olan şişliklere engel olur, hazmı kolaylaştırır, balgama karşı durur,
kaba yiyecekleri yumuşatır, kanı inceltir.
Tuzla içildiği zaman,
öldürücü mantar yenilmesine karşı fayda sağlar. Yudumlandığında, damak köküne
yapışan pıhtıyı keser, sıcak halde gargara yapıldığında diş ağrılarına iyi
gelir ve diş etlerini güçlendirir.
Sürüldüğünde tırnak
iltihabına, karıncalanmaya (ısırgı) ve sıcak özellikli şişliklere, ateş
yanığına faydalı olur. İştahı açar, mideyi iyileştirir. Gençlere ve yazın
sıcak ülke sakinlerine elverişlidir. [66]
Kürdan hakkında aslı
olmayan iki hadis vardır: Birincisi; Ebu Eyyub el-Ensarî'den merfû olarak
rivayet edilir: Buna göre Hz. Peygamber: "Yemekten sonra dişlerini
kürdanla temizleyenler ne hoşturlar! Melek üzerine ağızda kalan yemek
artıklarından daha ağır bir şey yoktur." buyurmuştur.[67] Hadisin
senedinde Vâsıl b. es-Sâib vardır. Buharı ve Râzî: "Onun hadisleri
mün-kerdir." demişlerdir. Nesâî ve Ezdî de: "Ometruku'l-hadistir."
demişlerdir.
İkincisi ise; İbn
Abbas'tan rivayet edilir. Buna göre Hz. Peygamber (s.a.) kamış kabuğu ve mersin
ağacı ile dişlerin temizlenmesini yasaklamış ve: "O ikisi cüzzam
damarlarını sular." buyurmuş. Abdullah b. Ahmed b. Hanbel bu hadisin
râvilerinden olan Muhammed b. Abdilmelik el-Ensarî'yi babasına sormuş, o (İbn
Hanbel) da: "Muhammed b. Abdilmelik'i gördüm. Âmâ birisiydi. Hadis uydurur
ve Hz. Peygamber'e nisbet ederdi." demiştir.
Kürdan, diş etlerine
ve dişlere faydalıdır, onların sıhhatini korur, ağız kokusunun değişmesine
karşı faydalıdır. En kalitelisi kürdan ağacından, zeytin
ve söğüt ağaçlarından olanlarıdır. Kamış,
mersin ağacı, reyhan ve bâdrûc (tere-i horasanı) ile dişlerin temizlenmesi
zararlıdır. [68]
Tirmizî, eş-Şemâil'de
Enes b. Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Hz. Peygamber (s.a.) başını
çok yağlardı. Sakalını sık sık tarardı. Başını çok örterdi. Elbisesi sanki
yağcı elbisesi gibiydi."[69]
Yağ, vücudun
gözeneklerini tıkar ve içeri gireceK şeyleri önler. Sıcak su ile yıkandıktan
sonra kullanıldığında, bedeni güzelleştirir ve rutubetlendirir. Saça
sürüldüğünde güzelleştirir ve saçı uzatır. Kızamığa iyi gelir ve çoğu âfetleri
önler.
Tirmizî'de Ebu Hureyre
Hz. Peygamber'e (s.a.) ref ederek şöyle demiştir: "Zeytinyağı yiyiniz ve
onunla yağlanınız."[70]
înşaallah bu, ileride gelecektir.
Hicaz ve benzeri sıcak
ülkelerde yağ, koruyucu hekimlik ve bedenin düzeltilmesinde baş vurulacak en
önemli yollardan birisidir. Yağlanmak onlar için zarurî gibi bir şeydir. Soğuk
ülkelere gelince, orada yaşayanlar böyle bir ihtiyacı duymazlar. Başta ısrarla
kullanmak göze zararlıdır.
Basit yağlardan en
faydalısı sıra ile zeytinyağı, tereyağı ve susam yağıdır.
Mürekkep yağlara
gelince, bunlardan bir kısmı soğuk ve rutubetlidir. Menekşe yağı gibi. Bu yağ,
sıcak özellikli baş ağrılarına iyi gelir. Uyuyamayan-Ian uyutur, beyni (dimağı)
rutubetlendirir. [71]Yarıklara,
kuruluğun galebe çalmasına iyi gelir, uyuzlu yerlere, kuru kaşıntılı cilt
tahrişlerine sürülürse fayda görülür. Mafsalların hareketini kolaylaştırır.
Yazın, sıcak özellik arzeden mizaç sahiplerine uygun gelir. Hakkında iki
uydurma, asılsız hadis vardır. Birisi: "Menekşe yağının diğer yağlara olan
üstünlüğü, benim diğer insanlara üstünlüğüm gibidir." şeklindedir. Diğeri
ise "Menekşe yağının diğer yağlara olan üstünlüğü, İslâm'ın diğer dinlere
olan üstünlüğü gibidir."
Mürekkep yağlardan bir
kısmı da sıcak ve rutubetlidir. Ban otu (sorgun) yağı gibi. Bu yağ, çiçeğinden değil de fıstık gibi
kirli beyaz, çok yağlı tohumdan alınır. Sinirlerin sertliğine fayda verir ve
onları yumuşatır. Bereş, nemeş, kelef (çiğit), behak adı verilen ciltteki
çillik, leke ve beneklere iyi gelir. Yoğun balgamı söktürür. Kuru mizaçlı
damarları yumuşatır, sinirleri ısıtır. Bununla ilgili olmak üzere uydurma,
asılsız bir hadis rivayet edilmiştir. Güya Peygamberimiz (s.a.): "Ban otu
yağı ile yağlanınız. Çünkü o kadınlarınızın yanında size daha bir haz
verir." buyurmuş.
Bu yağın faydalarından
olmak üzere şunları söyleyebiliriz: Dişleri cilalar, onlara bir güzellik
kazandırır, diş sararmalarım giderir, yüze ve diğer harici organlara
sürülürse, cild çatlayıp yarılmaz. Don ve edeb yerine vb. sürüldüğünde, böbrek
üşütmelerine ve sidik damlamasına karşı fayda görülür. [72]
Sahihayn 'da sabit
olduğuna göre Hz. Aişe validemiz şöyle demişt Peygamber'i (s.a.) Veda haccında
hem ihrama girerken, hem de çıkarkdh kendim tutya ile kokuladım."[73]
Tutyâ'nın (zerîre)
mahiyeti ve faydalan hakkında daha önce söz için burada tekrara gerek
duymuyoruz. [74]
Sıhhatinde ittifak
edilen Ebu Hureyre hadisi daha önce geçmişti. Buna göre Peygamberimiz (s.a.),
yemeğe düşen,sineğin batınlıp sonra çıkarılmasını; çünkü kanatlarının
birisinde zehir, diğerinde ise panzehir bulunduğunu belirtmişti. Sinekle ilgili
durumdan orada söz edilmişti. [75]
Ebu Davud ve
Tİrmizî'nin rivayetine göre,Külâboğullarıyla yapılan savaş sırasında Arfece b.
Esad'ın burnu kesilmiş ve gümüşten bir burun edinmiş, o da koku yapmıştı. Hz.
Peygamber (s.a.) ona ruhsat vererek, altından bir burun yaptırmasını
emretmiştir.[76] Arfece hakkında bundan
başka hadis yoktur.
Altın; dünyanın
zineti, varlığın tılsımıdır, nefislere ferahlık verir, insanları güçlendirir,
Allah'ın yeryüzündeki sırrıdır.
Altında latif bir
hararet vardır ki bu diğer latif ve ferahlatıcı macunlara da girer. Şüphesiz,
madenler içerisinde en üstün ve şereflisidir.
Özelliklerinden
bazıları: Yere gömüldüğü zaman, hiçbir şey olmaz ve eksilmez. Tozu ilaçlara karıştırıldığı
zaman, kalp yetmezliğine, kara safradan kaynaklanan çarpıntıya iyi gelir.
Vesveseye, üzüntüye, kedere, korkuya, aşka karşı fayda verir, bedeni
semizletir ve güçlendirir. Kurtları düşürür, rengi güzelleştirir. Cüzzam ve
kara safradan kaynaklanan bütün ağrı ve hastalıklara faydalıdır. Bir
özelliğinden dolayı saç-sakal dökülmesi ve sedef hastalığı (deri kavlaması)
ilaçlarına katılır ve içilerek ya da sürülerek kullanılır. Gözü cilalar ve
kuvvetlendirir. Göz hastalıklarının çoğuna iyi gelir ve bütün organları
güçlendirir.
Ağızda tutulduğunda,
ağız kokusunu giderir. Dağlanma ihtiyacı duyulduğunda altınla dağlanılırsa,
yeri kabarmaz ve çabuk iyileşir. Altın mil edinilir ve sürme onunla çekilirse,
gözü güçlendirir ve cilalar. Taşı da kendisinden altın bir yüzük edinilir,
kızdırılır ve onunla güvercinin kanadının ön tarafından bir yer (dört uzun
tüyünden biri) dağlanırsa, artık özel yuvasına alışır ve başka bir yere
gitmez.
Psikolojik olarak
insana güç verme açısından çok acaip bir özelliği vardır. O yüzden de harpte
ve silahta kullanılması mubah kılınmıştır. Tİrmizî'-nin rivayetinde Mezide
el-Asarî (r.a.) şöyle demiştir: "Fetih günü Rasûlullah (s.a.) 'Mekke'ye)
girdi. Kılıcının üzerinde.altın ve gümüş vardı."[77]
Altın, nefislerin
ma'şûkudur, nefis onu ne zaman elde edecek olsa, diğer değerli şeylere karşı
duyulan özlemleri teskin eder. Yüce Allah: "Kadınlara, oğullara, kantar
kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi
beslemek, insanlara güzel gösterilmiştir."[78]
buyurmuştur.
Sahihayn'da Hz.
Peygamber (s.a.): "Âdemoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikincisini
ister. İki vadi dolusu olsa, üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak
doyurur ve Allah dilediğini affeder." buyurmuştur.[79]
İşte böyle. Çünkü altın,
kul ile, kıyamet gününde elde edeceği en büyük kazancı arasına giren bir engel,
Allah'a isyana sebep olan en büyük şeydir. Onun yüzünden nice akrabalık bağlan
kesilmiş, nice kanlar akıtılmış, haramlar mubah kılınmış, haklar çiğnenmiş,
kullara zulümler reva görülmüştür. O dünya ve onun peşin lezzetlerine karşı
kışkırtmakta ve ahirete ve Allah'ın orada sevgili kulları için hazırladığı
mükafatlara karşı soğutmaktadır. Onun yüzünden — Allah bilir— nice hak
öldürülmüş, bâtıl ise diriltilmiştir; nice zâlime destek verilmiş, nice mazlum
ise kahredilmiştir. Bu konuda Harîrî'nin[80] şu
sözleri ne kadar da güzeldir:
"Kahrolsun o,
sahibine bile oyun eden vefasız, iki yüzlü sarı münafık! Kendisine bakana iki
şekilde gözükür: Bazan bir dilber gibi süslü ve cazip, bazan da bir âşık gibi
solgun ve süzgün! İrfan sahipleri nazarında, ona fazla bağlılık Allah'ın
gazabına yol açar. Eğer o olmasaydı, hırsızın eli kesilmez ve hiçbir zalimden
şikâyet edilmezdi. Eğer o olmasaydı, hiçbir cimri gece misafirliğinden Ötürü
yüzünü buruşturmaz ve hiçbir borçlu borcunu ödeyemediği için sızlanmazdı. Eğer
o olmasaydı hased insanların, yüreğe bir ok gibi işleyen bakışlarından ve
şerlerinden Allah'a sığınılmazdı. Bunaldığın zaman
sana yardım etmesi şöyle dursun, kaçar,
senden kaçak bir köle gibi uzakla-şır."[81]
Yüce Allah (c.c.) Hz.
Meryem'e hitaben: "Hurma ağacını kendine doğru silkele, üstüne taze olgun
hurma (rutab) dökülsün. Ye iç; gözün aydın olsun...[82]
buyurmuştur.
Sahihayn'da. Abdullah
b. Cafer'in: "Rasûlullah'ı (s.a.) acurla birlikte yaş olgun hurma yerken
gördüm." dediği rivayeti yer almaktadır[83]
Ebu Davud'un Sünen
'inde ise Enes'den şöyle rivayet edilmektedir: "Hz. Peygamber (s.a.) namazdan
önce birkaç yaş olgun hurma ile iftar ederdi. Eğer yaş hurma olmazsa kuru
hurmalarla orucunu açardı. Eğer kuru hurma da yoksa, birkaç yudum su içerdi.[84]
Yaş olgun hurma
suların özelliğini gösterir; sıcak ve rutubetlidir. Soğuk mizaçlı mideyi
güçlendirir ve ona iyi gelir. Cima arzusunu artırır, bedeni geliştirir. Soğuk
mizaç sahiplerine uygun düşer ve çok gıda verir.
Gerek Medine ahalisi
ve gerekse hurma yetişen diğer bölgelerde yaşayanlar için en fazla uygunluk
gösteren bir meyvedir ve beden İçin en faydahsıdır. Alışkın olmayan kimselerde
ise vücutta kokuşmaya yol açar, iyi olmayan bir kan oluşturur: biraz fazla
yemişse baş ağrısı ve kara safraya sebep olur, dişlerine eza verir.
Yatıştınlması seknecîn[85] ve
benzeri bir meşrubatladır.
Hz. Peygamber'in (s.a.)
yaş olgun hurma ile, yoksa kuru hurma ile, o da yoksa su ile iftar etmesinde
çok ince sıhhî bir tedbir bulunmaktadır. Şöyle ki: Oruç mideyi gıdadan
arındırır. Ciğer, cezbedip duyu ve organlara göndereceği şeyleri orada
bulamaz. Tatlı, karaciğere en çabuk ulaşan yiyecektir ve onun en çok aradığı
şeydir. Özellikle de yaş olursa kabul oranı daha da artar. Böylece hem
karaciğer, hem de diğer organlar faydalanırlar. Eğer yaş hurma yoksa kuru
hurma, tatlı oluşu ve besleyici gücü ile ikinci sırada yer alır. O da yoksa
alınacak birkaç yudum su midenin yanmasını ve orucun hararetini söndürür.
Böylece mide yemek için uyanır ve iştahla onu alır. [86]
Yüce Allah (c.c.)
Kur'an-ı Kerim'de reyhandan söz etmiş ve şöyle buyurmuştur: "Eğer ölen o
kişi gözdelerden ise, rahatlık, reyhan ve nimet cenneti onundur."[87]
"Orada meyveler, salkımh hurma ağaçları, kabuklu taneler, güzel kokulu
otlar (reyhan) vardır."[88]
Sahih-iMüslim'de ise
Hz. Peygamber (s.a.): "Kendisine reyhan ikramında bulunulan kimse onu
çevirmesin; çünkü o, hem taşıması hafiftir hemjde güzel kokuludur."[89]
buyurmuşlardır.
Ibn Mâce'nin
Sünen'inde Usâme hadisinde Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmaktadır:
"Cennet için kollarım sıvayan yok mu? Çünkü cennetin bir benzeri yoktur. O
—Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki— parıldayan bir nur, titreşen bir reyhan,
görkemli bir saray, devamlı akan bir. nehir, olgun meyve, güzel alımlı zevce,
pek çok güzellik demektir. Sonsuza dek, her türlü nimet içinde, neşe dolu, çok değerli
kusursuz konaklar içerisinde bir hayattır o." Bunun üzerine ashab:
— Evet ya Rasûlallah!
Onun için kollarını sıvayanlar bizlerizı tiediier. Hz. Peygamber (a.s.):
— İnşaallahu teala! deyiniz, buyurdu. Onlar da:
— İnşaallah! dediler.[90]
Her çeşit güzel kokan
bitkiye "reyhan" denilir. Her ülke bu kelimeyi güzel kokan
bitkilerden biri hakkında özel olarak kullanır. Batıda yaşayanlar bunu mersin
ağacı (m. communis) için kullanırlar. Arabm, reyhan deyince aklına gelen de
budur. Irak ve Suriye ahalisi ise yarpuza (m. pulegium) reyhan derler.
Mersin ağacının
özelliği birinci derecede soğukluk ikinci derecede kuruluktur. Buna rağmen o
zıt kuvvetlerden mürekkeptir; İçerisinde en çok olanı soğuk arazî cevherdir.
Onda sıcak latif bir şey de vardır ve çok güçlü bir kurutucudur. Terkibini
meydana getiren eczası kuvvetçe birbirlerine yakındırlar. O aynı anda, hem
içerden hem dışardan tutucu ve hapsedici bir güce sahıptır.
Safralı ishalleri keser,
koklandığı zaman yaş ve rutubetli buharı def eder, kalbi fevkalade ferahlatır.
Koklanmasi vebaya engeldir. Eve.serilmesi de Öyledir.
Üzerine konduğunda
sidik yollarındaki şişmeleri iyileştirir. Taze iken yaprakları inceltilir ve
sirke ile döğülür başa konulursa, burun kanamasını keser. Kuru yapraklan
ufalanır ve rutubetli yaralara ekildiğinde fayda verir. Lapası sargı yapıldığı
zaman zayıf organları güçlendirir. Tırnak iltihabına (dolama) iyi geiir.
Sivilce, kabarcık ile el ve ayaklardaki yaralara ekildiği zaman faydalı olur.
Beden onunla
oğulduğunda teri keser, fazla rutubetleri emer, koltuk altı kokusunu giderir.
Su ile kaynatılır ve içerisine oturulursa makat ve rahim çıkmalarına,
mafsallardaki gevşemelere iyi gelir. Kaynamayan kemik kırıkları üzerine
döküldüğünde fayda verir.
Kafadaki kepekleri,
rutubetli yaralan, kabarcıkları arındırır, temizler, dökülen saçları tutar ve
siy anlaştırır. Yaprağı inceltilip üzerine az bir su dökülür ve birazcık
zeytinyağı veya gülyağı karıştırılır ve sargı yapılırsa; rutubetli yaralara,
karıncalanmaya (ısırgı), kızıla, akut şişliklere, kurdeşene, basurlara
elverişli gelir.
Tohumu, göğüs ve
akciğerde meydana gelen kanamalara fayda verir. Mideyi tabaklar. Temizleyici
olduğu için göğüse ve akciğerlere zararlı değildir. Öksürükle beraber olan
karın gitmelerine fayda verici bir özelliği vardır. Bu durum ilaçlarda
nadirdir. Sidiği söktürür, mesane yanmalarına, haşerat ısırmalarına, akrep
sokmalarına iyi gelir. Kökü ile diş kurcalamak zararlıdır, sa-kmılmalıdır.
İranlıların reyhan
tabir ettikleri yarpuza gelince o, iki görüşten birisine göre sıcak özellikler
taşır. Üzerine su serpilir, serinletir ve arızî olarak rutu-betlendirildiğinde
ateşli baş ağrısına iyi gelir. Diğer görüşe göre ise soğuk özel-likiidir.
Rutubetli mi, kuru mu olduğu konusunda iki görüş vardır. Doğrusu onda dört
özellik de bulunmaktadır. Yarpuz uykuyu getirir. Tohumu safralı ishali
durdurur, bağırsak ağrılarını teskin eder, kalbi güçlendirir, kara safralı
hastalıklara iyi gelir. [91]
Yüce Allah (c.c.)
nardan, "İkisinde (cennet) de her türlü mey| malıklar ve nar ağaçları
vardır."[92] âyetinde söz etmiştir.
İbn Abbas'tan hem
merfû, hem de mevkuf olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bu
narlarınızdan hiçbir nar yoktur ki, cennet narından bir tane ile aşılanmış
ohnasın."[93] Bu sözün mevkuf (kendi
sözü) olması daha uygundur. Harb ve diğerleri, Hz. Ali'den: "Narı
içindeki zarı ile birlikte yeyiniz. Çünkü o mideyi tabaklar." dediğini
zikrederler.
Narın tatlısı sıcak ve
rutubetli özellik arzeder, mide için iyidir, içerisindeki şeffaf tutuculuk
özelliği ile onu güçlendirir. Boğaza, göğüse, akciğerlere fayda verir, öksürüğe
iyi gelir. Suyu karni yumuşatır. Bedene kolay bir gıda verir. İnce ve şeffaf
olduğu için çabuk çözülür ve midede hafif bir hararet ve gaz meydana getirir.
Bu yüzden şehvete yardımcı olur ve hummalılara iyi gelmez. Tuhaf bir özelliği
de ekmekle yenildiğinde onu bozulmaktan engellemesidir.
Ekşisi soğuk ve kuru,
tutucu ve latif bir özellik arzeder. Yanan midelere iyi gelir. Diğer narlardan
daha iyi şekilde sidiği söktürür, safrayı teskin eder, ishali keser, kusmayı
engeller, dışkıyı yumuşatır.
Karaciğer hararetini
söndürür, azaları güçlendirir, safradan kaynaklanan hafakanlara, kalbe ve mide
ağızına arız olan ağrılara iyi gelir, mideyi güçlendirir, oradaki artıkları
defeder, safrayı ve kanı söndürür.
Suyu, içindeki zarı
ile çıkarılıp birazcık bal ile merhem gibi oluncaya kadar pişirildiğinde,
onunla göze sürme çekilirse gözdeki sarılığı keser ve oradaki kaba rutubetleri
arındırır; diş etlerine sürüldüğü zaman ona arız olan yıpranmalara karşı iyi
gelir. Tatlı narla ekşi narın zarları iie birlikte sular: çıkarılıp alındığında
karnı bırakır ve kokuşmuş, acı rutubetleri indirir, uzun ve gün aşın gelen
hummalara karşı fayda verir.
Ekşi nara gelince, hem
özellik hem de etkisi bakımından diğer iki nevin ortasında yer alır; fakat
hafif ekşi nar özelliğine doğru meyli vardır. Nar çekirdeği bal ile birlikte
tırnak iltihabına (dolama) ve pis (inatçı) yaralara sürülür. Nar çiçeği
cerahatli yaralar için kullanılır. Her sene üç nar çiçeği yutar kimse, o sene
için göz ağrısından emin olur. [94]
Kur'an'da şöyle geçer:
"...Bu ne yalnız doğuda ne de yalnız bacıda bulunan bereketli zeytin
ağacından yakılır."[95]
Tirmizî ve İbn Mâce'de
Ebu Hureyre hadisinde Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: "Zeytinyağı
yiyiniz ve onunla yağlanınız. Çünkü o bereketli (mübarek) bir ağaçtandır.
"[96]
Beyhakî ve yine İbn
Mâce'de İbn Ömer'den Hz. Peygamber'in (s.a.): *'Zeytinyağını katık edininiz ve
onunla yağlanınız. Çünkü o mübarek (bereketli) bir ağaçtandır. "[97]
buyurduğu nakledilir.
Zeytinyağı birinci
derecede sıcak ve rutubetli özellik arzeder. "O kurudur." diyenler
hata etmişlerdir. Zeytinyağı elde edildiği zeytine göre değişik özellik
arzeder. Olgun zeytinden elde edileni, en iyisi ve kalitelisidir. Henüz ham
olan zeytinlerden elde edilen zeytinyağında, soğukluk ve kuruluk özelliği
vardır. Kırmızı zeytinden elde edileni ise, ikisi arası bir özellik arzeder. Siyah
zeytinden olanı itidalli olarak ısıtır ve rutubet verir,zehirlere karşı fayda
verir, karnı bırakır, solucanı düşürür. Eskisi yenisinden hem ısıtma hem de
çözücü özellik arzetme bakımından daha şiddetlidir. Su ile çıkarılan zeytinyağı
daha az hararetli, daha hoş ve daha faydalıdır. Bütün nevileri cildi yumuşatır
ve saçın ağarmasını yavaşlatır.
Tuzlu zeytin suyu,
ateş yanıklarının kabarmasını önler, diş etlerini güçlendirir. Zeytin yaprağı
kızıla, ısırgıya (karıncalanma), kirli yaralara, kızamığa iyi gelir ve teri
önler. Zeytinin faydaları bu zikrettiklerimizden kat kat fazladır. [98]
Ebu Davud, Büsr
es-Sülemî'nin iki oğlunun şöyle dediklerini rivayet eder: "Hz. Peygamber
(s.a.) bize teşrif buyurdular. Kendilerine kaymak ve hurma ikram ettik.
Kendileri kaymak ve hurmayı severdi."[99]
Kaymak sıcak ve
rutubetli özellik arzeder. Pek çok faydalan vardır. Olgunlaştırma, çözümleme
bunlardandır. Kulakların yanlarında, sidik kanallarında meydana gelen
şişliklere, ağız şişliklerine, kadın ve çocuklarda görülen diğer şişliklerde
yalnız başına kullanılır ve onları iyileştirir. Yalamak suretiyle alındığında
akciğerde meydana gelen kanamalara fayda verir ve orada arız olan şişlikleri
olgunlaştınr.
;
Kaymak; tabiatı,
sinirleri ve kara safra ve balgamdan arız olan katı şişlikleri yumuşatıcı
özellik arzeder, bedende meydana gelen kuruluğa iyi gelir, çocukların
çenelerine sürüldüğünde dişlerinin bitmesine ve çıkmasına yardımcı olur.
Soğukluk ve kuruluktan meydana gelen öksürüklere faydalıdır. Bedende olan
temreği ve sertlikleri giderir, tabiatı yumuşatır; ancak yemek iştahını
zayıflatır. Ağırlığı bal ya da hurma gibi tatlı bir şeyle giderilebilir. Hz.
Peygamber'in (s.a.) onu hurma ile birlikte yemesi hikmetten hali değildir ve
heı birini diğeri ile ıslah etme gibi ince bir tıbbî tedbir mahiyeti
arzetmektedir. [100]
Bununla ilgili iki
hadis rivayet edilir. îkisi de sahih değildir. Birincisi "Kuru üzüm ne
güzel yiyecektir; ağız kokusunu güzelleştirir ve balgamı eri tir.*' İkincisi
de: "Kuru üzüm ne güzel yiyecektir; yorgunluğu giderir, sinir leri
güçlendirir, öfkeyi söndürür, rengi yerine getirir, ağız kokusunu güzel
leştirir." şeklindedir. Her ikisi de Hz. Peygamber'den (s.a.) sabit
değildir
Kuru üzümün en
kalitelisi iri ve tombul, kabuğu ince olanı, çekirdeğ küçük ve çıkarılmış
olanıdır.
Kuru üzümün cirmi
birinci derecede sıcak ve rutubetlidir, çekirdeği so ğuk ve kurudur. Elde
edildiği yaş üzümün özelliğini gösterir. Tatlı olanı sı cak, ekşi olanı tutucu
ve soğuktur. Beyaz olanı diğerlerinden daha tutucu dur. Etli kısmı yenildiğinde
akciğer borusuna iyi gelir ve öksürüğe, böbret ve mesane ağrılarına karşı
faydalıdır, mideyi kuvvetlendirir ve karnı yumu şatır.
Tatlı etli kısmı, yaş
üzümden daha çok gıdalıdır. Kuru incir ayarında de ğildir. Olgunlaştırıcı,
hazmettirici, (artık besinleri midede) tutucu, itidalle çö zümleyici
özellikleri vardır. Genel olarak mide, karaciğer ve dalağı güçlendi rir; boğaz,
göğüs, akciğer, böbrek ve mesane ağrılarına iyi gelir. En uygum çekirdeksiz
yemektir.
Elverişli bir gıda
verir, kuru hurmanın yaptığı gibi tıkanıklık yapmaz Çekirdeği ile birlikte
yendiğinde mide, karaciğer ve dalak için daha yararl olur. Etli kısmı oynayan
tırnakların üzerine yapıştırıldığı zaman, sökülmesi nİ hızlandırır.
Tatlı ve çekirdeksiz
olanı rutubet ve balgamlı kimselere yararlıdır; karaciğeri geliştirir ve
içerdiği özellikleriyle ona fayda verir.
Hafızaya faydası
vardır. Zührî şöyle der: "Kim hadîs ezberlemek istiyorsa, kuru üzüm
yesin." Mansur, dedesi Abdullah b. Abbas'ın: "Kuru üzümün çekirdeği
dert, etli kısmı devadır." dediğini zikrederdi. [101]
Kur'an'da: "Orada
zencefil karışık bir tasla içirilirler."[102]âyetinde
zikri geçer.
Ebu Nuaym,
Tibbu'n-Nebevîadh kitabında şu hadisi nakleder: Ebu Sa-îd el-Hudrî (r.a.) şöyle
anlatır: "Rum (Bizans) meliki Hz. Peygamber'e (s.a.) bir çömlek zencefil
hediye etmişti. Herkese ondan bir parça yedirdi. Bana da bir parça
yedirdi."
Zencefil ikinci
derecede sıcak, birinci derecede rutubetli özellik arzeder. Isı verir ve
yemeğin hazmına yardımcı olur, karnı itidalli biçimde yumuşatır. Soğuk ve rutubetten
arız olan karaciğer tıkanıklıklarına karşı iyi gelir, yenilmek ya da göze
sürme çekmek suretiyle görmede meydana gelen kararmaya karşı faydalıdır, cimaya
karşı yardımcı olur, bağırsaklarda ve midede ânz olan yoğun yelleri çözümler.
Genel olarak zencefil,
soğuk mizaç arzeden karaciğer ve mideye uygun gelir. Sıcak su ile iki dirhem
kadarı şekerle birlikte alındığında, yapışkan ve köpüklü artıktan ishal yolu
ile dışarı atar. Balgamı çözümleyen ve eriten macunların içerisine katılır.
Mayhoşumsu olanı sıcak
ve kuru özelliktedir. Cimaya heyecan verir, meniyi arttırır, mide ve
karaciğeri ısıtır, alman şeyin afiyetle boğazdan inmesine yardımcı olur, bedene
galib olan balgamı emer, hafızayı güçlendirir, karaciğer ve mide üşütmelerine
uygunluk arzeder, meyve yemekten doğan mide ıslaklığım giderir, ağız kokusunu
güzelleştirir, soğuk ve kaba yiyeceklerin zararı onunla giderilir. [103]
Daha önce geçti.
Sennût, (cuminum cyminum = kimyon) da geçmişti. Se-
nâ'nın ne olduğu hakkında
yedi görüş vardır: 1— O baldır. 2— Deriden olan tereyağı kabının yağ üzerinde
siyah çizgiler yapan usaresidir. 3— Kimyona benzeyen, fakat kimyon olmayan bir
tohumdur. 4— Kirman kimyonudur. 5— Şibit (Durak otu)tir.[104] 6—
Kuru hurmadır. 7— Raziyanedir[105]
İbn Mâce Süne/7'inde
Talha b. Ubeydullah'tan (r.a.) nakleder: O şöyle der: Hz. Peygamber'in (s.a.)
huzuruna girdim. Elinde bir ayva vardı. Bana: "Ey Talha! Al bunu! Çünkü o
kaîbi dinlendirir." buyurdu.[106]
Hadisi Nesâî başka bir
senedle şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber'in yanına geldim. Ashabından bir
cemaat içerisinde bulunuyordu ve elinde çevirdiği bir ayva vardı. Huzuruna
oturunca onu bana yuvarladı ve sonra: "Ey Ebu Zer! Al bunu. Çünkü o kalbi
güçlendirir, nefsi ferahlatır, göğüsteki tasayı giderir." buyurdu.[107]
Ayva hakkında daha
başka hadisler de rivayet edilmiştir. İçlerinde en iyisi budur. Diğerleri sahih
değildir.
Ayva soğuk ve kuru
özellik arzeder. Bu da tadının değişikliği ile farklılık arzeder. Hepsi de
soğuk ve tutucudur, mide için iyidir. Tatlı olanı daha az soğuk ve kurudur ve
itidale meyillidir. Ekşi olanı tutuculuk, kuruluk ve soğukluk bakımından daha
şiddetlidir. Hepsi de susuzluğu ve kusmayı teskin eder; sidiği söktürür,
tabiatı eski haline getirir, bağırsak yaralarına ve kanamalara, karın
geçmesine iyi gelir; kusmaya karşı faydalıdır. Yemekten sonra alındığı zaman
buharların yükselmesini engeller. Dallarının ve yapraklarının yıkanan kavı
aynen tutya etkisi gösterir.
Yemekten önce
alındığında, midedeki artıkları tutar, yemek sonrasında alındığı zaman da,
tabiatı yumuşatır, posaların mideden indirilmesini hızlandırır, fazla yemek
sinirlere zararlıdır, kulunca sebep olur, midede meydana gelen safrayı
söndürür.
Huşunetinden dolayı
kızartılırsa daha az ve hafif olur. Ortası oyulur, çekirdeği çıkarılır ve içine
bal konulur, etrafı hamurla sıvanır ve sıcak küle gömülürse, çok güzel fayda verir. En iyisi
kızartılarak ya da bal ile pişirilerek yenilenidir. Çekirdeği boğaz sertliğine,
akciğer borusuna ve pek çok hastalıklara iyi gelir. Yağı terlemeyi önler,
mideyi güçlendirir. Terbiye edilmişi mide ve karaciğeri kuvvetlendirir, kalbi
destekler ve insanı ferahlatır. [108]
Sahihayn 'da Peygamber
Efendimiz şöyle buyururlar: "Eğer ümmetime zahmet vermemiş olsaydım, her
namaz sırasında misvak kullanmalarını emrederdim. "[109]
Yine Sahihayn'da., Hz.
Peygamber'in (s.a.) gece kalktığında ağzını misvakla temizlediği rivayet
edilir[110]
Buharî'nin ta*lîk yolu
ile aldığı bir hadiste Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: "Misvak ağzı
temizleyici, Rabbi razı edicidir."[111]
Sahih-i Müslim'de, eve
girdiğinde Efendimizin ilk iş olarak ağzım mis-vakladığı belirtilir.[112]
Misvak konusunda
hadisler çoktur. Sahih bir hadiste Efendimizin ölümü sırasında Abdurrahman b.
Ebî Bekr'in misvakı ile ağzını temizlediği bildirilmiştir.[113]
Yine Efendimizin: "Misvak hakkında size çok (öğüt) verdim. "[114]
buyurduğu sahih olarak sabittir.
Misvak olarak
kullanılmaya en uygun bitki, "erak" {saivadora persica) ve benzeri
ağaçlardır. Rastgele ağaçlardan misvak edinilmemelidir; çünkü zehirli
olabilir. Kullanımında orta yol tutulmalıdır. Aşın kullanımı durumunda
dişlerin mine tabakasına, cilasına zarar verebilir ve mideden yükselen buharların,
kirlerin oralara yuvalanmasına imkân verilmiş olabilir. İtidalli kullanıldığı
takdirde dişleri cilalar, parlatır, diş köklerini pekiştirir, dili açar, dişlerdeki
kireçlenme ve sararmayı önler, ağız kokusunu güzelleştirir, dimağı arındırır,
iştahı açar.
En iyi kullanma yolu
gül suyu ile ıslatılarak kullanmaktır, da ceviz ağacının köklerinden elde
edilenidir. et-Teysır sahibi: her beş günde bir onunla dişlerini misvaklayan
k.msemn, kafasın, armd.rd B, duyulanı»
tasfiye ettiği, zihnini keskinleştirdigi kanaaünded.rler. de .
Misvakın pek çok
faydaları vardır: Ağzı temizler, diş etlerini pekiştiril, balgamı keser,
görmeyi güçlendirir, diş sararmasını giderir, mideyi düzene sokar, sesi
arındırır, hazmı kolaylaştırır, konuşmayı kolaylaştırır, okumak, zikretmek,
namaz kılmak için zindelik verir, uykuyu düzene sokar. Rabbi razı kılar,
melekleri hoşnut eder, sevap hanesini çoğaltır.
Her vakitte kullanmak
müstehaptır. Namaz ve abdest sırasında, uykudan uyanınca, ağız kokusu
değiştiğinde kullanmak müekked sünnettir. Hakkındaki hadisler umumî olduğu
için hem oruçlu hem oruçsuz herkes için ve her vakitte kullanılması
müstahaptır. Hem oruçlunun da ona ihtiyacı vardır. Çünkü o Allah'ı razı kılar.
Allah'ın rızasını oruçlu iken talep, oruçsuz durumdan daha fazla olur. Yine o,
ağız için bir temizliktir, oruçlunun temizliği ise en faziletli
amellerindendir.
Sünen'de Âmir b. Rebîa
(r.a.): "Ben Rasûlullah'ı (s.a.) oruçlu iken sayısız defa dişlerini
misvaklarken gördüm." demiştir.[115]
Buharı, îbn Ömer'in: "Hz. Peygamber (s.a.) hem günün evvelinde hem de
sonunda misvak kullanırdı." dediğini nakleder.
Bütün âlimler, gerek
vacip gerekse müstehap oruç tutan kimsenin gargara (mazmaza) yapabileceğinde
icma halindedirler. Gargara, misvak kullanmaktan daha ileri bir iştir. Yüce
Allah kendisine kötü koku ile yaklaşılması diye bir garazı yoktur. Kötü koku,
kendisi ile kulluk yapılması istenilen meşru bir yol da değildir. Oruçlunun
ağız kokusunun kıyamet gününde Allah katında hoş olacağının ifadesi sadece
oruca teşvik için söylenmiştir, yoksa o kokunun bırakılması için zikredilmiş
değildir. Kaldı ki, oruçlu misvaka oruç tutmayandan daha çok muhtaçdır.
