Bu sureye Duhan suresi denilmesinin sebebi geçmişte müşrikleri kuraklık ve kıtlıkla tehdit etmiş olduğu -ki, kıtlık aç insanı, açlığın şiddetinden dolayı, boşlukta bir duman görür gibi yapar- ve gelecek nesilleri de kırk gün süre ile gökyüzünde kıyamet alametlerinden biri sayılan dumanın ortaya çıkmasıyla tehdit etmesidir. [1]
Bu surenin önceki "Ha, mim" ile başlayan surelerle münasebeti üç şekildedir.
1- Her iki surenin de, şanını yüceltmek için Kur'an-ı Kerim'e yemin ederek başlaması: Ha, mim. Apaçık Kitab'a andolsun ki...
2- Önceki surenin son kısmıyla bu surenin giriş kısmının birbirine benzemesi. Şöyle ki, önceki sure (Zuhruf suresi): "Sen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar batıla dalsınlar, oynaya dursunlar." (83. ayetiyle) onları tehdit ederek son bulmuş, yüce Allah belirsiz bir günü zikretmiş, Duhan suresi birinci kısımda ise bu günü açıkça belirtmiş ve müşrikleri şöyle korkutmuştur: "Şimdi sen göğün, insanları bürüye-cek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle." (10. ayet).
3- Her iki surenin de Hz. Peygamber (s.a.)'in kavmi Kureyş'e söyledikleri ile, kardeşi Musa (a.s.)'nın Firavun'un kavmine söylediklerini hikâye etmeleri: Geçen surede Peygamber (s.a.)'in "Ya Rabbi! Bunlar; iman etmeyen kavimdir." (88. ayet) demesine karşı Allah, "Şimdilik sen onlardan yüz çevir ve size selâm olsun de. Yakında bilecekler." (89. ayet) buyurdu. Bu surede ise yüce Allah Musa'dan hikâye ederek şöyle buyurmuştur: "Bunun üzerine Musa: Bunlar, suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arzetti." (22. ayet). Hz. Musa şöyle dedi: "Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rab-biniz olan Allah'a sığındım. Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklasın." (20 ve 21. ayet) Benzerlik her iki noktada da gayet açıktır. [2]
Mekke'de inen Duhan suresinin konusu, diğer Mekke'de inen surelerin ve "Ha mim" ile başlayan diğer yedi surenin konularına benzemektedir.
Bütün bu sureler; tevhit, peygamberlik ve ba's (öldükten sonra diriltilme) gibi İslâm inancının esaslarını beyan etmektir.
Bu sure, Allah'ın kullarına rahmet için gönderdiği Kur'an'm, Ramazan ayında Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını, onu indiren Allah'ın bütün kâinatın ve tüm mahlûkatm maliki olduğu ve şeriki olmayan tek ve gerçek ilâhın O olduğunu; yine de bu Kur'an-ı Kerim konusunda müşriklerin bir kuşku ve şüphe içerisinde olduklarını açıklayarak başladı.
Sonra o müşrikleri Allah Tealâ, şiddetli azap ve en kötü akibetlerle korkutan korkunç duhan (duman) ile tehdit etti. Fakat buna rağmen onlar yine inanmadılar. Bunun peşinden, Firavun ve kavminin Hz. Musa ile olan kıssasını getirerek, Allah'ın inananları kurtardığını ve kâfirleri de denize garkettiğini belirterek onlara öğüt verdi. Sonra "İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz." ifadesinde belirtildiği gibi, sure Mekke müşriklerinin öldükten sonra diriltilmeyi inkâr eden bir kavim olduklarını bildirdi ve Allah'ın kudretine delil getirerek kendilerinden önce daha güçlü inkarcıları (meselâ, Hımyerli Tubba kavmi) helak ettiği gibi onları da helak etmekle tehdit etti. Daha sonra da onlara, kıyamet gününün korkularını, kıyamet gününde olacak hesap, azap ve cehennem ateşi içerisindeki zakkum yiyeceği ve diğer korkutucu, ürpertici ve kalplere şiddetli korkular salan hususları anlattı.
Surenin sonunda ise iyilerin ve kötülerin gideceği yer beyan edildi. Bu, ilk grubun teşvik ve güzel neticeyle müjdelemek, ikinci grubu ise korkutmak ve ibret verici şiddetli azap ile akıbetlerinin korkunç olacağını kendilerine hatırlatmak içindir. [3]
Müfessirler, Duhan suresinin faziletine dair birtakım hadisler zikretmişlerdir. Ancak bunlar zayıftırlar.[4] Darimi'nin Müsned'inde Ebu Ra-fi'den rivayet ettiği hadis bunlardan biridir. O şöyle demiştir: "Cuma gecesinde Duhan suresini kim okursa günahları bağışlanır ve iri gözlü hurilerle evlendirilir."
Sa'lebi'nin merfu olarak, Ebu Hüreyre'den rivayet ettiği hadiste Pay-gamberimiz (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kim, Cuma gecesinde Duhan suresini okursa, günahları bağışlanır." Tirmizi bir başka lafızla şöyle demektedir: "Kim her hangi bir gecede Duhan suresini okursa, yetmiş bin melek kendisi için istiğfar ettiği halde sabahlar." Ebu Umame'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. Allah Rasulü (s.a.)'nün şöyle dediğini duydum: "Kim, Cuma gecesi veya Cuma günü Duhan suresini okursa, Allah, cennette ona bir köşk yapar." [5]
1- Ha, mim.
2, 3- Apaçık olan Kitab'a andolsun ki, biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz, uyarıcıyızdır.
4, 5, 6- Katımızdan bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. Çünkü biz, Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. O, her şeyi işiten ve bilendir.
7- Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah), göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi-dir.
8- O'ndan başka ilâh yoktur. (Her şeyi O) diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir.
9- Fakat onlar, şüphe içinde eğlenip duruyorlar.
"Diriltir" ve "öldürür" ifadelerinde tezat sanatı vardır. "Eğer kesin olarak inanıyorsanız" imana, tefekküre ve ibretle bakıp görmeye teşviktir. [6]
"Ha, mim" Bu harfler, hurufu mukattaadandır. (Yani "Ha", "mim" şeklinde, kesik kesik okunur.). Kur'an-ı Kerimin icazını göstermek ve bu surede ortaya konan hükümlerin önemine tenbih için zikredilmiştir. "ve'l-Kita-bi'l-mübin" Bu ifade, Kur'an'a bir yemindir. Yani din ve dünya konusunda insanların tüm ihtiyaçları için açık ve seçik bir beyana sahip olan bu kitaba yemin olsun, demektir.
"Biz onu mübarek bir gecede" Kadir gecesinde "indirdik!" Kur'an'm indi-rilişine bu gecede başlandı. Veya bu gecede Kur'an topluca levh-i mahfuz'dan indirildi. Bu gecenin mübarek (bereketli) oluşu Kuranın nüzulünün dinî ve dünyevi birçok menfaatlere sebep olmasındandır. "Kuşkusuz ki biz uyarıcıyız." Bu cümle, Kur'an-ı Kerim'in indiriliş gayesini açıklamaktadır.
"Katımızdan bir emirle" Yani hikmetimiz gereği tarafımızdan meydana gelen bir emirle, "her hikmetli bir işe o gecede hükmedilir." karışıklık olmayan, sağlam her iş. Kadir gecesine kadar sene boyunca cereyan edecek olan olaylar, rızıklar, eceller ve diğer hususların hükmü bu gecede verilir.
"Çünkü biz Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz." Yani Muhammed (s.a.)'i ve ondan önceki diğer peygamberleri.
"O her şeyi işiten ve bilendir." İnsanların sözlerini işiten, fiillerini ve davranışlarını bilen yalnız o Allah'tır. Bu ve bundan sonraki bölümler, ru-bubiyyetin (Rabliğin) ancak bu gibi sıfatlara sahip olan Allah'ın hakkı olduğunu, başkasının böyle bir hakkı bulunmadığını beyan etmektedir.
"Eğer kesin olarak inanıyorsanız..." Allah'ın, semavatm (göklerin) ve yerin Rabbi olduğunda kesin iman sahibi iseniz, ya da kesin bilgiyi istiyorsanız.
"Fakat onlar şüphe içinde " yani öldükten sonra dirilmede şüphe içindedirler. Bu da onların kesin iman sahibi olmadıklarını gösterir, "eğlenip duruyorlar." Yani Peygamber (s.a.)'le alay ederek eğlenip duruyorlar. Bu sebeple Peygamber (s.a.) şöyle buyurdu: "Allah'ım! Onlara karşı bana yardım et. Allah'ım, Hz. Yusuf un kavmine verdiğin yedi kıtlık senesini onlara da ver." [7]
"Ha, mim. Apaçık olan Kitab'a andolsun ki biz onu mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır." "Yüce Allah, insanların din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları her şeyi açıklayan hayır ve bereketleri bol bir gece olan Kadir gecesinde indirdidiği kitabı Kur'an-ı Kerim'e yemin etti. Nitekim bir başka ayette bu husus çok açık bir şekilde şöyle beyan edilmiştir: "Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik." (Kadir, 97/1). Yani Kur'an'ın nazil olduğu Ramazan ayı gecelerinden bir gece olan Kadir geçişinde. Yine Allah Tealâ bu hususu da açık bir şekilde şöyle belirtmiştir: "Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır." (Bakara, 2/185). Yani Kur'an'ın indirilişine, Ramazan gecelerinden olan Kadir gecesinde başlandı ve parça parça indirilişi yirmi üç sene devam etti. Veya Kur'an'ın tümü, Kadir gecesinde levh-i mahfuzdan sema-yı dünyaya (en yakın semaya) indirildi.
Şüphesiz biz bu Kur'an ile insanları dünyada işlemiş oldukları günahlarından dolayı ahiretteki elem verici azap ile korkutuyoruz. Kulların, Allah huzurunda her hangi bir bahaneleri kalmasın diye, onlara şer'an faydalı ve zararlı olacak şeyleri öğretiyoruz.
İbni Kesir şöyle demiştir: Kim, bu gecenin, Şabanın onbeşinci gecesi olduğunu söylerse -Nitekim İkrime'den böyle rivayet edilmiştir- o, geceyi aramaktan (ve bulmaktan) uzak kalmıştır. Çünkü Kur'ah nassı onun Ra-mazan'da olduğu istikametindedir.[8] Kurtubî de İkrime'nin görüşünü naklettikten sonra şöyle demiştir: O geceyi Kadir gecesi kabul eden görüş daha doğrudur. Çünkü Allah: "Biz onu (Kur'anı) Kadir gecesinde indirdik." buyurmuştur.[9]
Kadir gecesinde indirilmeye başlanmasının sebebini de yüce Allah şöyle belirtti:
"Çünkü her hikmetli işe o gecede hükmedilir." Yani Kadir gecesinde hikmetli ve sağlam iş detaylandırılır. Ve beyan edilir. Sene içerisinde olacak eceller ve rızıklar, hayır ve şerr, hayat ve ölüm vs. o gecede yazılır. Ya da değişmesi mümkün olmayan kesin işlere o gecede hükmedilir. Meselâ beşerin, dünyada hidayetine yarayacak, ahirette de mutluluğunu sağlayacak hükümler bu gecede hükme bağlanır. "Hakîm"in manası hikmetli demektir. Kur'an-ı Kerim özellikle bu gecede indirildi. Zira Kur'an'ın indirilişi hikmetli işlerin en şereflisidir. Bu gecede her hikmetli işin ayrıntısı yapılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'in indirilişinin gayesini yüce Allah'ın şu sözü açıklamaktadır: "Katımızdan bir emirle... Çünkü biz Rabbinin bir rahmeti olarak peygamberler göndermekteyiz. O, her şeyi işiten ve bilendir." Yani Allah Te-alâ Kuranı, kendi nezdinden vahyini ve kanunlarını kapsamış olarak indirdi. Biz, insanlara rahmet ve şefkatimizden dolayı, bu inzarı (uyarıyı) yaptık, bütün peygamberleri (a.s.) kendilerine Allah'ın apaçık ayetlerini okusunlar, faydalarına ve zararlarına olan şeyleri beyan etsinler ve peygamberler gönderildikten sonra da artık ellerinde bir bahaneleri olmasın, diye gönderdik. O halde peygamberlerin gönderilişi insanlara devamlı bir rahmetten başka bir şey değildir. O rahmetten, inişi kesin ve sabit olan şu anda ortadadır. O da Kuran ve Peygamber (s.a.)'in risaletidir. Ebu Hayyan "Çünkü biz peygamberler göndermekteyiz" ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: Yüce Allah, Kur'an'ın indirilişi ile birlikte peygamberleri de zikretti. Yani biz, kullara kitaplarla peygamberleri gönderiyoruz, "...çünkü biz peygamberler göndermekteyiz" cümlesi, yukarıdaki manayı kuvvetlendiren (te-kid eden) bir başlangıç cümlesidir, "...kuşkusuz biz, uyarıcıyızdır." cümlesinden bedel olmasının caiz olduğu da söylenmiştir.[10] Allah beşerin sözlerini işittiği, hallerini ve kendilerini düzeltecek şeyleri bildiği için bunları yaptı, böylece onların yararını gözettiği için onlara rahmet gönderdi.