Hem, oruçlunun ağız
kokusunu güzelleştireceğinden, hasıl olacak Allah'ın rızası daha büyüktür.
Allah'ın misvaka karşı
olan muhabbeti, oruçlunun ağız kokusuna olan sevgisinden daha büyüktür.
Yine misvak, oruçludan
izale ettiği ağız kokusunun kıyamet gününde Allah katında hoş olmasını
engellemez. Aksine oruçlu yarın kıyamet gününde, orucuna bir alamet olmak üzere
—misvak kullanmış olsa bile— ağzı miskten de daha güzel kokarak çıkar gelir.
Nitekim Allah yolunda yaralanan kimse, yarın kıyamet gününde, yarasından akan
kan renginde, kokusu ise misk kokusunda olmak üzere haşrolunacaktır. Halbuki o
dünyada iken bu kanlan izale etmekle memurdur.
Hem sonra oruçlunun
ağız kokusu {halûf) misvakla kaybolmaz. Çünkü bu kokunun sebebi olan midenin
yiyeceklerden boş olması keyfiyeti devam etmektedir. Kaybolan sadece diş ve diş
etlerinde tezahür eden belirtisidir.
Hz. Peygamber (s.a.),
ümmetine oruçta nelerin müstahap, nelerin mekruh olacağım hep öğretmiş ve
misvakı mekruh olan şeyler arasında saymamıştır. Halbuki o ashabın onu
kullandıklarını biliyordu. Onları misvak kullanmaya en kapsamlı ve şümullü
ifadelerle mübalağalı bir biçimde teşvik etmişti. Onlar bizzat kendisini
(s.a.) oruçlu iken defalarca, sayılmayacak kadar misvak kullanırken
görmüşlerdi. Hz. Peygamber de, onların bu konuda da kendisine tâbi olacaklarını
biliyordu, buna rağmen hiçbir zaman, "Zeval-dan sonra misvak
kullanmayınız." dememişti. Beyanın, ihtiyaç anından sonraya ertelenmesi
teşri'de mümkün değildir. En iyi bilen Allah'tır. [116]
İbn Cerîr et-Taberî,
isnadı ile birlikte merfü olarak Suheyb hadisini nakleder: "İnek sütüne
devam ediniz. Çünkü o şifadır, yağı devadır, eti ise derttir." Bunu,
Ahmed b. el-Hasen et-Tirmizî—Muhammed b. Musa en-Nesâî— Deffâ' b. Dağfel
es-Sedûsî—Abdülhamidb. Sayfîb. Suheyb—babası—dedesi kanalı ile rivayet
etmiştir. Bu isnadla gelen bir haber sabit olmaz.[117]
Sadeyağı, birinci
derecede sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Onda birazcık silme ve letafet
özelliği vardır. Yumuşak bedenlerde arız olan şişlikleri yayar. Olgunlaştırma
ve yumuşatma konusunda kaymaktan daha güçlüdür. Galinos, kendisinin onunla
kulakta ve burnun yumuşak kısmında meydana gelen şişlikleri iyileştirdiğini
söyler. Diş yerlerine sürüldüğü zaman, dişler çabuk biter. Bal ve acı bademle
karıştırılıp kullanıldığında göğüste ve akciğerde ne varsa temizler. Yapışkan,
yoğun mide artıklarını arındırır, ancak;mideye zararlıdır. Özellikle de
balgamlı mizaca sahip kişiler için.
İnek ya da keçi
sadeyağı, balla karıştırılıp alındığı zaman, öldürücü zehir içimine, yılan ve
akrep sokmalarına karşı iyi gelir. İbnü's-Sünnî'nin kitabında, Hz. Ali'nin:
"İnsanlar sadeyağından daha üstün bir şeyle şifa aramadılar." dediği
belirtilir. [118]
İbn Hanbel ve îbn
Mâce, İbn Ömer'den (r.a.) rivayet ederler: Hz. Peygamber şöyle buyurur:
"Bize iki ölü ve iki kan helâl kılındı: Balık ve çekirge; karaciğer ve
dalak..."[119]
Balık çeşitleri pek
çoktur. En kalitelisi tadımı lezzetli, kokusu güzel, orta büyüklükte, ince
kabuklu, eti ne katı ne de kuru olmayan, çakıllık üzerinden akan tath suda
yaşayan, pisliklerle değil de bitkilerle beslenen balıklardır. Yaşaması için
en uygun yer suyu kaliteli olan nehirlerdir. Daha çok kayalık yerleri, sonra
da kumlu, pislik ve siyah balçık bulunmayan çok hareketli ve dalgalı, güneş ve
rüzgâra açık, tatlı akarsulan bannmak için tercih eder.
Deniz balığı üstündür,
güzeldir, hoştur. Taze balık soğuk ve rutubetli, hazmı zordur, pek çok balgam
doğurur. Ancak deniz ve deniz gibi olan sularda yaşayan balıklar öyle
değildir. Bunlar güzel bir karışım oluşturur. Bedeni geliştirir, meniyi
arttırır, sıcak mizaçları ıslah eder.
Tuzlu balığın en
kalitelisi, yakın zamanda tuzlanandır. O sıcak ve kuru özellik arzeder ve zaman
geçtikçe de bu özellikleri artar. Mercan balığı (gümüş balığı) çok
yapışkandır. Yahudiler onu yemezler. Taze iken yendiği zaman karnı yumuşatır.
Tuzlanır, bekletilir ve yenirse akciğer borusunu arındırır, sesi
güzelleştirir. Ezilip hariçten konulduğu zaman, cazibe kuvveti bulunması
sebebiyle "selâ" tabir edilen döl eşi ve bedenin derinliklerinde
kalan diğer artıkları çıkarır.
Tuzlanmış mercan
(gümüş) balığının tuzunun suyuna, bağırsaklarında yara bulunan kimse, henüz
başlangıç devresinde iken oturursa, içerdeki maddeleri vücudun dışına
cezbedici özelliği dolayısıyla, uygun gelir. Hukne yapılması durumunda siyatiği
iyileştirir.
Balığın en güzel yeri
kuyruğuna doğru olan kısmıdır. Taze ve etli olanın eti ve yağı bedeni
geliştirir. Sahihayn'da Câbir b. Abdillah şöyle anlatır: "Ra-sûlullah
(s.a.) bizi üç yüz süvari olarak gönderdi. Kumandanımız da Ebu Ubey-de b.
Cerrah idi. Kureyş'in bir kervanını gözetiyorduk. Bu sebeple sahilde yarım ay
kaldık. Şiddetli bir açlığa maruz kaldık. Hatta silkilmiş yaprak yedik. Derken
deniz bize balina (anber) denilen bir balık attı. Ondan yarım ay yedik. Yağını
da katık ettik. Hatta vücutlarımız kendine geldi. Ebu Ubeyde onun
kaburgalarından birisini alarak dikti. Sonra ordudan en uzun bir adam
ve en uzun bir deve
baktı da, adamı o deveye bindirdi. Adam altından geçti [120]
Tirmizî ve Ebu Davud,
Ümmü'I-MünzirMn şöyle dediğini rivayet ederler: Hz. Peygamber (s.a.),
beraberinde Hz. Ali ile bize teşrif buyurdular. Olgunlaşması için asılı hurma
salkımlarımız vardı. Rasûluliah (s.a.) ondan yemeye başladı. Ali de beraber
yiyordu. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Dur ya Ali! Sen henüz nekahet
halindesin!" buyurdu. Ben de hemen onlar için pazı ve arpa hazırladım. Hz.
Peygamber (s.a.): "Ya Ali! Bundan ye! Çünkü o sana daha uygundur."
buyurdu. Tirmizî: "Bu hasen-garib bir hadistir." der.[121]
Pazı birinci derecede
sıcak ve kuru özelliklidir. Rutubetlidir veya her ikisinden mürekkeptir
diyenler de olmuştur. Hoş kılıcı bir soğukluğu, çözücü ve açıcı özelliği vardır.
Siyah olanında tutucu özellik vardır. Saç sakal dökülmesine, çiğite, saç
kepeklenmesine, sivilcelere suyu sürüldüğü zaman iyi gelir. Biti öldürür. Bal
ile birlikte termeğiye sürülür. Karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Kara
olanı özellikle de mercimekle birlikte karnı tutar. O ikisi iyi değildirler.
Beyaz olanı, mercimekle birlikte yumuşatır. Suyu ishal için makattan şırınga
edilir. Baharat ve süt kesesi ile birlikte kulunca (bağırsak ağrısı) fayda
verir. Az gıdalıdır. Sindirimi İyi değildir, kanı yakar. Sirke ve hardal
zararlarını giderir. Fazla yendiğinde sıkıntı ve şişkinlik olur. [122]
Bk.Çörek Otu. [123]
Tirmizî ve İbn Mâce,
Esma bt. Umeys'ten rivayet ederler. O şöyle der: Rasûluliah (s.a.): "İshal
için ne kullanırsın?" diye sordu. Ben de: "Şübrüm (boğumluca)."
dedim. Bunun üzerine: "(O) sıcak (mizaçlı bir ilaç)tır." buyurdu[125]
Şübrüm, büyüklü
küçüklü bir ağaçtır. İnsan boyu kadardır. Beyaz parıltılı kırmızı dalları
vardır. Dallarının uçlarında bir top yaprak vardır. Küçük beyaza çalan
çiçekleri vardır. Onlar düşer ve arkasından mercimek büyüklüğünde kırmızı
renkli tohumlan bulunan küçük çiçekler açar. Kırmızı kabukları olan kökleri
vardır. İlaç olarak kullanılan bu köklerin kabuklan ile, dalların sütüdür.
Şübrüm, dördüncü
derecede sıcak ve kurudur. Kara safrayı ve sindirimi ağır olan gıdaları, san
suyu ve balgamı kolaylaştırır. TeMikeli, zayıflatıcı bir ilaçtır. Fazla
alındığı zaman öldürür. Kullanılacağı zaman bir gün bir gece süt içerisinde
bekletilmeli ve süt bir günde iki üç defa değiştirilmelidir. Sonra çıkarılıp
gölgede kurutulmalı, gül ve "kesirâ" veya "kösre" denilen
bir dikenli ağacın zamkı ile karıştırılmalı, bal şerbeti veya üzüm şırası ile
içilmelidir. Ondan yapılacak şerbet hastanın gücüne göre dört dânik ile iki
danik arasında değişir. Tabip Huneyn şöyle der: "Şübrümün sütüne gelince,
onda bir hayır yoktur. Onun içilmesini asla uygun-görmüyorum. Kocakarı
doktorları onunla pek çok insanı öldürmüşlerdir." [126]
İbn Mâce, Hz. Âişe'nin
şöyle dediğini nakleder: Rasûluliah (s.a.), ailesinden birisini sıtma
tuttuğunda, arpadan bir bulamaç aşı yapılmasını emrederdi ve yapılırdı. Sonra
onlara içmelerini emrederdi, onlar da içerlerdi. Sonra
da: "Gerçek şu
ki, bulamaç aşı mahzun kimsenin kalbini güçlendirir. Sizden biriniz yüzündeki
kirleri su ile nasıl temizliyor, yüzünü açıyorsa, o da hastanın kalbini açar,
derdini giderir," buyururdu[127]
Daha önce bunun
kaynamış arpa suyu olduğu ve onun kavutundan daha gıdalı olduğu geçmişti. O
öksürüğe, boğaz sertliğine faydalıdır. Artık maddelerin katılığını önlemeye
elverişlidir, sidiği söktürür, mideyi arındırır, susuzluğu keser, harareti
söndürür. Taşıdığı bir özellikle temizler, latifleştirir ve çözümler.
Şöyle yapılır: Kırılmış
iyi arpadan bir miktar alınır, saf ve tatlı sudan da onun beş katı alınır ve
temiz bir tencereye konulur. Beşte ikisi kalıncaya kadar normal bir ateşte
kaynatılır, süzülür ve ihtiyaç miktarı kadar tatlandırılarak kullanılır. [128]
Yüce Allah Hz.
İbrahim'in konuklarına karşı sunduğu ziyafet hakkında: "Çok geçmedi ki,
kızartılmış bir buzağı ile geldi."[129]
buyurmaktadır. Ayette kelimesi geçmektedir ki, "kızgın taş (tandır)
üzerinde kızartılmış" demektir.
Tirmizî, ümmü Seleme
validemizden şöyle rivayet eder: Kendisi Hz. Pey-gamber'e (s.a.) kızartılmış
bir böğür takdim etmiştir. Hz. Peygamber de ondan yemiş, sonra namaza kalkmış,
abdest almamıştır. Tirmizî: "Bu sahih bir hadistir." der.[130]
Yine Tirmizî'de
Abdullah b. el-Hâris'in: "Rasûlullah'la (s.a.) birlikte mescidde kızartma
yedik." dediği rivayet edilir[131]
Yine orada Muğîre b. Şu'-be şöyle anlatır: "Bir gece Rasûlullah'la (s.a.)
birlikte (birisine) misafir oldum. Böğür hazırlanmasını emretti ve hemen
kızartıldı. Sonra eline bıçağı aldı ve onunla benim için kesmeye başladı.
Derken Bilâl geldi ve namaz için ezan okumaya başladı. Bunun üzerine Hz.
Peygamber;î(s.a.) bıçağı atta ve: "Ona ne oluyor, elleri dert
görmeyesice!" buyurdu.[132]
En faydalı kızartma,
bir yaşını doldurmuş koyun kızartmasıdır. Sonra latif ve semiz buzağı
kızartması gelir. Sıcak ve kuruluğa çalar bir rutubet özelliği taşır, pek çok
kara safra oluşturur. Bu güçlü ve sıhhatli, alışkın insanların gıdalarmdandır.
Haşlaması daha faydalıdır ve mide için daha hafiftir, hem kızartmasından, hem
de güvecinden daha rutubetlidir. ,
En kötüsü güneşte
kızartılandır. Kor üzerinde kızartılanı, alevde kızartılandan daha iyidir.
Âyette geçen "hanîz" işte budurl: [133]
Müsned'de rivayet
edilir. Enes (r.a.) anlatır: Bir y ıh udi Hz. Peyğam-ber*i (s.a.) misafir etti
ve ona arpa ekmeği ile değişmiş ('fhâle" ikram "Ihâle",
eritilmiş iç yağı yahut da kuyruk yağıdır. [134]
Sahih'âz, Abdullah b,
Mugaffel anlatır: Hayber gününde iç yağı dolu bir tulum atıldı. Hemen ben ona
sarıldım ve: "Vallahi bundan hiçbir kimseye bir şey vermem!" dedim.
Derken bakındım, bir de ne göreyim, Rasûhıl-lah (s.a.) gülüyor. Bana bir şey
demedi.[135]
İç yağının en
kalitelisi besili hayvandan elde edilenidir. Sıcak ve rutubetlidir. Rutubeti
tereyağından daha azdır. Bu yüzden her ikisi birden eritildi-ğinde, iç yağı
daha çabuk donar. Boğazın sertliğine iyi gelir, gevşetir ve koku yapar. Zararı
tuz, limon ve zencefil ile giderilir. Keçi iç yağı içlerinde en tutucu
olanıdır. Teke iç yağı, çözümleme bakımından diğerlerinden daha etkilidir.
Bağırsak yaralarına iyi gelir. Bu konuda keçi iç yağı daha güçlüdür ve ülser ve
karın gitmesine karşı makattan şırınga edilerek kullanılır. [136]
Yüce Allah (c.c.)
şöyle buyurur: "Sabır ve namazla Allah'a sığınıp yardım isteyin;
Rablerine kavuşacak ve ona döneceklerini umanlar ve huşu duyanlardan başkasına
namaz elbette ağır gelir. "[137]
"Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Allah, muhakkak ki sabredenlerle
beraberdir."[138]
"Ehline namaz kılmalarını emret, kendin de onda devamlı ol."[139]
Sünen 'de: "Hz.
Peygamber'in (s.a.) zor bir durumla karşılaştığında derhal namaza sığınır
olduğu" belirtilmiştir.'[140]
Daha önce, henüz iyice
yerleşmeden bütün ağrılar için namaz yolu ile şifa talebinde bulunulacağından
bahsedilmişti.
Namaz rızkı celbeder,
sıhhati korur, ezayı defeder, dertleri kovar, kalbi güçlendirir, yüzü ağartır,
nefsi ferahlatır, tembelliği giderir, organları zinde-leştirir, duyulan
destekler, göğsü açar, ruha gıda verir, kalbi nurlandırır, nimetin devamını,
azabın uzaklaştırılmasını, bereketin celbini sağlar. Şeytandan uzaklaştırır,
Allah'a yaklaştırır.
Genel bir ifade ile,
namazın, insanın beden ve kalbi, bunların kuvveleri (hasse) üzerinde, onlara
ulaşacak kötü maddelerin uzaklaştırılması konusunda acaip bir tesiri vardır.
Aynı hastalık, dert, sıkıntı ve bela ile karşı karşıya gelen iki kişiden, namaz
kılanın bunlardan nasibi, kılmayana göre daha azdır, âkibeti de daha salimdir^
Dünya serlerini
defetmede namazın şaşılacak bir tesiri vardır. Özellikle de hem zahiren hem de
manen hakkı verilerek kılınması durumunda namaz son derece müessirdir. Dünya ve
ahiret serlerini def, maslahatlarını celp konusunda namaz gibisi yoktur. Bunun
sırrı namazın kul ile Allah arasında bir bağ olmasındadır. Kulun Allah ile
kendi arasında kurduğu bağ orantısında üzerine hayır kapıları açılır, şer
kapılan da kapatılır. Üzerine Allah'ın tevfi-ki, sağlık sıhhat ve afiyeti,
kazanç ve zenginliği, rahatlık ve bolluğu, ferahlık ve neşveleri taşar; hepsi
emrine amade ve ona doğru kucak açarlar. [141]
"Sabır imanın
yansıdır."[142]
Çünkü iman sabır ve şükürden mürekkep bir mahiyet arzeder. Nitekim bazı selef âlimleri:
"İman iki yandan meydana gelir: Bir yansı sabır, diğer yansı da
şükürdür." demişlerdir. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Bunlarda
çokça sabreden ve şükreden herkes için dersler vardır."[143]
İmana nisbetle sabır,
bedene nisbetle baş gibidir. Sabır üç nevidir: a) Allah'ın farzlarını yerine
getirmeye, onları ihmal etmemeye karşı sabır, b) Allah'ın haramlarına ve
onları irtikap etmemeye karşı sabır, c) Allah'ın kaza ve kaderine ve onlara
karşı tahammülsüzlük göstermemeye karşı sabır. Kim kendisinde bu üç tür sabrı
toplarsa, bütün sabrı tamamlamış olur. Gerek dünya ve gerekse âhiret lezzet ve
nimetleri, her ikisinde de elde edilen başarı ve zaferler, ancak sabır
köprüsünden geçen kimselere nasip olur. Aynen cennete ulaşabilmek için sırat
köprüsünden geçmek gerektiği gibi dünya ve âhiret saadetine ulaşmak için de
sabır köprüsünden geçmek gerekir. Ömer b. el-Hattab (r.a.): "Elde ettiğimiz
en hayırlı yaşantı, sabırla ulaştıklarımızda." demiştir. Dünyadaki kesb
yolu ile elde edilen mertebelere baktığımızda, hepsinin de sabra bağlı şeyler
olduğunu görürüz. Sahibi yerilen noksanlıklara baktığımızda da, hepsinin güç
dahilinde olduğu halde, gösterilen sabırsızlık neticesinde ortaya çıktığını
müşahede ederiz. Şecaat, iffet, cömertlik ve başkalarını tercih, hep zamanında
gösterilen bir anlık sabır değil midir?
"Sabır yücelik
hazinesi üzerinde bir tılsımdır. Kim bu tılsımı çözerse hazine onundur."
Beden ve kalp
hastalıklarının büyük bir çoğunluğu, hep sabırsızlıklar neticesinde ortaya
çıkmaktadır. Kalp, beden ve ruhu korumada sabır gibisi yoktur. O en büyük
ayırıcı, en büyük tılsımdır. Eğer gaye Allah ile beraberlikse, "Allah
sabredenlerle beraberdir"; O'nun sevgisi ise: "Allah sabredenleri sever";
yardımı ise, "Allah'ın yardımı sabırla beraberdir." O sahibi için bir
hayırdır: "Eğer sabrederseniz, o sabredenler için daha hayırlıdır. "[144] O
kurtuluş sebebidir: "Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınızdan daha
sabırlı olun, cihada hazır bulunun, Allah'a karşı gelmekten sakının ki,
kurtuluşa naiî olasınız."[145]
Ebu Davud'un,
el-Merâsil'inde zikrettiği Kays b. Râfi el-Kaysî hadisi: "İki acı şeyde,
sabir ve üzerlik otunda ne şifa vardır, biliyor musunuz?"[146]
şeklindedir.
Sünen-i Ebi Davud'da
Ümmü Seleme anlatır: (Kocam) Ebu Seleme'nin vefat ettiği sırada Rasûlullah
(s.a.) yanıma geldi. Üzerime sabir otu usaresi sürmüştüm. Bana: "Bu ne ey
Ümmü Seleme!" dedi. Ben de: "Ya Rasûlal-lah, bu sadece bir sabir
usaresidir, içerisinde koku yoktur." dedim. Hz. Peygamber: "Gerçek
şu ki, o yüzü gençleştirir, onu sadece geceleri kullan!" buyurdu ve onu
gündüz kullanmayı (yas gereği) yasakladı[147]
Sabir, özellikle de
Hind sabiri çok faydalıdır. Dimağda ve göz sinirlerinde bulunan safralı
artıkları arındırır, alına ve şakaklara gülyağı ile birlikte sürüldüğü zaman
baş ağrısına karşı fayda verir. Burun ve ağız yaralarına iyi gelir. Kara safra
ve melankoliye fayda verir. İran sabiri, su ile birlikte iki kaşık içildiği
zaman aklı besler, kalbi destekler, midedeki safralı ve balgamlı artıkları
arındırır, şehveti rayına oturtur. Soğuk iken içildiğinde kan ishalinden
korkulur. [148]
Oruç ruh, kalp ve
beden dertlerine karşı bir kalkandır. Faydalan sayılamayacak kadar çoktur.
Koruyucu hekimlikte son derece önemli bir yeri vardır. Vücuttaki fazla
yağların eritilmesi ve insana eza verecek şeylerin yenilmesinden alıkoymada
son derece etkilidir. Özellikle de itidal ve orta yol elden bırakılmadan
şeriatın istediği vakitlerde, bünyenin müsait olduğu zamanlarda tutulduğunda
faydaları pek büyüktür.
Oruç kuvveleri (hasse)
ve organları dinlendirir ve onların sağlığını muhafaza eder. Başkalarını
tercih duygusunu besler ve kalbi hem peşinen hem zaman içerisinde ferahlatır.
Bu ise soğuk ve rutubetli mizaç sahipleri için en faydalı bir şeydir. Onların
sağlığını korumada çok büyük bir etkisi vardır.
Orucun hem ruhî, hem
de tabiî deva özelliği vardır. Oruçlu hem şer'an hem de tabiatı itibarıyla riayet etmesi gereken
şeyleri yaparsa» bundan hem kalbi, hem de bedeni son derece istifade eder.
Kişiyi almaya hazır olduğu bozuk yabancı maddelerden alıkor, kemal ve
noksanlığı ölçüsünde, meydana gelmiş Uygunsuz maddeleri izaleeder, oruçluyu
korunması gereken şeylerden korur ve oruçtan gözetilen asıl maksat ve hikmetin
gerçekleştirilmesi için kişiye yardım eder. Zira oruçtan gözetilen maksat,
yemek ve içmeyi terketme-nin ötesinde başka bir şeydir. İşte o şeyden dolayıdır
ki, kulun diğer amelleri arasında oruç yüce Allah için, ona has bir ibadet
kabul edilmiştir. Hem derhal hem de zaman içinde oruç, kişi ile onun kalbi ve
bedenine zarar verecek şeyler arasında bir kalkan, bir koruyucu olduğu içindir
ki Yüce Allah: "Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi,
oruç size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."[149]
buyurmuştur. Şu halde orucun iki temel maksadından birisi kalkan ve koruyucu
olmasıdır ki bu son derece faydalı olan perhiz (diyet) demektir. Diğer maksat
ise kalbi ve düşünceyi Allah'a verme için konsantrasyonu (terkîz-i zihri)
sağlama ve bütün kuvveleri, duyulan O'-nun sevgisine, O'na itaate hazır hale
getirmedir. Daha önce orucun sırlan bahsinde geçmişti. [150]
Sahihayn'da İbn Abbas
hadisinde anlatılır: Hz. PeygamberMn (s.a.) sofrasına konulduğunda onun keler
olduğunu öğrenince yemekten çekinmişti. Bunun üzerine haram olup olmadığı
sorulmuştu. Hz. Peygamber de: "Hayır! Ancak benim memleketimde bulunmaz.
Bu yüzden de onu içim çekmiyor." buyurmuştu. Huzurunda ve sofrasında
yemişlerdi ve kendisi de onlara bakmıştı (yasaklamamıştı)[151]
Yine Sahihayn'da İbn
Ömer hadisinde Hz. Peygamber (s.a.): "Ben onu ne helâl kılarım ne de haram
kılarım." buyurmuştur.'[152]
Keler, sıcak ve kuru
mizaçlıdır. Cima arzusunu güçlendirir. Ezilir ye diken batan yere konulursa,
dikeni çıkarır. [153]
İmam Ahmed:
"Kurbağanın ilaç olarak kullanılması helâl değildir.Hz.Peygamber (s.a.)
kurbağanın öldürülmesini yasaklamıştır." der. Bundan kas-di Müsned'îne
aldığı Osman b. Abdirrahman (r.a.) hadisidir. Buna göre, bir tabip Hz.
Peygamber'in (s.a.) yanında ilaca katılmak üzere bir kurbağa da zikretmişti.
Hz. Peygamber hemen onun kurbağayı öldürmesini yasaklamıştı.[154]
Kanun sahibi İbn Sina
şöyle der: Kim kurbağa ya da kanını yerse, bedeni şişer ve rengi değişir.
Meniyi atar, hatta onu öldürür. Bu yüzden doktorlar, onun zararını
bildiklerinden ilaç olarak kurbağayı kullanmazlar. Su kurbağası ve kara
kurbağası olmak üzere iki nevidir. Kara kurbağası yenildiğinde öldürür. [155]
Hz. Peygamber'in
(s.a.) şöyle buyurduğu sabittir: "Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi:
Kadınlar, güzel koku, gözümün nuru ise namazda kılındı. "[156]
Hz. Peygamber (s.a.)
çokça güzel koku kullanır, nahoş kokular O'na ağır gelir ve sıkıntı verirdi.
Güzel koku ruhun gıdasıdır. Ruh ki, bütün kuvvelerin esasını teşkil eder ve
güzel koku ile güç kazanır, artar. Nasıl ki ruh; gıda ve içecekle, sevinç ve
neşeyle sevdikleri ile beraber olmakla, hoşlandığı şeylerin vuku bulmasıyla,
nefret ettiği kimselerin, birlikte olmaktan sıkıntı ve keder duyduğu kimselerin
yokluğu ile açılıyor, güç kazanıyorsa güzel koku ile de açılır, güç kazanır.
Ruha sevmediği, hoşlanmadığı kimseleri müşahede ağır gelir. Onlarla beraberlik
kuvveleri zayıflatır, gam ve keder doğurur. Böyle bir beraberlik ruh için
bedene nisbetle humma ve iğrenç koku gibidir. Bu yüzden Yüce Allah ashabını
Hz. Peygamber'le ilişkileri sırasında bu konuda uyarmış ve O'na eziyet
vermemelerini emrederek şöyle buyurmuştur: "Peygamberin evlerine, yemeğe
çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilirseniz girin ve
yemeği yeyince dağılm. Sohbet etmek için de girip oturmayın. Bu haliniz
Peygamberi üzüyor, o da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği
söylemekten çekinmez..."[157]
Güzel koku Hz.
Peygamber'in (s.a.) en çok sevdiği şeylerden birisiydi. Koruyucu hekimlikte
sıhhati korumak ve pek çok kederi ve sebeplerini —tabiatmdaki özellik
sebebiyle— izale etmede önemli bir etkisi vardır. [158]
Aslı olmayan mevzu
hadislerde geçmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: "Kim toprak (kil)
yerse, kendisini öldürmeye yardımcı olmuş olur."; "Ey Hümevrâ (Âişe)!
Toprak yeme. Çünkü o karnı düğümler, rengi sarartır, yüzün revnakhğını alır
götürür."[159]
Bu konuda varid olan
bütün hadisler sahih değildir ve Hz. Peygamber (s.a.) ile bir ilgisi yoktur.
Toprak kötü ve eza
vericidir, damarların yollarını tıkar, soğuk ve kuru özellik arzeder, güçlü ve
kurutucudur. Karın gitmesini önler, kanamalara ve ağız yaralarına sebep olur. [160]
[161] ifadesi ile Kur'an'da geçer. Âyette geçen
müfessirlerin çoğuna göre muz ağacıdır. da "tarak gibi birbirinin üzerine
dizilmiş" mânasınadır.JBir görüşe göre talh dikenli bir ağaçtır. Her
dikenin yerine bir meyve dizilmiştir. Böylece meyvesi birbiri üzerine dizilmiş
olmaktadır. Muz gibidir. Bu görüş daha doğrudur. Bu durumda selefin, talh
muzdur demeleri bir tahsis değil, örnekleme kabilinden olmuş olur. En iyi bilen
Allah'tır.
Talh, sıcak ve
rutubetli özelliklidir. En kalitelisi olgun ve tatlı olanıdır. Göğüs ve akciğer
sertliklerine, öksürüğe, böbrek ve mesane yaralarına iyi gelir. Sidiği
söktürür. Meniyi arttırır. Cima şehvetini tahrik eder, karnı yumuşatır,
yemekten Önce yenirse mideye zararlıdır, safra ve balgamı arttırır. Zararı
şeker veya balla giderilir. [162]
Yüce Allah bundan:
"Küme küme tomurcukları olan boylu hurma ağaçları yetiştirdik..."[163]
"...Salkımları sarkmış hurmalıklar. [164]
âyetlerinde söz etmiştir.
Hurma tal'ı,
meyvesinin ilk zuhuru sırasında kendisini gösteren tomurcuklardır. Kabuğu
"küfürrâ" diye isimlendirilir. "Nadîd", bir kısmı diğeri
üzerine dizilen tomurcuklardır. Nadîd terimi, kabuğu içerisinde iken kullanılır;
açıldığı zaman ona artık "nadîd" denilmez.
İkinci âyette geçen kelimesi
de nadîd gibi, "bazısı diğer bir kısmı üzerine eklenmiş" demektir. Bu
kabuğunun yarılıp açılmasından önce olur.
Tal' (tomurcuk) iki
kısımdır: Erkek ve dişi. Aşılama şöyle olur: Erkeklerinden buğday unu gibi
iken alınır ve dişisi içerisine konulur. Buna "te'bir" (aşılama)
denir. Bu erkekle dişi arasındaki aşılama gibidir. Müslim'in Sahih'-inde Talha
b. Ubeydillah (r.a.) şöyle anlatır: Rasülullah'la birlikte hurma ağacı
tepelerinde bulunan kimselere rastladık. Hz. Peygamber: "Bunlar ne yapıyorlar?"
diye sordu. "Onu aşılıyorlar. Erkeğin çiçeğini dişininkine koyuyorlar,
böylelikle aşılanıyor." dediler. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.):
"Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum." buyurdu. O cemaat bunu
haber alarak aşılamayı bıraktılar. Sonra Rasûlullah (s.a.) bunu haber aldı ve:
"Bu onlara fayda verirse yapsınlar. Çünkü ben ancak bir zanda bulundum.
Zandan dolayı beni muahaze etmeyin. Lakin size Allah'tan gelen bir şeyden bahsedersem
onu hemen alın. Çünkü ben Allah'tan (c.c.) bildirdiğim hususlarda asla yalan
söyleyecek değilim." buyurdu.[165]
Hurma tal'ı
(tomurcuğu) şehvete fayda verir, cinsel ilişkiyi uzatır. Kadın, bunun
öğütülmüşünü cimadan önce hamail olarak üzerinde taşırsa hamile kalmasına açık
bir şekilde yardımcı olur. Soğukluk ve kurulukta ikinci derecededir. Mideyi
güçlendirir ve kurutur. Yoğunluk ve ağır hazımla birlikte olan kan galeyanını
teskin eder.
Sadece sıcak mizaç
sahipleri onu götürebilir. Fazla miktarda yiyen kimsenin, hazmı kolaylaştırıcı
ve sıcak özellikli meşrubatlardan alması gerekir. Tabiatı tutar, iç organları
güçlendirir. Hurma cümmarı (özü) onun yerine geçer. Çağla ve koruk halindeki
hurma da aynı şekildedir. Fazla almak mide ve gö-ğüse zararlıdır, kulunca
(bağırsak ağrısına) da sebep olabilir. Islahı tereyağı iledir. [166]
el-Gaylâniyyât'da,
Habib b. Yesâr hadisinde İbn Abbas şöyle der: "Rasûlullah'ı (s.a.)
sıyırarak üzüm yerken gördüm." Ebu Cafer el-Ukaylî: "Bu hadisin aslı
yoktur." der. Ben derim ki: Senedinde Davud b. Abdülcebbâr Ebu Süleym el-Kûfî
vardır. Yahya b. Maîn onun hakkında: "O (Hz. Peygamber'e) yalan
söylerdi." der.
Hz. Peygamber'in
(s.a.) üzüm ve karpuzu sevdiği zikredilir.
Yüce Allah üzümü
Kur'an'da, kullarına dünya ve ahirette in'amda bulunduğu nimetler cümlesinden
olmak üzere altı yerde[167]
zikreder. O meyveler içerisinde en üstün ve en çok faydalı olanlardan
birisidir. Yaş ve kuru, yeşil (koruk) ve olgun iken yenilir. Hem bir meyve, hem
bir temel gıda maddesi; hem katık, hem deva, hem de içecektir. Sıcak ve
rutubetli bir özellik arzeder. Kalitelisi büyük ve sulu olandır. Beyazı, aynı
tatlılıkta olduklarında siyahından daha iyidir. Kopanldıktan sonra iki ya da üç
gün bekleyen, aynı günde koparılandan daha iyidir. Çünkü günlük koparılanı
şişirir ve karnı bozar. Kabuğu büzülünceye dek asılı bırakılanı, gıda için çok
elverişlidir, bedeni güçlendirir. Gıdası incir ve kuru üzümünki gibidir. Yaş
üzümün çekirdeği atıldığı zaman tabiatı daha da bir yumuşatır, çok yenildiğinde
başı ağrıtır. Zararı mayhoş narla izale edilir.
Üzümün menfaatleri
çoktur. Tabiatı yumuşatır, şişmanlatır, kalitelisi iyi bir gıdadır. Meyvelerin
kiralı olan üç şeyden biridir. Diğer ikisi de yaş olgun hurma ile incirdir. [168]
Faydaları daha önce
zikredildi. İbn Cüreyc, Zührî'nin: "Bala devam et. Çünkü hafızaya kuvvet
verir." dediğini nakleder. En kalitelisi saf ve beyaz olan, fazla keskin
olmayıp tadı yerinde olanıdır. Dağlardan (kaya kovuğu gibi), ağaçlardan elde
edilen bal, kovanlardan alınan baldan daha üstündür. Arının yayıldığı yere göre
bal farklılık kazanır. [169]
Sahihayn'âa Sa'd b.
Ebî Vakkas hadisinde, Hz. Peygamber'in (s.a. : "Kim sabahleyin yedi acve
hurması yerse, o gün kendisine ne zehir, ne de sihir isabet etmez."
buyurduğu rivayetedilir.[170]
Nesâî ve İbn Mâce'de,
Câbir ve Ebu Saîd'den (r.a.) yapılan rivayete göre Hz, Peygamber (s.a.) şöyle
buyurmuştur: "Acve cennettendir. O zehire karşı şifadır. Keme (mantar)
kudret helvasındandır (menn) ve suyu göze şi-fadır."«[171]
Bunun Medine acvesinp
ait olduğu söylenmiştir. Acve bir cins Medine hurmasıdır. Hicaz bölgesinde
bulunan hurmaların şüphesiz en faydahsıdır. Çok iyi bir sınıftır, lezzet
vericidir, cismi ve kuvveti metin kılar, hurmalar içerisinde en yumuşak, en hoş
ve leziz olanıdır. Daha önce hurmanın tabiatı, faydalan vb. zikredilmişti.
Tekrara gerek yoktur. "Temr" maddesine bakınız. [172]
Sahihayn 'da
zikredilen Câbir hadisi daha önce geçmişti. Orada sahile sev-kedilen bir süvari
bölüğünün, denizin attığı anber adlı dev bir balığı bir ay boyunca yedikleri,
etinden kurutarak Medine'ye götürdükleri, ondan biraz da Hz. Peygamber'e (s.a.)
gönderdikleri; bu hadisin, denizde yaşayan hayvanların helâlliğinin sadece
balığa münhasır olmadığına, onda deniz ölüsünün helâlhğına delâlet olduğu vb.
görülmüştü. Bu son konuda itiraz vaki olmuş ve denizin anberi diri olarak
attığı, sonra suyun çekildiği ve anberin böylece öldüğü, bu durumda onun helâl
olacağı, çünkü ölümünün sudan ayrı düşmüş olması nedeni ile olduğu ileri
sürülmüştür. Ancak bu doğru değildir. Çünkü onlar onu sahilde ölü olarak
bulmuşlar ve denizden diri olarak çıktığını, sonra su çekilmesi neticesinde
öldüğünü görmemişlerdir.
Hem eğer o sağ
olsaydı, deniz onu sahile atmazdı. Çünkü bilindiği üzere deniz sahile sadece
ölü olan deniz hayvanlarını atar, diri olanı atmaz.
Eğer zikrettiklerinin
olması ihtimali var sayılsa bile, bu onun mübahhğı için bir şart olamaz. Çünkü
bir şey, mübahlığının sebebinde bulunan şüpheden dolayı mubah olamaz. Bu
yüzdendir ki, Hz. Peygamber (s.a.) avcının avını suda boğulmuş olarak bulduğunda
onun yenilmemesini emretmiştir. Çünkü ölüm sebebinde şüphe vardır. Av aleti
ile mi yoksa boğularak mı ölmüştür, belli değildir.
Güzel koku olan anbere
gelince o miskten sonra en değerli koku türüdür. Miskten de daha iyidir
diyenler hata etmişlerdir. Hz. Peygamber'in (s.a.) misk hakkında: "O en
güzel kokudur."[173]
dediği sabittir. İnşallah ileride miskin özellikleri ve faydaları gelecektir. Onun
cennet koktSü olduğu, orada sıddîklerin üzerinde oturdukları tepelerin miskten
olduğu/apberden olmadığı belirtilecektir.
Anberin en üstün koku
türü olduğunu söyleyenleri yanıltan şudur: Üzerinden uzun zaman geçmesine
rağmen o, —altın gibi— asla değişikliğe uğramaz. Dolayısıyla onlara göre bu
özellik onun miskten daha üstün olduğunu gerektirir. Ancak bu doğru değildir.
Sadece bu özelliği ile, o miskte.bulunan özelliklere eşit olamaz.
Anberin çeşitleri
çoktur, renkleri de farklıdır: Beyazı, bozu, kırmızisı, sarısı, yeşili, mavisi,
siyahı, alacası vardır. En kalitelisi boz renkli olanıdır. Sonra mavi ve sarısı
gelir. En kötüsü ise siyah renkli olanıdır. .'
İnsanlar, anberin ne
olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kimisine göre, o denizin
dibinde biten bir ottur. Deniz hayvanlarından bir kısmı onu yer. İçerisinde
olgunlaştığı zaman kusarak onu dışarı atarlar, deniz de onu sahile vurur. Bir
kısmı ise, o deniz adalarına gökten inen bir tür çiğ tanesidir. Dalgalar onu
sahile atarlar demişlerdir. Bir başkalarına göre de, ineğe benzer bir deniz
hayvanının dışkısıdır." Hayır, o bir nevi deniz köpüğüdür." diyenler
de olmuştur.
İbn Sina, Kanun'da
şöyle der: "Zannedildiğine göre anber, denizin dibinde bulunan bir
kaynaktan (göze) çıkar. O deniz köpüğüdür veya bir deniz hayvanının dışkısıdır,
şeklindeki sözler uzaktır."
Özelliği: Sıcak ve
kurudur. Kalbi, dimağı, duyulan, bedenin organlarını güçlendirir. Felce, yüz
felcine, balgamlı hastalıklara, soğuk özellikli mide ağrılarına, yoğun yellere
fayda verir. İçildiği veya haricen sürüldüğü zaman tıkanıklıklara iyi gelir.
Buharına durulduğu zaman soğuk algınlığı ve baş ağrısına, soğuk özellikli
yarım baş ağrısına iyi gelir.[174]
Ûd-i Hindî iki
çeşitir: 1) Tedavi amacı ile kullanılır ki ona veya " = topalak"
tabir ederler. İleride kaf harfinde gelecektir. 2) Güzel koku amacı ile
kullanılır ve ona da '' = öd ağacı'' derler. Müslim, Sahih'inde rivayet eder:
İbn Ömer, koku süründüğü vakit karışıksız öd, bir de ödle karıştırılmış kâfur sürünür, sonra:
"RasûluIIah (s.a.) işte böyle kokulanırdı." derdi. [175]
Yine Müslim'de, cennet ehlinin vasıflarından bahsedilirken, onların
buhurdanlıklarının öd ağacından olduğu ifade edilmiştir.[176]
Öd ağacının türleri
vardır: En kalitelisi Hind'den gelenidir. Sonra sıra ile Çin, Kamara ve
Mendel'den gelen türleridir. En kalitelisi siyah ve mavi renkte, katı, ağır ve
yağlı olanıdır. En kalitesizi ise, hafif olanı ve suyun yüzüne çıkanıdır.
Denildiğine göre o bir ağaçtır, kesilir ve bir sene boyunca toprağa gömülür.
Toprak onun işe yaramaz kısımlarını yer ve güzel kokulu kısmı kalır. Ona toprak
bir şey yapmaz. Kabukla, kokusuz kısmı kokuşur ve toprağa karışır.
Ûd, ikinci derecede
sıcak ve kuru özellik arzeder. Tıkanıklıkları açar, yelleri kırar, artık
rutubetleri giderir, iç organları ve kalbi güçlendirir, onu ferahlatır. Dimağa
fayda verir, duyuları güçlendirir, karnı tutar, mesane üşütmesinden hasıl olan
sidik tutamamaya iyi gelir.
îbn Semcûn[177]
şöyle der: Ûd'un çok çeşitleri vardır. Hepsi de kelimesinin kapsamına girer.
Haricen ve dahilen kullanılır. Tek başına ve katkılı olarak kokulanılır. Kokulanma
sırasında kâfurla karıştırılmasında, birini diğeri ile ıslah etme gibi, tıbbî
bir garaz vardır. Kokulanmaktan "hava" cevherine riayet ve onu ıslah
durumu vardır. Hava cevheri, bedenin sıhhat ve afiyetinin kendilerine bağh
olduğu altı zarurî şeyden birisidir. [178]
Mercimek hakkında bir
çok hadis varid olmuşsa da hepsi bâtıldır ve Hz. Peygamber onlardan hiç
birisini söylememiştir. "Mercimek yetmiş peygamberin dilinde takdis
edilmiştir"; "Mercimek kalbi inceltir, gözü ağlatır, o sa-lihlerin
yiyeceğidir." sözleri bu mevzu hadislerdendir. Hakkında gelen en yüksek
ve sahih zikir Kur'an'da adı geçmesi, yahudilerin onu kudret helvası ve
bıldırcın etine takdim etmeleri, onu sevmeleridir. Kur'an'da, sarmisak ve soğanla
aynı yerde, yan yana zikredilmiştir. Soğuk ve kuru bir özellik arzeder.
Birbirine zıt iki kuvveti vardır. Birincisi tabiatı tutar, diğeri ise bırakır.
Kabuğu üçüncü derecede sıcak ve kuru bir özellik arzeder. Ağzı ve boğazı yakan
bir keskinliği vardır, karnı bırakır; panzehiri kabuğundadır. Bu yüzden
normali, öğütülmüş olanından daha
faydalı, mideye daha hafif ve daha az zararlıdır. Özü soğuk ve kuru özellikli
olduğu için yavaş hazmolur. Kara safra doğurur, melankoliye açık bir zararı
vardır; sinirlere ve göze zararlıdır.
Kanı koyu olur. Kara
safra sahibi kimselerin ondan uzak durmaları gerekir. Çok yendiği zaman
onlarda vesvese, cüzzam, dört günde bir gelen humma gibi kötü dertler doğurur.
Zararı, pancar veya ıspanakla ya da fazla yağ kullanmakla giderilebilir. En
kötüsü de pastırma (nemeksûd) ile yenümesi-dir. Onunla tatlının bir arada
yenilmesinden kaçınılmalıdır. Çünkü karaciğerde tıkanıklıklara sebep olur.
Devamlı yemek, aşırı kurutucu Özelliğinden dolayı gözü karartır, işemeyi
zorlaştırır, soğuk şişliklere ve yoğun yele sebebiyet verir. En kalitelisi
beyaz ve tombul olanı, çabuk pişenidir.
Cahillerin,
"Mercimek Halilullah İbrahim Peygamber'in (a.s.) misafirlerine takdim
ettiği yemekti." şeklindeki sözleri yalandır, iftiradır. Yüce Allah, o
kıssada İbrahim Peygamber'in onlara kızartılmış buzağı ikram ettiğini
anlatmıştır.
Beyhakî İshak'tan
şöyle nakleder: İbnu'l-Mübarek'e mercimek hakkında, onun yetmiş peygamber
tarafından takdis edildiği şeklindeki hadisten sorarlar. O: "Hayır, bir
Peygamberdin dilinde bile o takdis görmemiştir. O eza verici, şişirici bir
gıdadır. Onu size kim rivayet etti?" der. Onlar da: "Selem b.
Salim." derler. "Kimden?" diye sorar. Onîar da:
"Senden" cevabını verirler. O zaman şaşkınlıkla: "Benden de
(öyle mi)?!!" diye karşılık verir. [179]
Kur'an'da çeşitli
yerlerde[180] zikredilmiştir. İsmi
kulağa, kendisi de ruha ve bedene çok hoş gelir. Zikredildiğinde kulaklar,
yağdığında da kalpler neşelenir. Suyu, suların en üstünü, en latifi, en faydalı
ve bereketlisidir. Özellikle de gök gürültülü, buluttan olan ve dağların kuytu
yerlerinde birikenleri son derece faydalıdır. Diğer sulardan daha rutubetlidir.
Çünkü yeryüzünde fazla kalıp, onun kuruluğundan almamış, kendisine kuru cevher
karışmamıştır. Bu yüzdendir ki, letafeti ve süratli etkilenişi neticesinde
değişir ve çabuk kokuşur.
Acaba bahar yağmuru
mu, yoksa kış yağmuru mu daha latiftir? İki görüş vardır:
Kış yağmurunu tercih
edenler şöyle diyorlar: Güneşin harareti kışın daha
az olur. Dolayısıyla deniz suyundan ancak
daha latif olanını cezbeder, bu-harlaştırır. Hava saftır, dumanlı buharlardan,
suya karışan tozlardan halidir. Bütün bunlar kış yağmurunun daha latif ve saf
olmasını, karışımlardan uzak olmasını gerektirir.
İlkbahar yağmurunu
tercih edenler ise şöyle diyorlar: Hararet yoğun buharların çözülmesini
gerektirir. Bu durum havanın ince ve latif olmasını gerektirir. Bunun
neticesinde su hafif olur, yere ait olan karışım maddeleri azalır, nebatat ve
ağaçların hayat bulduğu, havanın güzel olduğu zamana rastlar.
İmam Şafiî (r.h.),
Enes b. Mâlik'in şöyle anlattığını nakleder: Rasûlul-lah (s.a.) ile beraberdik.
Yağmur yağdı. Hz. Peygamber (s.a.) hemen (mübarek tenlerine değmesi için)
elbisesini açtı ve: "O Rabbi Teâlâ tarafından yeni geliyor." buyurdu.[181] îstiska
(yağmur duası) bahsinde, Hz. Peygamber'in nasıl yağmur talebinde bulunduğu ve
ilk inen yağmur suyu ile teberrükte bulunduğu geçmişti. [182]
Ümmü'l-Kur'an,
es-Sebu'I-Mesânî... gibi isimleri olan bu sûre tam bir şifa, faydalı bir deva,
tam bir rukye, zenginlik ve kurtuluş anahtarı, kuvvetin koruyucusudur. Kadrini
bilen, hakkını veren, derdine deva kılmasını bilen, ibraz ettiği yüce mevkiin
esrarım bilen kimseler için gam, keder, üzüntü, tasa ve korkuyu defeder.
Bir sahabî Fâtiha'nın
bu esrarına vakıf olmuş ve yılan sokan birisine rukye olarak onu okumuştu da,
adam hemen iyi olmuştu. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Onun rukye olduğunu sen
nereden bildin?" buyurmuştu.
Allah'ın tevfikine
nail oiup, basiret nurunun yardımı ile bu sûrenin esrarına, ihtiva etmiş
olduğu tevhide, Allah'ın zat, isim, sıfat ve fiillerine, şeriatın, kaderin,
ahiretin isbatına, Rablık ve İlahlığın tevhidini her türlü şirkten arındırmaya,
herşeyi elinde bulundurana tevekkül ve teslime, iki cihan saadetinin temelini
oluşturan hidayet talebinde O'na olan muhtaçlığa, Fâtiha'nın anlamlarının
dünya ve ahiretin yararlarım elde etme ve zararlarını defetmeyle ilişkisini
bilirse, tam ve mutlak akıbetin, tam anlamıyla nimetin ona bağlı olduğunu
kavrarsa, Fatiha sûresi o kişiyi pek çok ilaç ve rukyeden müs-tağnî kılar,
onunla hayır kapılarını açar, şer sebeplerini defeder.
Bu başka bir fıtratın,
başka bir akıl ve imanın ortaya konmasına ihtiyaç duyan bir durumdur. Allah'a yemin olsun ki nerde bir
fasit söz, bâtıl bid'at varsa, mutlaka Fatiha sûresi en yakın, doğru ve açık
bir yolla onun red ve iptalini içerir. Nerede ilahî marifetle, kalplerin
amelleri ve onların illet ve hastalıklarının tedavileri ile ilgili bir kapı
varsa, mutlaka Fâtihatu'l-Kitap'ta onun anahtarı, ona delalet yeri mevcuttur.
Âlemlerin Rabbine doğru yola çıkmış kimselerin konaklarından hiçbir konak
yoktur ki, onun başı ve sonu Fâtiha'-da bulunmasın.
Yine yeminle
belirtiyorum ki, Fâtiha'nın sânı bundan daha büyük, daha yücedir! Bir kul ona
kesin inanıp, sımsıkı sarıldığında, onunla kime hitap ettiğini anladığında,
onu tam bir şifa yerine koyabildiğinde, güçlü bir sığınak, açık bir nur
kıldığında, lâyıkı veçhile onu ve gereklerini anladığında ne bid'-ate ne de bir
şirke düşmez; ona kalp hastalıklarından hiçbirisi isabet etmez. İsabet edenler
de ancak geçici olup, kalıcı olmayanlar kabilinden olur."
O cennet hazinelerinin
anahtarı olduğu gibi dünya hazinelerinin de anahtarıdır. Ne var ki, herkes bu
anahtarla açmasını bilemez. Eğer hazine arayıcıları bu sûrenin sırrına vakıf
olup, mânalarını yakînî olarak kavrayabilseler, böylece bu anahtara dişler
yapsalar ve onunla açabilmesini öğrenselerdi, hiçbir engel hiçbir mâni ile
karşılaşmadan dünya hazinelerine mutlaka ulaşırlardı.
Biz bunu laf olsun
dîye söylemiyoruz. Aksine bu bir hakikattir. Ancak Yüce Allah'ın bu sırrı pek
çoklarından saklı tutmasında büyük bir hikmet vardır. Nitekim yeryüzü
hazinelerini gizlemesinde de büyük hikmetler vardır. Gizli hazinelerin
üzerine, insanla onlar arasında bir enge! olmak üzere şeytanî, kötü ruhlar,
istihdam edilmektedir. Onları ancak iman hali ile yüce olan, beraberinde
şeytanların karşı koyamayacağı silahları bulunan üstün ve şerefli olan ruhlar
altedebilir. İnsanların büyük çoğunluğu bu mertebede değildir. Dolayısıyla o
ruhlara karşı koyabilecek ve onları altedebilecek güçte değillerdir. Onların
ellerinden bir şey alamazlar. Oysa ki kaide "Kim b r düşman askerini
öldürürse, onun teçhizatı öldürene aittir." şeklindedir. [183]
En güzel kokulu
bitkilerden birisidir. Beyhakî, Şuabu'l-îman adlı kitabında Abdullah b.
Büreyde hadisinde, babasından (r.a.) merfû olarak şunu nakleder: "Dünya ve
ahirette güzel kokulu bitkilerin (reyhanların) efendisi fâğıye (kına
çiçeği)dir."[184]
Yine orada Enes b. Mâlik'den (r.a.): "Hz. Pey-gamber'e (s.a.) en sevimli
gelen reyhan (güzel kokulu bitki) fâğıye idi." dediğî rivayet edilir. Bu
iki hadisin halini Allah bilir. Sıhhatini bilmediğimiz bir şeyi Hz. Peygamber'e
nisbet edemeyiz.
Fâğıye (kına çiçeği),
sıcaklık ve kurulukta mutedildir, biraz tutucu özelliği vardır. Yün elbise
katlan arasına konulduğu zaman onları güveden korur. Felç ve gerilme
merhemlerine katılır. Yağı, azalan çözümler, sinirleri yumuşatır. [185]
Bilindiği üzere Hz.
Peygamberdin yüzüğü (mührü) gümüştendi, kaşı da gümüş idi.[186]
Kılıcının kabzasının siperi de gümüştendi.[187]
Gümüş takınmak ve zinet olarak kullanmak konusunda ondan herhangi bir yasağın
varid olduğu sahih olarak bilinmemektedir. Ancak gümüş kapta bir şeyler içmekten
yasakladığı variddir. Kaplar konusu, giymek ve süslenmek konusundan daha sıkı
tutulmuştur. Bu yüzden kadınlara, kap olarak kullanmaları haram olan şeyleri
zinet olarak veya giyerek (takınarak) kullanmaları mubah olmaktadır. Kap
olarak kullanımının haram olmasından, takı ya da zinet olarak kullanılmasının
da haramhğı sonucu çıkmaz.
Sünen'dc Efendimiz
(s.a.): "Gümüşe gelince onunla oynaymız.."[188] buyurmuşlardır.
Yasaklama, açıklayıcı bir delile ihtiyaç gösterir. O da ya nass (âyet veya
hadis) ya da icma'dır. Eğer bu ikisinden birisi sabit olursa ne âlâ; aksi
takdirde bunun erkeklere haramhğı konusunda kalpte bir şeyler (şüphe) bulunur.
Hz. Peygamber bir eline altın diğer eline de ipek almış ve: "Bu ikisi
ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına ise helaldir." buyurmuşlardır.[189]'
(Gümüşten söz yok.)
Gümüş, Yüce Allah'ın
yeryüzündeki sırlarından birisidir. İhtiyaçların tılsımı, dünya ehlinin
birbirleri arasındaki ihsanlarıdır. Ona sahip olan üzerine gözler çevrilir,
gözlerde büyütülür, meclislerde baş köşeye oturtulur, önüne kapılar kapanmaz,
onunla sohbetten, beraberlikten usanılmaz, varlığı ağır gelmez, parmaklar onu
gösterir, gözler onu arar, söz söylese dinlenir, aracılık yapsa kabul görür,
şahitlik yapsa, şahitliği tezkiye edilir, bir kız isteyecek olsa, o ister saçı
sakalı ağarmış olsun, kusursuz denk bir talip olur; üzerindeki
sahihtir.
ak saçlar,
gencinkinden daha güzel olur.
Gümüş; düşünce, gam,
keder, kalp zayıflığı ve çarpıntısına iyi gelen ferahlatıcı ilaçlardandır.
Macunlar içerisine katılır, içerisindeki özelliği ile, özellikle de süzme bal
ve zaferana ilave edildiğinde, kalpte meydana gelen bozuk karışımları çeker.
Özelliği, kuruluk ve
soğukluğa çalar. Hararet ve rutubet de bulunur. Yüce Allah'ın sevgili kullan
için kıyamet gününde hazırladığı cennetler dört tanedir: İki tanesi altından,
iki tanesi de gümüştendir; kaplan, zinet ve takılan, içerisindeki diğer
eşyaları hep onlardandır. Sahih'de sabit olduğu üzere Üm-mü Seleme validemiz
Hz. Peygamber'in (s.a.): "Altın ve gümüş kaptan içen kimse aslında sadece
karnına cehennem ateşini dolduruyordur." buyurduğunu söyl emiştir.[190]
Yine sahih bir
hadiste: "Altın ve gümüş kaplardan içmeyiniz. Altın ve gümüş sahanlarda
yemeyiniz. Çünkü onlar dünyada'kafirlere aittir, ahirette de sizin
olacaktır." buyrulmuştur.[191]
Altın ve gümüş kap
kullanımının yasaklanma illeti konusunda farklı yaklaşımlar vardır: Bazıları:
"Para darlığına sebep olur, o yüzden haram kılınmıştır. Eğer kap olarak
kullanılacak olursa insanoğlu için tedavül aracı olarak yaratılmış olması
hikmeti ortadan kalkar." demişlerdir. Bir kısmı da: "îl-let, öğünme
ve kibirlenmedir." demişlerdir. Bir başka grup da: "Fakirler onların
altın gümüş kapları kullandıklarını görür, müşahede ederlerse, kalpleri
kırılır. Yasağın illeti işte budur." demişlerdir.
Bu yaklaşımların
hepsinde de su götürecek hususlar vardır. Çünkü, eğer illet para darlığına
sebep olması olsaydı, o zaman para ve kap dışında diğer dökümlerin de, zînet ve
takı olarak kullanılmasının da yasak olması gerekirdi. Öğünme ve kibirlenme
ise herşeyle haramdır. (İsterse çör-çöp olsun). Yoksulların kalplerinin
kırılmasının bir kriteri yoktur. Çünkü onların kalpleri mubah olan geniş
konaklar, güzel bahçeler, güzel binekler, lüks giysiler, leziz yiyecekler vb.
ile de kırılır. Dolayısı ile ileri sürülen görüşlerden hepsi de illet olmaya
müsait değildir.
Doğrusu, -Allah daha
İyi bilir ya- şöyle olmalıdır: Burada yasağın illeti bu kapların kullanımının
kalbe kazandırdığı, kulluğa açıkça ters düşen bir haleti ruhiyedir. Bu yüzden
de Hz. Peygamber (s.a.) hadisinde, "onlann dünyada kâfirler için
olduğu" şeklinde bir talilde bulunmuştur. Çünkü onların, kendisi ile
ahirette nimetlere ulaşabileceği kulluktan bir nasipleri yoktur. Onur
kullarının dünyada o tür kapları
kullanmaları doğru olmaz. Çünkü onları, ancak ve ancak kulluktan çıkıp, ahiret
karşılığında dünya ve onun peşin lezzetlerine razı olanlar kullanırlar. [192]
Yüce Allah şöyle
buyurmaktadır: "Kur'an^lan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler
indiriyoruz.[193] Sahih olan görüşe göre
bu âyette geçen ifadesindeki harfi teb'iziyye (parçayı bildirici) olmayıp,
cinsin (çerçevenin) beyanı içindir. (Buna göre mâna: Kur'an'ı... indirdik,
şeklinde olur); "Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana
bir şifa, inananlara doğruyu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir." [194]
Kur'an her türlü kalbî
ve bedenî dertlere, dünya ve ahiret dertlerine karşı tam bir şifadır. Herkes
onunla şifa talebinde bulunmaya ehil ve muvaffak olamamaktadır. Hasta olan
kimse, onunla tedavi yöntemini güzel yapar, onu tam bir sadakat ve imanla derdi
üzerine koyarsa, tam bir kabul, kesin bir itikatla, diğer şartlarım da ortaya
koyarak ona sanhrsa, hiçbir dert asla onun karşısında duramaz.
Dertler Allah'ın
kelâmına karşı nasıl durabilir ki, şayet o dağlara inmiş olsaydı onu paramparça
eder, yeryüzüne inseydi ikiye bölerdi. Kalbî ve bedenî hastalıklardan hiçbiri
yoktur ki, Kur'an'da onun devasına, esbabına, perhizine dair delalet yollan
bulunmasın; bu mümkün değildir. Ancak bu herkese nasip değildir. Allah'ın,
Kur'an anlayışı lütfettiği kimseler ancak bunlara vakıf olabilirler. Tıbba
dair olan bölüm başında, Kur'an'ın tıbbî asıllara; sıhhatin korunması, perhiz
ve zararlıların boşaltılmasından ibaret olan koruyucu hekimliğin temellerine
nasıl işarette, irşadda bulunduğunun izahı geçmişti.
Kalbî devalara
gelince; Kur'an onları mufassal olarak zikretmekte, bu tür kalbî dertlerin
sebeplerini ve tedavi yollarını beyan etmekte ve: "Sana, üzerlerine
okunmakta olan kitabı indirmiş olmamız onlara kâfi gelmedi mi?" buyurmaktadır.[195]
Kur'an'ın şifa vermediğine Allah şifa vermez; Kur'an'ı kâfi görmeyene, AÜah
yardım elini uzatmaz. [196]
Sünen'de Abdullah b.
Cafer (r.a.) hadisinde: "Rasûlullah'ın (s.aj) acuru (hıyarı) oîgun yaş
hurma ile yediği" ifade edilir. Tirmizî ve daha başkaları da rivayet
etmiştir.[197]
Acur, ikinci derecede
soğuk ve rutubetli özellik arzeder. Yanan midenin hararetini söndürür. Midede
yavaş bozulur. Mesane ağrısına iyi gelir. Kokusu baygınlığa karşı faydalKhr.
Tohumu sidiği söktürür. Yaprağı sargı yapıldığında köpek ısırmasına iyi gelir.
Mideden aşağı yavaş iner. Soğukluğu midenin bir kısmına zararlıdır. Beraberinde
onu ıslah edecek, soğukluğunu ve rutubetini kıracak bir şeyin alınması uygun
olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) onu olgun hurma ile yemek suretiyle öyle
yapmıştır. Kuru hurma, kuru üzüm veya bal ile alması da onu düzene sokar. [198]
"Kust" ve
"küst" her ikisi de aynı mânâdadır. Sahihayn'da Enes (r.a.) hadisinde
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyururlar: "Tedavide kullandığınız en hayırlı
şey, hacamat ile deniz ödü (kustu)dür."[199]
Müsned'&t Ümmü
Kays hadisinde ise Hz. Peygamber (s.a.): "Bu Hind ödüne devam ediniz.
Çünkü onda yedi derde şifa vardır. Bunlardan birisi de zâtülcenptir."
buyurmuşlardır[200]
Kust (öd ağacı) iki
türlüdür: Birincisi beyazdır ve ona deniz ödü denilir. İkincisi ise Hind
ödüdür. İkincisi hararetçe daha şiddetlidir. Beyaz olarfl daha yumuşak,
faydalan daha çoktur.
Her ikisi de üçüncü
derecede sıcak ve kuru özelliklidir, balgamı emerler, soğuk algınlığını
keserler. İçildikleri zaman karaciğer ve midi zayıflığına, bunların
üşütülmesine, gün aşın ve iki gün arayla tutan hummaya fayda verirler, böğür
ağrısını keserler, zehirlere karşı fayda verirler. Su ve bal ile macun yapılır
'e yüze sürütürlerse çiğiti sökerler, Galinos: "Kust yan ağnlarıria, siniı
gerginliğine fayda verir, tenyayı öldürür." demiştir.
Cahil tabipler, kustun
zâtülcenp (ciğer zanndaki iltihap) hastalığına karş
faydasını kavrayamamışlar ve inkâra
kalkmışlardır. Bu cahil adamlar eğer bu Galinos'tan nakledilecek olsaydı ona
bir nassmış gibi sarılırlardı. Kaldı ki, daha önce geçen tabiplerden bir çoğu
kustun (öd ağacının) zâtülcenp hastalığının balgamlı türüne faydalı geleceğini
beyan etmişlerdir. Bunu Hattabî, Muhammed b. el-Cehm'den zikretmiştir.
Daha önce,
peygamberler tıbbına nisbetle tabiplerin tıbbının; kocakarı tıbbının,
tabiplerin tıbbına nisbetinden daha geride olduğu ve vahiy yolu ile elde
edilenle deney ve kıyas yolu ile elde edilen arasındaki farkın, ayak ile baş
arasındaki mesafeden daha büyük olduğu belirtilmişti.
Şayet bu cahil
insanlar, yahudi, hıristiyan ya da müşrik tabiplerden birisi tarafından beyan
edilen bir ilaç bulsalar, derhal onu büyük bir kabul ve teslimiyetle
karşılarlar, onu denemeye ihtiyaç duymazlar.
Evet, biz ilaçla
faydalanma konusunda âdetin (alışkanlığın) bir tesiri olduğunu inkâr
etmiyoruz. Bir ilacı ve gıdayı itiyad edinen kimse için, o alışkın olmayan
kimseye nisbetle daha uygun ve faydalı-olur. Hatta belki de ona alışkın olmayan
ondan bir fayda elde edemez.
Büyük tabiplerin
sözleri her ne kadar mutlaksa da, aslında onlar mizaç, zaman, mekan ve
itiyatlara göredir. Bu şekilde bir kayıtlama, onların sözleri ve bilgileri
hakkında bir kusur sayılmadığına göre, doğru olan ve Allah tarafından
doğrulanan Hz. Peygamber'in (s.a.) sözü hakkında nasıl kusur kabul edilebilir?
Ne var ki, insanların nefisleri, cehalet ve zulüm üzerine kurulmuştur. Yüce
Allah'ın iman ruhu ile teyid ettiği, basiretini hidayet nuru ile tenvir ettiği
kimseler bu genellemeden müstesnadırlar. [201]
Hz. Peygamber'in,
havz-ı kevserle ilgili sahih hadisinin bazı lâfızlarında: "Onun suyu
şekerden daha tatlıdır."[202]
ifadesi vardır. Hadislerde*baş-ka yerde şekerden söz edildiğini bilmiyorum.
Şeker, sonradan
meydana çıkmıştır, eski tabipler ondan sözetmemişler-dir. Onu bilmiyorlardı ve
içecek şeyler içerisine onun katılması gibi bir tavsife gitmiyorlardi. Sadece
balı biliyorlar ve ilaçlara onu katıyorlardı.
Şeker kamışı sıcak ve
rutubetli özellik arzeder, öksürüğe iyi gelir; rutubeti, mesaneyi, akciğer
borusunu temizler. Şekerden daha çok yumuşatıcıdır. Kusmaya karşı yardımcıdır.
Sidiği söktürür, şehveti arttırır. Affan b. Müslim es-Saffar: "Kim
yemekten sonra şeker kamışını emerse, o günün tamamını neşe içerisinde
geçirir." demiştir. Kızartıldığı zaman göğüs ve boğaz sertliğine iyi
gelir, yele sebep olur. Bu özelliği kabuğunun soyulup sıcak su ile yıkanması
suretiyle giderilir. Doğru olan görüşe göre, şeker sıcak ve rutubetli özellik
arzeder. Soğuktur diyenler de olmuştur. En kalitelisi beyaz, şeffaf ve çok sert
olanıdır. Eskisi yenisinden daha hoştur. Pişirilir ve köpüğü atılırsa susuzluğu
ve Öksürüğü teskin eder. Safralı midelere zararlıdır. Çünkü kendisi de safraya
dönüşür. Zararı limon veya narenciye ya da ekşi nar suyu ile giderilir.
Bazı insanlar daha az
hararetli ve yumuşak olduğu için şekeri bala üstün tutmuşlardır. Bu bala karşı
bir haksızlıktır. Çünkü balın faydalan şekerin faydalarından kat kat fazladır.
Yüce Allah onu hem şifa, hem deva, hem katık hem de tatlı kılmıştır. Balın
faydaları nerde, şekerin faydası nerde? Bal mideyi güçlendirir, tabiatı
yumuşatır, görmeyi keskinleştirir, göz kararmasını giderir, gargara yolu ile
nefesi açar, felç ve yüz felcini iyi eder, bütün bedenlerde rutubetten meydana
gelen bütün soğuk özellikli illetlere iyi gelir; rutubeti bedenin
derinliklerinden çeker, bütün bedenlere fayda verir; bedenin sıhhatini,
şişmanlığını, sıcaklığım korur, şehveti arttırır. Çözümleyici, cilalayıcı
özellik arzeder, damarların ağzını açar, bağırsağı arındırır, kurtları
(solucan) düşürür, kokuşmayı önler. Faydalı katıktır. Balgamlı kimselere,
yaşlılara, soğuk mizaçlı kimselere uygundur. Kısaca beden için baldan daha
faydalı hiç bir şey yoktur. Tedavide ve ilaçların aciz kaldığında, ilaçların
kuvvetlerini korumada, mideyi takviyede bal gibisi yoktur. Balın faydalan bu
saydıklarımızdan kat kat daha fazladır. Şekerin bu ayarda menfaatleri,
özellikleri nerede? Şekerin değil onun ayarında olması, ona yakın bir durumu
bile yoktur. [203]
a) Humma
Muskası: el-Mervezî anlatır: Ebu Abdillah'a benim ya yakalandığım haberi ulaşmıştı. Benim için, hummaya
karşı bir kağıda şunları yazdı:
'Bismillahirrahmanirrahim,
Bismillah ve billah. Muhammedün Rasûlullah
Dedik ki: Ey Ateş!
İbrahim üzerine serinlik, güllük-gülistanlık ol. Ona bir tuzak kurmak istediler.
Fakat biz onları hüsrana uğrayanlardan kıldık. Ey Allah'ım! Cebrail'in,
Mikail'in, İsrafil'in Rabbi! Bu muskanın sahibine gücün, kudretin ve azametinle
şifa ver. Ey Hak olan İlâh! Âmin."
el-Mervezî şöyle der:
Ben dinleyici iken Ebu'l-Münzir Amr b. Mecma Ebu Abdillah'a okuyarak arzda
bulundu, Yunus b. Hibbân'm kendisine tah-diste bulunduğunu söyledi. İbn Hibbân
kendisine şöyle demişti: Ebu Cafer Muhammed b. Ali'ye muska asmanın hükmünü
sordum. O şöyle dedi: "Eğer Allah'ın Kitabı'ndan ya da Hz. Peygamber'in
(s.a.) sözünden ise, onu as ve gücün yettiğince onunla şifa iste." Ben
ona: "İki gün ara ile tutan humma için yazıyorum" dedim. O:
"Tamam"
dedi.
İmam Ahmed Hz. Âişe ve
diğer bazı sahabîlerin bu konuda katı davranmadıklarını zikretmiştir.
Râvi Harb şöyle der:
Bu konuda Ahmed t>. Hanbel katı değildir. İmam Ahmed: "İbn Mes'ûd
bundan hiç mi hiç hoşlanmaz, kerih görürdü." demiştir. İmam Ahmed,
kendisine musibet geldikten sonra muska asılması hakkında suaî ettiklerinde:
"Bunda bir beis olmayacağını umuyorum." dedi.
el-Hallâl, Abdullah b.
Ahmed'den: "Babamı (İbn Hanbel'i) musibet sonrasında, gerek korku, gerek
humma için muska yazarken gördüm." dediğini nakletmiştir.
b) Zor doğum
için muska: el-Hallâl nakleder: Abdullah b. Ahmed şöyle der: Babamı, kadının
doğumu zorlaştığında, beyaz bir cama veya temiz bir şeye muska yazarken gördüm.
İbn Abbas hadisini yazardı:
"Allah'tan başka
ilâh yoktur. O Halîm'dir, Kerîm'dir. Yüce Arş'ın Rabbi, her türlü
noksanlıklardan Seni tenzih ederiz. Bütün övgüler âlemlerin Rabbi Allah'a
mahsustur. 'Onlar kendilerine söz verileni gördükleri gün dünyada sadece
gündüzün bir müddeti eğlendiklerini sanırlar. Bu bir bildiridir.'[204]
'Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar
kalmış olduklarını sanırlar.'[205]el-Hallâl
şöyle der: Bize Ebu Bekr el-Mervezî haber verdi. Bir adam Ebu Abdillah'a
gelerek:
— Ey Ebu Abdillah! İki gündür doğuramayan bir
kadın için (muska) yazar mısın? dedi. Ebu Abdillah, ona geniş bir cam ve
zaferan getirmesini söyledi (ve yazdı). Onu birçokları için aynı şekilde
yazarken gördüm. O, İk-rime ve İbn Abbas'tan naklederek şöyle derdi: İsa
(a.s.), yavrusu yan gelen bir ineğe rastladı. İnek dile gelerek: "Ey
Allah'ın Kelimesi! Benim için Allah'a dua et de şu halimden beni
kurtarsın!" dedi. Hz. İsa:
— Ey nefsi nefisten
yaratan, nefsi nefisten kurtaran, nefsi nefisten çıkaran, şunu kurtar, dedi.
İnek derhal yavrusunu attı ve hemen ayağa kalkarak yavrusunu koklamaya başladı.
Ebu Abdillah sonra: "Kadmm doğumu zorlaştığı zaman ben bunu, o kadm için
yazarım." dedi. Bütün bunlar rukye olmaktadır. Yazılmasında fayda vardır.
Seleftan bazıları, bir
kısım Kur'an âyetlerinin yazılarak, içilmesine ruhsat vermişler ve bunu Yüce
Allah'ın Kur'an'da kıldığı şifadan saymışlardır.