"Eğer kesin olarak inanıyorsanız (bilin ki Allah) göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbidir." Yani şüphesiz Kur'anı indiren, işiten ve bilen Allah, semavatın (göklerin), yerin ve ikisi arasındaki diğer yaratıkların Rabbi, halikı, ve mâlikidir. Eğer, şüphesiz tam ve kesin olarak bilmek istiyorsanız bu böyledir. Ebu Müslim, "Eğer kesin olarak inanıyorsanız..." ayetinin manası hakkında şöyle demiştir: Eğer kesin bilgiyi istiyorsanız, meselenin bizim dediğimiz gibi olduğunu biliniz.
Sonra Allah Tealâ, vahdaniyyet ve kudret gibi diğer sıfatlarını zikrederek şöyle buyurdu: "O'ndan başka ilâh yoktur. (Her şeyi O) diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir." Yani Allah Tealâ rablığmı açıkladıktan sonra vahdaniyyetini (birliğini) ortaya koydu. O, kendisinden başka ilâh bulunmayan tek bir ilâhtır. Allah, kudretini vurguladı. Hayat veren öldüren yalnız Allah'tır, dilediğine hayat verir, dilediğini öldürür. Sonra yüce Allah bizzat beşere karşı rablığını teyit etti. Şöyle buyurdu: Ey muhataplar! O sizin Rabbinizdir, babalarınızın ve ilk dedelerinizin de Rabbidir. Onların işlerini tedbir eden (düzenleyen) Odur. O halde kulluğa lâyık olan da yalnız Odur; ilâh oldukları zannedilen putlar değildir. Sonra da Allah, müşriklerin gerçek durumunu beyan ederek şöyle buyurdu: "Fakat onlar şüphe içinde eğlenip duruyorlar." Yani bu müşrikler, öldükten sonra diriltilme, tevhit (Allah'ın birliği) ve Allah'ın kendilerinin yaratıcısı olduğu konusunda büyük bir şüphe içerisindedirler. Onlar gerçekte abesle iştigal etmekte, hayatlarını eğlence ve oyunla geçirmektedirler. [11]
Birinci olarak: Allah, bu ayetlerde Kur'an'ı birtakım ifadelerle yüceltti.
1- Kur'an'a yemin etti. Allah, ancak büyük bir şeye yemin eder. Allah, dilediği şeye, dilediği şekilde istediği zamanda yemin eder.
2- Allah Tealâ, Kur'an-ı Kerimi, bin aydan daha hayırlı olan mübarek bir gece, Kadir gecesinde indirdiğine dair yemin etti. Katade ve İbn Zeyd şöyle demiştir: Allah, Kuranın tümünü Kadir gecesinde Ümmü'l-Kitap'tan (levh-i mahfuzdan) en yakın semadaki Beytu'1-İzze denen yere indirmiştir. Sonra Peygamberine (s.a.) gece-gündüz yirmi üç senede parça parça indirmiştir. Taberi, Katade'nin şöyle dediğini zikretmiştir: "İbrahim'in sahifeleri Ramazan'ın birinci gecesi, Tevrat, altıncı gecesi, Zebur on ikinci, İncil on sekizinci, Furkan (Kur'an) ise yirmi dördüncü gecesi nazil olmuştur."
3- Allah Tealâ Kur'an'ı apaçık bir kitap diye nitelemiştir.
4- Yüce Allah, Kur'an'ın indirildiği geceyi "her hikmetli işe o gecede hükmedilir." diye nitelemiştir. İbni Abbas ve diğerleri şöyle demiştir: "Allah Tealâ Kadir gecesinde gelecek seneye kadar olacak olan, hayat, ölüm, rızık gibi dünya meselelerini kesin bir hükme bağlar." İbni Ömer de şöyle demiştir: "Ebedî bedbahtlık ve ebedî mutluluk hariç, çünkü bunlar değişmez."
5- Kur'an'ın hedefi, beşeri ikaz edip, dünyadaki yaşantılarını düzeltmeleri için, azap ile korkutmaktır.
6- Kur'an'm indirilişi Allah'ın emriyle ve Onun tarafından olmuştur.
7- Kur'an'm indirilişi, Allah'ın kullarına bir rahmetidir.
8- Onun indirilişi, insanların menfaatlerini gerçekleştirmeye ve ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktir. Çünkü her şeyi işiten ve bilen yalnız Allah'tır. Göklerin, yerin ve ikisi arasmdakilerin Rabbi, yaratıcısı ve maliki (sahibi) sadece Odur. Bir olan, her şeye galip gelen, ölüleri dirilten, dirileri öldüren Odur. O halde, hiçbir şeyi yaratma gücüne sahip olmayan birinin O'na ortak olması caiz değildir. O, Kur'an'm indiği sırada insanların maliki, daha öncekilerin maliki, kıyamete kadar geleceklerin de maliki (sahibedir. O halde, başlarına azap gelmemesi için insanların peygamberleri yalanlamamaları gerekir.
İkinci Olarak: Allah Tealâ, müşriklerin inançlarının hakikatini ortaya çıkardı. Onların açıkladıkları iman ve ikrarda, yaratıcımız Allah'tır, demelerinde gerçekte kesin bir bilgileri olmadığını beyan etti. Onlar bunu, bilgisiz ve delilsiz olarak, babalarını taklit yoluyla söylemektedirler. Onlar, inandıklarını zannetseler de, açık bir şüphe içindedirler. Ellerinde hiçbir delil bulunmaksızın, dinleriyle istedikleri gibi oynamaktadırlar. [12]
10, 11- Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bu elem verici bir azaptır.
12- (İşte o zaman insanlar) "Rabbi-miz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz." (derler.)
13- Nerede onlarda öğüt almak! Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti.
14- Sonra ondan yüz çevirdiler ve: "Bu, bir öğretilmiş, bir deli!" dediler.
15- Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz
16- Fakat büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız.
"...açık bir duman" Dumandan maksat, geçmişteki şiddet ve açlık günü. Zira aç olan insan, açlığın şiddeti ve görme zayıflığından dolayı, gökyüzüne kadar üzerindeki boşluğu, duman şeklinde karanlık görür. Bu dumanı gelecekte insanlığı yok oluşla tehdit eden ve peşinden de bir karanlık çökecek olan atom bombasının dumanı ile tefsir etmek de mümkündür.
"Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz." Seni ve peygamberlerini tasdik ediyoruz. Bu, kendilerinden azap kaldırıldığı takdirde, iman etme vadidir.
"Nerede onlarda öğüt almak?" Bu durumda nasıl öğüt alacaklar? Yani azap geldiği zaman imanın, onlara faydası olmayacaktır. "Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti." Yani peygamberliği apaçık bir elçi insanlara açık ayetler ve mucizelerle imanı ve öğüt almayı gerektirecek hususları açıklamıştır.