Doğum için yazılacak
diğer bir muska da şöyledir: Temiz bir kap içerisine:
"Gök yarılıp
Rabbine boyun eğdiği zaman, ki boyun eğecektir. Yer düzeltilip, içinde
olanları dışarı atarak boşaldığı zaman..."[206]
âyetleri yazılır ve hamile olan kadm ondan içer ve karnı üzerine serper.
c) Burun
kanaması için muska: Şeyhülislâm İbn Teymiye (r.h.), alnı
"Yere: Suyunu
çek; göğe: Ey gök sen de tut! denildi. Su çekildi, iş de bitti."[207]
âyetini yazardı. Ona şöyle derken işittim: Ben bunu birçok kimseye yazdım da
iyi oldu. Burun kanı ile yazmak asla caiz değildir. Bazı cahiller öyle
yapıyorlar. Çünkü kan pistir. Dolayısıyla onunla Yüce Allah'ın kelâmının
yazılması caiz değildir.
Burun kanaması için
diğer bir muska da şudur: Musa (a.s.), bir rida ile çıktı ve Şuayb'ı (a.s.)
buldu. Ona ridasını verdi: "Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır.
Ana kitap onun katındadır." dedi[208]
d) Hazaz
(öfke) için: Üzerine şu âyet yazılır:
"Ona ateşli bir
kasırga isabet etti ve yandı."[209]
Allah'ın güç ve
kudretiyle, bir başkası şudur: Güneşin sarardığı sırada üzerine şu âyet
yazılır:
"Ey inananlar!
Allah'tan sakının, Peygamberine inanın ki, Allah size rahmetini iki kat versin;
size ışığında yürüyeceğiniz bir ışık var etsin, sizi bağışlasın; Allah
bağışlayıcıdır, acıyandır."[210]
e) Humma
için: Üç adet ince kağıt üzerine:
yazılır. Her gün bir
kağıt parçasını alır, ağzına koyar ve onu su ile yutar,
f)
Irku'n-nesâ (siyatik) için şu yazılır:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Ey Allah'ım! Her şeyin Rab-bi, her şeyin Rabbi, her şeyin
meliki, her şeyin yaratıcısı olan Rabbim. Beni Sen yarattın, bu illeti de Sen
yarattın. Onu bana musallat edip eza çektirme. Beni de ona musallat edip onu
kestirecek hale getirme. Bana dert bırakmayacak şekilde bir şifa ver. Senden
başka şifa verecek kimse yoktur."
g) Kanayan
damar için: Tirmizî, Câmi'mde îbn Abbas'tan şöyle nakleder: Hz. Peygamber
(s.a.), humma ve bütün ağrılara karşı kendilerine şu duayı öğretirdi:
"Yüce Allah'ın
adıyla. Kanı durmayan her damardan, ateşin sıcaklığının şerrinden ulu Allah'a
sığınırım."[211]
h) Diş
ağrısına karşı: Ağrı olan yanak üzerine şöyle yazılır:
"Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla, Allah sizi annelerinizin karnından bir şey bilmez halde
çıkarmıştır. Belki şükredersiniz diye size kulak, göz ve kalp vermiştir."[212]
Veya şu yazılır:
"Gecede ve
gündüzde sükun bulan her şey O'nundur. O alîmdir."[213]
i) Çıban
için: Üzerine şu âyet yazılır:
"Ve sana dağlan
sorarlar, de ki: Rabbim onları ufalayıp savuracak, yerlerim düz, kuru bir
toprak haline getirecek, orada ne çukur ne tümsek göre-ceksin."[214]
Hz. Peygamber (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Keme (mantar), mennden-dir. Suyu göz için
şifadır." Hadis, Sahihayn'da tahric edilmiştir.[215]
İbnü'I-Arabî şöyle
der: çoğuldur. Tekili dir. Bu Arap-ça'daki genel kurala aykırıdır. Çünkü çoğul
ile tekil arasında "kapalı te" harfi vardır; tekil "te'Midir,
"te" düşürüldüğünde çoğul olur. Sonra o çoğul mudur, çoğul için
konulan isim midir? Meşhur iki görüş vardır: 1) Bu iki kelime genel kuraldan
hariçtir. Birisi diğeri de dir. 2) İbnü'l-Arâbî'den başkası ise: "Hayır!
Bu kelime de genel kurala uygundur. tekil içindir, de çoğul içindir"
demiştir.
Bir Başkası da: hem
tekil, hem de çoğul içindir demiştir.
Birinci görüş
sahipleri, Araplar'ın kelimesini şeklinde çoğul yaptıklarım şâirin şu beytini
şahit getirerek görüşlerini deiiUendirmek istemişlerdir:
Bu beyit nin teki!,
nin de çoğul olduğunu gösterir[216]
Mantar, yerde, ekilmeden kendiliğinden biter. "Keme** denmesi toprağa
gizlendiği içindir. Şahitliği gizleyip, örttüğü zaman da Araplar: ( iiUjJi ur )
derler ve bu kelimeyi kullanırlar. Mantar yer altında gizlidir, yaprağı ve
bacağı olmaz. Maddesi topraksal, buharlı bir cevherdir, toprağın hemen yüzüne
yakın yerde yumrulamr. Kış soğuğu ile toparlanır, bahar yağmurları geliştirir,
büyütür ve yeryüzüne yumru yumru atılır ve çıkar. Bu yüzden de ona ( ^>jNı
JjjJr ) "yer çiçeği" derler. Çünkü hem şekil hem de maddesi
itibarıyla çiçek hastalığına benzer. Zira çiçeğin maddesi kanlı bir rutubettir
ve çoğu kez büyüme yaşlan sırasında, hararet istilasının ve kuvvetin artmasının
başlangıcında ortaya çıkar.
Mantar, ilkbaharda
bulunan şeylerdendir; hem çiğ hem de pişirilerek yenir. Araplar onu
"gökgürültüsü bitkisi" diye adlandırırlar. Çünkü ne kadar çok gök
gürlerse o kadar çok olur ve yer yarılarak yüzeye çıkar. Bâdiyelerde yaşayanların
yiyeceklerindendir. Arap ülkelerinde çok olur. En kalitelisi, az sulu ve kumlu
toprakta olanıdır.
Çeşitli türleri
vardır: Bir kısmı öldürücüdür ki, rengi kırmızıya çalar ve boğulmaya neden
olur.
Mantar, üçüncü
derecede soğuk ve rutubetli özellik arzeder. Mide için kötüdür, hazmı
yavaşlatır. Devamlı yenildiği zaman kulunç (bağırsak ağrısı), sekte, felç,
mide ağrıları ve idrar yaparken zorluğa sebep olur. Bunu yiyecek olan kimse,
önce onu yaş toprağa gömmeli, sonra su, tuz ve satir otuyla haşlamah ve
zeytinyağı ve sıcak özellikli baharatla yemelidir. Çünkü mantarın cevheri,
kaba ve topraksaldır. Gıdası kötüdür. Ancak içerisinde hafifliğine delâlet
eden ince sulu bir cevher de vardır. Onunla sürme çekmek göz kararmasına, sıcak
özellikli göz ağrısına faydalıdır. Büyük tabipler onun suyunun gözü
parlattığını belirtmişlerdir. Mesihî ve Kanun sahibi Ibn Sina bunlardandır.
Hz. Peygamber'in
(s.a.): desi hakkında iki görüş vardır:
Birincisi: Allah
Teâlâ'mn Israiloğulları üzerine indirdiği menn, sadece tatlıdan (kudret
helvası) ibaret değildi. Bilakis hiçbir emek harcamak -sızın Allah'ın
kendiliğinden bitirip onlara ihsan ettiği her türlü bitkiler "menn"
kapsamına girer. Çünkü kelimesi mânâsında masdardır. Yüce Allah'ın, kuluna
hiçbir çaba göstermeden lütfettiği her rızık, halis menn (kudret helvası)dır.
Her ne kadar diğer nimetleri de Allah'ın, kulu üzerine in'âmı (menn'i) ise de,
ismi, kulun herhangi bir çabası (kesbi) olmaksızın kendisine ulaşan nimetlere
tahsis edilmiştir. Çünkü bu tür nimetler, kulun çabası, sebeplere sarılması
gibi, bir vasıta olmaksızın kendisine ulaşmaktadır.
Allah Teâlâ, çölde
îsrailoğullannın temel gıdasını mantar kılmıştır. Bu ekmek yerine geçmektedir.
Katıklarını da bıldırcın kılmıştır. Bu da et yerini tutmaktadır. Tatlılarını da
ağaçların üzerine yapan kudret helvası (reçine) kılmış, böylece onların
yaşantıları için gerekli olan besin maddeleri tamamlanmıştır.
îyice düşündüğümüzde
Hz. Peygamber'in (s.a.) "Mantarı, Yüce Allah'ın, îsrailoğullarına indirmiş
olduğu "mennden biri" saydığını görüyoruz. Bu Allah'ın onlara ihsan
buyurduklarından sadece bir tanesidir. "Terencebîn"[217] —ki
ağaçların üzerine düşer— "menn"den bir nevidir. Sonra örf-i hadis olmak
üzere "menn" kelimesinin "terencebîn (kudret helvası)"
hakkında kullanılması galebe çalmıştır.
îkinci görüş: Hz.
Peygamber (s.a.), mantarı gökten indirilen "menn"e (kudret helvası)
benzetmiştir. Çünkü herhangi bir emek ve külfet harcanmak-sızın, tohum
ekilmeksizin, sulanmaksızın devşirilir.
Peki, mantar kudret
helvasından ise, içerdiği zararlar nereden kaynaklanıyor? diye bir soru akla
gelebilir.
Cevap: Allah Teâlâ,
her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde en güzel biçimde yaratmıştır. O Allah'ın
ilk yarattığı sırada her türlü âfet ve illetlerden uzaktır, ne için hazırlanıp
yaratıldı ise o şey için yararı tamdır. İçerdiği zarar, zehir gibi unsurlar
daha sonra ona mücavir olan şeylerden, ihtilat vb. sebeplerden olmakta ve onun
asliyetini bozmaktadır. Eğer onu bozacak sebeplerden uzak olarak asli
yaratılışı üzere bırakılacak olsa bozulmayacaktır.
Dünyanın başlangıcı ve
daha sonra olup bitenler hakkında bilgi sahibi olanlar bilirler ki, dünyanın
havasında, bitkilerinde, hayvanlarında, insanların hallerinde meydana gelen
bozukluklar hep daha sonradan ve onlarnın bozulmasını gerektiren sebepler
yüzündendir. Âdemoğullarının kötü işleri, peygamberlere olan muhalefetleri
öteden beri genel ve özel bozulmalara sebep olagelmiş ve üzerlerine elemler,
hastalıklar, dertler, taunlar, kıtlıklar, kuraklıklar, topraktan, meyve ve
bitkilerden bereketin kaldırılması, menfaatlerinin alınması veya
noksanlaştırılması gibi birbirini takip eden pek çok şeylerin gelmesini intaç
etmiştir. Eğer bunu kavrayacak bir ilminiz yoksa, şu âyet sizin için yeterli
olabilir: "İnsanların elleriyle kazandıkları sebebiyle karada ve denizde
fesâd (bozulma) ortaya çıktı."[218] Bu
âyeti dünyanın hallerine vur, vakıa ile bu âyeti karşılaştır, söylediklerimizin
doğruluğunu göreceksin. Her vakit meyvelerde, ekinlerde, hayvanlarda âfet ve
hastalıklar nasıl ortaya çıkıyor, bu âfetler zorunlu olarak başka âfetlere
nasıl sebep oluyor, çorap söküğü gibi nasıl uzayıp gidiyor, insanların zulüm
fısk ve fücura daldıkları her bir vakitte, Rab Teâlâ'nın onların gıdalarına,
meyvelernine, havalarına, sularına, bedenlerine, yaratılışlarına, suret ve
şekillerine, ahlâklarına ne noksanlıklar, ne âfetler vermek suretiyle onlara
kötü amellerinin, zulüm, fısk ve fücurlarının gereği olan musibetleri nasıl
veriyor, nasıl belâlar yağdınyor, bunları gayet iyi anlayacaksın.
Buğday ve diğer
tahılların taneleri eskiden, şimdikinden çok daha büyüktü. Nitekim dünün
bereketi de bugünkünden kat kat fazlaydı. İmam Ah-med senediyle birlikte
rivayet etmiştir: "Ümeyyeoğullarından birinin hazineleri içerisinde bir
kese bulunmuş. Bu kesenin içerisinde hurma çekirdeği büyüklüğünde ve üzerinde
'Bu buğday adalet günlerinde biterdi.' yazılı bir buğday tanesi varmış."
Bu olayı İmam Ahmed, Müsned'inĞe zikretmiştir[219]
Bu hastalık ve umumî âfetlerin
büyük bir kısmı, daha önceki ümmetlere indirilen azabın bir kalıntısı
olmaktadır. Sonra ondan, onların amellerini işleyenlerini yakalamak üzere bir
artık kalmış, böylece Allah'ın adaleti ve hak hükmü tecelli etmiştir. Hz.
Peygamber (s.a.) bu mânaya, taun hakkındaki, "O İsrailoğulları üzerine gönderilen azab ve
cezanın bir kalıntısıdır." sözleri ile işaret buyurmuşlardır.
Yine Allah Teâlâ aynı
şekilde, "Yedi gece ve sekiz gündüz kavmine"[220]
rüzgârı musallat kılmış ve sonra ondan yeryüzünde o günler ile ona benzer
günler için bir öğüt, bir ibret olsun diye bir bakiyye bırakmıştır.
Yüce Allah bu dünyada,
hem salih hem de fâcir kimselerin amellerini, neticelerini zorunlu olarak
gerektirici kılmıştır. Dolayısıyla iyilik yapmamayı, zekât ve sadaka vermemeyi,
gökten yağmurun yağmayışına,-kıtlık ve kuraklığa [221]
sebep kılmıştır. Yoksullara zulmü, ölçü ve tartıda hileyi, güçlünün zayıfa
tecavüzünü idarecilerin zulmüne sebep kılmıştır. Bunlar öyle idarecilerdir ki
kendilerinden merhamet dilense merhamet etmezler, acımazlar; . aslında onlar
idareci suretine girmiş, halkın (tebaanın) amelleridirler. Çünkü Allah Teâlâ,
hikmet ve adaletiyle insanlara, amellerini münasip kalıp ve şekillere dökmek
suretiyle göstermektedir. Bu bazan kıtlık ve kuraklık şeklinde, bazan düşman
suretinde; bazan zalim idareciler şeklinde, bazan salgın has^ talik suretinde,
bazan bütün insanları saran korku, endişe, gam, keder şeklinde, bazan göğün ve
yerin bereket kapılarını üzerlerine kapatmak şeklinde, bazan azap sebeplerine
onları kışkırtmaları ve böylece azabı iyice hak etmeleri için onlar üzerlerine
şeytanların musallat kılınması suretinde tezahür eder. Akıllı kimse yeryüzünde
basiretle dolaşır. Allah'ın adalet ve hikmetinin yer tuttuğu yerlere bakar,
temaşa eder ve sonunda görür ki, peygamberler ve onlara uyanlar hassaten
kurtuluş yolu üzeredirler; diğerleri ise helak yolunda yol almaktadırlar ve
helak ve azab yurduna doğru yüz tutmuşlardır. Allah işini bilir, O'nun hükmüne
itiraz edecek, emrini geri çevirecek hiçbir kimse yoktur. Tevfik ancak
Allah'tandır.
Hz. Peygamber'in
(s.a.): "Suyu göz için şifadır." sözü hakkında da üç görüş vardır:
Birincisi: Suyu göz
ilaçlan içerisine katılır; yalnız başına kullanılmaz. Bunu Ebu Ubeyd
zikretmiştir.
İkincisi:
Kızartıldıktan ve suyu süzüldükten sonra yalnız başına kullanılır. Çünkü ateş
onu latifleştirir ve olgunlaştırır; fazlalıklarını ve eza verici rutubetini
eritir, faydalarını alıkoyar.
Üçüncüsü: Onun
suyundan maksat, oluşmasını sağlayan yağmur suyudur. Bu su yere inen ve
mantara isabet eden ilk damladır. Dolayısıyla "onun suyu" şeklindeki
izafet, cüziyeti bildirmek için değil, ona hayat veren su ile birlikte olan su
demektir. Bunu da İbnü'l-Cevzî zikretmiştir. Üç görüş içerisinde en uzak ve
zayıf olanı budur.
Şöyle de denilmiştir:
Eğer mantar suyu, gözde olan şeyi soğutmak için kullanılacaksa, o takdirde
yalnız başına şifadır; şayet başka bir hastalık için kullanılacaksa, o zaman
diğer ilaçlar içerisine katılarak kullanılır.
el-Gâfikî şöyle der:
"Mantar suyu, ismid ile yoğurulur ve göze sürme çekilirse, en uygun göz
ilacı olur. Göz kapaklannı güçlendirir, görme gücünü her yönden arttınr, göze
inecek illetleri defeder." [222]
Sahihayn'da. Câbir b.
Abdillah hadisinde şöyle denilmektedir: Hz. Peygamber (s.a.) ile birlikte
(Merru'z-Zahrân'da) Erak yemişi topluyorduk. Bize "Onun siyahım toplamaya
bakın. Çünkü o daha tatlı olur." buyurdu[223]
Kebâs, erak ağacı
yemişidir. Hicaz'da yetişir. Sıcak ve kuru özellik arze-der. Faydaları erak
ağacının faydaları gibidir: Mideyi güçlendirir, hazmı kolaylaştırır, balgamı
siler, sırt ağrılarına ve birçok derde karşı iyi gelir. İbn Cül-cül:
"Öğütülmüşü içildiği zaman sidiği söktürür, mesaneyi arındırır." der.
İbn Rıdvan ise: "O mideyi güçlendirir, tabiatı tutar." demiştir. [224]
Buharî, Sahihinde
Osman b. Abdillah b. Mevheb'den rivayet eder: "Üm-mü Seleme'nin (r.a.)
yanına vardık. Bize Hz. Peygamber'in (s.a.) saçından bir saç çıkardı. Bir de
baktık ki o, kına ve ketemle boyanmıştı."[225]
Dört Sünen'de yer alan
bir hadis de şöyledir: "Beyaz saçları(j| Rengini) değiştirebileceğiniz en
güzel şey kına ve ketemdir."[226]
Sahih'de Enes'ten
(r.a.) Ebu Bekir'in (r.a.) saçını kma ve ketemi! boyadığı rivayet edilmiştir.[227]
Ebu Davud'un
Sünerfındz ise İbn Abbas şöyle anlatır: Hz. Peygamber'in (s.a.) yanından saçını
kına ile boyamış bir adam geçti. Hz. Peygamber (s.a.) ona: "Bu ne
güzel!" buyurdu. Saçını kına ve ketemle boyamış başka bir adam geçti. Hz.
Peygamber (s.a.) onun hakkında da: "Bu ondan daha güzel!" buyurdu.
Saçını zaferan (sufra) ile boyamış bir başkası geçti. Hz. Peygamber bu kez de:
"Bu ise diğerlerinin hepsinden daha güzel!" buyurdu.[228]
Gâfikî şöyle der:
"Ketem, ovalarda biten bir bitkidir. Yapraklan zeytin yaprağına yakındır.
Adam boyundan büyük olur. Kara biber (fülfül) çekirdeği gibi meyvesi olur.
İçinde çekirdeği bulunur. Ezildiği vakit kararır. Yapraklarının usaresi
(özsuyu) çıkarılıp bir ûkıyye kadarı içildiği zaman, acayib şekilde kusturur.
Köpek (kuduz) ısırmasına iyi gelir. Kökü su ile kaynatıldığı zaman mürekkep
elde edilir."
Kindî ise: "Ketem
tohumu ile sürme çekildiği zaman, göze inen suyu çözümler ve gözü iyi
eder." der.
Bazıları
**ketem"i "vesme" (çivit yaprağı) ile karıştırmışlardır. Bu yanlıştır,
ikisi ayrı ayrı şeylerdir. es-Sıhâh sahibi şöyle der: "Ketem, 'vesme' ile
karıştırılıp saç boyamada kullanılan bir bitkidir. 'Vesme', uzun yapraklar
olan, rengi maviye çalan, söğüt ağacı yaprağından daha büyük olan, fasülyt
yaprağına benzeyen ve ondan daha büyükçe bir bitkidir. Hicaz ve Yemen ta
raflarından getirilir."
Soru: Sahih'dt
Enes'ten (r.a.) sabit olduğuna göre Hz. Peygamper (s.a. saçlarını boyamamıştır.
[229]
öncekiler ile bu, nasıl telif edilir?
Cevap: İmam Ahmed buna
gerekli cevabı vermiş ve: "Enes'ten (r.a.) baş kalan Hz. Peygamber'in
(s.a.) saçlarını boyadığını görmüşlerdir. Görenle gör meyenin durumu bir
değildir." demiştir. Böylece İmam, Hz. Peygamber'ii (s.a.) saçlarını boyadıklarını
kabul ve isbat etmiştir. Muhaddislerden bir kıs mı da onunla aynı görüştedir.
İmam Mâlik ise bunu kabul etmez.
Soru:
Sahih-iMüslim'de, saçı siyaha boyamaktan meneden bir haber gelmiştir: Ebu
Kuhâfe, saçları ve sakalı segam çiçeği gibi bembeyaz getirildiği zaman Hz.
Peygamber (s.a.): "Bu beyazlığı değiştirin, ama siyaha boyamaktan
kaçının." buyurmuştur[230]'
Ketem ise saçları siyahlaştırır?
Cevap: Buna iki açıdan
cevap verilebilir.
Birincisi: Yasak,
sadece siyah ile ilgilidir. Ama kına içine ketem vb. gibi başka bir şey
katılırsa, bunda bir sakınca yoktur. Çünkü kma ile ketem saça kırmızı ile siyah
arasında bir renk verir. "Vesme" ise böyle değildir. O saça kömür
siyahlığı verir. Bu izah, diğerinden daha doğrudur.
İkincisi: Siyaha
boyama yasağı, başkalarını aldatma söz konusu olduğu zamana aittir. Meselâ
cariyenin ve yaşlı kadının saçını boyamak, böylece kocayı ve yeni müşteriyi
aldatmak, yaşlı ihtiyar adam kendisini genç göstermek ve böylece kadını
kandırmak için saçını boyamak gibi hallere aittir. Çünkü bu bir hile ve aldatma
(tedlis) kabilindendir. Ama böyle bir durum içermi-yorsa bir beis yoktur. Hasan
ve Hüseyin efendilerimizin saçlarını siyaha boyadıkları sahih olarak
bilinmektedir. Bunu îbn Cerîr (Tehzîbu'l-Âsâr'da) Ayrıca, Osman b. Affan, Abdullah
b. Cafer, Sa'd b\ Ebî Vakkas, Ukbe b. âmir, Muğîre b. Şube, Cerîr b. Abdillah,
Amr b. Âs'tan da; tabiîn'den Amr b. Osman, Ali b. Abdillah b. Abbas, Ebu
Seleme b. Abdirrahman, Abdurrahman b. Esved, Musa b. Talha, Zührî, Eyyûb,
İsmail b. Ma'dîkerib'den de saçlarını siyaha boyadıklarım nakletmiştir.
İbnü'l-Cevzî de,
Muharib b. Disâr, Yezîd, îbn Cüreyc, Ebu Yûsuf, Ebu İshâk, İbn Ebî Leylâ, Ziyad
b. Alâka, Gaylân b. Cami, NâfT b. Cübeyr, Amr b.el-Makdemî, Kasım b. Sellâm'dan
aynı görüşü nakletmiştir. [231]
Kerm, üzüm ağacıdır.
Üzüm ağacına "kerm" denmesi mekruhtur. Çünkü Müslim'in Sahih'inde Hz.
Peygamber (s.a.): "Sizden biriniz üzüme 'kerm' demesin. 'Kerm' ancak
müslüman adamdır.", başka bir rivayette de: "Kerm, ancak müslüman
adamdır.", başka bir rivayette de; "Kerm, ancak müslü-manın
kaîbidir."[232],
bir başka rivayette de: "Kerm demeyiniz; 'meb' (üzüm) ve 'hable' (üzüm
çubuğu, asma) deyiniz. "[233]
buyurmuştur.
Bunun iki mânâsı
vardır:
Birincisi: Araplar
üzüm çubuğuna menfaat ve hayrının çokluğundan dolayı "kerm"
derlerdi. Hz. Peygamber (s.a.), bütün kötülüklerin anası olan ve üzümden elde
edilen içkiye karşı bir davetiye çıkarabileceği düşüncesiyle üzüm için bu ismin
kullanılmasını iyi görmedi ve şarabın aslı olan bu ağacın, isimlerin en güzeli
ve hayırlısı ile isimlendirilmesini mekruh buldu.
: İkincisi: Bu söz
"Pehlivan, güreşte yenen kimse değildir."[234],
"Zavallı; kapı kapı dolaşan kimse değildir."[235]
sözlerinin üslûbunda söylenmiştir. Yani: Siz, üzüm ağacını fazla menfaatinden
dolayı "kerm" diye isimlendiriyorsunuz. Oysa ki mü'minin kalbi veya
müslüman adam, bu isme ondan daha lâyıktır. Çünkü mümin, mahza hayırdır
menfaattir demek olur. Dolayısıyla bu ifadede mü'minin kalbinde bulunan
cömertlik, iman, nur, hidayet, takva ile onu bu isme üzüm çubuğundan daha lâyık
ve müstahak kılan diğer vasıflar gibi hayırlara işaret bulunmaktadır.
Üzüm çubuğu, soğuk ve
kuru bir özellik arzeder. Yaprakları, sıkılmış üzüm artıkları ve sürgünü,
birinci derecenin son haddinde, soğutucu özellik arzeder. Ezilip sargı
yapıldığında baş ağrısını teskin eder, sıcak özellikli şişliklere ve mide
yanmasına iyi gelir. Sürgünlerinin usaresi içildiğinde kusmayı teskin eder,
karnı tutar. Yaş özü çiğnendiği ve yapraklarının özsuyu alındığı zaman bağırsak
yaralarına, kanamaya, kan kusmaya, mide ağrısına iyi gelir. Gövde kesildiğinde
sızan zamk gibi su, içildiği zaman taşları düşürür. Sürüldüğü zaman temreği ve
yaralı uyuzu vb.ni iyileştirir. Kullanılmadan önce sürülecek yerin su ve
natronla (sodyum karbonat) yıkanması iyi olur. Zeytinyağı ile sürüleceği zaman
saç tıraş edilir. Dallarının külü sirke, gül yağı ve sedef otu ile birlikte
sargı yapıldığında, dalağa ânz olan şişliğe iyi gelir. Üzüm çiçeğinin yağı, gül
yağı gibi tutucu özellik arzeder. Faydaları pek çoktur, hurmanın faydalarına
yakındır. [236]
Hz. Peygamber'e (s.a.)
isnadı sahih olmayan bir hadiste: "Kim ve üzerine uyursa, ağızı güzel
kokarak uyur, diş ağrılarından emin olarak uyur." şeklinde kerevizden söz
edilmektedir. Bu hadis Hz. Peygamber'e (s.a.) nisbet edilerek uydurulmuştur.
Ancak bostan kerevizi, ağız kokusunu gerçekten güzelleştirir. Kökü boyuna
asıldığında, diş ağrılarına iyiye gelir.
Sıcak ve kuru
özelliklidir. Rutubetlidir; karaciğer ve dalak tıkanıklıklarını açar. Yaş
yaprağı mide ve soğuk özellikli karaciğere fayda verir, sidiği ve aybaşı kanını
söktürür. Taşları parçalar. Tohumu daha güçlüdür, şehveti tahrik eder, ağız
kokusuna fayda verir de denilmiştir. Râzî, akrep sokmasından korkulduğunda yenilmemelidir,
demiştir. [237]
Yine hakkında mevzu
bir hadis vardır ve şöyle denilmektedir: "Kim pırasa yer ve sonra uyursa
basur yelinden emin olarak uyur. Kokusu kötü olduğu için sabaha kadar, melek
ondan uzak durur."[238]
îki türlüdür: Nabat
pırasası, Şam pırasası. Nabat pırasası sofraya konulanıdır. Şam pırasası ise
başlı olandır. Sıcak ve kuru özelliklidir, baş ağrıtır. Pişirilip yenilirse
veya suyu içilirse soğuk özellikli basurlara iyi gelir. Tohumu ezilir ve
katranla yoğrulur ve çürümüş diş buharına tutulursa, diş kurtlarını dağıtır ve
çıkarır, dişe arız olan ağrıyı teskin eder. Tohumu makata tütsü olarak
verilirse, basurlar hafifler. Bütün bunlar Nabat pırasasının özellikleridir.
Bunun yanında pırasa
dişlere ve diş etlerine zararlıdır, başı ağrıtır, kötü düşler görmeye sebep
olur, gözü karartır, ağzı kötü kokutur. Sdik ve aybaşı kanını söktürür, şehveti
tahrik eder. Hazmı yavaşlatır. [239]
Yüce Allah şöyle
buyurur: "Cennette olanlara diledikleri meyve ve etten bol bol veririz.
"[240], "Ve canlarının
isteyecekleri kuş eti ile etraflarında dolaşırlar."[241]
Sünen-i îbn Mâce'âeki
Ebu'd-Derdâ hadisinde Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurur: "Dünya ehlinin de, cennet ehlinin de yiyeceklerinin
efendisi ettir."[242]'
Merfû olarak rivayet edilen Büreyde hadisinde de: "Dünyada ve ahi-rette en
üstün katık ettir."[243]
buyurulmuştur.
Sahih-iBuharî'dz:
"Hz. Âişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü, tirid'in diğer yemeklere
üstünlüğü gibidir."[244] buyurmuşlardır.
Tirid et ile ekmektir. Şâir şöyle der:
"Ekmeğine eti
katık ettin mi, Allah'ın ahdi için işte yedin tindi[245]
Zührî şöyle der: "Et yemek, yetmiş
kuvveyi arttırır." Muhammed b. Vâsi ise: "Et, görmeyi arttırır."
demiştir. AH b. Ebî Tâlib (r.a.): "Et yeyiniz. Çünkü o, rengi düzene
koyar, karnı inceltir, ahlâkı güzelleştirir." demiştir. Nâfi' şöyle der:
"İbn Ömer, Ramazan geldiğinde etsiz durmazdı, yola çıktığında etsiz
kalmazdı." Nakledildiğine göre Hz. Ali: "Kırk gece et yemeyenin
ahlâkı kö-îüleşir." demiştir.
Ebu Davud'un merfû
olarak rivayet ettiği: "Eti bıçakla kesmeyiniz. Çünkü o acem işidir. Onu
kemirerek yeyiniz. Çünkü öylesi daha leziz ve afiyetti olur.[246]
şeklindeki Hz. Âişe hadisine gelince; İmam Ahmed, Hz. Peygam-ber'in (s.a.)
bıçakla et kestiğini belirten sahih iki hadisle onu reddetmiştir. Hadis daha
önce geçmişti.
Etin çeşitli cinsleri
vardır. Her biri aslı ve tabiatına göre farklılık arze-der. Her bir cinsin
hükmünü, tabiatını, menfaat ve zararlarını anlatacağız:
1— Koyun
eti: İkinci derecede sıcak, birinci derecede rutubetli özellik arzeder. İyisi
bir yaşındaki koyunun etidir. İyi hazmedebilenler için güzel ve güçlü kan
üretir. Soğuk ve mutedil mizaç sahiplerine, soğuk yer ve mevsimlerde tam
riyazat sahiplerine uygun bir gıdadır. Kara safra mizaçlı kimseleı için
faydalıdır. Zihni ve hafızayı güçlendirir. Yaşlı ve zayıf koyunun eti kötüdür.
Dişi koyun eti de Öyledir. En iyisi, koç etinin siyah kısmıdır. Çünkt o daha
hafif, daha lezzetli ve faydalıdır. Burulmuş olanı daha faydalı ve kalitelidir.
Semiz hayvandan alman kırmızı et daha hafiftir ve gıda bakımından da daha
iyidir. Oğlak eti daha az gıdalıdır ve midede üste çıkar.
Etin en üstünü kemiğe
yapışık olan kısmıdır. Sağ taraf sol taraftan daha hafif ve kalitelidir. Ön
tarafların eti arka tarafın etinden daha üstündür. Hz. Peygamber'in (s.a.)
koyunun en çok sevdiği yeri ön tarafı idi. Baş hariç üste gelen tarafların eti,
alta gelen yerlerin etlerinden daha hafif ve kalitelidir. Fa-razdak, kendisine
et alması için bir adama para vermiş ve: "Ön tarafından al, baş ve
karından sakın; çünkü dert bu ikisindedir." demiştir. Boyun eti güzel ve
lezzetlidir, hazmı çabuk ve hafiftir. Ön bacak eti en hafif, en lezzetli, en
yumuşak ve eza vermeden uzak, hazmı en çabuk olan kısmıdır. Bunun Hz.
PeygamberMn (s.a.) hoşuna gittiği Sahihayn'da rivayet edilmiştir.[247]'
Sırt eti çok gıdalıdır güzel kan yapar. *Sünen-i İbn Mâce'de merfû olarak:
"En güze! et sırt etidir.*"' buyrulmuştur[248]
2— Keçi eti:
Az hararetli ve kuru özelliklidir. Ondan meydana gelen karışım güzel değildir,
hazmı da iyi değildir. İyi bir gıda da sayılmaz. Teke eti mutlak anlamda
kötüdür. Aşırı kurudur, hazmı çok zordur. Kara safralı karışımlar
doğurur.
ı
Câhiz şöyle der:
"Üstün doktorlardan birisi bana: Ey Ebu Osman! Sakın keçi eti yeme; çünkü
o balgamı doğurur, kara safrayı tahrik eder, unutkanlığa sebep olur, kam
bozar. Vallahi o çocukları sakat eder, dedi."
Bazı doktorlar şöyle
demişlerdir: Keçi etinden kötü olanı yaşlı keçi etidir, özellikle de yaşlı
kimseler için, hiç de iyi değildir. Onu itiyad eden için, ondan bir kötülük
yoktur. Galinos, bir yıllık keçi etini mutedil gıdalardan ve iyi sindirim için
dengeleyici özellikli kabul etmiştir. Dişisi erkeğinden daha faydalıdır.
Nesâî'de keçi hakkında
Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Keçiye iyi davranınız ve ona eza
verecek şeyleri gideriniz. Çünkü o cennet hay-vanlarındandır."[249] Bu
hadisin sübûtu hakkında istifhamlar vardır. Doktorların keçi etini mahkum
etmeleri cüz'î bir hükümdür, küllî (genel) bir hüküm değildir. O zayıf midelere,
ona alışkın olmayan, latif, yumuşak gıdalara alışık olan zayıf mizaçlılara has
bir hükümdür. Bunlar ise şehirlerde refah içerisinde yaşayan az sayıda
kimselerdir.
3— Oğlak
eti: Oğlağın özellikle de süt emdiği sürece ve henüz çok körpe
olmadığı zaman itidale yakın bir eti
vardır. Süt emdiği için hazmı çok" süratlidir, tabiatı yumuşatır. Hemen
çoğu kez ve çoğu insanlara uygun bir yiyecektir. Deve etinden daha latiftir.
Ondan oluşan kan mutedildir.
4— Sığır
eti: Soğuk ve kuru özelliklidir, hazmı zordur, mideden yavaş intikal eder,
kara safralı bir kan oluşturur. Sadece aşırı yorgun ve çok çalışan kimselere
uygundur. Devamlı yenmesi kara safralı hastalıklar doğurur. Cild-de
alacaklıklar, uyuz, temreği, cüzzam, fil derdi (bacak şişliği), kanser, kuruntu,
iki gün aşırı tutan humma ve pek çok şişlikler bunlardandır. Bu alışkın
olmayan ya da zararını biber, sarmısak, tarçın, zencefil vb. gibi şeylerle
gidermeyen kimseler için sözkonusudur. Erkeği dişisinden soğukluk bakımından
daha azdır. Dişisi de kurulukça daha azdır. Buzağı eti, özellikle de semiz
olması durumunda gıdalar içerisinde en uygun, en güzel ve lezzetlisidir. O
sıcak ve rutubetli özellik arzeder. Hazmedildiğinde güçlü bir gıda verir.
5— At eti:
Sahih'dc Esmâ'dan (r.a.) sabit olduğuna göre o şöyle demiştir: "Hz.
Peygamber (s.a.) devrinde bir at boğazladık ve onu yedik."[250]
Yine Hz. Peygamber'den (s.a.) sabit olduğuna göre, at eti konusunda izin
vermiş, eşek eti yemeyi yasaklamıştır. Hadisi Buharî ve Müslim tahric
etmişlerdir.[251]
Mikdam b. Ma'dîkerib'in
(rîa.) Hz. Peygamber'in (s.a.) onu yasakladığına dair hadisi sabit değildir.
Ebu Davud ve4iğer hadis âlimleri böyle söylemişlerdir[252]
kur'an'da katırla,
atın yan yana zikredilmesi, at etinin onun eti hükmünde olduğuna herhangi bir
şekilde delâlet etmez. Aynı şekilde ganimet taksiminde katırın hükmünün, atın
hükmü gibi olduğuna da delâlet etmez. Yüce Allah, bazan birbirlerine eş olan
şeyleri yanyana zikrederken, bazan da farklı ve birbirlerine zıt olan şeyleri
yan yana zikretmektedir. Aynı âyetteki "Onlara binmeniz için."[253]
ifadesinde, onun yenilmesine engel olacak bir unsur yoktur. Aynı şekilde onda,
binme dışında diğer istifade yollarının menedil-mesine dair bir engel yoktur.
Bu ifade sadece binme menfaatinin öneminden (1olayı zikredilmiştir. Helâlliği
konusundaki iki hadis de sahihtir ve muarızları yoktur.
At eti sıcak kuru,
kaba, kara safralı ve zararlı bi(;özellik arzeder. Nâzik bedenlere uygun
değildir.
Aynca gevsek olan
Sa-alri'ane ile rivayeti 'etmiştir.
6— Deve eti:
Râfızîler ile ehl-i sünnet arasım ayıran hususlardan birisidir. Nitekim bu
yahûdiler ile müslümanlar arasındaki farklardan da birisini teşkil eder.
Yahudilerle Râfızîler deve etini kötülerler ve yemezler. İslâm'da onun helâl
olduğu zorunlu bilgiler arasındadır. Hz. Peygamber (s.a.) ve ashabı, onu hem
seferde hem de sefer haricinde devamlı olarak yemişlerdir.
Deve yavrusunun eti
etler içerisinde en lezzetli, temiz ve gıda bakımından güçlü olanlardandır.
Alışkın olanlar için o, koyun eti mesabesindedir ve asla zarar vermez, derde
sebep olmaz. Bazı tabipler onu sadece, alışkın olmayan şehirli zenginler için
kötülenişlerdir. Çünkü onda hararet ve kuruluk vardır, kara safra oluşturur,
hazmedilmesi zordur, hoşa gitmeyen bir kuvveti vardır. Bu yüzdendir ki Hz.
Peygamber (s.a.) iki sahih hadiste[254] —ki
muarızları yoktur— deve eti yiyenin abdest almasını emir buyurmuştur. Bu hadislerin,
"elin yıkanması" şeklinde te'vili doğru değildir. Çünkü Hz.
Pey-gamber'in kelâmında ( tjj»j ) kelimesinden kasdettiği mânâ bellidir; el yıkama
mânası bunun dışındadır. İkinci olarak da Hz. Peygamber (s.a.) koyun eti ile
deve etini ayırarak, koyun eti yiyeni abdest alıp almamak arasında muhayyer
bırakmış, deve etini yiyene ise abdest almalarını lazımı olarak emretmiştir.
Eğer "vudû' = abdest'' kelimesi sadece el yıkamaya hamledilecek-se,
"Kim edep yerine elini vurursa abdest alsın.[255]
buyruğundaki abdest de ona hamledilecektir.
Sonra onu yiyen,
meselâ ağzına koymak suretiyle elini vurmadan yiyebilir, eğer abdestten maksat
el yıkamaksa, o zaman bu emir abes olur. Şâri*-in sözünü şer'î örf ve herkesçe
bilinen mânası dışına hamletmek uygun olmaz. Bu hükmün "Hz. Peygamber'in
(s.a.) iki davranışından sonuncusu, ateşte pişen şeylerden abdest alınmasının
terki idi." hadisi ile tearuz halinde olması da çeşitli açılardan doğru
değildir:
1) Bu hadis umûmîdir, deve eti yeme neticesinde
abdest alınması emri ise özeldir.
2)
Hadislerin yönleri farklıdır. Deve etinden abdest alma emri, "sırf onun
deve eti olduğu" içindir; ister çiğ, ister pişmiş, ister kurutulmuş olsun farket-mez.
Ateşin abdest almayı gerektiren bir etkisi yoktur. Ateşte pişen şeyin
yenmeşinden dolayı abdest almayı terketme emri ise, bir şeyin ateşte pişmiş olmasının
abdesti gerektirici olmadığını beyan içindir. Dolayısıyla aralarında ne ilgi
var ki tearuzları sözkonusu olsun? Birisi abdest alma sebebini -ki o onun deve
eti olmasıdır- belirtirken, öbürü ateş dokunan şeyin abdest sebebi olmadığını
belirtmektedir. Aralarında herhangi bir şekilde çelişki yoktur.
3) Bunda
şeriatın sahibinden nakledilen genel bir lâfız yoktur. Sadece bir konuda biri
diğerinden önce iki defa tekrarlanan bir olayın bildirilmesi söz konusudur.
Nitekim bu, aynı hadiste belirtilmiştir. Şöyle ki: Hz. Peygam-ber'e (s.a.) et
takdim etmişler, yemiş. Sonra namaz vakti gelmiş ve abdest almış, namaz
kılmıştır. Sonraları yine et takdim etmişler, yemiş, sonra abdest almadan
namaz kılmıştır. Bu iki işten sonuncusu ateşte pişen şeyden dolayı abdest
almayı terk oluyordu. Hadis böyle gelmiştir. Râvi hadisin istidlal edilen
yerini almak suretiyle ihtisarda bulunmuştur. Bunda ateş temas eden şeyden
abdest alma emrinin neshine delâlet edecek ne var? Hatta böyle değil de daha
sonraki tarihli zıt gibi gözüken genel bir lâfız olsa bile, o nesh için
elverişli olmaz ve has (özel) olan nassın âmm (genel) olan nass üzerine takdimi
gerekir. Bu son derece açıktır.
7— Dabb ,
keler eti: Helâlliği ile ilgili hadis geçti. Sıcak ye kuru özelliklidir. Cima
şehvetini güçlendirir.
8— Gazal ,
geyik eti; En iyi avdır. Eti güzeldir. Kuru ve sıcak özelliklidir. Gayet mutedildir,
sağlam mutedil bedenler için faydalıdır da denilmiştir. İyisi geyik
yavrusudur.
9— Zaby ,
ceylan eti: Birinci derecede sıcak ve kuru özelliklidir; bedeni kurutur.
Rutubetli bedenler için elverişlidir. İbn Sina Kanun adlı eserinde:
"Vahşi hayvanlar içerisinde en üstün et, biraz kara safralı olmakla birlikte
ceylan etidir." der.
10— Erneb
tavşan eti: Sahihayn'da Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle anlatır: Bir tavşana
rastladık, arkasından koştular ve onu yakaladılar. Ebu Talha onun budunu Hz,
Peygamber'e (s.a.) gönderdi. Hz. Peygamber (s.a.)'de bunu kabul buyurdu.[256]
i
Tavşan eti mutedildir,
hararet ve kuruluğa çalar. En güzel yeriitıudu-dur. En iyisi etini kızartarak
yemektir. Karnı tutar, sidiği söktürür, taşlan
ufalar, kafasını yemek
el ve baş titremesine iyi gelir.
11—
HımânıH-vahş, yaban eşeği eti: Sahihayn'da Ebu Ka-tâde şöyle anlatır: "Bir
umre seferinde Rasûlullah ile beraberdik. Ben bir yaban öşeği avladım. Hz. Peygamber (s.a.) onu yemelerini
emretti ve o sırada ihrimh bulunuyorlardı. Ben ise ihramlı değildim."[257]
îbn Mâce'de Câbir'in
(r.a.): "Hayber fethi sırasında at ve yaban eşekleri yedik."
rivayeti bulunmaktadır.[258]
Eti sıcak ve kuru
özelliklidir, çok gıdalıdır. Kara safralı yoğun bir kan oluşturur. Ancak iç
yağı, Öd ağacı, (kust) yağı ile birlikte sırt ağrısına, böbrekleri sarkıtan
yoğun yele karşı faydalıdır. İç yağı sürüldüğünde çiğite iyi gelir. Genellikle
bütün vahşi hayvan etleri, yoğun ve kara safralı kan oluştururlar. İçlerinde
en iyisi geyik etidir. Sonra tavşan eti gelir.
12— Cenin
(ana karnındaki yavru) eti: İçindeki kan boşalmadığı için iyi değildir. Haram
da değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.): "Ceninin tezkiyesi annesinin
boğazlanmasıdır." buyurmuştur[259]
Irak âlimleri, diri
olarak yetişilip boğazlanmadıkça ceninin yenilemeyeceğini söylemişler ve
hadisi tevil ederek ondan murat "Onun tezkiyesi annesinin boğazlanması
gibidir." şeklindedir ve bu hadis, ceninin haramhğına bir hüccettir,
demişlerdir. Bu yanlıştır. Çünkü nadisin öncesi vardır: Onlar Hz. Peygamber'e
(s.a.) sormuşlar ve:
yoruzJ
Ya Rasûlallah! Biz
koyunu kesiyoruz ve karnında cenin (yavru) bulu- yiyebilir miyiz? demişler, Hz.
Peygamber (s.a.) de:
Eğer isterseniz
yeyiniz. Çünkü onun tezkiyesi, annesinin boğazlanır, buyurmuştur.
Kıyas da ceninin helâl
olmasını gerektirir. Çünkü o, ana karnında olduğu sürece, annenin bir parçası
olmaktadır. Annenin boğazlanması ise bütün uzuvların tezkiyesi demektir. Şeriat
sahibinin; "Onun tezkiyesi, annesinin bo-ğazlanmasıdır." ifadesi ile
işaret etmek istediği şey de budur. Onun boğazlanması nasıl diğer organlarının
tezkiyesi demek ise ceninin de tezkiyesidir. Dolayısıyla Hz. Peygamber'in
(s.a.) cenin etinin yenileceğine dair açık sünneti bulunmasaydı bu kez sahih
kıyas yine onun helâl olmasını gerektirecekti.
13—
Kurutulmuş et: Sünen'de Sevbân (r.a.) anlatır: Bir sefer sırasında Hz.
Peygamber (s.a.) için bir koyun kesmiştim. Bana: "Onun
etini kurut!" buyurdular. Ondan
Medine'ye gelinceye kadar, peygamberimize yedire geldim.[260]
Kurutulmuş et,
pastırmadan daha faydalıdır, bedeni güçlendirir, kaşıntı doğurur. Zararı, soğuk
ve rutubetli baharatla bertaraf edilir. Sıcak mizaçlılar için elverişlidir.
Pastırma, sıcak kuru
ve kurutucudur. İyisi, semiz ve rutubetli olanıdır. Bağırsak ağrılarına
(kulunç) neden olur. Zararı süt ve yağ ile pişirilmek suretiyle giderilir.
Sıcak ve rutubetli mizaçlı kimselere elverişlidir. [261]
Allah Teâlâ,
cennetliklerden bahsederken: "Canlarının çektiği kuş eti ile (etraflarında
dolanırlar)", buyuruyor.[262]
Bezzâr'm Müsned'mĞc
merfû olarak şöyle buyrulur: "Şüphesiz ki sen cennette bir kuşa bakar ve
onu arzu edersin. Derhal o, kızartılmış olarak önüne düşer.[263]
Kuşlardan bazıları
helâl, bazıları da haramdır: Haram olanlar; çakır doğan, doğan ve şahin gibi
pençeli olanlar, kerkenez, kartal, leylek, saksağan, alaca karga, kara karga
gibi leş yiyenler; hüdhüd (ibibik) ve göçken (surad) gibi öldürülmesi yasak
olanlar; çaylak (hıdee) ve karga gibi öldürülmesi emredilen kuşlardır.
Helâl olanların ise çeşitli
sınıfları vardır:
1— Tavuk:
Hz. Peygamber'in (s.a.) tavuk yediği Sahihayrfda. belirtilmiştir.[264]
Tavuk, sıcak ve
birinci derecede rutubetli özellik arzeder. Mideye hafiftir. Hazmı çabuktur,
iyi bir karışım olur, beyni ve meniyi arttırır, sesi tasfiye eder, rengi
güzelleştirir, aklı güçlendirir, güzel bir kan oluşturur. Rutubete meyillidir.
Denildiğine göre devamlı yenmesi "nıkris" denilen ayak zahmetine
sebep olurmuş. Ancak bu sabit değildir.
2— Horoz
eti: Daha sıcak ve daha az rutubetli özellik arzeder. Eskisi ilaçtır ve usfur
(veya asfar) tohumu (kurtum) ve durak otu işibs) ile pişirildiği zaman kulunca
(bağırsak ağrısına), astıma, yoğun yellere iyi gelir. İyi bir gıdadır,
hazmedilmesi çabuktur. Piliçler İse, hazmı çok süratlidir, tabiatı yumuşatır,
ondan oluşan kan gerçekten güzel (ince) bir kandır.
3— Tiraç
kuşu [265] eti: İkinci derecede
sıcak ve kuru özellik arzeder; hafif ve hoştur. Hazmı çok çabuktur. Mutedil
bir kan oluşturur. Çok yemek gözü keskinleştirir.
4— Keklik eti: Güzel kan oluşturur. Hazmı
çabuktur.
5— Kaz eti:
Sıcak ve kurudur. Alışkanlık edinildiğinde kötü bir gıdadır, artığı fazla
değildir.
6— Ördek
eti: Sıcak ve rutubetlidir, artığı fazladır, hazmı zordur, mideye uygun
değildir.
7— Toy kuşu
eti: Sünen'de Bürcyhî b. Ömer b. Sefine hadisinde, râvi dede (Sefine) sahabî,
Hz. Peygamber (s.a.) ile beraber toy kuşu eti yediğini söylemiştir.[266]
Toy kuşu eti, sıcak ve
kuru, hazmı zor bir özellik arzeder. Çalışıp yorulanlar için faydalıdır.
8- Turns eti:
Kuru ve hafiftir. Sıcak mı soğuk mu olduğu ihtilaflıdır S^davi (kara) bir kan
oluşturur. Çalışıp yorulan kimselere uygundur. Boğazlandıktan sonra
bırakılmalı ve bir gün veya iki gün sonra yenilmelidir.
9— Serçe ve
turkay (ya da çekük) kuşu eti Nesâî, Soner'inde rivayet etmiştir: Abdullah b.
Ömer (r.a.) Hz. Peygamber'den (s.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Eğer
bir insan serçe ya da daha küçük bir kuşu hakkını vermeden öldürürse, mutlaka
Yüce Allah o kimseden onu sorar." Sordular: "Ya Rasûlallah! Onun
hakkı nedir?" Hz. Peygamber (s.a.): "Onu boğazlaman ve yemendir,
başını koparıp atmamandır."[267]
buyurdu.
Yine onuri Sünen'inde,
Amr b. Şerîd'in, babasından rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.)
şöyle buyurmuştur: "Kim boş yere bir ser£e öldüürse, o serçe: 'Ya Rabbi!
Beni falanca boş yere öldürdü, bir fayd? iürmedi.' diye Allah'a tazarru ve
niyazda bulunur."[268] '
Serçe eti, sıcak ve
kurudur, tabiatı tutar, şehveti arttırır, çorbası Jabiatı yumuşatır, mafsallara
fayda verir. Beyni zencefil ve soğanla yendiği gaman cima arzusuna heyecan
katar. Midede iyi bir karışım oluşturmaz.
10— Güvercin
eti: Sıcak ve rutubetlidir, iç organları daha1 az rutubetlidir. Civcivleri
daha rutubetli özellik arzeder. Yeni uçabilenlerinin eti daha hafiftir, gıdası
da iyidir. Erkek güvercin eti gevşeme, uyuşma, sekte ve titremelere karşı
şifadır. Nefeslerini koklamak da aynı şekildedir. Civcivlerini yemek siyatiğe
karşı yardımcı olur. Böbreklere iyi gelir. Kanı arttırır. Hakkında asılsız
hadisler uydurulmuştur. Güya bir adam Hz. Peygamber'e yalnızlıktan şikâyet
edince: "Kendine güvercinden bir eş edin." buyurmuş.[269]
Bundan sıhhatçe daha iyisi şudur: Hz. Peygamber (s.a.) bir adamı bir güvercini
izlerken görmüş ve: "Bir şeytan bir şeytanı takip ediyor." buyurmuştur
[270]
Hz. Osman (r.a.),
hutbesinde, köpeklerin öldürülmesini ve gü Jfercinle-rin boğazlanmasını
emrederdi.
11—
Bağırtlak kuşu eti: Kuru özelliklidir. Kara safra meydana getirir, tabiatı
sıkar. En kötü gıdalardandır. Ancak istiska'ya (vücudurj bir tarafında su
toplanması) karşı fayda verir. ;
12— Bıldırcın eti: Sıcak ve kuru özelliklidir.
Mafsallara iyi gelir. qıcak özellikli karaciğere zararlıdır. Zararı sirke ve
kişnic tohumu (küs-füre) ile giderilir.
Kokuşmuş ve pis
yerlerde olan kuşların etlerinden sakınmak gerekir. Bütün kuş etleri, hayvan
etlerinden daha çabuk hazmedilirler. Daha çabuk haz-molunan ve daha az gıdalı
olan yerleri ise boyun ve kanat kısımlarıdır. Beyinleri (dimağ) hayvan
beyinlerinden daha iyidir.
13— Çekirge :
Sahihayn'da rivayet edilir: Abdullah b. Ebî Evfâ (r.a.): "H.. Peygamber
(s.a.) ile çekirge yiyerek yedi gaza (sefer) yaptık." demiştir.[271]
Müsned'de ise Allah
Rasûlü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bize iki meyte (ölü), iki kan helâl
kılındı: Balık ve çekirge; karaciğer ve dalak." Bu hadis hem merfû, hem de
İbn Ömer'e (r.a.) mevkuf olarak rivayet edilir.[272]
Çekirge, sıcak ve kuru
özelliklidir, az gıdalıdır. Devamlı yenilmesi zayıflatır. Buharına durulduğu
zaman sidik damlaması ve işeme zorluğuna — özellikle de kadınlar için— iyi
gelir. Basurlar için buharına durulur. Semizleri akrep sokmasına karşı
kızartılır ve yenilir. Saralılar için zararlıdır. Midede karışımı kötüdür.
Sebepsiz ölmüş olanların mübahhğı konusunda iki görüş vardır: Çoğu ulemaya göre
helâldir. İmam Mâlik haram saymıştır. Baskı, yangın vb. gibi bir sebeple
ölmesi durumunda helâl olduğunda herhangi bir ihtilâf yoktur.[273]
Devamlı et yememek
uygun olur. Çünkü demevî ve şişmanlıklarla ilgili hastalıklara, akut hummalara
sebep olabilir. Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: "Etten sakınınız. Çünkü o,
şarabın alışkanlık doğurduğu gibi alışkanlık doğurur. Bu haberi Mâlik,
Muvatta'da Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Hipokrat ise: "İçinizi
hayvanların makberi kılmayınız." dermiş. [274]
Allah Teâlâ şöyle
buyurur: "Hayvanlarda da size ibretler vardır. Bağır-sakiarmdakiler ile
kan arasından, içenlere halis ve içimi kolay süt içiri-riz."[275];
Cennetten bahsederken: "Orada temiz su ırmakları, tadı bozulmayan süt
ırmakları... vardır."[276]
buyurmuştur.
Sünen'de merfû olarak
şöyle buyrulur: "Kime Allah bir yemek yedirirse o: 'Allah'ım bunu bizim
için bereketli kıl, bizi ondan daha hayırlısı ile rızık-landır, desin. Kime de
süt içirirse o: 'Allah'ım! bunu bize bereketli kıl, ve ondan bize daha ver'
desin. Çünkü ben yiyecek ve içecekler içerisinde sütten başka yeterli olanı
bilmiyorum."
Süt, her ne kadar
görünüşte basit gözüküyorsa da ashnda yaratılışında üç cevherden tabiî olarak
terkip edilmiş mürekkep bir içecektir: Peynir cevheri, tereyağı cevheri ve su
cevherinden meydana gelmiştir. Peynir cevheri, soğuk ve rutubetlidir, bedene
gıda verir. Tereyağı cevheri, mutedil hararet ve rutubet arzeder, sağlam yapılı insan bedenine
uygundur, menfaatleri çoktur. Su cevheri, hararetli ve rutubetlidir, tabiatı
bırakır, bedene rutubet verir. Genel olarak süt, mutedilden daha soğuk, daha
rutubetlidir.
"Sağıldığı sırada
kuvveti, hararet ve rutubettir." de denilmiştir. "Hararet ve
soğuklukta mutedildir." diyenler de olmuştur.
Sütün en kaliteli
zamanı sağıldığı zamandır. Sonra giderek değeri azalır. Sağıldığı sırada daha
az soğuk, daha çok rutubetli özellik arzeder. Ekşidiği zaman bunun aksi olur.
Doğumdan kırk gün sonraki süt tercih edilir. En kalitelisi son derece beyaz,
kokusu güzel, tadı lezzetli, hafif tatlımsı, orta derecede yağlı olan, ne çok
ince ne çok koyu olmayan, genç ve sağlıklı, orta etli, otlak ve sulağı iyi olan
bir hayvandan sağılan süttür.
Süt güzel bir kan
oluşturur, kuru özellikli bedeni rutubetlendirir, güzel bir gıda verir,
kuruntu, keder ve sevdalı hastalıklara iyi gelir. Bal ile içildiği zaman,
dahili yaraları kokuşmuş unsurlardan arındırır. Şekerle birlikte içildiği
zaman, rengi gerçekten güzelleştirir. Süt cimanın zararını telafi eder, göğüs
ve akciğere iyi gelir, veremli kimseler için çok elverişlidir. Baş, mide, karaciğer
ve dalağa iyi gelmez. Fazla süt içmek dişlere ve diş etlerine zararlıdır. Bu
yüzden sütten sonra ağız su ile gargara yapılmalıdır. Sahihayn'da belirtildiği
üzere: Hz. Peygamber (s.a.) süt içmiş, sonra su istemiş ve ağzını gargara
ederek: "Onun yağı vardır." buyurmuştur[277]
Hummalı kimselere,
başı ağrıyanlara iyi gelmez. Beyine ve zayıf başa eza verir, devamlı süt içmek
göz kararması ve perdelenmesine, mafsal ağrılarına, karaciğer tıkanıklıklarına,
mide ve karında şişliklere neden olabilir. Bal ve zencefil vb. ile zararı izale
edilir. Bütün bunlar süte alışkın olmayan kimseler içindir.
a) Koyun
sütü: Sütler içerisinde en koyu ve rutubetli olanıdır. Keçi ve inek sütünde
bulunmayan ölçüde yağlı ve kötü bir kokusu vardır. Balgamlı artıklar doğurur.
Devamlı alındığı zaman cildde beyazlık meydana getirir. Bu tür etkisinin az
olması için içine su katılması uygun olur. Susuzluğu teskini çok süratlidir,
soğukluk vermesi de bir hayli çoktur.
b) Keçi
sütü: İnce ve mutedildir, karnı bırakır, kuru bedeni rutubetlendirir, boğaz
ağrılarına, kuru öksürüğe ve kan tükürmeye karşı iyi gelir.
Mutlak anlamda süt,
insan bedeni için en faydalı içecektir. Çünkü hem gıda verir, hem kan yapar;
insan çocukluk döneminde ona alışkındır, aslî fitrata uygundur. Sahihayn'da
miraç olayında anlatıldığına göre Hz. Peygam ber'e (s.a.) isrâ gecesinde bir
kadeh şarapla, bir kâse süt sunulmuş. O her ikisine de bakmış ve süt kâsesini
almıştı. Bunun üzerine Cebrail (a.s.): "Seni fıtrata uygun olana hidayet
eden Allah'a hamdolsun. Eğer şarabı alsaydın ümmetin taşkınlık yapar,
azardı." demiştir.[278]
Ekşi süt iyi değildir,
ham bir karışım oluşturur. Sıcak özellikli mideler onu hazmeder ve ondan
faydalanabilir.
c) İnek sütü: Bedene gıda verir ve onu
geliştirir, itidalli biçimde karnı tutar. İncelik ve koyulukta, yağ oranında
keçi ile koyun sütü arasında en uygun ve en üstün sütlerden birisidir. Sünen*
de merfû olarak rivayet edilen İbn Mes'ûd (r.a.) hadisinde: "İnek sütüne
devam ediniz. Çünkü o her bir ottan otlar." buyrulmuştur.[279]
d) Deve
sütü: Faslın başında sözü geçti. Orada faydalarından bahsedildi. Tekrara gerek
duymuyoruz. [280]
"Kündür" de
tabir edilir. Hakkında Hz. Peygamberden (s.a.): "Evlerinizi lüban ve
satir otu ile buharlandırımz." şeklinde bir hadis nakledilmişse de, O'ndan
böyle bir hadis sahih değildir. Ancak Hz. Ali'nin, kendisine unutkanlıktan
şikâyetçi olan birisine: "Lübân (akgünlük) kullanmalısın; çünkü o kalbi
cesaretlendirir, unutkanlığı giderir." dediği rivayet edilmektedir.
Zik-redildiğine göre İbn Abbas (r.a.): "Aç karnına şekerle birlikte
içilmesi işemek ve unutkanlık için iyidir." demiştir. Yine Enes (r.a.)
kendisine unutkanlıktan şikâyetçi olan bir adama: "Lübân'a (kündür) devam
et. Akşamdan ısla, sabaha girdiğinde, aç karnına ondan iç. Çünkü o unutkanlığa
karşı çok iyidir." demiştir.
Bunun açık ve tabiî
bir sebebi vardır. Şöyle ki; unutkanlık dimağa galebe çalan soğuk ve rutubetli
mizacın kötülüğünden olduğu zaman, beyin hafıza gücünü gereği gibi
çalıştıramaz ve ezberleyemez. Bu durumda lübân (akgünlük) ona fayda verdir.
Ama unutma, arızî olan bir şeyin galebesinden kaynaklanıyorsa, rutubet verici
özellikli şeylerle onun derhal izalesi mümkündür.
Aralarında şu fark
vardır: Kuru özellikli olanın arkasından uykusuzluk ve şimdiki olanların değil
de geçmişte olan şeylerin hıfzı gelir. Rutubetli özellikli olanın durumu ise
tersinedir.
r.
Unutkanlığı bazı
özellikli şeyler doğurur: Ense çukurundan hacamat olmak, devamlı yaş küzbüre
(kişnic) ve ekşi elma yemek, aşırı düşünce ve gam, durgun suya bakmak ve içine
işemek, asılmış kimseye bakmak, mezar kitabelerini çokça okumak, yanyana giden
iki deve arasında yürümek, havuzlara bit atmak, fare artığını yemek
bunlardandır. Bunların çoğu tecrübe il^i bilinmektedir. [281]
Lübân (akgünlük),
ikinci derecede ısıtıcı, birinci derecede kurutucudur, birazcık tutucu özelliği
vardır. Faydaları çok, zararları ise azdır. Faydalarından bir kısmı şunlardır:
Kan fışkırmasına, kan gitmesine, mide ağrısına, karın gitmesine fayda verir.
Yemeği hazmettirir, yelleri çıkarır. Göz yaralarını temizler, sair yaralarda et
bitirir. Zayıf mideleri güçlendirir ve onları ısıtır. Balgamı kurutur, göğüs
rutubetlerini emer, göz kararmasını giderir. İnatçı yaraların yayılmasını
önler. Yalnız başına veya İran sâbiri ile çiğnendiği zaman balgamı çeker. Dil
tutulmasına karşı iyi gelir. Zihni açar ve arındırır. Su ile
buğulandırıldığında vebaya karşı iyi gelir ve havanın' kokusumj
igüzel-leştirir. [282]
Su hayatın maddesi,
içeceklerin efendisidir. Kâinatı oluşturan unsurlardan biri hatta aslî
unsurudur. Çünkü gökler suyun buharından, yeryüzü köpüğünden yaratılmış, Allah
her canlıyı ondan halketmiştir.
O gıda verir mi, yoksa
sadece gıdaya etki mi eder konusunda iki görüş vardır. Daha önce hangisinin
daha üstün olduğunu ve delillerini zikretmiştik.
Su soğuk ve rutubetli
özellik arzeder, harareti önler, bedeni ve rutubetini muhafaza eder,
çözümlenenlerin yerini doldurur, gıdaları inceltir ve onları damarlara
gönderir.
Suyun kaliteli olması
için şu on şart aranır:
1. Rengi son derece saf olmalıdır.
2. Asla kokusu olmamalıdır.
3. Tadı Nil ve Fırat sulan gibi güzel ve hoş
olmalıdır.
4. Ağırlığı hafif ve İnce kıvamlı olmalıdır.
5. Kaynak ve aktığı yollar temiz ve güzel
olmalıdır.
6. Kaynağı uzakta olmalıdır.
7. Güneş ve rüzgâra açık olmalıdır. Yer altında
gizli olmamalıdır.
8. Hareketli ve hızlı akışlı olmalıdır.
9. Suyu bol olmalı, karışan yabancı maddeleri
dışarı alabilmelidir.
10. Döküldüğü yer de suyun kalitesini bildirir.
İyi su ya kuzeyden çıkarak güneye doğru bir yol almalı, yahut da batıdan
doğuya doğru bir mecra izlemelidir.
Bu on vasıf üzerinde
düşünecek olursanız, bunların sadece şu dört nehirde tam olarak bulunduğunu
göreceksiniz: Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat.
Sahihayn'âa Ebu
Hureyre hadisinde Hz. Peygamber (s.a.): "Seyhan, Ceyhan, Nil ve Fırat;
hepsi de cennet ırmaklarmdandır." buyurmuştur.[283]
Suyun hafifliği, şu üç
şey ile anlaşılır: 1) Çabuk soğur, çabuk ısınır. Hi-pokrat: "Çabuk ısınıp
çabuk soğuyan su en hafif sudur." demiştir. 2) Tartı ile anlaşılır. 3)
Aynı ağırlıkta iki pamuk aynı miktardaki farklı iki su ile ıslatılır ve iyice
kurutulur, sonra tartılır. Hangisi daha hafif ise onu ıslatan su, diğerinden
daha hafiftir.
Su, aslî konumunda her
ne kadar soğuk ve rutubetli ise de, arızî sebeplerle bu özelliği değişiklik
gösterebilir. Şöyle ki; diğer yönlere kapalı olup sadece kuzey rüzgârına açık
olan su soğuk olmakla birlikte, içinde biraz da kuzey rüzgârından almış olduğu
kuruluk özelliği gösterir. Diğer yönler için de avnı durum söz konusudur.
Madenler arasından
kaynayan su, o madenin özelliğini gösterir ve bedene o madenin etkisi gibi
etki yapar. Tatlı su, hem hasta hem de sağlıklı kimselere faydalıdır. Soğuk
olanı dalia faydalı ve tatlıdır. Aç karnına içilmesi uygun değildir. Hemen
cimadan sonral, uyanır uyanmaz, hamamdan çıktıktan sonra, meyve akabinde
içilmemelidir. Daha önce geçmişti. Yemek üzerine içmede, eğer bir zaruret
varsa, bir sakınca yoktur. Hatta içmelidir, fakat az ve emerek içmelidir. Böyle
yaparsa asla zarar vermez. Aksine mideyi güçlendirir, şehveti uyandırır,
susuzluğu giderir.
Ilık su, şişkinlik
yapar ve az önceki zikrettiklerimizin aksi tesirde bulunur. Üstünden bir gece
geçen su, tazesinden daha iyidir. Daha önce geçti. Soğuk
su, içende dışarıdaki faydasından daha
çok fayda verir. Sıcak su ise, bunun aksinedir. Soğuk su kan kokuşmalarına,
buharların başa doğru yükselmesine karşı fayda verir, kokuşmaları önler; sıcak
özellik gösteren mizaç, diş, zaman ve mekânlara uygun gelir; soğuk algınlığı
ve şişkinlikler gibi olgunlaşma ve çözümlenmeye ihtiyaç gösteren her duruma
karşı zararlıdır. Aşırı soğuk olduğunda dişleri sızlatır; devamlı soğuk su
içmek, damar çatlamasına, nezlelere, göğüs ağrılarına sebep olabilir.
Aşın derecede soğuk ve
sıcak su, sinirler ve pek çok organlara karşı zararlıdır. Çünkü aşırı sıcak su
çözümleyici, aşırı soğuk da yoğunlaştırıcıdır. Sıcak su sert karışımların verdiği
yanmaları teskin eder; çözümleyici ve ol-gunlaştıncıdır, artıkları dışarı
çıkarır, rutubeî ve ısı verir; içildiği zaman hazmı bozar; yemeği midenin
yüzüne çıkarır ve mideyi gevşetir. Susuzluğu hemen söndürmez, bedeni
bıraktırır, kötü hastalıklara sebebiyet verir, pek çok hastalıklara karşı
zararlıdır. Ancak yaşlı ve saralılara, soğuk özellikli baş ağrısına, göz
ağrısına iyi gelir. Haricen kullanılması daha faydalıdır.
Güneş tarafından
ısıtılmış su hakkında sahih ne bir hadis ne de bir haber (eser) mevcut
değildir. Eski tabiplerden hiç biri de onu hoş görmeyip, kö-tülememişlerdir.
Aşırı sıcak su böbrek yağlarını eritir. Gayn harfind^j, yağmur sulan hakkında
söz edilmişti. (Gays maddesi).
a) Kar ve
dolu suyu: Sahihayn'da sabit olduğu üzere Hz. Peygamt er çeşitli
münasebetlerle yaptığı duasında: "Allah'ım! Beni hatalarımdan i:ar dolu
suyu ile yıka!" buyururdu.[284]
Kar, mâhiyet
itibariyle sert ve dumanlı özellik arzeder. Suyu da aynı şekildedir.
Hataların, kalbin serinletilmesine, güçlendirilmesine ve sertleştiril-mesine
duyulan ihtiyaçtan dolayı kar suyu ile yıkanması talebindeki hikmetin izahı
daha önce geçmişti. Bundan hem bedenî, hem de kalbî hastalıkların zıdları ile
tedavi edilmeleri ilkesinin çıkarıldığı yine orada belirtilmişti.
Dolu suyu, kar
suyundan hem daha ince hem de daha lezzetlidir. Buz
suyu ise, aslı olan su özelliğini
gösterir.
Kar, iyilik ye kötülük
bakımından üzerine yağdığı dağ ve toprakların özelliğini kazanır. Hamamdan
çıktıktan, cimadan, spordan, sıcak yemekten hemen sonra karlı su içmemek
gerekir. Aynı şekilde öksürenler, göğüs ağrısı çekenler, karaciğer zayıflığı
olanlar, soğuk özellikli mizaca sahip kimseler de karlı su içmemelidirler.
b) Kuyu ve
yeraltı boru suları: Kuyu sularının letafeti azdır, yer altı boru suları ise
ağırdır. Çünkü kuyu gömüde olup, kokuşmalardan hali değildir. Boru sulan ise
hava ile temas halinde değildir, hava ile temas edip üzerinden bir gece
geçmedikçe içilmemelidir. En kötüsü de kurşun borularda akıtılan, ya da kuyusu
harap olan sulardır. Özellikle toprağı da kötü ise, artık o su korkunç bir veba
yuvasıdır.
c) Zemzem suyu:
Şerefçe suların efendisi, en büyük ve azametlisidir, nefislerin en çok
arzuladığı, fiyatça da en yüksek ve en nefis olanıdır. O Cibril'in (a.s.) yere
ayağım vurması neticesinde Yüce Allah tarafından ilk etapta Hz. İsmail'in su
ihtiyacını gidermek için çıkarılmıştır.[285]
Sahih'tt sabit olduğu
üzere Hz. Peygamber (s.a.), Kabe ve örtüsü arasında Zemzem'den başka azığı
olmaksızın geceli gündüzlü kırk gün geçiren Ebu Zer'e: "Şüphesiz o
(Zemzem), doyurucu bir yemektir." buyurmuştur[286]
Başkaları bu ifadeye, "Ve hastalıklara şifadır." sözünü de eklemişlerdir[287]
İbn Mâce'de ise Câbir
b. Abdillah (r.a.) hadisinde Hz. Peygamber (s.a.): "Zemzem suyu ne niyetle
içilirse öyle olur," buyurmuştur[288]
Bazıları bu hadisi Muhammed b. el-Münkedir'den rivayet etmekte olan râvi Abdullah
b. el-Müemmel yüzünden zayıf bulmuşlardır. Biz, Abdullah b. el-Mübarek'ten
rivayet etmiştik. Bu zat hacc ettiğinde Zemzem'e geldi ve: "Ey Allah'ım!
İbn Ebi'l-Mevalî, Muhammed b. el-Münkedir'den, o Câbir'den (r.a.), o da
Pey-gamber'inden (s.a.): 'Zemzem suyu ne niyetle içilirse öyle olur' buyurduğunu
naklediyor. Ben onu kıyamet gününün susuzluğunu gidermesi için içiyorum."
dedi. İbn Ebi'l-Mevâlî sikadır. Şu halde hadis hasendir. Bazıları o hadisi
sahih bulurken, bazıları da mevzu saymışlardır. Her ikisi de tahkiksiz
söylenmiş sözlerdir.
Bizzat kendim ve daha
başkaları Zemzem ile şifa bulmayı tecrübe etmiş ve şaşılacak tesirlerini
görmüşüzdür. Ben çeşitli hastalıkların şifasını onda aradım ve Allah'ın izni
ile iyileştim. Pek çok sayıda kimselerin yarım ay boyunca, daha az veya daha
çok müddetle sadece onunla gıdalandıklarım, hiçbir açlık hissetmediklerini,
insanlarla birlikte onlardan biri gibi tavaf ettiklerini müşahade etmişimdir.