"...öğretilmiş" Yani Kur'an'ı o peygambere başkasının öğrettiğini ileri sürmektedirler. Müşrikler Kur'an'ı peygambere, Sakifli birisinin Rum kölesinin öğrettiğini söylemişlerdir.
"Biz, azabı birazcık kaldıracağız." Biz Peygamber (s.a.)'in duasıyla onlardan azabı kaldıracağız. Hakikaten Peygamber (s.a.) dua etti ve kıtlık onlardan kaldırıldı. "Ama, siz yine döneceksiniz." Yani azap kaldırıldıktan sonra siz yine eski halinize, küfre döneceksiniz. "Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün" kıyamet günü veya Bedir harbinde kesinlikle intikamımızı alırız. [13]
"Şimdi sen, göğün, insanları bürüyecek açık bir duman çıkaracağı günü gözetle." ayetinin (10. ayet) nüzul sebebi hakkında Buhari, Müslim ve diğerlerinin İbni Mesud'dan rivayet ettiklerine göre, İbni Mesud şöyle demiştir: Kureyş, Peygamber (s.a.)'e şiddetle karşı çıkınca Peygamber (s.a.) de onlara Hz. Yusuf un kavminin başına gelen kıtlık yıllan gibi bir belâya uğramaları için, beddua etti. Bunun üzerine onları öyle bir kıtlık sardı ki, bulabildikleri kemikleri yediler. Hatta onlardan biri gökyüzüne bakıyordu, açlık sebebiyle uğradığı zorluktan dolayı, kendisiyle gök arasındaki boşluğu duman şeklinde görüyordu. İşte bunun üzerine Allah yukarıdaki ayeti indirdi. Hemen Allah Rasulü (s.a.)'ne geldiler ve : "Ey Allah'ın Rasulü! Mu-dar kabilesi için Allah'tan su iste, çünkü onlar kuraklıktan mahvoldular" dediler. Bunun üzerine o da Allah'tan su (yağmur) istedi, Allah onlara su verdi, bu sudan içtiler. Böylece bu ayet nazil oldu.
"Siz yine (eski halinize) döneceksiniz. Fakat büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün..." ayetlerinin (15. ve 16. ayetler) nüzul sebebi hakkında yine Buhari, önceki rivayetin devamında şu hususu rivayet etmiştir: Onlar kıtlıktan kurtulup refaha kavuşunca yine eski hallerine döndüler. Bu sebeple Allah: "Büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız." ayetini indirdi ve hakikaten Bedir savaşında onlardan intikamını aldı. [14]
Allah Tealâ müşriklerin, tevhit, ba's (öldükten sonra diriltme) ve Allah'ın kudreti konusunda şüphe içerisinde olduklarını ifade ettikten sonra; onları tehdit, Peygamberini de teselli için dünya ve ahirette kendilerine gelecek azap gününün özelliklerini zikretti. Tehdit edilmeleri ve Peygamberin birçok mucizeler göstermesine rağmen onların öğüt almalarının umula-mayacağını ve Peygamberi, "bir öğretilmiş, bir deli" diye nitelemelerini beyan etti. [15]
"Şimdi sen, göğün açık bir duman çıkaracağı günü gözetle" Bu Allah tarafından müşriklere bir tehdittir. Allah Tealâ burada peygamberine şunu söylüyor: Sen, gökyüzünün, boşlukta yayılan açık bir dumana bürüneceği günü gözetle. Bu duman, geçmişe nisbeten, Peygamber (s.a.)'in bedduasıy-la, yedi sene süren, Kureyş'in başına gelen kuraklık ve kıtlıktır. Öyle ki kişi -ayetin iniş sebebi beyan edilirken İbni Mesudun ifadesinde geçtiği gibi-açlığın şiddetinden gözü zayıfladığı için, gök ile yer arasındaki boşluğu duman görüyordu. Veya bu, Bedir harbi sırasındaki harbin tozu dumanıdır.
Geleceğe nispetle ise bu duman kıyamet alâmetlerinden biridir. Bu duman yer yüzünde kırk gün kalacak, öyle ki gökte duman gibi bir bulut gözükecek ve havayı kapkaranlık yapacaktır. İlim adamlarının, dünyanın sonu olarak bahsettikleri şey, işte budur. Çünkü o gün güneş enerjisi zayıflayacaktır. Allah Tealâ'nın ifade ettiği gibi hu dumanın özelliği şümullü ve kapsamlı olmasıdır.
"İnsanları bürüyecek.... Bu elem verici bir azaptır." Yani insanları bü-rüyecek ve onları her taraftan çepeçevre kuşatacaktır. Bunun üzerine insanlar da: "İşte bu, cidden elem verici bir azaptır" diyecekler. Ya da bu ifadeyi, onları kınamak ve azarlamak için, Allah söyleyecektir.
İşte o anda insanlar şöyle diyerek Allah'tan yardım isteyeceklerdir:
"Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Doğrusu biz artık inanıyoruz." Yani insanlar şöyle diyecekler: Rabbimiz! Bizden azabı uzaklaştır. Şüphesiz" biz Allah'ı ve Rasul'ünü tasdik ediyoruz. Ya da mana şöyledir: Rabbimiz! Eğer bizden azabı kaldırırsan müslüman olur, inanırız. Buradaki azaptan maksat geçmişte kendisi sebebiyle dumana benzer bir şey gördükleri açlıktır. Rivayete göre müşrikler Peygamberimiz (s.a.)'e gelmiş ve "Eğer Allah, bizden bu azabı kaldırırsa müslüman oluruz." demişlerdir.
Gelecekte olana gelince bu, kıyametten biraz önce meydana gelecek olan pek çetin bir azaptır ki, kıyametin alâmetlerinden biridir.
Bu ayet mana olarak yüce Allah'ın şu ayetlerine benzemektedir: "Onların ateşin karşısında durdurulup: Ah keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak, dediklerini bir görsen!" (Enam, 6/27) "Kendilerine azabın geleceği, bu yüzden zalimlerin: Ey Rabbimiz! Yakın bir müddete kadar bir süre ver de, senin davetine uyalım ve peygamberlere tabi olalım diyecekleri gün hakkında insanları uyar. (Onlara denilir ki:) Daha önce sizin için bir zeval olmadığına yemin etmemiş miydiniz?" (İbrahim, 14/44).