Biri bana tam kırk gün Zemzem'le idare ettiğini, bu arada eşi ile cima
edebilecek, oruç tutup defalarca tavaf edebilecek gücünün bulunduğunu
söylemiştir.
d) Nil suyu:
Cennet nehirlerinden birisidir. Kaynağı Habeş ülkesinin en uzak noktalarında,
Kamer dağlarının arkasındadır. Orada yağmur suları toplanır, seller birbirini
destekler ve böylece Allah NiFi çöl bir toprak üzerinden Kuzey'e doğru
sürükler. Onunla ekin çıkarır, ondan insanlar ve hayvanlar yerler. Yüce
Allah'ın Nü'i akıttığı topraklar çöl topraklarıdır, katıdır; normal yağmur
yağacak olsa onunla o toprağın suya kanması ve bitki bitirmesi mümkün değildir.
Normalin üstünde yağacak olsa bu kez de, evler barklar, orada meskûn olanlar
zarar görecek ve yaşama düzeni bozulacak, hayat yürümeyecekti. İşte bu yüzden
Allah yağmuru tâ uzak yerlere indirdi, sonra bu yağmurları büyük bir nehirde
buralara akıttı. Yüce Allah onun taşmasını belli vakitlerde ve ülke
topraklarının yeterli düzeyde sulanabileceği bir miktar ve keyfiyette ayarladı.
Bütün toprakları suya iyice kandırdığı zaman azalması ve yatağına çekilmesi
için izin verdi. Böylece ekim yapılabilmesi imkânı doğdu ve istifade
tamamlandı.
Nil suyunda, az önce
zikredilen, kaliteli bir suda bulunması gereken on vasıf da bulunmaktadır.
Böylece o, en latif, en hafif, en tatlı ve en hoş sulardan biri olmaktadır.
e) Deniz suyu:
Hz. Peygamber'in (s.a.) deniz hakkında: "Onun suyu temizdir; ölüsü de
helaldir. "[289]
buyurduğunu biliyoruz. Yeryüzünde gerek insanların gerekse hayvanların
hayatlarının düzenli ve menfaatlerinin tamam olması için Yüce Allah denizleri
acı ve tuzlu kılmıştır. Çünkü denizler daimi ve durgundurlar; içerisinde pek
çok canlılar yaşar. Bunlar orada çoğu kez ölürler ve gömülmezler. Eğer bu
durumda deniz suyu tatlı olsaydı, devamlılığı ve içerisinde hayvanların ölmesi
sebebiyle bozulur ve kokuşurdu. Dünyamızı saran hava tabakası bundan etkilenir
ve o da kokuşur, fesada uğrar; neticede bütün dünya fesada giderdi. Yüce
Allah'ın herşeyi yerli yerinde yaratan hikmeti, denizlerin tuzla gibi şayet
dünyadaki bütün İaşeler, pis kokular, ölüler içerisine atılacak olsa
bozulmayacak, değişmeyecek şekilde kalmasını gerektirdi; yaratıldığından
kıyamete dek kalmasına rağmen kokuşmamasını gerektirdi ve denizler öyle
yaratıldı. Bu denizlerin tuzlu olmasını gerektiren gâî sebebidir. Onun fiilî
olarak tuzlu olmasını intaç eden etkin sebep de, zenininin tuzlu ve çorak
olmasıdır.
Deniz suyu ile
yıkanmak, deride bulunan pek çok afetlere karşı faydalıdır. İçmek dahili ve
harici zararlara sebep olur. Çünkü karnı bırakır, zayıflatır, kaşıntı ve uyuz
doğurur, şişkinlik ve susuzluk meydana getirir. Deniz suyunu içmek zorunda
kalan kimseler için, zararını giderme amacı ile yapabileceği bazı yollar
vardır:
Bunlardan birisi
şöyledir; Deniz suyunu tencereye koyar, tencere üzerine kamışlar uzatır,
onların üzerine de kabartılmış yeni yün koyar. Sonra tencerenin altını yakar.
Buharlaşıp da yün buhara doyduğu zaman alır ve bir kap içerisinde sıkar ve bunu
defaatle yapar. Yünde tatlı su buharı toplanır, tencerede ise acı kısım kalır.
İkinci bir yol:
Sahilde genişçe bir çukur kazar ve deniz suyu onun içerisine sızar; sonra
kazdığı çukura yakın ikinci bir çukur kazar ve birinci çukurdaki su oraya
sızar. Sonra üçüncüsünü kazar. Su tathlaşıncaya kadar böyle yapar.
Bulanık suyu içmek
zorunda kalan bir kimse şöyle bir çareye başvurmalıdır: Bulanık su içerisine
kayısı çekirdeği veya abanoz (sâc) ağacından bir parça atılır veya alevli ucu
yanan bir odun, içerisine sokularak söndürülür, yahut kilermeni veya buğday
kavutu atılır. Çünkü bu durumda suyun bulanıklığı dibine çöker ve su durulur. [290]
Sahih-i Müslim'de Ebu
Saîd el-Hudrî'den Hz. Peygamberdin (s.a.): "En iyi güzel kökü,
misktir." buyurduğu nakledilir.'[291]
Sahihayn'da Hz. Âişe
şöyle der: "Ben Hz. Peygamber'i (s.a.) ihrama girmeden önce ve kurban
bayramının ilk günü Kâ'be'yi tavafından önce, içinde misk bulunan bir koku ile
kokulardım."[292]
Misk, kokuların
kiralıdır, en üstünü, en iyisidir, onunla darbımesel getirilir, diğerleri hep
ona benzetilir, o bir başkasına benzetilmez. Cennette sıd-dıkların makamı
ondandır.
Misk ikinci derecede
sıcak ve kuru özellik arzeder. Nefsi sevindirir ve onu güçlendirir. Bütün iç
organları koklamak ya da içmek yoluyla güçlendirir. Üzerine sürülmek sureti ile
de, dış organları takviye eder. Yaşlılar, üşüyenler için özellikle de kış
mevsiminde faydalıdır. Bayılma ve hafakanlar için iyidir. Bol harareti harekete
geçireceği için zayıflığa iyi gelir. Gözün beyazını cilalar, rutubetini emer,
orada ve bütün uzuvlarda bulunan yelleri indirir, ze-hirin etkisini ortadan
kaldırır, yılan ısırmalarına iyi gelir. Faydalan :SerÇek-ten pek çoktur. En
güçlü ferahlatıcı maddelerden birisidir. [293]
Hakkında sıhhatini
bilmediğimiz bir hadis vardır ve şöyle denmektedir: "Mercanköşke devam
ediniz. Çünkü o, soğuk algınlığı için iyidir."[295]
Mercanköşk, üçüncü
derecede sıcak, ikinci derecede kurudur. Koklan-ması soğuk özellikli baş
ağrısına; balgam, kara safra, soğuk algınlığı ve yoğun yellerden olan baş
ağrılarına iyi gelir. Başta ve burun deliklerindeki tıkanıklıkları açar. Soğuk
Özellikli çoğu şişlikleri çözümler, soğuk ve rutubetli özellik arzeden ağrı ve
şişliklerin çoğuna fayda verir. Üzerinde taşımldığında aybaşı kanını söktürür
ve hamile kalınmasına yardımcı olur. Kuru yapraklan ufalanır ve ısıtılıp sanlırsa,
göz altında arız olan kan lekelerini giderir. Lapası sirke ile sargı
yapıldığında akrep sokmasına iyi gelir. Yağı, sırt ve dizkapa-ğı ağrılarına
karşı faydalıdır. Yorgunluğu giderir. Onu sürekli koklayan kimsenin gözlerine
su inmez. Acı badem yağı ile suyu buruna çekildiğinde, burun deliklerindeki
tıkanıklıkları açar, orada ve başta arız olan yellere karşı faydalıdır. [296]
İbn Mâce Siinen'inde
Enes'ten (r.a.) merfû olarak: "Katıklarıriızm efendisi tuzdur."[297]
buyurulduğunu rivayet eder. Bir şeyin efendisi, o şeyi ıslah edip, düzene koyan
demektir. Katıkların çoğunluğu ancak tuz ile kıvamını, tadını bulur. Bezzâr'ın
MüsnecTinde merfû olarak şöyle buyurulduğu nakledilir: "Çok geçmez
insanlar içerisinde yemekteki tuz gibi olursunuz.,Yemek ancak tuz ile kıvamını
bulur."[298] :
fardır. Ger-Aisbet
etmiş.
Bağavî, Tefsirinde
Abdullah b. Ömer'den (r.a.) merfû olarak şöyle bu-yurulduğunu zikreder:
"Allah gökten yeryüzüne dört bereket indirmiştir: Demir, ateş, su,
tuz." Hadisin mevkuf olması daha uygun gözükmektedir.
Tuz, insanların
bedenlerini ve yiyeceklerini düzene sokar, karıştırıldığı herşeyi, hatta altın
ve gümüşü bile ıslah eder. İçerisinde bulunan bir kuvvet sebebiyle altının
sarılığını, gümüşün de beyazlığını arttırır. Cilalayın ve çözümleyici, yoğun
rutubetleri giderici ve onları emici, bedenleri takviye edici, kokuşma ve
bozulmalarını önleyici, yaralı uyuza fayda verici özellikleri vardır.
Onunla sürme çekildiğinde,
gözde bulunan fazla eti söker. "Zafere" ve "enderânî"
denilen, kaynağı kaplayan tabaka ile aşırı beyaz olan kısmı bu hususta daha da
etkilidir. İnatçı, pis yaraların yayılmasını önler, dışkıyı indirir; karında
su toplayan kimselerin karınları onunla oğulduğu zaman iyi fayda verir;
dişleri arındırır, kokuşmaları giderir; diş etlerini takviye eder ve güçlendirir.
Faydaları gerçekten çoktur. [299]
Kur'an'da birçok yerde
geçer. Sahihayn'da İse İbn Ömer (r.a.) şöyle anlatır: Hz. Peygamber'in (s.a.)
yanında iken, bir de baktık hurma özü getirildi, Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.):
— Gerçekten ağaçlar
içerisinde bir ağaç vardır ki, yaprağı düşmez. Bu ağaç müslümanın misalidir.
Şimdi bana söyleyin, bu ağaç nedir? buyurdu. Bunun üzerine cemaatin zihinleri
kirlardaki ağaçlara takıldı.
Benim içimden bunun
hurma olduğu geçti. O hurmadır diyecek oldum. Sonra baktım ben cemaatin
içerisinde yaşça en küçük olanıyım. Bu yüzden sustum. Hz. Peygamber:
— O hurma ağacıdır, buyurdu.
Ben bunu (babam)
Ömer'e andığımda şöyle dedi:
— Eğer
söyleseydin, o benim
için şundan şundan
daha makbul olurdu[300]'
Bu hadisten şu
neticeleri çıkarabiliriz:
1— Alim olan
zat talebeleri için meseleleri vaz edip, onları yetiştirmek için görüşlerini
alabilir ve onları deneyebilir.
2—
Darbımesel ve teşbihler yapılabilir.
3 - Sahabe, büyüklerine karşı hayâlı ve saygılıdırlar,
büyük nında
konuşmaktan_]tendilerini tutarlar.
4 — Kişi,
oğlunun başarısı ve doğruya ulaşmasından dolayı fe yar, sevinir.
5— Çocuğun
babası huzurunda —baba bilmese bile— bildiği bir şeyi söylemesi mekruh
değildir, bunda babaya karşı bir edepsizlik mânası yoktur.
6—
Faydasının devamlı, gölgesinin her zaman olması, meyvesinin hoş ve güzelliği ve
daimi olarak bulunması gibi özelliklerinden dolayı müslüman, hurma ağacına
benzetilmiştir.
Meyvesi hem yaş hem
kuru iken; hem koruk hem olgun iken yenilir. O hem bir gıda hem de devadır; hem
yemek hem tatlıdır; hem içecek hem meyvedir. Gövdesi bina, alet-edevat ve kap
imalinde kullanılır. Yaprağından hasır, zenbiî, kap ve yelpazeler vb. yapılır.
Lifinden ip yapılır, yastık vb. içi doldurulur. Geriye kaldı çekirdeği, o da
deve yiyeceğidir. İlaç ve sürmelikler içerisine katılır. Sonra meyvesinin ve
endamının güzelliği, manzarasının hoşluğu, meyvelerinin ahenkli biçimde
dizilişi, çekiciliği ve letafeti insanın içini ferahlatır, hoş bir neşe verir.
Onun görülmesi yaratıcısının ve O'nun eşsiz sa natını, kudretinin kemalini,
hikmetinin sonsuzluğunu hatırlatır. Ona mü'mir kişiden daha çok benzeyen başka
bir şey yoktur. Çünkü mü'mîn mahza ha yırdır, açık, gizli mutlak faydadır.
O öyle bir ağaçtır ki,
kütüğü (yeni bir minber yapılması münasebeti ile Hz. Peygamber'in kendisinden
ayrılması ânında O'na olan şevki, sözünü din lemeye olan iştiyakı neticesinde
âhu figân eylemiştir. Meryem validemiz Hz İsa'yı doğuracağı zaman onun altına
inmiştir. İsnadında tereddütler bulunai bir hadiste onun hakkında:
"Halanıza, hurma ağacı ikram ediniz. Çünkü < Âdem'in yaratıldığı
topraktan halkedilmiştir." buyurulmuştur.[301]
İnsanlar asmanın mı
hurmadan, yoksa hurmanın mı asmadan daha üs tün olduğunda ikiye ayrılmışlardır.
Yüce Allah, Kitab'ında pek çok yerde he ikisini de yan yana zikretmiştir[302]'
Her biri diğerine ne kadar da yakındır Bununla birlikte her biri kendi bitiş
yerinde, toprağının uygun olduğu yerd daha üstün, daha faydalıdır. [303]
Hakkında aslı olmayan
bir hadis vardır. Güya Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuş: "Nergis
koklamaya devam ediniz; çünkü kalpte delilik, cüzzam ve baras (alaca hastalığı)
çekirdeği bulunur. Onu ancak nergis koklamf keser."[304]
Nergis, ikinci
derecede sıcak ve kuru özelliklidir. Kökü sinirlere kada; ulaşan yaraları ıslah
eder; yıkayıcı, arındırıcı, cezbedici bir gücü vardır. Pişirilip suyu içildiği
zaman veya haşlanarak yenildiği zaman kusmayı harekete geçirir, midenin
dibindeki rutubeti cezbeder. Kara burçak ve bal ile pişirildiği zaman,
yaraların kirlerini arındırır ve zor olgunlaşan çıbanları parçalar.
Çiçeği mutedil bir
hararette ve hoştur; soğuk özellikli soğuk algınlığına iyi gelir. Kuvvetli bir
çözümleyici gücü vardır, dimağ ve burun deliklerindeki tıkanıklıkları açar;
rutubetli ve kara safralı beş ağrılarına fayda verir, sıcak özellikli başları
ağrıtır.
Soğanı, sert olarak
bölünüp dikildiğinde iki katı olur. Onu kışın sürekli koklayan kimse, yazın
"birsam" denilen bir nevi delilikten emin olur. Balgam ve kara safra
safradan hasıl olan baş ağrılarına karşı fayda verir. Kalbi ve beyni
güçlendirici, pek çok hastalıkları giderici bir koku özelliği vardır. Teysîr
sahibi: "Onu koklamak, çocuklardaki sarayı giderir." demiştir. [305]
İbn Mâce ümmü
Seleme'den nakleder: "Hz. Peygamber (s.a.) temizlik yapmak istediği zaman
avret yerinden başlar ve harzeme (nevre) sürer, bedeninin diğer yerlerine de
ailesi sürerdi."[306]
Harzeme hakkında birçok hadis varid olmuştur. En iyisi bu naklettiğimizdir.
Rivayete göre ilk kez
hamama giren *ve kendisine harzeme yapılan kimse Süleyman b. Davud (a.s.)'dır.
Aslı: İki birim kireç ile bir birim zırnık alınır ve su ile karıştırılır. Olgun
laşıncaya ve iyice mavileşinceye kadar güneşte veya hamamda bekletilir. Sonra
vücuda sürülür ve etkisini gösterecek kadar oturulur, su dokundurulmaz, sonra
yıkanır; yakıcı etkisinin giderilmesi için de yerine kına sürülür. [307]
Ebu Nuaym,
et-Tıbbu'n-Nebevî'de merfû olarak şu hadisi zikreder: "Adem (a.s.)
yeryüzüne indirildiğinde, dünya meyvelerinden yediği ilk şey nebik idi."
Hz. Peygamber (s.a.), sıhhatinde ittifak edilen hadislerinde
"ne-bik"ten söz etmiş ve İsrâ gecesinde sidre-i müntehayı gördüğünü
ve onun yemişlerinin (nebik) Hecer destileri gibi olduğunu ifade
buyurmuşlardır.[308] Nebik,
sidr ağacının (nebik ağacı) meyvesidir. Tabiatı tutar, ishale iyi gelir, mideyi
tabaklar, safrayı teskin eder, bedene gıda verir, iştahı açar, balgam doğurur,
safralı mide fesadına iyi gelir. Hazmı yavaştır. Kavutu iç organları güçlendirir;
safralı mizaçları ıslah eder. Zararı petekli bal ile giderilir.
Rutubetli mi, yoksa
kuru mu olduğu hakkında iki görüş varsa da, doğrusu şöyledir: Onun rutubetli
olanı soğuk ve rutubetli; kurusu ise soğuk ve kurudur. [309]
Hakkında Hz. Peygamber'den
(s.a.) aslı olmayan aksine mevzu bulunan üç hadis bulunmaktadır: 1)
"Hindiba yiyiniz ve onu silkelemeyiniz. Çünkü Allah'ın hiçbir günü yoktur
ki, cennet katrelerinden onun üzerine damlalar inmiş olmasın." 2)
"Kim hindiba yer ve üzerine uyursa, ona ne zehir dokunur, ne de
sihir." 3) "Hiçbir hindiba yaprağı yoktur ki, üzerinde cennetten bir
damla bulunmasın."[310]
Hindibanın istihale ve
mevsimlerin değişmesi ile değişiklik gösterici bir özelliği vardır: Kış
mevsiminde soğuk ye rutubetlidir, yazın sıcak ve kurudur; ilkbahar ve
sonbaharda ise mutedildir. Çoğu kez soğukluk ve kuruluğa meyillidir. Tutucu ve
soğutucu özelliği vardır; mideye iyi gelir. Pişirilip sirke ile yenildiği
zaman, özellikle de kara hindibası karnı tutar, mide için bu dahg da iyidir, daha
da tutucudur; mide zayıflığına fayda verir.
Lapası, midede arız
olan iltihapları izale eder ve nikrise (gut) ve sıcal< özellikli göz
şişliklerine iyi gelir. Yapraklan ve saplan lapa yapılıp sarıldığ zaman akrep
sokmasına karşı fayda verir, mideyi güçlendirir, karaciğerde ân; olan
tıkanıklıkları açar, soğuk ve sıcak özellikli karaciğer ağrılarına iyi gelir
Dalak, damar ve iç
organlarda meydana gelen tıkanıklıkları açar, böbrek damarlarını arıtır.
Karaciğer için en faydalısı en acı olanıdır. Damıtılan suyu, özellikle yaş
raziyane suyu ile katıldığı zaman tıkanıklık doğuran sarılığa karşı fayda
verir. Yaprakları inceltilip sıcak özellikli şişlikler üzerine konulduğu zaman,
onları serinletir ve çözümler. Midede olan şeyleri temizler, kan ve safranın
hararetini söndürür. En uygunu yıkanmadan ve silkinmeden yenilme-sidir. Çünkü
yıkanıldığı veya silkinildiği zaman, özelliğini kaybeder. Bununla birlikte
onda bütün zehirlere karşı fayda veren panzehir (tiryak) özelliği de vardır.
Suyu ile sürme
çekildiğinde, göz zaafına iyi gelir. Yapraklan panzehir içerisine katılır;
akrep sokmasına karşı iyi gelir ve çoğu zehirlere mukavemet eder. Suyu
damıtılıp üzerine zeytinyağı döküldüğü zaman, öldürücü ilaçlardan kurtarır.
Kökü damıtılıp suyu içildiği zaman yılan, akrep ve eşek arısı sokmalarına iyi
gelir. Kökünün salgıladığı sütü, gözün beyazını cilalar. [311]
Tirmizî, Cami'inde
Zeyd b. Erkam'dan naklettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.), zâtülcenbe karşı
zeytinyağı ve versi tavsiye buyururdu. Katâde: "Şikâyetçi olduğu taraftan
boğazına akıtılır.." demiştir.[313]
İbn Mâce, Zeyd b.
Erkam'dan (r.a.) şöyle nakleder: "Hz. Peygamber (s.a.), zâtülcenbe karşı
boğaza akıtılmak suretiyle vers, kust (ûd-i hindî) ve zeytinyağı
önerirdi."
Ümmü Seleme
validemizden şöyle dediği sahih olarak bilinmektedir: "Lo-husa kadın,
doğumundan sonra kırk gün otururdu. Bizden birisi lohusalığı sırasında
yüzündeki allıklardan dolayı vers (Hind zafranı) sürerdi."[314]
Lügatçi Ebu Hanife
şöyle der: "Vers ekilir, kendiliğinden bitmez. Arap topraklarından başka
yerde, Arap topraklarından da Yemen ülkesinden başka yerlerde yetiştiğini
bilmiyorum."
Birinci derecenin ilk
haddinde sıcak ve kuru özellik arzeder. En kalitelisi
kırmızı ve ele yumuşak geleni ve kepeği
az olanıdır. Cilddeki lekeler, kaşınt yerlerine, deri yüzünde bulunan sivilce
ve kabarcıklara sürüldüğünde iyi netice verir. Tutucu ve boyayıcı özelliği
vardır. İçildiği zaman barasa (alacalık iyi gelir.'İçilecek miktarı bir dirhem
kadardır.
Özellik ve faydaları
bakımından deniz kustuna (kust-ı bahri) yakındır! Cilddeki beyazlıklar,
kaşıntı, sivilce ve kabarcıklar ile kızıla çalan siyah leke ler üzerine
sürüldüğü zaman fayda verir. Vers ile boyanmış elbise cima lezze tini arttırır.
[315]
Arapça'da de denilir.
Saçı siyahlaştırır. Saçı siyaha boyJfn; nın caiz olup olmaması sırasında sözü
geçmiştdi. [316]
"Yaktin"den
maksat ve, yani kabaktır. Ancak "Yaktîn" kelimesi daha geneldir.
Çünkü sözlükte, karpuz, acur, hıyar gibi sapı (sakı) üzere durmayan her bitkiye
"yaktîn" tabir edilir. Kur'an'da "...Ve üzerinde (gölge yapması
için) kabak türünden bir ağaç bitirdik. "[317]
âyetinde zikri geçer.
Soru: Arapça'da sapı
üzere durmayan bitkilere değil de tabir edilir. ise sapı (sakı, bedeni,
gövdesi) olan bitkilerdir. Lügat âlimleri böyle söylemişlerdir. Bu durumda
âyette "kabak türünden bir ağaç" ifadesi nasıl kullanılmıştır? •
Cevap: kelimesi kayıtsız kullanıldığı zaman, üzerinde
durduğu bir sapı, gövdesi olan bitkiler manasına gelir. Kayıtlandığı zaman ise
durum değişir ve kayıtlandığı manaya gelir. İsimler bahsinde mutlak ve mukayyed
arasındaki fark, anlayış ve lügatin mertebeleri konusunda pek büyük faydası
olan önemli bir konudur.
)|yani kabaktır Sahihayn'ûa şöyle bir hadis
vardır: Enes b. Mâlik ahlatın Bir ters
Kur'an'da zikri geçen den
maksat ( nüne de veya adı verilir.
tığı bir yemeğe Hz.
Peygamber'i (s.a.) davet etmişti. Bu yemeğe Rasûlullah (s.a.) ile birlikte ben
de gitmiştim. Ev sahibi Rasûlullah'a (s.a.) arpa ekmeği ile içinde kabak ve
kurutulmuş et bulunan bir çorba takdim etti. Ben Rasû-lullah'm (s.a.) tabağın
etrafındaki kabakları araştırdığını gördüm. Artık o günden sonra kabağı
sevmekteyim.[318]
Ebu Tâlût şöyle der:
Enes b. Mâlik'in yanına girdim. O kabak yiyor ve şöyle diyordu: "Ey kabak!
Hz. Peygamber'in sana olan sevgisinden dolayı sen, bana ne kadar
sevimlisin!"
et-Gaylâniyyâfâa.
Hişâm b. Urve hadisinin ilk râvisi Hz. Âişe şöyle demektedir: Hz. Peygamber
(s.a.) bana: "Ey Âişe! Ocağa bir tencere koyduğunuz zaman, içine bolca
kabak koyun. Çünkü o hüzünlü kimsenin kalbini güçlendirir." buyurdu.
Kabak (yaktın) soğuk
ve rutubetli özellik arzeder, hafif bir gıda verir, mideden inmesi süratlidir.
Eğer hazmolmadan önce bozulmamışsa güzel bir karışım oluşturur. Özelliklerinden
birisi de beraber bulunduğu diğer gıdalarla uyumlu ve güzel bir karışım
oluşturmasıdır. Hardal ile birlikte yenildiğinde sert, tuzla yenildiğinde
tuzlu, tutucu bir nesne ile alındığında tutucu karışımlar oluşturur. Ayva ile
yenildiği zaman bedene güzel bir gıda verir.
Kabak hafif ve sulu
özellik arzeder; rutubetli ve balgamlı bir gıda verir, hararetli kimselere
fayda verir, soğukluk hissedenlere ve balgamlı tarafı ağır basan mizaçlara iyi
gelmez. Suyu susuzluğu keser. İçildiği veya onunla baş yıkandığı zaman zaman
sıcak özellikli baş ağrılarını giderir. Nasıl kullanılırsa kullanılsın, karnı
yumuşatır. Hararetli kimseler hakkında tedavi için onun gibisi ve çabuk
faydasını gösteren başka bir şey yoktur.
Bazı faydaları: Hamura
bulanıp fırın ya da tandırda kızartılır, suyu çıkarılır ve latif
meşrubatlardan biri ile birlikte içilirse ateşli hummaların hararetini
dindirir, susuzluğu keser, güzel bir gıda verir. Terencebîn (kudret helvası)
ve terbiye edilmiş ayva ile içildiği zaman sırf safra ishal eder
Kabak kaynatılır ve
suyu birazcık bal, birazcık da natron (sodyum karbonat) ile birlikte içilirse
hem balgam hem de safra indirir. Ezilir ve bıngıldak üzerine sargı yapılırsa,
dimağdaki sıcak özellikli şişliklere fayda verir.
Kabuğu sıkılır ve suyu
gül yağı ile karıştırılarak kulağa damlatılırsa sıcak özellikli şişliklere iyi
gelir. Kabuğu yine sıcak özellikli göz şişliklerine, "sıcak özellikli
nikrise (gut hastalığına) karşı fayda verir. Kabak sıcak mizaçlı
ve hummah kimselere karşı çok faydalıdır.
Midede kötü bir karışım ile karşılaştığında onun tabiatına dönüşür ve bozulur
ve bedende kötü bir karışım oluşturur. Bu zararı sirke ve tarhana ile
giderilir.
Kısacası kabak, en
hafif ve en süratli etkilenen bir gıdadır. Enes'ten (r.a.) rivayet edildiğine
göre Hz. Peygamber (s.a.) efendimiz onu çok yerlermiş. [319]
Bu konuyu, kitaptan
beklenen faydaların tam olması için genel mahiyetteki bazı tıbbî tavsiye ve
uyanlarla bitirmeyi uygun gördüm.
îbn Mâsiveyh'in
el-Mehâzir adlı kitabında konu ile ilgili bir fasıl gördüm ve onu aynen
nakletmeyi uygun buluyorum. O şöyle diyor:
Kim kırk gün soğan yer
de yüzü çil çil olursa ancak kendisini kınasın.
Kim midesinde yumurta
ve balığı bir araya toplar da, felç ya da yüz felci geçirirse kendisinden başka
kimseyi kınamasın.
Tok karına hamama
girip de felç geçiren ancak kendisini kınasın.
Sütle balığı bir arada
yiyen kimseye baras (alaca hastalığı), cüzzam veya nikris (gut hastalığı)
isabet ederse kusuru sadece kendisinde arasın.
Midesinde sütle nebizi
(şıra) bir araya getiren kimseye eğer baras veya nikris (gut) isabet ederse
kusuru başkasında aramasın.
Kim ihtilam olur ve
yıkanmadan karısı ile ilişkide bulunursa, neticede de karısı mecnun veya manyak
bir çocuk doğurursa kendisinden başka kimseyi kınamasın.
Kim haşlanmış soğuk
yumurta yer ve karnını onunla doldurursa, sonra da astıma yakalanırsa kusuru
sadece kendisinde bulsun.
Kim cinsel ilişkide
bulunur ve boşalmcaya kadar sabretmezse ona taş isabet eder, neticede başkasını
kınamasın.
Kim geceleyin aynaya
bakar da, kendisine yüz felci veya başka bir dert isabet ederse ancak kendisini
kınasın.
İbn Bahtayşû şöyle
der: Yumurta ile balığı aynı anda yemekten sakın. Çünkü onlar kulunç, basur ve
diş ağrılarına sebebiyet verirler.
Devamlı yumurta yemek yüzde
çillikler doğurur. Mülûha[320] ve
tuzlu balık yemek, hamamdan sonra hacamat olmak, behak (yüzde lekeler) ve uyuza
sebebiyet verir.
Devamlı koyun böbreği
yemek, mesaneyi dumura uğratır. Taze balık yedikten sonra yıkanmak, felce
sebebiyet verir.
Hayız olan kadınla
cima etmek cüzzama sebep olur. Akabinde suyu dökmeden (boşalmadan) cimada
bulunmak, taş oluşturur. Çıkış yolunda (mahreç) uzun süre beklemek, şiddetli
dertlere sebep olur.
Hipokrat:
"Zararlı şeyden azıcık almak, faydalı şeyden gereğinden fazla almaktan
daha hayırlıdır." demiştir.
Yine o: "Aşın
yorgunluktan, yiyecek ve içeceklerden tıka basa mideyi doldurmaktan kaçınmak
suretiyle sıhhatinizi korumaya çalışınız." demiştir.
Bilge kişilerden biri
de şöyle demiştir: "Kim sıhhatli olmak istiyorsa kaliteli gıdalar alsın,
acıkınca yesin, susayınca içsin, suyu az içsin, günün ilk yemeğinden (öğle)
sonra uzansın, akşam yemeğinden sonra şöyle bir yürüsün, helaya gitmeden
uyumasın, tok karma hamama gitmesin. Yazın bir kere hamama gitmek, kışın on
defa gitmekten daha hayırlıdır. Geceleyin kurutulmuş et yemek tükenmeye
yardımcı olur. Yaşlı kadınlarla ilişkide bulunmak gençleri ihtiyarlatır,
sağlam bedenleri hasta eder." Bu Hz. Ali'den rivayet edilirse de doğru
değildir. Bunlardan bir kısmı Arap tabibi Haris b. Kelede ve daha başkalarının
sözlerindendir.
Haris şöyle der:
"Kim uzun süre yaşamak istiyorsa -ki ölümsüzlük yoktur-günün ilk yemeğini
(öğle) erken yesin, akşam yemeğini de[321] öne
alsın. Hafif elbise giysin, cinsî münasebette az bulunsun."
Yine Haris şöyle der:
"Dört şey bedeni yıkar: Aşın dolu mide ile cima etmek, tok karına hamama
gitmek, kurutulmuş et yemek, yaşlı kadınla cima etmek."
Hâris'in ölümü
yaklaştığında insanlar basma toplandılar ve:
— Bize senden sonra
yapacağımız bir tavsiyede bulun, dediler. O şöyle .dedi:
"— Kadınlarla
genç olmadıkça evlenmeyin, meyveleri tam olgunlaşma zamanında yeyin, başka
zaman yemeyin, sizden biriniz bedenine dert getirecek bir şeyle uğraşmasın.
Her ay bir kere mutlaka midenizi temizlemelisiniz. Çünkü bu balgamı eritir,
safrayı yok eder, et bitirir. Sizden biri öğle yemeğini yediği zaman akabinde
bir müddet uyusun. Akşam yemeğini yediğinde de kırk adım yürüsün."
Krallardan birisi
saray doktoruna:
— Belki de fazla
yaşamayacaksın. Bana sağlıklı yaşamak için tlitadağım Öğütte bulun! demiş, o da
şöyle nasihatta bulunmuştur:
"— Genç kadından
başkası ile evlenme, sadece genç hayvan eti ye, hasta olmadan ilaç içme, olgun
olmadıkça meyve yeme, yemeği iyi çiğne. Gündüz yemek yediğinde, akabinde biraz
uyumanda bir sakınca yoktur. Geceleyin yediğinde ise elli adım da olsa, şöyle
bir yürümeden uyuma. Acıkmadık-ça yeme, isteksiz cinsel ilişkiye girişme,
geldiği zaman sidiğini tutma, hamam senden nasibini almadan, sen ondan
nasiplen, midende yemek yarken üzerine asla yemek yeme, dişlerinin çiğnemekten
aciz kaldığı şeyleri yemekten zinhar sakın, zira miden onu hazmetmekten aciz
kalacaktır. Her hafta bir kus-malı ve bedenini temizlemelisin. Cesedindeki kan
ne güzel bir hazinedir, dolayısıyla onu ancak ihtiyaç sırasında çıkar, hamama
gitmeye devam et; zira o ilaçların nüfuz edemediği tabakalara ulaşır ve zararlı
unsurları dışari atar."
îmam Şafiî şöyle der:[322]
Dört şey bedeni
güçlendirir: Et yemek, güzel koku koklamaK, ki olmaksızın yıkanmak, keten
elbise giymek.
Dört şey de bedeni
zayıflatır: Aşırı cinsel ilişki, aşın üzüntü, fazla su içmek, fazla ekşi yemek.
Dört şey görmeyi
güçlendirir: Kâbe^nin karşısına oturmak, uyuyacağı zaman göze sürme çekmek,
yeşilliğe bakmak, oturulacak yeri temiz tutmak.
Dön şey de görmeyi
zayıflatır: Kazurata bakmak, asılmış kimseye bak' mak, kadının fercine bakmak,
kıbleye sırt dönerek oturmak.
Dört şey de cinsel
ilişki gücünü arttırır: Serçe, su yoncası men yanthes trifoliata), fıstık ve
keçiboynuzu yemek.
Dört şey aklı
arttırır: Lüzumsuz sözleri terketmek, misvak kulfenmak salih kimselerle beraber
olmak, âlimler ile beraber olmak.
Eflatun şöyle
demiştir: "Beş şey vardır ki, bedeni eritir, insarji kahreder: Varlıklı
kimselerin pintiliği, sevgililerden ayrı düşme, öfke ve kini yutma, öğüde
kulak asmama, cahillerin akıllı kimselere gülmeleri."
Me'mun'un saray doktoru
şöyle demiştir: "Şu hasletlere iyi kulak vermelisin. Çünkü onları iyice
belleyip de uygulayana ölümden başka illet musallat olmaz. Midende yemek
varken yemek yeme, çiğnemekten dişini yoracak yiyecekleri sakın yeme, zira
miden onu hazmetmekten aciz kalacaktır. Fazla cinsel ilişkiden sakın. Çünkü o
hayatın nurunu söndürür. Yaşlı kadınla asla cinsel ilişkiye girme, zira o
füc'eten ölüme sebep olabilir. Zaruret olmadıkça asla kan aldırma. Yazın
arasıra kusmaya çalış."
Hipokrat'a ait
vecizelerden birisi şöyledir: "Her çok, tabiî olanı bozar."
Galinos'a: "Niçin
hasta olmuyorsun?" diye sormuşlar. "Çünkü ben birbirine uyumu
olmayan iki kötü yiyeceği bir araya getirmedim, hiçbir zaman yemek üstüne yemek
almadım, kendisinden eza göreceğim hiçbir yemeği mideme indirmedim." diye
cevap vermiş.
Dört şey bedeni hasta
eder: Çok konuşma, çok uyuma, çok yeme, çok cinsel ilişkide bulunma.
Çok konuşma, beynin
Özünü azaltır ve onu zayıflatır, saçları çabuk ağartır.
Çok uyku, yüzün
rengini sarartır, kalbi kör eder, gözü tahrik eder, tem-belleştirir, bedende
rutubetler oluşturur.
Çok yeme, midenin
ağzını bozar, bedeni zayıflatır, yoğun yeller ve güç dertler doğurur.
Çok cinsel ilişki
bedeni çökertir, kuvvetleri zaafa uğratır, bedenin rutubetlerini kurutur,
sinirleri gevşetir, tıkanıklıklara sebebiyet verir, zararı bütün bedeni
kaplar, özellikle de dimağa zaranbüyüktür. Çünkü onunla insanın hayat iksiri
unsurundan pek çok çözülmeler olur. Onun beyni zayıflatması, ne var ne yok hep
istifra etmenin zayıflatmasından daha çoktur. Onun dışarı atılmasıyla ruh
cevherinden de çok şey atılmış olur.