Sonra Allah şöyle diyerek, onların, iman konusundaki vaadini reddetmiştir: "Nerede onlarda öğüt almak? Oysa kendilerine gerçeği açıklayan bir elçi gelmişti. Sonra ondan yüz çevirdiler. Ve: Bu, bir öğretilmiş, bir deli, dediler." Yani, onlar için hatırlamak ve öğüt almak nerede! Azap kendilerinden kaldırıldıktan sonra inanma konusunda vermiş oldukları söze vefa nerede? Halbuki kendilerine iman delillerini açıklayan, ayet ve mucizeleri apaçık olan bir elçi gelmişti. Sonra onlar bundan yüz çevirdiler ve onun hakkında, "Ona Kur'an'ı bir beşer öğretmiştir. Şüphesiz o, bir mecnundur." dediler. Bu gösteriyor ki, ayetler Kureyş hakkında nazil olmuştur. Daha önce Allah Rasul'ünden (s.a.), Kur'an'dan ve Kur'an'ın hidayetinden yüzçe-virdikleri ve Peygamber (s.a.)'e, öğretmeni Bizanslı bir köle olan mecnundur, diyerek iftira ettikleri halde, onlar nasıl öğüt alacaklar ve onlara hatırlama nasıl, nereden gelecek?
Bu Allah'ın şu kavline benzemektedir: "O gün cehennem getirilir, insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var?" (Fecr, 89/23).
Daha sonra yüce Allah, onların açıkça küfre döndüklerini ilân ederek şöyle buyurdu: "Biz azabı biraz kaldıracağız, ama siz yine (eski halinize) döneceksiniz." Yani, sizden az bir süre azabı kaldıracağız ve sebepleri oluştuğu halde onu biraz geciktireceğiz. Bu, tatbikatını durdurarak, azap etme konusunda verilen hükme benzemektedir. Siz daha önceki şirk, küfürde inadınıza döneceksiniz. Onlar, fiilen de dönmüşlerdir.
Bu, Allah Tealâ'nm Yunus (a.s.)'un kavmi hakkındaki şu sözüne benzemektedir: "Yunus'un kavmi müstesna, (halkını yok ettiğimiz ülkelerden) her hangi bir ülke halkı, keşke (kendilerine azap gelmeden) iman etse de, bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir süre (dünya nimetlerinden) faydalandırdık." (Yunus, 10/98).
Azabın ertelenmesi kıyamet gününe kadardır. Nitekim Allah şöyle buyurmuştur: "Fakat büyük bir şiddetle yakalacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız." Yani, şüphesiz siz şiddetli bir azaba erteleneceksiniz ki, o da, kıyamet günündeki cehennem azabıdır. O büyük azabın ve pek şiddetli yakalamanın olduğu gün, işte o gün kâfirlerden çok şiddetli intikam alacağız ve onları cezalandıracağız.
İbni Mesud'dan gelen rivayete göre o günün, Bedir savaşı olduğu söylenmiştir. Azap, kendilerinden kaldırıldıktan sonra onlar tekrar yalanlamaya ve inkâra dönünce Allah Tealâ onlardan Bedir savaşında intikam almıştır. İbni Mesud, "Büyük bir şiddetle yakalama günü" Bedir savaşıdır, demiştir.
İbni Cerir et-Taberi ve İbni Kesir'in tercih ettiği gibi, zahir olan (ayetten açıkça anlaşılan) o günün, kıyamet günü olmasıdır. Hasan-ı Basri ve iki rivayetin en sahihinde İkrime de böyle demiştir. [16]
1- Allah Tealâ müşrikleri, dünya ve ahirette elem verici azap ile tehdit etmiş ve Peygamber (s.a.)'inden, onlara verilecek azabı beklemesini istemiştir.
Dünyadaki azap açlığın şiddetinden dolayı gözlerinin kararmasıdır. Çünkü Peygamber (s.a.) onlara, "Allah'ım! Hz. Yusuf un kıtlık seneleri gibi, onlara da kıtlık seneleri ver!" diye beddua edince, yağmur kesildi, Kureyş, şiddetli açlık musibetiyle karşı karşıya kaldı. Açlıktan kemikleri, köpekleri ve leşleri yediler. İbni Abbas ve diğerlerinin dediği gibi, kişinin açlıktan dolayı gözü kararıyor, kendisiyle gök arasını duman gibi görüyordu.
Ahiretteki azap ise Allah'ın büyük yakalama gününde, kıyamet gününde, onlardan intikamını alması ve onları cehenneme sokmasıdır
Kıyamet alâmetlerinden biri de dünyada bir dumanın ortaya çıkmasıdır. Yani kıyamete yakın güneş enerjisinin zayıflaması veya bir başka durum sebebiyle dünyada bir zulmetin meydana gelmesidir. Bu, kâfirlere şiddetli ve çetin bir gün olacaktır. Müminleri ise Allah, o günün azabından kurtaracak ve şiddetinden koruyacaktır.
Ebu Said el-Hudri, merfu olarak rivayet etmiştir: "O kıyamet gününde insanları korkutacak bir dumandır. Mümin ondan nezle gibi birşey kapacak; kâfire ise körük gibi üfleyecek ve o duman vücut gözeneklerinden çıkacaktır."
Huzeyfe'den rivayet edildiğine göre Nebi (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet alâmetlerinin başlangıcı; duman, Meryem oğlu İsa'nın gökten inişi ve insanları mahşere sevkedecek olan Aden Ebyen'in dibinden çıkacak bir ateştir." (Ebyen: Bu beldeyi (Aden'i) kuran ve orada konuk olan bir adamın adıdır.)
2- Kâfirin hali ve tabiatı; şiddet ve zorluk zamanında Allah'a sığınmak; ferahlıktan ve zararın kaldırılmasından sonra da tekrar küfre dönmektir. Bu Mekke müşrikleri için olmuş bir olaydır. Rivayete göre: Ku-reyş'liler Peygamber (s.a.)'e geldiler ve: "Allah, eğer bu azabı bizden giderir-se müslüman oluruz." dediler ama sonra bu sözün zıddına hareket ettiler.
3- Allah Tealâ kâfirlerin ne yapacağını bilmektedir. Ancak durumlarını düzeltmeleri için, bütün kullarına defalarca rahmet ve lütfü ile muamele etmiştir. Sonra da onları güç ve kudretine lâyık bir şekilde yakalayıp cezalandıracaktır. Çünkü Allah, mühlet verir fakat ihmal etmez.
Bu durum Kureyş'in bilinen bir halidir. O halde, azap gelip çattığında, hatırlamanın öğüt alıp, ibret almanın onlara faydası olmayacaktır. Çünkü daha önce onlara, kendi içlerinden hakkı açıklayan bir elçi gelmiş, onlar ise bundan yüzçevirmişler hatta ona "Sakif kabilesinden birinin Rum kölesi öğretiyor veya kâhinler ve şeytanlar onun muallimidir, o, peygamber değil bir mecnundur, (delidir)" diyerek iftira etmiş ve yalan söylemişlerdir. "...Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük oldu! Yalandan başka bir şey söylemiyorlar." (Kehf, 18/5).
4- Bütün bunlar ve Allah'ın ileride olacak her şeyi kapsayan ilmine rağmen; onların sözlerinde durmadıkları, aksine azap kaldırıldıktan sonra da tekrar küfre döndükleri 'apaçık ortaya çıkıp bilinsin diye Allah, bir müddet Kureyş'ten azabı kaldırmayı vaadetmiştir. Nitekim, İbni Mesud'un söylediği de budur. Peygamber (s.a.)'in, kendileri için Allah'tan su, kuraklık ve kıtlığın kaldırılmasını istemesiyle azap kaldırılınca onlar tekrar peygamberi yalanladılar.
5- Şüphesiz ki kıyamet günü korkulu bir gündür. O, büyük gün ilâhi azabın yakalayacağı gündür, zalim, müşrik ve kâfirlerden intikam alınacak bir gündür. Bu ceza da, cehennem azabı ile olacaktır.
Özetle: Ayetler kâfirlerin tabiatının ince bir tahlilini ortaya koymakta, onların sözlerinde durmadıklarını, ahde vefa. göstermediklerini, zorda kalınca Allah'a yalvardıklarını, bu sıkıntıdan kurtulunca tekrar küfre ve atalarını taklide döndüklerini anlatmakta, doğru yola dönmeleri için onlara yapılan sürekli uyarı ve tehditleri haber vermektedir. [17]
17, 18- Andolsun kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara: Allah'ın kullarını benimle salıverin! Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir ra-sulüm diye (davette bulunan) şeref-
19-Allah'a karşı
ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık
bir delil getiriyorum.
20- Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a sığındım.
21- Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklasın.
22- Nihayet Musa: Bunlar suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arzetti.
23- (Allah:) O halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileçeksiniz, (buyurdu).
24- Denizi olduğu gibi bırak. Çünkü onlar boğulacak bir ordudur.
25, 26, 27- Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı.
28- İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık.
29- Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.
30- Andolsun biz İsrailoğulları'nı o alçaltıcı azaptan kurtardık.
31- Yani Firavun'dan. Çünkü o bir zorba idi, aşırı gidenlerdendi.
32- Andolsun biz İsrailoğulları'na, bilerek (zamanlarında) âlemlerin üstünde bir imtiyaz verdik.
33- Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan işaretler verdik.
"Biz ... fitneleridir dik: imtihan ettik." Bu sözde istiare-i tebeıyye (fiilde istiare) vardır. Çünkü belâlarla imtihan etmek fitneye benzetilmiştir.
"O halde kullarımı geceleyin yola çıkar." Burada da eksiltme ile yapılan icaz (özlü, veciz ifade) vardır. "Allah: "O halde ... çıkar."dedi." demektir.
"Gök ve yer onların ardından ağlamadı" Bu ifadede istiare-i temsiliyye vardır. Yani onların helak edilişine gök ve yer üzülmedi. Bu, tahkir ve istihza için söylenilmiş bir ifade olup Arap dilinde bir üslûptur.
"Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konak... bırakmışlardı." Bu cümlede de hayıflanma, sızlanma, hayattakilere ibret ve öğüt olsun diye üzüntü ve nedametin izhar edilişi vardır. [18]
"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik." Hz. Musa'yı (a.s.) onlara peygamber olarak göndererek, onlara mühlet vererek ve rızıklarını artırarak onları imtihan etmiştik.
"Onlara şerefli bir elçi gelmişti." Allah nezdinde şerefli, ya da inananlar yanında veya kendi içinde. Çünkü o, güzel hasletleri ve övgüye lâyık davranışları kendisinde toplamış bir insandır ki, o da Musa'dır (a.s.).
"Allah'ın kullarını benimle salıverin!" İman ve daveti kabul etme konusunda Allah'ın hakkını bana ödeyin, yani Allah'ın kulları! Bana imanınızı açıkça ortaya koyun; ya da, İsrailoğulları'nı benimle gelmeleri için serbest bırakın.
"Güvenilir bir rasul." Yani risalet konusunda güvenilir ve itham edilemez bir kimse. Çünkü mucizeler onun doğruluğunu göstermektedir. Ya da Allah vahiy ve risaleti konusunda onu güvenilir kılmıştır.
"Allah'a karşı ululuk taslamayın." Yani Allah'a itaati terkederek, vahyi ve Rasul'ünü küçümseyerek, O'na karşı büyüklük taslamayın. "Çünkü ben size apaçık bir delili" peygamberliğimi apaçık gösterecek bir delili "getiriyorum.. "
"Ben, beni taşlamanızdan benim ve sizin Rabbiniz olan Allah 'a sığındım." Beni taşlamanızdan Ona sığındım, Ona güvendim, ya da beni, döverek, söverek eza edip öldürmenizden Allah'a sığındım.
"Eğer bana inanmazsanız hiç değilse benden uzaklasın." Benden uzakta bulunun, bana eziyet etmeyi bırakın, bana bir kötülükle ilişmeyin. Zira sizi kurtuluşa çağıran kimseye verilecek karşılık bu değildir.
"Bunlar suç işleyen bir toplumdur." Müşrik bir toplumdur. Bu, Hz. Musa'nın onlara bedduası sebebiyle bir tarizdir.
"O halde kullarımı geceleyin yola çıkar." Yani Allah "İsrailoğulları'nı yola çıkar, onlarla sen de yola çık" buyurdu. "Çünkü siz takip edileceksiniz. " Yani Firavun ve askerleri sizi takip edecektir.
"Denizi olduğu gibi bırak." Sakin, açık olarak, geçildikten sonraki şekliyle. Asan ile denize tekrar vurma, onun hiçbir şeyini değiştirme, ta ki Fi-ravun'un halkı kiptiler oraya girsinler. "Çünkü onlar boğulacak bir ordudur." "fâkihîn" kelimesi "fekihîn" şeklinde de okunmuştur. O takdirde aç gözlü, şımarık ve alaycılar oldular, manasına gelir.
"Gök ve yer onların ardından ağlamadı." Bu mana, onların helâkma aldırmamak ve varoluşlarına itibar etmemekten mecazdır. Araplar, önemli bir kişi öldüğü zaman, şöyle derler: "Ona gök ve yer ağladı, rüzgâr ağladı; güneş, onun için tutuldu." Peygamber (s.a.)'in hadisinde de: "Gurbette ölüp de, ağlayanları bulunmayan kimseye ancak gök ve yer ağlar." ifadesi yer alır.
Şair Cerir de, Ömer b. Abdulaziz (r.a.)'in ölümünde şu mersiyeyi söylemiştir: "Güneş doğuyor, tutulmuyor. Sana gecenin yıldızlarını ve kameri ağlatacak."