Cinsel ilişkiler
içerisinde en faydalısı gerçek şehvetin bulunduğu bir zamanda genç, güzel ve
helâl olan eş ile yapılanıdır. Ayrıca şu unsurlar bulunmalıdır: Hararetli ve
rutubetli bir mizaca sahip olmak, aradan zaman geçmek, her türlü zihni meşgul
edecek şeylerden uzak olmak, ifrata düşmemek, cima sırasında terki uygun olan
şeylerden uzak olmak; bunları aşırı tokluk, aşırı açlık, istifra, tam riyazat,
aşırı sıcaklık veya aşırı soğukluk şeklinde sıralayabiliriz. Eğer cinsel
ilişki sırasında bu on şeye riayet edilirse, ilişkiden
gerçekten fayda görülür. Bu şartlardan
hangisi bulunmazsa, o orandaıCinsel ilişki zararlı hal alır. Bu şartların hepsi veya
çoğunluğu bulunmadan ilişkiye girişiliyorsa, o artık bir ilişki değil, âcil bir
helak halini ahr.
Sağlıklı halde aşın
diyet (perhiz), hastalık sırasında karışık veiazİa yemek gibidir. Mutedil bir
diyet ise faydalıdır
Galinos, adamlarına
şöyle dermiş: Üç şeyden sakınır, dört şeye de sıkıca sarılırsamz doktora
ihtiyacınız kalmaz: Tozdan, dumandan ve pis kokudan sakınınız. Yağlı ete (iç
yağı), güzel kokuya, tatlıya devam ediniz ve sık sık hamama gidiniz. Doyduktan
sonra daha fazla yemeyiniz. Badruc ve reyhan ile dişlerinizi kurcalamayınız.
Akşam vakti ceviz yemeyiniz. Soğuk algınlığına yakalanmış bir kimse ensesi
üzerine uyumasın. Kederli bir kimse ekşi yemesin, kan aldıran kimse hızlı
yürümesin, çünkü bunda ölüm tehlikesi vardır. Gözü ağrıyan kimse kusmasın.
Yazın fazla et yemeyiniz. Soğuk özellikli humma sahibi güneşte uyumasın.
Baharatlanmış eski patlıcana yaklaşmayınız. Kış mevsiminde her gün bir bardak
sıcak su içen kimse hastalıktan emin olur. Hamamda bedenini nar kabuğu ile ovan
kimse uyuz ve kaşıntıdan emin olur. Beş susamı birazcık sakız, ham öd ve misk
ile yiyen kimsenin ömrü bil-lah midesi güçlü kalır ve bozulmaz. Kim karpuz
(veya kavun) çekirdeğini şekerle yerse, midesindeki taşları temizler ve
kendisinden idrar yanmasını izale eder.
Dört şey bedeni yıkar:
Düşünce, üzüntü, açlık, uykusuzluk.
Dört şey insanı
ferahlatır: Yeşil manzaraya, akar suya, sevgili^ veye bakmak.
Dört şey gözü
karartır: Yalın ayak yürümek, sabah akşam kiı kimseye, (hareketleri) ağır
kimseye ve düşmana bakmak* çok ağla: yazıya çok bakmak.
Dört şey cismi
güçlendirir: Yumuşak elbiseler giymek, mutedil sıcaklıktaki hamama girmek,
tatlı ve yağlı yemek yemek, güzel kokular koklamak.
Dört şey yüzün suyunu
kurutur, güzelliğini, revnakhğmı alır götürür: Yalan, hayâsızlık, cahilane
aşırı sorular ve aşırı günaha dalmak.
Dört şey yüzün suyunu
ve güzelliğini arttırır: Mürüvvet, vefa, takva.
Dört şey başkalarının
kin ve nefretini kazandırır: Kibir, hased laf götürüp getirme (nemîme).
Dört şey rızkı
celbeder: Gece ibadet etmek, seher vakti çokça kerem ve
,yalan ve istiğfar etmek sadaka vermek, gündüzün başında ve
sonunda zikretmek.
Dört şey rızkı
azaltır; Sabah uykusu, az namaz, tembellik, hıyanet.
Dört şey anlama
melekesine ve zihne zarar verir: Devamlı ekşi ve meyve yemek, ense üstüne yatıp
uyumak, düşünce ve keder.
Dört şey anlayışı
arttırır: Kalbin başka şeylerle meşgul olmaması, yiyecek ve içecekle karnın
iyice dolu olmaması, tatlı ve yağlı yiyeceklerin seçilmesi sureti ile gıda
tanziminin iyi yapılmış olması, bedeni ağırlaştıran artıkların dışarı atılması.
Akla zarar veren
şeylerden bazıları: Ejevamlı soğan, bakla, zeytin ve patlıcan yemek, fazla
cinsel ilişkide bulunmak, yalnızlık, efkâr, sarhoşluk, çok gülmek ve gam.
Meşhur
münazaracılardan birisi şöyle demiştir: "Hayatımda üç mecliste yenildim.
Buna hiçbir sebep bulamadım. Ancak birinde o günlerde ben çokça patlıcan,
diğerinde zeytin, öbüründe de bakla yemiştim.*1
Böylece ilmî ve amelî
tıpla ilgili faydaların sonuna gelmiş olduk. Sanıyoruz okuyucu, bunların
birçoğunu sadece bu kitapta bulabilecektir. Bu tıbbın verileri ile şeriat
arasındaki yakınlığı, peygamber tıbbına nisbetle tabiplerin tıbbının, kocakarı
tıbbının tabiplerin tıbbına olan nisbetinden daha geride olduğunu ortaya
koymuş olduk.
Aslında durum bizim
zikrettiklerimizin daha fevkinde ve tavsif ettiklerimizden daha da büyüktür.
Şu kadar ki bizim bu zikrettiklerimizde, işin ötesinde nelerin
bulunabileceğine dair bir işaret bulunmaktadır. İşin tafsilatını görmek
basiretinden mahrum olan kimseler, hiç olmazsa, Allah Teâlâ tarafından vahiyle
teyid edilen kuvvet ile Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e nasib ettiği ilimler,
O'na lütfettiği akıl ve basiretler ile başkalarında olan ilim, akıl ve
basiretler arasındaki farkı bilmelidirler."
Belki biri çıkar ve:
"Hz. Peygamber'in rehberliği ile bu bölümün, ilaçların etkilerinden,
tedavi kanunlarından, hıfzıssıhha ile ilgili tedbirlerden söz etmenin ne ilgisi
vardır?" diyebilir.
Böyle bir itiraz, o
kişinin Hz. Peygamber'in (s.a.) getirdiği şeyleri anlamama konusundaki
yetersizliğinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu anlattıklarımız ve daha onların
kat kat fazlası olan bilgiler, Hz. Peygamber'in getirdiği ve irşadda bulunduğu
bazı şeyleri anlamış olmanın tabiî neticelerinden-dir. Allah ve Peygamberini,
onlardan gelen şeyleri iyi anlamak, Allah'ın herkese nasib olmayan bir
lütfudur. Onu Allah dilediği kimselere bahşeder.
Biz Kur'an'da tıbbın
üç esasını ortaya koymuş bulunuyoruz. Dünya ve ahiret saadetini temin için
gönderilmiş bulunan Hz. Peygamber'in şeriatinin, kalplerin selâmetine kefil
olduğu gibi, bedenlerin sıhhati, selâmeti için de gerekli unsurları içermiş
olması ve koruyucu hekimliğe irşadda bulunması nasıl inkâr edilebilir? Şu kadar
var ki, Kur'an bunlar üzerinde genel olarak durmuş ve teferruatını kıyas,
işaret ve îma yolları ile elde edip ortaya koyması için sağlam akla ve
sağduyuya bırakmıştır. Durum aynen furu-ı fıkıh meselelerinde olduğu gibidir.
Bilmediği şeye düşmanlık eden kimselerden olmayınız.
Şayet kul Kur'an ve
sünnet hususunda iyice derinleşse ve nasslar ve onlardan çıkarılabilecek
mânâları tam anlamıyla kavrasa, bunlar ona yeter ve başka hiçbir kelâma ihtiyaç
hissetmeden bütün sahih İlimleri onlardan çıkarabilir.
Bütün ilimler, Allah'ı
bilmek, O'nun yaratış {halk) ve kâinatı idare (emr) keyfiyetini anlamak esası
üzerinde döner dolaşır. Bu ise Peygamberlere (s.a.) bahşedilmiştir. Onlar,
insanlar içerisinde, Allah'ı ve O'nun yaratış ve tedbir kanunlarım en iyi
tanıyan kimselerdir.
Peygamberlerin tıbbı
gibi, onlara tâbi olanların tıbbı da diğerlerinden daha doğru ve faydalıdır.
Peygamberlerin sonuncusu, onların seyyidi ve imamları olan Hz. Muhammed b.
Abdullah'ın —Allah'ın salât ve selâmı O'na ve diğer bütün peygamberlere olsun—
tâbilerinin tıbbı ise en mükemmel, en doğru ve en faydalı tiptir. Bunu ancak
hem onların, hem de diğerlerinin tıplarını bilen ve aralarında mukayese
yapabilenler anlayabilir. Zira mukayese neticesinde aralarındaki fark ortaya
çıkacaktır. Hz. Peygamber'in ümmeti, ümmetler içerisinde hem akılca hem de
sağduyu bakımından en sağlam, ilimleri en yüksek olanlardır. Onlar her konuda
doğruya en yatkın ve yakın olan kimselerdir. Çünkü onlar Yüce Allah'ın ümmetler
arasından seçmiş bulunduğu bir ümmettir. Nitekim onların peygamberleri de
diğer peygamberler içerisinden seçilmiş, mümtaz bir peygamberdir. Yüce
Allah'ın onlara bahşettiği ilim, hayal gücü (tasavvur) ve hikmet konusunda hiç
kimse onlara yaklaşamaz. Nitekim İmam Ahmed Müsned'mdz, Behz b. Hakîm
hadisinde Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Sizden
önce yetmiş ümmet geçmiştir. Siz Allah katında onlar içerisinde daha hayırlı
ve şereflisiniz."[323]İslâm
ümmetinin Allah katında böylesine değerli olmasının eseri, onların ilimlerinde,
akıllarında, düşlerinde, sağduyularında kendini göstermiştir. Ayrıca onlar
kendilerinden önce geçmiş ümmetlerin ilim akıl, amel ve derecelerine de vâkıf
olmuşlar ve böylece ilimce, akılca ve hayal gücü açısından yükselmisler ve Yüce
Allah'ın kendi iliminden bahşettiği noktaya kadar ulaşmışlardır.
Böylece demevî tabiat
onlara, safra özellikli tabiat yahudilere, balgam özellikli tabiat da
hıristiyanlara hâs olmuştur. Bu yüzdendir ki, hıristiyaniar üzerine ahmaklık,
anlayış ve zekâ kıtlığı hâkimdir; yahudiler üzerinde ise hüzün, düşünce, gam
ve zül egemendir. Müslümanlarda ise akıl, şecaat, anlayış gücü, yiğitlik, neşe
ve sürür hâkimdir[324]
Bunlar ince sırlar ve
gerçeklerdir; onun miktarını ancak ve ancak anlayışı güzel, zihni berrak, ilmi
derin olanlar, insanlarda mevcut özellikleri kavramış olan kimseler bilebilir.
Tevfik yalnızca Allah'tandır. [325]
Bu bölümden amacımız
genel teşrîden bahsetmek değildir. Her ne kadar Hz. Peygamber'in (s.a.) verdiği
özel hükümler genel teşrî oluyorsa da ası! maksadımız, Peygamberimizin
taraflar arasım neticeye bağladığı cüz'i kararlarındaki tutumunu, insanlar
arasında hüküm verirken takındığı tavrı ortaya koymak olacaktır. Bu arada genel
teşrîî hükümlerinden de bahsedeceğiz. [326]
Behz b. Hakîm
hadisinden anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber (s.a.), töhmetten (suç isnadı)
dolayı bir adamı hapsetmiştir. Ahmed ve Ali b. el-Medînî hadisin isnadının
sahih olduğunu söylemişlerdir[327]
İbn Ziyâd ise
Ahkâmında: Hz. Peygamber'in (s.a.) bir kölede bulunan kendi payını azad eden
bir adamı hapsettiği, kölenin geri kalan kısmım da azad etmesinin ona vacip
olduğu ve sonunda kendisine ait bir ganimeti (veya az bir koyunu) sattığı
rivayetine yer vermiştir.[328]
Evzaî, Amr b.
Şuayb'tan, o babasından, o da dedesinden rivayet ediyor: "Bir adam,
kölesini taammüden (kasıtlı) öldürmüştü. Hz. Peygamber (s.a.) ona yüz değnek
(sopa) vurdu ve bir sene sürgün cezası verdi. Ayrıca bir köle azad etmesini de
emretti. Kısas yolu ile kendisini öldürmedi."[329]
îmam Ahmed ise
Hasan'ın Semüre'den, onun da Hz. Peygamber'den (s.a.): "Kim kölesini öldürürse
biz de onu öldürürüz."[330]
buyurduğunu rivayet etmiştir. Hadis her ne kadar müteberse (mahfuz) de —çünkü
Hasan bu hadisi Semüre'den duymuştur— köle karşılığında efendinin öldürülmesi,
görülecek maslahat (yarar) gereği devlet başkanına bırakılmış bir ta'zir cezası
olmaktadır. [331]
Hz. Peygamber; bir
adama, borçlusunu yakalamasını ve bırakmamasını emretmiştir. Nitekim Ebu Davud,
Nadr b. Şümeyl—Hirmâs b. Habîb— babası—dedesi kanalıyla rivayet etmiştir:
(Sahabî râvi şöyle anlatır): Bana borcu olan birisini Hz. Peygamber'e (s.a.)
getirdim. Bana: "Onu tut, bırakma" dedi. Sonra bana: "Ey
Sehmoğullarından olan kardeş! Esirine ne yapmak istiyorsun?" .buyurdu.[332]
Ebu Ubeyd'in
rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.), öldürenin öldürülmesini, tutanın da
tutulmasını'[333]' emretmiştir. Ebu Ubeyd;
"Yani, ölmesi için hapsedilir." demiştir.
Abdürrezzak ise
Musannef'inde Hz. Ali'nin: "Maktulü tutarak katile yardımcı olan kimse,
ölünceye dek hapishanede tutuklanır." dediğini zikreder.[334]
(Hz. Peygamber, zekât
develerini güden çobanların gözlerini oyan ve develeri de sürüp götüren
Ureynelileri yakalatmış) yaptıklarına misilleme olarak ellerinin ve
ayaklarının kesilmesine, gözlerine mil çekilmesine hükmetmiş ve ölünceye dek
aç susuz o vaziyette bırakmıştır.[335]
Sahih-i Müslim'de
vârid olduğu üzere, bir adam diğer birisi aleyhinde, "Kardeşimi
öldürdü." d;ye davada bulunur, o da itiraf eder. Hz. Peygamber (s.a.):
"(Kısas yapmak üzere) al adamını." buyurur. Adam gittikten sonra
Rasûlullah: "Onu öldürürse, o da onun gibi olur." buyurur. Derken
adam döner ve: "(Ya Rasûlallah) Ben onu senin emrinle aldım." der.
Hz. Peygamber (s.a.): "Onun; seninle kardeşinin günahlarını üzerine
almasını istemez misin?" buyurur. Adam: "Evet, isterim." der ve
katili serbest bırakır.[336]
Hadisteki, "O da
onun gibi olur." ifadesini iki türlü anlamak mümkündür:
1) Eğer
katil kısas yolu ile öldürülürse üzerinden (günah) düşer ve boylerce onunla,
kısası uygulayan aynı mertebece olur. Hadiste öldürmeden önce denmiyor,
"Eğer öldürürse, o da onun gibi olur." buyuruluyor. Bu da öldürdükten
sonra aralarında benzerliği gerektirir. Bu mânada hadiste bir problem de
yoktur. Aksine böyle bir ifadede, hak sahibine kısastan vazgeçmesi ve affetmesi
için bir tariz bulunmaktadır.
2) Eğer
katil, taammüden öldürmemiş ve veli de onu kısas yolu ile öl-dürmüşse, her
ikisinin durumu da birbirine müsavi olur. Zira katil cinayetten, kısası
uygulayan da öldürmede kasdı bulunmayan birini öldürmekten dolayı, her ikisi
de mütecaviz durumda olmaktadır. İmam Ahmed'in MüsnecT-indeki rivayeti de bu
te'vili delillendirmektedir: Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Hz. Peygamber
(s.a.) döneminde bir adam öldürülür. Dava sonunda Hz. Peygamber (s.a.) katili,
maktulün velisine teslim eder. Katil: "Ya Rasû-lullah! Ben öldürmek
istememiştim, (kastım yoktu)." demiş, Hz. Peygamber (s.a.) de veliye:
"Eğer o sözünde doğru ise ve sen de onu öldürürsen, cehenneme
girersin." buyurmuş, bunun üzerine veli adamın yakasını bırakmıştır.[337]
İbn Habîb'in kitabında
bu hadiste bir fazlalık vardır ki, şöyledir: "Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Elde kasıt, kalpte hata (böyle bir cinayet)." [338]
Sahîhayn'da sabit
olduğu üzere, bir yahudi zinetleri için bir cariyenin kafasını iki taş arasında
ezerek öldürmüştü. Yakalandı ve suçunu itiraf etti. Hz. Peygamber (s.a.),
başının iki taş arasında ezilerek öldürülmesini emretti.[339]
Bu hadiste kadına
karşılık erkeğin kısas yoluyla öldürüleceğine, caniye yaptığının aynısının
yapılacağına, öldürmenin suikast olduğu ve bu yüzden kısas için velinin izni
aranmayacağına delil vardır. Zira Hz. Peygamber (s.a.), katili cariyenin
velilerine teslim edip: "İsterseniz öldürün, isterseniz affedin."
dememiş, mutlak surette öldürmüştür. Bu, Maliki mezhebinin görüşüdür. Şeyhülislâm
îbn Teymiye'nin tercihi de budur.
Bu hususta, "Hz.
Peygamber (s.a.), katil yahudiyi ahdi bozduğu için öldürmüştür."
diyenlerin görüşü doğru değildir. Çünkü ahdi bozmanın (hiyâ-net) cezası kılıçla
öldürmektir, başını taşla ezmek değildir. [340]
Sahîhayn 'daki bir
hadiste şöyle anlatılır: Huzeyl kabilesinden iki kadın
birbirlerine taş
atmışlar, biri diğerini karnındaki çocuğu ile öldürmüş. Hz. Peygamber (s.a.),
cenin için gurre yani bir köle veya cariye âzâdı ile hüküm buyurmuş, ölen
kadının diyetini de katilin asabesine yüklemiştir. Sahîhayn'-daki ifade böyle.[341]
Nesâî'de ise şöyledir: "Karnındaki çocuk hakkında gurre ile hükmetti,
kendisinin de kısas yoluyla öldürülmesine karar verdi."[342] Başkaları
da: "Katili ona karşı öldürdüğünü" ifade etmişlerdir. Doğrusu Hz.
Peygamber (s.a.), yukardaki hadisten anlaşıldığı üzere, katil kadını öldürmemiştir.[343] Buharı,
Sahih'inde Ebu Hureyre'den şu rivayette bulunur: "Hz. Peygamber,
Lihyanoğullanndan bir kadının cenini hakkında gurre ile yani bir köle ya da
cariye ile hükmetti. Sonra hakkında gurre ile hükmolunan kadın öldü de,
Rasûlullah (s.a.) mirasını çocukları ile kocasına, diyeti de asabesine
ödetmeye hükmetti. "[344]
Bu uygulamadan şu
neticeler çıkar:
1— Kasıt
benzeriyle katil (şibhu'l-amd)> kısası gerektirmez.
2— Âkile,
diyete tâbi olarak gurreyi de öder.
3— Âkile, asabeden ibarettir.
4— Katilin
kocası, âkileye dahil değildir.
5—(Katil
kadının çocukları da âkileye dahil değildir. [345]
Sahîhayn'da Hz.
Peygamber'in (s.a.) Ensar'a yahudiler arasında me[346] ile
hükmettiği sabittir.
(Huveyyısa, Muhayyısa
ve Abdurrahrnan, Hayber'de ölü olarak buldukları yakınları Abdullah b. Sehl b.
Zeyd için Hz. Peygamber'e davacı olduklarında) Hz. Peygamber (s.a.) bunlara:
"Yemin edebilir misiniz ki, adamınızın kanına hak sahibi olasınız?"
buyurmuştur. Buharî'nin ifadesi: "Katilinize ya da adamınıza"
şeklindedir. Bunlar da: "Şahid olmadığımız, görmediğimiz bir iş (nasıl
yemin ederiz?)" demişler. Hz. Peygamber: "Öyle ise yahu-diler elli
kişinin yemini ile sizi aklar." buyurunca onlar: "Kâfir bir kavmin
yeminlerini nasıl kabul edebiliriz?" demişler. Bunun üzerine onun diyetim
Hz. Peygamber kendisi vermiştir.
Bir rivayette:
"Sizden elli erkek, onlardan bir adam aleyhine yemin eder ve adam tamamı
ile size verilir."[347]
ifadesi vardır.
Sahih hadislerin
ifadelerinde diyetin nereden ödendiği hakkında ihtilâf vardır. Bazısında, Hz.
Peygamber'in kendisinden ödediği, bazısında da zekât develerinden ödediği
belirtilir.
Ebu Davud'un Sünen'mde
ise; maktul, yahudilerin içerisinde bulundu-ğu için, Hz. Peygamber'in (s.a.)
diyeti onlara yüklediği ifade olunur.'[348]
Abdürrezzâk'ın
Musannef'mâc: "Hz. Peygamber'in (s.a.), önce yahu-dilere yemin verdirdiği
ve onların yeminden kaçındıkları, sonra Ensar'dan ka~ sâmede (yemin)
bulunmalarını istediği, onların da yemin etmemeleri üzerine diyeti yahudiler
üzerine yüklediği1' zikredilir[349]
Nesâî'de de:
"Diyeti, yahudiler üzerine koyduğu ve bir kısmını ödeyerek onlara
yardımcı olduğu" kaydı vardır.[350]
Bu uygulama aşağıdaki
hükümleri içerir:
1— Kasâme ile hükmetmek, Allah'ın dininden ve
şeriatındandır.
2— Kasâme yolu ile kısasın meşruiyeti:
Hadislerde geçen: "Adam tamamı ile size teslim edilir.",
"Adamınızın kanına hak sahibi olursunuz" gibi ifadeler buna
delildir. Kur'an ve sünnet'in zahiri, mülâanede bulunan kocanın ve kasâmede
kan sahiplerinin yeminleri ile öldürme hükmünü getiriyor. Bu, Medine
âlimlerinin görüşüdür. İrak âlimleri ise, her iki durumda da öldürme olmayacağı
görüşündedir. İmam Ahmcd'in mezhebi; kasâmede öldürüleceği, Hânda
öldürülmeyeceği şeklindedir. Şafiî ise aksi kanaattedir.
3— Diğer davaların aksine, kasâmede yemin, önce
davacılara {müddet) verdirilir.
4— Zimmîler, üzerlerine düşen görevi
yapmazlarsa, ahdi bozmuş sayılırlar. Hz. Peygamber'in; "Ya diyeti
ödersiniz ya da harp ilan etmjiş sayılırsınız." ifadesinden bu anlaşılır.
5— Davalı {müddea
aleyh) hüküm meclisinden uzakta ise, hâkim k sine yazar, hasmın mahkemeye
gelişini aramaz.
6— Kadi'nın yazısına istinaden —onun yazısı
olduğuna dair üzer» hit tutulmasa bile— amel ve hükümde bulunmanın cevazı.
7— Gıyabî hükmün cevazı.
8— Kasâmede —eğer varsa— elliden daha az kişinin
yemini ile yenilmeyeceği.
9— Eğer
dava, müslüman ve zimmîler arasında ise, bize baş vurmasalar bile onlara
(zimmîlere) İslâm ahkâmının tatbik edileceği.
10— Diyetin
zekât develerinden ödenmesi ki, bu durum bir çokları için izahı zor bir problem
arzetmektedir. Bazılarınca, gârimîn (borçlular) faslından ödemiştir ki doğru
değildir. Zira, zimrrîîlerin borçluların? zekât verilmez. Bazılarınca, ödenen
bu diyet, zekât mallarından yerlerine harcandıktan sonra arta kalan kısımdır
ve devlet başkanının bu fazlayı maslahat (yarar) gördüğü yerlere harcama
yetkisi vardır. Bu izah birincisinden daha uygundur. Daha makulü; Hz.
Peygamber'in (s.a.), diyeti kendisinden ödemesi ve zekât develerinden ödünç
alması şeklindeki yorumdur. Buna hadisteki: "Hz. Peygamber (s.a.) diyeti
kendi yanından verdi." ifadesi delil olur. Bütün bu yorumlardan en uygunu
şu olacaktır: Hz. Peygamber, iki unsur arasındaki anlaşmazlığı gidermek için
diyeti yüklenince, verdiği hüküm, ara bulmak için borçlanan kimse (ğârim)
üzerine verilmiş bir hüküm oldu. "Hz. Peygamber diyeti gârimîn faslından
ödedi" diyenler de belki bunu kasdediyorlar. Hz. Peygamber (s.a.), kendisi
için zekâttan asla bir şey almamıştır. Çünkü sadaka kendisine helâl değildir.
Şu kadar var ki, bu fasıldan diyeti ödemiş olması, ara bulmak için borçlanan
bir kimseye vermesi kabilinden olmuştur. En doğrusunu Allah bilir.
Bir itiraz olarak,
hadisteki: "Diyetini yahudiler üzerine kıldı." sözüne ne dersiniz
denebilir. Bu ifade mücmeldir ve râvi, diyetin yahudiler üzerine kılınış
keyfiyetini zabtedememiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.), yahudilere yazıp:
"Maktulun diyetini verin ya da harp ilan etmiş sayılırsınız." diye
bildirince bu tutumuyla Hz. Peygamber, diyetin ödenmesi için onları ilzam etmiş
olur. Ancak bilinen şudur ki, onlar öldürdüklerini kabul etmemişler ve buna
dair yemin etmişlerdir. Bu durumda da Hz. Peygamber diyeti kendisi ödemiştir.
İşte diğer râvilerin zabtettikleri bu fazlalık, bir öncekinden daha tercih
edilir durumdadır.
Peki, Nesâî'nin
rivayetinde yer alan: "Diyeti yahudiler üzerine dağıttığı ve bir kısmını
da ödeyerek onlara yardımcı olduğu" şeklindeki ifadeye ne dersiniz? Bu
soruya şöyle cevap verilir: Bu ifade kesinlikle muteber (mahfuz) değildir. Zira
diyet, sırf maktulun velilerinin iddia etmiş olmaları ile davalılar üzerine
gerekmez. Mutlaka ikrar, beyyine (delil), ya da davacıların yemini gibi bir
mesned bulunması gerekir. Burada bunlardan hiçbiri yoktur. Hz. Peygamber
(s.a.), davacılara kasame yemini teklif etmiş, onlar yeminden kaçınmışlardır.
Bu durumda mücerred dava ile yahudileri diyet ödemeğe nasıl icbar edebilir? [351]
İmam Ahmed, Bezzâr ve
diğerlerinin zikrettiklerine göre, bir grup insan Yemen'de bir kuyu
kazmışlardı. Bu kuyuya birisi Hüştü. Bu kimse düşerken yanındakine sarıldı, o
da düştü. İkinci üçüncüye, üçüncü dördüncüye, derken hepsi de düştü ve
öldüler. Akrabaları (orada kadı olan) Hz. Ali'ye durumu ilettiler. Hz. Ali:
"Kuyuyu kazan insanları toplayın." dedi ve ilk düşen için, diyetin
dörtte birine hükmetti. Çünkü üzerinde üç kişi helak olmuştu. İkinci için
diyetin üçte bîrine karar verdi. Onun üzerinde de iki kişi helak olmuştu.
Üçüncü için diyetin yarısına hükmetti, çünkü üzerinde bir kişi ölmüştü.
Dördüncü için de tam diyet ödenmesini kararlaştırdı. Bunlar, ertesi yıl Hz.
Peygamber'e gelmişler ve durumu kendisine anlatmışlardı. Hz. Peygamber onlara:
"Durum aranızdaki hükmü gibidir." demiş ve tasvip etmişti. Bez-zâr'ın
hadisi nakli bu şekildedir.
İmam Ahmed'in hadisi
de aşağı yukarı aynıdır. Şöyle diyor: "Onlar, Hz. Ali'nin hükmüne razı
olmaktan kaçındılar ve Hz. Peygamber'e (s.a.) geldiler. Peygamberimiz Makâm-ı
İbrahim'in yanında idi. Durumu O'na anlattılar. Hz. Peygamber (s.a.), Hz.
Ali'nin verdiği hükmü onayladı ve diyeti, kuyunun kazılması sırasında orada
bulunanların kabilelerine yükledi."[352]
İmam Ahmed, Nesâî ve
diğerleri rivayet ederler: Berâ (r.a.) şöyle anlatır: Dayım Ebu Bürde ile
karşılaştım, beraberinde bir sancak vardı. Bana: "Rasûlullah (s.a.) beni,
babasının karısı (analığı) ile evlenen birisini öldür-mem ve malına el koymam
için gönderdi." dedi.[353]
İbn Ebî Hayseme,
Tan/Tinde, Muâviye b. Kurre'den, o babasından, c da dedesinden rivayet ediyor.
Râvi şahabı şöyle anlatıyor: "Hz. Peygambeı beni babasının karısı ile
gerdeğe giren bir adama gönderdi. Boynunu yurdun: ve malına (el koyup) beşte
birini ayırdım."
Yahya b. Maîn:
"Bu, sahih bir hadistir." demiştir.
İbn Mâce'nin Sünen
'indeki İbn Abbas hadisinde ise Hz. Peygamber*(ş.a.) "Kim, nikâh düşmeyen
bir yakını ile ilişkide bulunursa, onu öldürünü yurmuştur.[354]
Cüzcânî şunu nakleder:
Kendisi için kız kardeşini zorla alan bir adamıi durumu Haccâc'a iletildi. Haccâc:
"Onu hapsedin ve Hz. Peygamber'in (r.a. ashabından burada bulunanlara
durumu sorun." dedi. Abdullah b. Ebî Mu tarrif'e (s.a.) sordular. O, Hz.
Peygamber'in: "Kim mü'minlerin harîm-i is metini çiğnerse, onu kılıçla
ortadan biçin! "[355]
buyurduğunu işittim, demiştir
İmam Ahmed, İsmail b.
Saîd rivayetinde söz edilen, babasının karısıyl; ya da mahremiyle evlenen bir
kimse hakkında; onun öldürüleceğini iye malı
nın da beytülmâl'e
konulacağını ifade etmiştir.
Sahih olan bu
görüştür. Bu Hz. Peygamber'in (s.a.) verdiği hüKmûn d gereğidir.
İmâm Şafiî, Mâlik ve
Ebu Hanife ise, böyle birinin cezasının ziria ceza: olduğunu söylemişlerdir.
Sonra Ebu Hanife: "Eğer bir akitle cinsî ilişkid bulunmuşsa, ta'zir cezası
uygulanır, had cezası verilmez." demiştir ki, bizzs Hz. Peygamber'in
(s.a.) hükmü ve uygulaması daha doğru ve uyulmaya di ha lâyıktır. [356]
İbn Ebî Hayseme,
İbnü's-Seken ve diğerlerinin Enes'ten (r.a.) sabit olar rivayetlerinde şöyle
anlatılır: Mâriye ile amcası oğlu arasında dedikodu vardı. Bunun üzerine
Rasülullah (s.a.) Hz. Ali'ye: "Git, eğer onu Mâriye'nin yanında bulursan
boynunu vur." buyurmuştu. Hz. Ali ona geldi ve bir kuyunun içinde onu
serinliyor buldu. Hz. Ali: "Çık!" dedi ve elinden tutarak dışarı
çıkardı. Bir de ne görsün adam mecbûbdu, cinsel organı yoktu. Hz. Ali hemen
ondan el çekmiş ve Hz. Peygamber'e (s.a.) gelerek: "Ya Rasûlal-lah! Adam
mecbûb, cinsel organı yok." demişti.[357]
Başka bir rivayette: "Hz. Ali onu ağaçta hurma toplarken bulmuş, bir kumaş
parçasına bürünmüştü. Adam kılıcı görünce irkildi ve üzerinden kumaş parçası
duşiü. Bir de ne görsün adam mecbubdu, cinsel organı yoktu." ifadeleri
vardır.
Bu uygulama birçok
âlim için bir problem teşkil etmiştir. Bazıları hadisi eleştirmek
istemişlerdir. Ancak hadisin senedinde tenkid edilebilecek kimse yoktur. Bazıları
ise şöyle bîr yorum yapmışlardır: Hz. Peygamber (s.a.) verdiği emirde,
gerçekten onu öldürmesini istememiş; bir daha Mâriye'nin yanına gelmemesi için
ona gözdağı vermek istemişti. Nitekim Hz. Süleyman, bir çocuk hakkında çekişen
iki kadına: "Bana bir bıçak getirin. Çocuğu ortadan ikiye biçeyim."
demişti ve bununla gerçekten öyle yapmayı kasdetmemiş, aksine bu yolla işin
gerçeğine ulaşmak istemişti. Bu yüzdendir ki hadis imamlarından bazıları bu
hadise, "Doğruyu elde edebilmek için hâkim, hilâf-ı hakikat bir tavır
gösterebilir babı" şeklinde başlık atmışlardır. İşte bunun gibi Hz.
Peygamber (s.a.) de ashabın, dedikodusu çıkan adamın suçsuzluğunu, Mâriye'nin
iffetini öğrenmelerini istemiş; kılıcı ensesinde görünce adamın gerçek
durumunun görüleceğini düşünmüştü. Nitekim durum Hz. Peygamber'-in (s.a.)
tasarladığı gibi ortaya çıkmıştı.
Bundan daha güzel bir
izah tarzı şudur: Hz. Peygamber (s.a.) Ali'ye, o adamın Hz. Peygamber'in ümmü
veledi ile halvete yeltenmesi ve cür'eti sebebiyle ta'zir yoluyla öldürmesini
emretmişti. Hz. Ali, işin iç yüzünü öğrenip onun şüpheden uzak olduğunu görünce
öldürmekten vazgeçti. Durumun açıklanması adamın öldürülmesine ihtiyaç
bırakmamıştı. Ta'zir yoluyla ölüm cezası, had gibi zorunlu da değildir.
Maslahata tâbidir. Eğer öldürmede yarar varsa öldürülür, yoksa öldürülmez. [358]
imam Ahrned ve îbn Ebî
Şeybe, Ebu Saîd el-Hudrî'nin şöyle anlattığını rivayet ederler: "İki köy
arasında bir maktul bulunmuştu. Hz. Peygamber (s.a.), (maktulün bulunduğu
noktadan) her iki köy arasının ölçülmesini emretti. Köylerden birine daha
yakın bulundu. Hz. Peygamber'in (s.a.) karışı, hâlâ gözümün önündedir. Ölüyü
daha yakın olan köyün üzerine atti."[359]
Abdürrezzak'ın
Musannef'mût şu bilgiler vardır: Ömer b. Abdülaziz şöyle der: Bize ulaştığı
kadarıyla bir kavmin yurdu civarında Öldürülmüş olarak bulunan kişi hakkında
Hz. Peygamber (s.a.): "Yemin davalılar {müddea aleyh) üzerinedir. Eğer
yeminden kaçınılırsa (nükûl), davacılara yemin verdirilir, ederlerse (kana)
hak kazanırlar, Eğer iki taraf da yemin etmezlerse, diyetin yarısı davalılar
üzerine gerekir. Diğer yarısı ise düşer."[360]
şeklinde hükmetmiştir.
İmam Ahmed,
Mervezî'nin rivayetinde Ebu Saîd'in rivayet ettiği hadisle hüküm verme
üzerinde durmuş ve şöyle demiştir: Ebu Abdullah'a sordum: "Söz konusu
insanlar üzerlerine konulan şeyi verseler ve sonra bu işte bazı insanlara
zulmedildiği ortaya çıksa ne olur?" "Eğer biliniyorlarsa kendilerine
iade olunur." dedi. Ben: "Ya bilinmiyorlarsa?" diye sordum. O:
"Söz-konusu yerin yoksullarına dağıtılır." dedi. Ben: "O yerin
yoksullarına dağıtılacağına dair delil nedir?" diye sordum. O şöyle cevap
verdi: "Hz. Ömer, diyeti, maktulün bulunduğu köyün ahalisi üzerine
koymuştur. Sanıyorum şöyle dedi: Nasıl ki diyet oranın ahalisi üzerine
konuluyorsa, zulme uğrayan insanlar belli değillerse yine onlara
dağıtılır." :
İşte Hz. Ömer, hadisin
gereği ile hükmetmiş ve diyeti maktulün bulunduğu yerin ahalisi üzerine
koymuştur. Aynı hadisi İmam Ahmed delil olarak kullanmış ve bunu, zulme uğrayan
insanlar belli değillerse haksızlıkla alınar şeyin oranın ahalisine dağıtılması
konusuna da asıl yapmıştır.