Zemahşeri, bunun bir temsil ve tasvir üslûbu olduğunu söylemiştir.
"Onlara mühlet de verilmedi." Belli bir süreye kadar, tevbe edecek bir zaman da verilmedi.
"O alçaltın azaptan" Firavun'un onları köleleştirmesi, erkek evlâtlarını öldürüp, kızlarını hizmetçi olarak kullanmaları gibi alçaltıcı azaptan "kurtardık." [19]
Allah, Mekke müşriklerinin küfür üzerindeki ısrarlarını beyan ettikten sonra, öncekilerden pek çoğunun, peygamberleri yalanlamakta onlara benzediğini açıkladı. Bunların başında da, Musa (a.s.)'yı yalanlayan Firavun ve kavmi gelmektedir. Yüce Allah onlara karşı Hz. Musa'yı muzaffer kıldı, onları suya garketti ve ibret alacak kimselere ibret yaptı. [20]
"Andolsun, kendilerinden önce biz, Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Onlara şerefli bir elçi gelmişti." Yani andolsun ki biz, bu müşriklerden önce Firavun'un kavmini de imtihan etmiştik. Firavun'un kavmi Mısır kıptileridir. Allah onlara, güzel hasletleri ve övgüye değer davranışları kendisinde toplayan şerefli bir elçi göndermiştir ki, o da Musa (a.s.)'dır. O Allah nezdinde de, kavmi içinde de şerefli idi.
"Allah'ın kullarını benimle serbest bırakın! Çünkü ben size (gönderilmiş) güvenilir bir Rasulüm." Yani onlara, "Allah'ın kulları İsrailoğulları'nı benimle birlikte serbest bırakın, onlara işkence etmeyin. Çünkü ben, Allah'ın, risaleti konusunda güvenilir, itham edilmez bir elçisiyim" diyen bir peygamber geldi. Bu ayet, bir başka ayetle şöyle tefsir edilmektedir: "Haydi Ona gidin de, deyin ki: Biz senin Rabbi'nin elçileriyiz. İsrailoğulları'nı hemen bizimle birlikte gönder; onlara eziyet etme! Biz, senin Rabbinden bir ayet getirdik. Kurtuluş hidayete uyanlarındır." (Taha, 20/47).
"İbadallah" sözü onlara nida olabilir. O takdirde mana şöyle olur: Ey Allah'ın kulları! Size gerekli olan imanı, davetimi kabul etmeyi ve yoluma tabi olma işini yapın. Çünkü ben, Allah'ın vahyi ve risaleti konusunda güvenilir bir elçiyim. Peygamberin, kavmini davet esaslarına ve bundan sonra gelen söze de uygun olan zahir mana budur. Ama İsrailoğulları'nın salıverilmesi, serbest bırakılmasına gelince bu, davetin aslına göre ikinci derecede kalan bir istektir.
"Allah'a karşı ululuk taslamayın! Çünkü ben size apaçık bir delil getiriyorum." Yani Allah'ın ayetlerine tabi olma ve delillerine boyun eğme konusunda kibirlenmeyin, Ona itaat ve peygamberlerine tabi olma hususunda kendinizi yüksek görmeyin. Nitekim bir ayette Allah şöyle buyurmuştur: "Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir." (Gafir, 40/60). Çünkü ben size inkârı mümkün olmayan apaçık bir mucize getiriyorum. O da: Allah'ın gönderdiği apaçık ayetler ve kesin mucizelerdir. Meselâ asa mucizesi, yed-i beyza (beyaz el) mucizesi ve diğer dokuz mucize. Bunun üzerine kavmi, Hz. Musa'yı taşlamakla tehdit ettiler. Nitekim Allah Tealâ şöyle buyurdu:
"Ben, beni taşlamanızdan, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah 'a sığındım." Yani beni tehdit ettiğiniz, taşla katletmenizden, eza ve sövmenizden, Allah'a iltica edip sığınıyor ve O'na güveniyorum.
"Eğer bana inanmazsanız, hiç değilse yanımdan uzaklasın." Yani eğer beni tasdik etmez, peygamberliğimi ve Allah'tan size getirdiğimi kabul etmezseniz, beni bırakın, Allah Tealâ aramızda hüküm verinceye kadar bana her hangi bir kötülük yapmayın.
Hz. Musa, onların imanından ümidini kesip, küfür üzere ısrar ve inatlarını açıkça görünce, onlara beddua etti ve şöyle dedi:
"Nihayet Musa: Bunlar, suç işleyen bir toplumdur, diye Rabbine arzet-ti." Onlar Hz. Musa'yı yalanlayıp, onu öldürmek isteyince, Musa da, Rabbine, "Bunlar peygamberini yalanlayan ve sana ortak koşan bir kavimdir" diyerek arzetti. Nitekim bir başka ayette şöyle gelmiştir: "Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri) insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver. (Allah): İkinizin de duası kabul olunmuştur. O halde siz doğruluğa devam edin, dedi" (Yunus, 10/88-89).
Allah Tealâ Hz. Musa'ya, İsrailoğulları'nı, bir gece gizlice Mısır'dan çıkarmasını emretti.
"Allah, o halde kullarımı geceleyin yola çıkar. Çünkü takip edileceksiniz" buyurdu. Yani Allah, Musa'nın duasını kabul etti ve ona kavmi İsrailoğulları'nı bir gece yola çıkarmasını emretti. Çünkü Firavun ve kavmi sizin Mısır'dan çıktığınızı öğrenince, peşinize düşerek sizi izleyeceklerdir. Bu, aynen şu ayete benzemektedir: "Andolsun ki biz Musa 'ya: Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç, diye vahyetmiş-tik" (Taha, 20/77).
"Denizi olduğu gibi bırak! Çünkü onlar, boğulacak bir ordudur." Musa! Denizi olduğu gibi açık bırak; daha önceki haline dönsün diye asan ile denize vurma! Firavun ve ordusu bu denize girsin. Çünkü onlar denizde boğulmayı haketmiş bir kavimdir. Bu, Hz. Musa ve kavminin kurtulacağına ve düşmanlarının helak olacağına dair Hz. Musa ruhen rahatlasın, diye verilen bir mucizedir
Sonra Allah Tealâ onların arkalarında bıraktıkları izzet ve şerefi, nimet ve zenginliği zikrederek şöyle buyurdu:
"Onlar geride nice bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar, zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler bırakmışlardı."
Mısır'da arkalarında pek çok yemyeşil bahçeler, çağlayan nehirler, su ile dolu kuyular, güzel ekinler, lüks ve zengin konaklar, mal ve bol servet ile lüks içinde bir yaşantı bıraktılar. Onlar çok lüks bir hayat yaşıyorlar ve nimetle gururlanıyor, çeşitli zevk ve sefa ile hayatlarını geçiriyorlardı.