Diğer eser (haber) ise
mürseldir, delil olacak güçte değildir. Eğer sahir olsaydı, onunla amel etmek
gerekirdi ve muhalefet caiz olmazdı; "deâvâ' ve "kasâme"
bablanna da muhalif değildir. Çünkü içlerinde önce davacıla rın yemin etmesini
gerektirecek açık bir levs (yani maktulün ölmeden önct 'beni falan öldürdü'
dediğine şehadet eden bir kişinin, ya da aralarında düş manlık, tehdid vb.
olduğuna tanıklık edecek iki şahidin bulunması durumu olmadığı için, yemin etme
hususunda davalılar tarafının önceliği vardır. Ba zen yeminden kaçınırlarsa
davacılar tarafı iki yönden kuvvet kazanır: Birincisi: Maktulün kendi
muhitlerinde bulunması. İkincisi: Kendi mıntıkalarının berâetine dair yeminden
kaçınmaları. Bu durum açık bir levs yerine geçer, davacılar yemin eder ve
(kana) hak kazanırlar. Her iki taraf da yeminden kaçınırlarsa, bu her iki
taraf için de katmerli şüphe uyandırır ve bu durum —davacılar yemin etmedikçe—
diyetin tam olarak ödetilmesi için yeterli bir sebep olamaz. Kendileri yemin
etmedikleri için de diyetin tamamen düşmesini gerektirmez; böylece diyet ikiye
bölünmüş olur, yarısı yemin etmemeleri sebebiyle mevcut şüpheden Ötürü
davalılar üzerine gerekir. Diyet tam olarak gerekmez. Çünkü hasım taraf da
yemin etmemiştir. Levs, davacıların yemini ile davalıların yeminden
kaçınmalarından oluşmuş iken, bir tarafın bulunmamasıyla tamam olmayınca
davacıların yeminlerine tekabül eden kısım düşer, ki bu diyetin yarısıdır.
Davalıların yeminden kaçınmalarına tekabül eden diğer yarı ise vacip olur. Bu,
en güzel ve en adilâne bir hükümdür. Başarı Allah'tandır. [361]
Abdürrezzak
Musannef'inde, —daha başkaları da— İbn Cüreyc hadisinde Amr b. Şuayb'dan
naklediyorlar: Hz. Peygamber (s.a.), boynuzla bir başkasının ayağını yaralayan
kimse hakkında hükümde bulundu. Yaralanan: "Ya Rasûlallah! Bana kısas
İmkânı ver!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Yaran iyileşinceye kadar
dur." buyurdu. Adam inad etti ve kısas istedi. Hz. Peygamber (s.a.) de
kısasa izin verdi. Sonunda kısas cezası tatbik edilen iyi oldu, kısası yapan
ise topal oldu. Adam: "Ya Rasûlallah! Ben topal oldum, adam-sa iyi
oldu." deyince Peygamberimiz: "Ben sana yaran iyileşinceye kadar kısas
işini ertelemeni emretmemiş miydim? Sen ise inad ettin. Allah da sana
müstehakım verdi. (İkinci bir kısas hakkından) uzaklaştırdı. Topallığın havada
kaldı." buyurdu.
Bu topal olan adamın
durumundan sonra Hz. Peygamber (s.a.), yaralanan kimselerin, yaralan
iyileşmedikçe kısas talebinde bulunmamalarını emretti. Yaralama iyileşinceye
kadar neyse o. Eğer bir topallık veya çolaklık varsa bu durumda kısas yoktur,
diyet vardır. Kim bir yaradan dolayı kısas yapar ve kısas yapılan kimseye fazla
bir zarar verilirse, o bu fazla zararın diyetine (aradaki farka) hak kazanır.[362]
Derim ki: Hadis İmam Ahmed'in Müsned'inde, Amr b. Şuayb—sure-babası—dedesi tarikiyle
muttasıldır ve şöyledir: Bir adam boynuzla birisini dizkapağından yaralamıştı.
Yaralı, Hz. Peygamber'e (s.a.) geldi ve: "Ya Rasûlallah, bana kısas
imkânı ver!" dedi. Peygamberimiz de: "İyileşinceye dek (bekle)!"
buyurdu. Adam yine geldi ve kısas istedi. Peygamberimiz de kısas yaptırdı.
Sonra adam geldi ve: "Ya Rasûlallah! Topal oldum." dedi. Hz. Peygamber
(s.a.): "Sana, yapma dedim, beni dinlemedin. Allah da seni uzaklaştırdı
ve topallığını (ikinci bir defa) kale almadı." buyurdu.
Sonra Hz. Peygamber
(s.a.), yaralananın durumu iyileşmeden, yaralama olaylarında kısas yapılmasını
yasakladı[363]
Dârakutnfnin
Sünen'ındz ise Câbir'den şöyle rivayet edilmiştir:]**Bir adam yaralanmış ve
kısas talep etmişti. Hz. Peygamber (s.a.), yaralananın durumu iyileşmedikçe
yaralayan üzerine kısas uygulamasını yasaklad[364]
Bu uygulama (hüküm),
şu hususları içermektedir:
1—
Yaralananın durumu iyileşme ya da yaranın son şeklini almasi tiyle istikrar
kazanmadıkça kısas caiz değildir. '
2— Cinayetin sirayeti de kısas kapsamındadır.
3— Değnek, boynuz vb. ile döğme olaylarında
kısas caizdir. |
4— Bu hükmü nesheden bir delil yoktur, muarız
bir hüküm de bulunmamaktadır. Neshedilen husus, iyileşmeden önce kısasın
uygulanmasıdır, yoksa bizzat kısas neshedilmiş değildir. Bunu akıldan
çıkarmamak lâzımdır.
5— Mağdur, derhal cani üzerinde kısas icra eder
ve sonra yara başka bir uzvuna sirayet eder veya ölümüne sebep olursa, (kısas
sonrası) sirayet hederdir.
6— Sadece
kısasla yetinilir, caninin ayrıca tazir ve hapsine gidilmez. {Tabiîn
müctehidi) Atâ şöyle diyor: "Yaralama olaylarında kısas vardır. Devlet
başkanının caniyi döğme ve hapis hakkı yoktur. Ceza, sadece kısastır. Rab-bin
unutucu değildir. Eğer dileseydi ayrıca döğülmesini, hapsini de emrederdi."
İmam Mâlik ise: "Kul hakkı dolayısıyla kısas yapılır, cüretkârlığından
dolayı da cezalandırılır." demiştir. '
Çoğunluk âlimler
(cumhur); kısas, ek bir cezaya ihtiyaç bırakmaz. Had cezası gibi uygulanınca
başka bir cezaya ihtiyaç duyulmaz, demişlerdir.
Günahlar üç nevidir:
a) Belirli
bir had cezası olan günahlar. Hadle birlikte ta'zir cezası uygulanmaz.
b) Ne had ne
de keffâret belirlenmeyen günahlar. Bunların ta'zir cezası ile önüne geçilmeye
çalışılır.
c) Keffâreti
olan haddi olmayan günahlar. İhram halinde ve oruçlu iken cinsî ilişkide
bulunmak gibi. Bu gibi günahlar için keffâret ve ta'zir birden uygulanır mı?
Âlimler bu konuda iki görüş benimsemişlerdir. Hanbelî mezhebi âlimlerince de
bu iki görüş sözkonusudur. Kısas, had cezası yerine geçer. Hem kısas hem de
ta'zir bir anda uygulanmaz. [365]
Sahîhayn 'da Enes
hadisinde şöyle anlatılır: Rübeyyi'in kızkardeşi Nadr'ın kızı bir cariyeyi
tokatlamış ve dişini kırmıştı. Hz. Peygamber'e (s.a.) şikâyetçi oldular. O da
kısas yapılmasını emretti. Ümmü'r-Rübeyyi': "Ya Rasûlal-lah! Falancadan dolayı
kısas mı yapacaksın? Hayır! Vallahi ona karşılık kısas olamaz." dedi. Hz.
Peygamber (s.a.): "Fesübhanallah! Ey Ümmü'r-Rübeyyi', Allah'ın hükmü
kısastır!" buyurdu. Kadın: "Hayır, Allah'a yemin ederim, asla ona
karşılık kısas yapılmayacak." dedi. Neyse ki mağdurun tarafları kısastan
vazgeçtiler ve diyeti kabul ettiler. Hz. Peygamber (s.a.) de: "Öyle kullar
var ki, Allah'a karşı yemin etseler, Allah onların yeminlerini doğruya
çıkarır." buyurdu.[366]
Sahîhayn'da
bulunmaktadır: Bir adam diğer birinin elini ısırmış, adam da elini kuvvetle
çekince ön dişlen düşmüştü. Hz. Peygamber'e davacı oldular. Hz. Peygamber
(s.a.): "Sizden biriniz aygır gibi kardeşinin elini ısırıyor. Sana diyet
yok." buyurmuştur.[367]
Bu uygulamadan şu
netice çıkar: Zâlimin elinden bir kimse kendisini kurtarırsa ve bu arada zâlim
ölse veya bir organı ya da malı telef ols hederdir, tazmin sorumluluğu yoktur. [368]
Yine Sahîhayn'da-
vârid olduğu üzere Ebu Hureyre Hz. Peygamber'in (s.a.) şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Birisi senden izinsiz evini gözet-lese, sen de bir taş
atsan da gözünü çıkarsan sana hiçbir vebal yoktur."[369]'
Sahîhayn'daki başka
bir rivayette ise: "Bir kimse başka birilerinin evini izinleri olmadan
gözetlese, onlar da onun gözünü çıkarsalar, ne diyet lâzım gelir ne de
kısas."[370] buyurmuştur.
Yine Sahîhayn'da bir
adamın Hz. Peygamber'in (s.a.) hücre-i saadetlerinden birinde, bir delikten
içeriyi gözetlediği ve Hz. Peygamber'in eline bir ok demiri alarak (gözüne)
dürtmek için durumu kolladığı belirtilmiştir.[371]
Ehl-i hadis, bu ve
bundan Önceki hükümle amel edileceği görüşündedirler. İmam Ahmed ile Şafiî de
bunlara dahildir. Ebu Hanife ve Mâlik ise bu görüşte değildir. [372]
Rasûlullah (s.a.),
hamile bir kadının taammüden birini öldürmesi durumunda çocuğunu doğurmadıkça
ve çocuğu kendisini kurtaracak duruma gelmedikçe kısas yolu ile
öldürülmeyeceğine hükmetmiştir. Bunu İbn Mâce Sünen'inde rivayet etmiştir.[373]
- , .
Babanın, oğluna karşı
kısas yoluyla öldürülemeyeceğine hükmetmiştir, Nesâî ve Ahmed rivayet
etmişlerdir.[374]
Mü'minlerin kanlarının
eşit olduğuna ve kâfire karşılık mü'minin öldürülemeyeceğine hükmetmiştir.[375]
Maktulün taraflarının
iki şeyi seçebileceklerine; ya kısas yolu ile öldürebileceklerine veya diyet
alabileceklerine hükmetmiştir.[376]
El ve ayak
parmaklarından her birinin diyetinin on deve, her biri dişin —ayırım
yapmaksızın— diyetinin beş deve olduğuna, mûzıha[377]için
ise beşer deveye hükmetmiştir.'[378]
Görmeyen bir göz izale
edilmişse, çolak el kesilmişse, çürük diş sökül-müşse, bunların diyetlerinin,
normal diyetlerinin üçte biri olacağına hükmet-miştir.[379]
Burun tümden
kesilmişse tam diyete, ucu (yumuşak kısmı) kesilmişse yarım diyete
hükmetmiştir.[380]
*Me'mûme ve câife
hakkında üçte bir diyete, munakkıle[381]
için ise on beş deveye hükmetmiştir. Dilin, iki dudağın, taşakların, cinsel
organın, belin, iki gözün diyetlerinin tam olduğuna; tek gözün, tek ayağın, tek
elin diyetlerinin de yarım olduğuna hükmetmiştir. Kadına karşılık erkeğin kısas
yoluyla öldürüleceğine de hükmetmiştir.'[382]
Hata yolu ile işlenen
öldürme cinayetinde diyetin yüz deve olduğuna ve diyeti akilenin ödeyeceğine
hükmetmiştir. Bu develerin yaşı hakkında riva-. yetler farklıdır: Dört Sünen'dç
Amr b. Şuayb hadisinde: "30 binti mahâd, 30 binti lebûn, 30 hıkka ve 10
ibn lebûn (erkek)'den ibarettir." denilmiştir.[383]
Hattabî, bu görüşte olan bir fakih bulunduğunu bilmediğini söylemiştir. Yine
Sünen kitaplarında İbn Mes'ûd hadisinde ise diyetin beşli taksimden ibaret
olduğu belirtilir: "20 binti mahâd, 20 binti lebûn, 20 ibn mahâd, 20 hıkka
ve 20 cezea."[384]
Taammüden katilde
—eğer kan sahipleri razı olmuşlarsa— diyetin; 30 hıkka, 30 cezea, 40 halife
olduğuna hükmetmiştir. (Eğer sulh olmuşlarsa) ne üzerine sulh oldularsa, o onlarındır.[385]
İmam Ahmed ve Ebu
Hanife, İbn Mes'ûd hadisi ile amel etmişlerdir. İmam Şafiî ve Mâlik ise ibn
mahad yerine ibn lebûnu koymuşlardır ki her iki hadiste de bu yoktur.
Hz. Peygamber (s.a.)
diyeti; devecilik ile uğraşanlar için yüz deve, sığırla iştigal edenlere 200
sığır, koyunculuk yapanlara 2000 koyun, elbise işi ile uğraşanlara da 200 hülle
(takım elbise) olarak belirlemiştir[386]
Amr b. Şuayb,
babasından, o da dedesinden olmak üzere Hz. Peygam-ber'in (s.a.) diyeti; 800
dinar veya 8000 dirhem olarak belirlediğini rivayet etmiştir ,[387]
Dört Sünen sahipleri
İkrime hadisinde İbn Abbas'tan şöyle dediğini naklederler: "Bir adam
öldürüldü. Hz. Peygamber (s.a.) onun diyetim 12.000 (dirhem) kıldi."[388]
Hz. Ömer'in, "Develer
pahalandı" dediğini ve diyet miktarını altından 1000 dinar, gümüşten 12000
dirhem, sığırdan 200, koyundan 2000, elbiseden 200 hülle olarak belirlediğini,
ehl-i zimmetin diyetine ise dokunmadığını ve onu yükseltmediğini biliyoruz.'[389]
Dört Sünen 'in sahipleri,
"Muâhidin (zimmî) diyeti hür müslümamn diyetinin yarısıdır."
hadisini rivayet etmişlerdir.[390]
İbn Mâce'nin lafzı
şöyledir; "Ehl-i kitabın diyeti müslümanların diyetlerinin yarısıdır.
Ehl-i kitap, yahudi ve hıristiyanlardır."[391]
Fukaha bu konuda
ihtilâf etmişlerdir: İmam Mâlik: "Onların diyetleri hata yollu öldürmede
de, taammüden öldürmede de müslümanların diyetlerinin yarısıdır."
demiştir. İmam Şafiî: "Her ikisinde de üçte biridir." demiştir. Ebu
Hanife ise: "Her iki türlü öldürmede de müslümamn diyeti ile aynıdır."
demiştir. İmam Ahmed ise: "Taammüden öldürmede müslümamn diyeti
gibidir." der. Hata yollu öldürmede ise kendisinden iki rivayet vardır.
Birincisi: Diyetin yarısıdır, şeklindedir ki zahir mezhebi budur. İkincisi:
üçte biridir.
İmam Mâlik, Amr b.
Şuayb hadisinin zahiri ile amel etmiştir. İmam Şafiî ise, Hz. Ömer'in
zimmîlerin diyetini 4000 dirhem olarak belirlemesi —ki müslümamn diyetinin üçte
biridir— şeklindeki uygulamasına dayanır. İmam Ahmed de Amr hadisini almıştır.
Şu kadar var ki, taammüden öldürmede kısas düşmüş olduğu için diyeti ceza
olarak ikiye katlamıştır. Ona göre kendisinden kısas düşen kimsenin üzerine
ceza olarak diyet ikiye katlanır. İmam Ahmed, bu prensiple hadisin arasını
böylece bulmak istemiştir. İmam Ebu Hanife'nin dayanağı ise, zimmî ile
müslümamn arasında kısasın cereyan edeceği ilkesidir. Tabii bu eşitlik,
diyetlerinin de eşit olmasını gerektirecektir.
Hz. Peygamber (s.a.),
kadının diyetinin, tam diyetin üçte bir miktarına ulaşıncaya kadar erkeğin
diyeti ile aynı olduğuna hükmetmiştir. Bunu Nesâî zikrediyor.[392]
Sonra erkeğin diyetinin yarısı olur. Diyeti âkileye yüklemiştir ve koca ile
katil kadının oğlunu diyetden muaf tutmuştur.[393]
Öldürülen bir mükâteb
(âzâd konusunda anlaşmalı köle) hakkında ise şöyle hükmetmiştir: Mükâtebe
borcundan ne kadarını ödemişse o oranda hür diyeti, geri kalan kısmı için ise
köle diyeti, yani kıymeti ödenir. Aynı hükümle Hz. Ali, İbrahim en-Nehaî de
hükmetmişlerdir. İmam ahmed'den de bir rivayet zikredilir. Hz. Ömer şöyle
demiştir: "Mükâteb köle, borcunun yansını ödemişse o ğârim (borçlu) olur,
bir daha köleliğe dönmez." Abdülmelik b. Mervan da böyle hükmetmiştir. îbn
Mes'ûd, üçte birini; Atâ ise, dörtte üçüncü öderse ğârim sayılır demişlerdir.
Bundan çıkan sonuç şudur: Hz. Pey-gamber'in (s.a.) bu hükmünün terkinde,
ümmetin icmâı yoktur ve bu hükmü nesheden bir delil de bilinmemektedir.
"Mükâteb,
üzerinde tek bir dirhem kaldığı sürece köledir."[394]
hadisi ile bu hüküm arasında bir çelişki yoktur. Çünkü mükâteb henüz köledir ve
tam hürriyetine ancak (son kuruşuna kadar) ödemekle kavuşur. [395]
Sahih-i Buharive
Müslim'de rivayet edilir: Eslemlilerden bir adamjHz. Peygamber'e (s.a.) geldi
ve zina itirafında bulundu. Hz. Peygamber, kendi aleyhine dört defa şehadette
bulununcaya dek kulak asmadı, sonra ona: "Sende
delilik var mı?"
diye sordu. Adam: "Hayır!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Evlendin
mi?" diye sordu. Adam; "Evet" deyince, Hz. Peygamber emretti ve
namazgahta (musalla) recmedildi. İlk taşa tutulduğunda adam kaçtı, yakalandı
ve ölünceye kadar taşlandı. Hz. Peygamber (s.a.), onu hayırla andı ve cenaze
namazını.kıldı.
Hadisin diğer bir
rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.): "Hakkında bana ulaşanlar doğru
mu?" diye sormuş. Adam: "Ne duydunuz?" deyince Hz. Peygamber
"Bana ulaştığına göre sen falanca oğullarının cariyesi ile ilişkide bulunmuşsun."
dedi. Adam: "Evet." cevabım verdi ve kendi aleyhine dört defa
şehadette (ikrarda) bulundu. Hz. Peygamber (s.a.), sonra onu çağırarak aklından
zoru olup olmadığını sordu. Adam: "Hayır." dedi. Evlenip evlenmediğini
sordu. "Evet." deyince, emretti ve recmedildi.
Yine her ikisindeki
diğer rivayette ise: "Kendi aleyhine dört defa şehadette bulununca, Hz.
Peygamber (s.a.) onu çağırdı ve: "Sende delilik falan var mı?" diye
sordu. Adam: "Hayır." dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Evlendin
mi?" dedi. Adam: "Evet" diye cevap verdi. Hz. Peygamber de:
"Götürün ve recmedin." buyurdu.
Buharî'deki bir
metinde de şöyledir: Hz. Peygamber (s.a.): "Belki de sen onu öptün veya
kadına yeltendin yahut da ona baktın?" diye buyurunca adam: "Hayır ya
Rasûlallah!" dedi. Hz. Peygamber (s.a.), kinayeli ifade kul-lanmaksızın:
"Onu (şey) ettin mi?" diye sordu. Adam: "Evet." diye cevap
verince, o zaman recmedilmesini emretti.
Ebu Davud'un rivayet
ettiği bir hadis ise şöyledir: Adam kendi aleyhine dört defa şahitlik etti. Her
defasında Hz. Peygamber (s.a.) ona kulak asmadı. Beşincisinde ona döndü ve
açıkça: "Onu (şey) ettin mi?" diye sordu. Adam: "Evet."
dedi. Hz. Peygamber (s.a.): "Senin şeyin onun şeyi içine girdi mi?"
diye sordu. Adam: "Evet." dedi. Hz. Peygamber: "Milin
sürmedanlığa, ipin kuyuya girdiği gibi mi?" diye sordu. Adam: "Evet."
diye cevapladı. Hz. Peygamber (s.a.): "Zina ne demektir biliyor
musun?" diye sordu. Adam: "Evet, bir kişinin karısıyla helâl olarak
yaptığım, ben onunla haram olarak yaptım." dedi. Hz. Peygamber (s.a.):
"Peki, şimdi bu sözle ne demek istiyorsun?" diye sordu. Adam:
"Beni temizlemeni istiyorum." dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(s.a.) emretti ve adam recmedildi.[396]
Ebu Davud'un
Sünen'inde: "Taşlar değince adam bağırdı ve şöyle dedi:
"Ey insanlar!
Beni Allah'ın Rasûlü'ne geri çevirin. Kavmim, beni öldürdü ve beni aldattılar.
Rasûlullah'ın beni öldürmeyeceğini söylediler." dediği rivayeti
bulunmaktadır.[397]
Sahih-iMüslim'de şöyle
anlatılır: Gâmidli kadın gelerek:!"Ya Rasûlallah! Ben zina ettim. Beni
temizle!" demiş, Hz. Peygamber (s.a.) de onu geri çevirmişti. Ertesi gün
olunca kadın: "Ya Rasûlallah! Beni niye geri çeviriyorsun? Belki beni,
Mâiz'i çevirdiğin gibi geri çevireceksin. Allah'a yemin ederim ki, ben
gerçekten gebeyim." dedi. Efendimiz: "Olmazsa haydi doğu-runcaya
kadar git (buradan)!" buyurdu. Kadın doğurduğunda çocuğu bir bez parçası
içinde Hz. Peygamber'e (s.a.) getirdi ve: "İşte! Onu doğurdum." dedi.
Hz. Peygamber (s.a.): "Git, bu çocuğu sütten kesilinceye kadar
emzir!" buyurdu. Kadın onu memeden ayırdıktan sonra çocuğun elinde bir
ekmek parçası olduğu halde Hz. Peygamber'e (s.a.) getirdi ve: "İşte ya
Rasûlallah! Onu sütten kestim, yemek yemeğe de başladı." dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.) çocuğu müslümanlardan birine verdi, sonra
emretti. Kadın, göğsüne kadar kazılan bir çukura gömüldü ve recmettiler. Halid
b. Velid bir taşla kadına yönelmiş ve başına atmıştı da yüzüne kan sıçramıştı.
Halid de ona söğmüştü. Hz. Peygamber (s.a.) işitince: "Yavaş ol ey Halid!
İrade ve kudreti ile yaşadığım Allah'a yemin ederim; bu kadın öyle bir tevbe
etti ki, onu bir baççı (sâhibu meks) yapsaydı mutlaka affolunurdu."
buyurmuştur. Sonra kadının (getirilmesini) emrederek cenazesini kılmış ve
kadın defnedil-miştir.[398]
Sahih-i Buharî'âe ise
Hz. Peygamber'in (s.a.), evlenmemiş (gayr-ı muh-san) zinakâr hakkında bir yıl
sürgün ile had cezası uyguladığı belirtilir.[399]
Sahîhayn'âa. rivayet
ediliyor: Bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.) gelerek: "Ya Rasûlallah! Senden
Allah aşkına aramızda ancak Allah'ın kitabı ile hüküm vermeni dilerim."
dedi. Öteki hasım —ki ondan daha anlayışlı idi—: "Evet, aramızda Allah'ın
kitabıyla hükmet. Bana da müsaade buyur (anlatayım)." dedi. Rasûluliah
(s.a.): "Anlat." buyurdu. Adam şöyle anlattı: "Benim oğlum bu
adamın yanında çıraktı. Derken karısıyla zina etmiş. (Oğluma recm lâzım
geleceğini duydum) ve hemen onun namına yüz koyunla bir hizmetçi fidye verdim.
Bir de ulemaya sordum. Bana oğluma ancak yüz dayakla bir yıl sürgün cezası
lâzım geldiğini, bunun karısına da recm gerektiğini bildirdiler." Bunun
üzerine Hz. Peygamber (s.a.): "İrade ve kudretiyle yasadığım Allah'a yemin
ederim ki, aranızda mutlaka Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim. Yüz koyun ve
hizmetçi sana geri iade edilecek. Oğluna yüz değnekle bir yıl sürgün gerek.
Haydi ya Üneys! Git bunun karışma. Şayet itiraf ederse onu recmediver."
buyurdu. Kadın itiraf etti, Üneys de onu recrnetti.[400]
Sahih-i Müslim'de Hz.
Peygamber'in (s.a.) şöyle dediği rivayet edilir: "Bekârla bekâr (zina
ederse) yüz değnekle bir yıl sürgün, evli ile evli (zina ederse) yüz değenkle
recim vardır. "[401]
Bu uygulamalar şu
hükümleri içerir:
1— Evli zinakâr recmedilir,
2— Dört defa ikrar olmadıkça recmedilmez.
3— Dörtten az sayıda ikrarda bulunursa ikrar
nisabına (dört defa) ta-mamlatılması gerekli değildir, bilâkis devlet
başkanının kulak asmaması ve ona ikrarın tamamlatılmamasını tariz (dolaylı
anlatma) yetkisi vardır.
4— Delilik,
sarhoşluk gibi bir sebeple aklı başında bulunmayan bir kimsenin ikrarı boştur,
dikkate alınmaz. Talâkı, azadı, yemini, vasiyyeti de böyledir.
5— Hadlerin
namazgahta ikâmesi caizdir. Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.) mescidlerde had cezalarının
tatbikini yasaklaması ile çelişmez.
6— Hür ve
muhsan (evli) olan bir kimsenin carîye ile zina etmesi halinde cezası, aynen
hür kadınla zina etmiş gibi recmdir.
7—
Yetkilinin, ikrar eden kimseye ikrar etmemesini çıtlatması müstahap-tır.
Keyfiyetin iyice ortaya çıkması için ikrarda bulunana sorular sorması vaciptir.
Kadından elle, dudakla, gözle istifade etmek de (hadislerde) zina sayıldığından
ötürü, ihtimali bertaraf için sorması gerekmektedir.
8—
Yetkilinin, gereği halinde cinsel ilişki için kullanılan sarih ifadeyi kullanması
caizdir.
9— Zinanın
haram olduğunu bilmeyen kimseye had uygulanmaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.),
zina eden sahabîye zinanın hükmünü sormuş, o da: "Kişinin karısıyla helâl
olarak yaptığını ben onunla haram olarak işledim." diye cevap vermiştir.
10— Gebe
kadına had uygulanmaz. Çocuğunu doğurup onu s sinceye kadar emzirmesi için
mühlet verilir.
11— Kadın recm ânında çukura gömülür.
12— Devlet başkanının, recmi başlatması vacip
değildir.
13— Eğer
tevbe etmişlerse günahkârlara sövmek (hakaret) cais
14— Zina cezasından dolayı öldürülenin cenazesi
kılınır.
15— İkrarla
cezaya çarptırılan kimse, cezasının tatbiki sırasında bağışlanmasını ister ve
kaçarsa, kendi haline bırakılır had cezası tamamlanmaz. Çünkü bu hali
ikrarından rücû mânasına gelir, denilmiştir. Bazıları ise, bu haddin
tamamlanmasından önce yapılmış bir tevbedir. Nasıl ki, hadde başlamadan önce
tevbe ettiğinde hadde başlanmazsa bu durumda da had tamamlanmaz, şeklinde
yorum getirmişlerdir. Bu üstedımızın (İbn Teymiye) tercihidir.
16—Bir
kimse, ben falan kadınla zina ettim deyince zina cezası yanında kazf (iftira)
cezası uygulanmaz.
17— Bâtıl sulhle elde edilen mal helâl olmaz,
geri iadesi gerekir.
18— Devlet
başkanı haddin uygulanması için başkasını görevlendirebilir (tevkil).
19— Evli
zinakâra hem celd (değnek), hem de recm uygulanmaz. Çünkü ne Mâiz'e, ne de
Gâmidli kadına celd (değnek) cezası uygulanmamıştır. Üneys'e de, gönderdiği
kadına celd cezasını emretmemiştir. Bu cumhurun görüşüdür. Ubâde'den rivayet
edilen: "Hükmü benden alınız. Allah kadınlar için bir yol (hüküm) kıldı:
Evli evli ile (zina ederse) yüz değnek ve recm vardır." şeklindeki hadis
mensuhtur. Bu hüküm, zina cezasının ilk nüzulü sırasında idi. Sonra Mâiz'i ve
Gâmidli kadırîı recmetmiş, celd cezası tatbik etmemiştir. Bunun Ubâde
hadisinden sonra olduğunda şüphe yoktur. Sünen'deki Câbir hadisi ise farklıdır:
"Adamın birisi zina etmiş, Hz. Peygamber (s.a.) de had cezası
uygulanmasını emretmişti. Adam, daha sonra muhsan (evli) olduğunu ikrar edince,
Hz. Peygamber (s.a.) emretmiş ve adam recmedilmiş-ti." Bizzat râvi olan
Câbir, hadis hakkında: "Hz. Peygamber (s.a.), adamın muhsan (evli)
olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden had (celd) cezası uyguladı. Sonra adamın muhsan
olduğu öğrenilmiş ve recmedilmiştir."[402]
der.
20— Yapılan
işin haram olduğu biliniyorsa, cezanın ne olduğunu bilmemek' haddi düşürmez.
Çünkü Mâiz, cezasının ölüm (recm) olduğunu bilmiyordu. Bu cehaleti kendisinden
haddi düşürmemişti.
21— Hâkimin, kendi huzurunda yapılan ikrarla
hükmetmesi caiz ohı-yor ve ayrıca ikrarın iki şahitçe de işitilmesi gerekmiyor.
Bunu İmam Ahmed belirtmiştir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.) Üneys'e: "Eğer
kadın iki şahit huzurunda ikrar ederse onu recmet." dememiştir.
22— Dava
konusu, halis Allah hakkı ise, hüküm için haKim huzurunda dava edilmiş olması
şartı yoktur.
23— Bir
kadına had cezası gerekiyorsa, d evle^ başkanının (yetkili) kadını huzura
getirtmeden, haddi ikâme edecek birisini ona göndermesi caizdir. Nitekim Nesâî,
hadise böyle başlık atmıştır. Böylece kadınlar, hüküm meclisine getirilmekten
korunmuş olurlar.
24— Devlet
başkanı, hâkim ve müftü gibi kimselerin, verdikleri hükümde herhangi bir
kuşkuları yoksa ve kesin inanıyorlarsa; o hükmün, Allah'ın hükmü olduğunu dair
yemin etmeleri caiz olur.
25— Hadlerin
ikâmesinde tevkil (görevlendirme) caizdir. Bu hususta düşünmek lâzım. Çünkü
Hz. Peygamber'in (s.a.) yaptığı istinabe (nâib kil-mak)dir.
26— Uygulama
ve hükümler, erkek gibi kadının da sürüleceği hükmünü içermektedir. Ancak, eğer
beraberinde mahremi de varsa gönderilir; yoksa kadın sürülmez. İmam Mâlik:
"Kadınlar için sürgün cezası yoktur. Çünkü onlar avrettirler."
demiştir. [403]
Sahıhayn ve
Müspetlerde rivayet edilmektedir: Yahudiler Hz. Peygam-ber'e (s.a.) gelerek
kendilerinden bir erkekle kadının zina ettiklerini söylediler. Hz. Peygamber
(s.a.) onlara: "Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye
sordu. Onlar: "Biz onları rüsvay (teşhir) ederiz ve sopa ile (celd)
dövülürler." dediler. Abdullah b. Selâm hemen: "Yalan söylediniz!
Tevrat'ta recm hükmü vardır." dedi. Tevrat'ı getirdiler ve açtılar.
Birisi recm âyetinin üzerini eli ile kapattıktan sonra üst ve alt tarafım
okudu. Abdullah b. Selâm: "Elini kaldır!" dedi, adam elini kaldırdı.
Bir de baktık orada recm âyeti var. Sonunda yahudiler: "Ya Muhammedi
(Abdullah) doğru söyledi. Tevrat'ta recm hükmü vardır." dediler. Hz.
Peygamber (s.a.) de emretti ve her ikisi de recmedildi.[404]
Bu uygulama şu
hükümleri içerir:
1— Zina
cezasının tatbikinde aranan muhsan olma şartı için kişinin müs-lüman olması
aranmamaktadır.
2— Evli
zimmîler de birbirlerini muhsan yaparlar. İmam Ahmed ve Şafiî de bu görüşü
benimsemişlerdir. Bu görüşte.olmayanlar, hadisin izahında ihtilâf etmişlerdir:
İmam Mâlik, Muvatta 'dan başka bir yerde şöyle demiştir: "Yahudiler zimmî
değillerdi." Sahih-i Buhari'dzki ifade ise, onların zimmet ehlinden
oldukları şeklindedir. Şüphesiz bu olay Hz. Peygamber (s.a.) ile aralarında
geçen muahededen sonra olmuştur ve o sırada harp halinde değillerdi. Yoksa
nasıl Hz. Peygamber'e (s.a.) muhakeme olmak için başurur ve hükmüne razı
olurlar? Hadisin başka bir yoldan rivayetinde: "Bizi şu peygambere
götürün. Çünkü O hafifletme (prensibi) ile gönderilmiştir." demiş-lerdir.[405]
Diğer bazı rivayetlerinde
ise şöyledir: "Yahudiler O'nu (s.a.) ders ve okuma odalarına (midrâs)
davet ettiier."[406] Hz.
Peygamber (s.a.) gelmiş ve aralarında hükmetmiştir. Şüphesiz onlar (bu
haliyle) muâhade ve sulh ehli idiler
Bir başka grup ise
şöyle te'vil yapmışlardır: Hz. Peygamber (s.a.) onlar Tevrat'ın hükmüne göre
recmetti. Hâdisenin akışından bu açıkça anlaşıl maktadır.
Bu yorum onlara asla
bir fayda sağlamaz. Çünkü Hz. Peygamber (s.a. onların arasında mutlak adaletle
(hakla) hükmetmiştir ve her halükarda uyul ması gerekir. Hak varken başka yol
aramak sadece sapıklık değil midir?
Bir başka grup da; Hz.
Peygamberin (s.a.) onları siyaseten recmettiğin söylemişlerdir. Bu, en
olmayacak görüştür. Aksine Hz. Peygamber (s.a.) on lan kendisinden başka hükme
yer olmayan Allah'ın hükmüyle recmetmiştir
Hz. Peygamber'in
(s.a.) bu uygulamasından şu neticeler de çıkar:
3— Zimmîler
davalarını bize getirdiler mi, aralarında ancak İslâm ah kâmı ile
hükmedebiliriz.
4—
Zimmîlerin, birbirleri hakkındaki şahitliklerinin kabulü gerekir. Çün kü bu
uygulamada zinakârlar ikrarda bulunmamışlardır. Aleyhlerine müslü manlar da
şahitlik yapmamışlardır. Çünkü onların zinalarını görmemişler dir. Nasıl olur
ki, Sünen'&z bu hâdiseyle ilgili olarak Hz. Peygamber'in (s.a. şahitleri
istediği, dört kişinin geldiği ve erkeğin âletini, milin sürmedanhğ
girdiği gibi kadının uzvu içerisinde
gördüklerine dair şehadette bulundukları yazılıdır.[407]
Bu hadisin bazı
rivayetlerinde: "Onlardan dört kişi geldi." ifadesi, diğer
bazılarında da: "Bana sizden dört kişi getirin." buyurduğu
belirtilir.
5— Bu
uygulama, recm ile iktifa edilip hem celd hem de recmin bir arada
uygulanmayacağını gösterir. Ibn Abbas şöyle der: Recm Allah'ın kitabında
vardır. Onu ancak inceliklere dalan kimse çıkarabilir. O da Allah'ın: "Ey
ehl-i kitab! Rasûlümüz size kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak
üzere geldi." Âyetidir [408]Başkaları
ise recm hükmünü: "Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde
Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla yahudilere
hükmederlerdi."[409]
âyetinden istin-bat etmişlerdir.
Zührî, hadisinde şöyle
diyor: Bize ulaştığına göre, "Biz, içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu
halde Tevrat'ı indirdik. Kendilerini (Allah'a) vermiş peygamberler onunla
yahudilere hükmederlerdi." âyeti onlar (yahudiler) hakkında inmiştir.
Nebî (s.a.) da onlardandı. (Âyette zikri geçen nebilerden.)[410]