"İşte böylece biz de onları başka bir topluma miras bıraktık." İşte bu helak edişi, nimeti ellerinden alıp mahvetmeyi diğer peygamberlerimizi yalanlayanlara yaptık- bize isyan eden diğer herkese de yapacağız-, bu beldeleri de yeryüzünde güçsüz düşürülen İsrailoğulları'na miras bıraktık. Nitekim yüce Allah şöyle buyurdu: "Her görülüp ezilmekte olan o kavmi (Yahudileri) de, içini bereketle doldurduğumuz yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbinin İsrailoğulları'na verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik." (Araf, 7/137).
Sonra da yüce Allah onlarla alay edip onların helak edilişine önem vermemeyi şöyle diyerek açıklamıştır: "Gök ve yer onların arkasından ağlamadı, onlara mühlet de verilmedi." Onlar azgın insanlar oldukları için, hiç kimse onlara üzülmedi, bilakis aşırı inkâr ve iflah olmaz inatlarından dolayı derhal cezaya çarptırıldılar. Tevbe etmeleri için onlara süre de verilmedi, çünkü onların tevbe etmeleri beklenmiyordu.
Sonra Allah Tealâ, bu cezaya mukabil ibret alınsın diye, nimetini zikrederek şöyle buyurdu: "Andolsun biz, İsrailoğulları'nı o alçaltıcı azaptan kurtardık yani Firavundan. Çünkü o bir zorba idi, aşırı gidenlerdendi." Andolsun ki biz, İsrailoğulları'nı içerisinde bulundukları kölelikten, oğullarının katledilmesinden ve güç işleri yapmaya zorlanmalarından kurtardık; inatçı, büyüklük taslayan, kibirli, zorba, Allah'ı anmada ve kötülükleri yapmakta aşırı giden Firavun'un işkencesinden kurtardık. Küfrün başı onun: "Ben sizin en büyük Rabbinizim" diyerek ilâhlık ve Rablık iddiasıdır.
Bu, Allah'ın şu kavline benzemektedir: "Firavun (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı." (Kasas, 28/4). "Onlar ise kibire kapıldılar ve ululuk taslayan bir kavim oldular." (Mü'minun, 23/46).
Burada görülüyor ki: Yüce Allah'ın, Hz. Musa ve kavmine olan ihsanının açıklaması, Firavun ve kavminin helak edilişini açıkladıktan sonra geliyor. Çünkü zararın bertaraf edilmesi maslahat ve menfaatin celbinden önce gelir. (Yani zararı gidermek, menfaati elde etmekten önce gelir.)
Daha sonra da Allah, o zamanda İsrailoğulları'na yapmış olduğu ikramın boyutunu şöyle açıklamıştır: "Andolsun biz İsrailoğulları'na, bilerek (kendi zamanlarında) âlemlerin içinde bir üstünlük bahşettik." İçlerinden gelen peygamberlerin çokluğu, Hz. Musa ile beraber sabredip Allah yolunda cihat etmeleri sebebiyle, onların buna lâyık olduğunu bilerek onları kendi zamanlarındaki diğer insanlara tercih etmiştir. Ne zaman ki onlar imanı bırakıp küfre sarıldılar, yararlı olmaktan vazgeçip bozgunculuğa yöneldiler, işte o zaman Allah onlara gazap etti, onları lanetledi ve onları maymunlara ve domuzlara çevirdi.
Onlara Hz. Musa eliyle apaçık mucizeler, açık deliller ve harikulade şeyler verdik. Bunların herbirinde açık bir deneme ve doğruyu bulan için bir imtihan vardı. Nasıl davranacaklarını görmek için biz bunu yaptık. Bu mucizelerden bazıları şunlardır: Onların, Kızıldeniz'de boğulmaktan kurtarılmaları, bulutun üzerlerine gölge yapılması ve çölde kendilerine kudret helvası ve bıldırcın kuşu ikram edilmesi. [21]
1- Hiç kimse mala, makama, saltanata, izzete ve güçlü bir hakimiyete aldanmasın! Çünkü bütün bunlar insanın denenmesi ve imtihanı içindir. Şüphesiz ki Allah Tealâ, Firavun ve kavmini, Allah'a ve O'nun Rasulü Musa (a.s.)'ya itaati emrederek imtihan etmiştir. Onlar, bunu yalanlayıp inkâr etmişlerdir. Yüce Allah, onlara Musa'yı peygamber olarak göndermek suretiyle bir nevi onları deneyip imtihan etmiştir. Ama onlar, Musa'yı yalanlayıp, kendilerini helak etmişlerdir. İmana gelmezlerse Hz. Muhammed'in (s.a.) düşmanlarına da Allah Tealâ böyle yapacaktır.
2- İbni Abbas'ın da söylediği gibi, Hz. Musa, Firavun ve kavminden, risaleti konusunda, kendisine tabi olmalarını istedi veya Mücahid'in dediği gibi, İsrailoğullan'nı, kendisiyle beraber göndermelerini ve onlara işkence yapılmamasını talep etti. Hz. Musa her iki halde de vahiy konusunda güvenilirdi. O halde onlara gereken ancak onun nasihatini kabul etmeleridir.
3- Hz. Musa onlara karşı yumuşak bir üslûp kullandı. Allah'a karşı kibirlenmemelerini, O'nun itaatinden yüz çevirmemelerini onlara öğütledi. Akıl ve mantığı ikna edecek şekilde onlara hitap etti. Onlara, doğruluğunu ve davasının sıhhatini açık bir şekilde gösteren deliller getirdiğini hatırlattı. Vâhid ve ehad (sıfatlarında ve zatında bir) olan Allah'ı ispata yarayacak deliller ortaya koydu. "Eğer beni tasdik etmiyor, gösterdiğim mucizelere karşılık Allah'a inanmıyorsanız, hiç olmazsa beni bırakın, rahatsız etmeyin ve bana eza etmekten vazgeçin" diyerek, onlarla barış yapmaya ne kadar arzulu olduğunu gösterdi.
4- Hiçbir peygamber kavmine, onların iman etmesinden ümidini kesmeden, beddua etmemiştir. İşte Hz. Musa'nın yaptığı da böyledir. O, Firavun ve kavminin küfür üzerindeki ısrarını görünce "Bunlar, müşrik bir kavimdir, inanmaktan ve İsrailoğullan'nı serbest bırakmaktan imtina etmişlerdir" diyerek Rabbine arzetti.
5- Allah da Hz. Musa'nın duasını kabul etti ve ona, İsrailoğulları'ndan inananlarla birlikte, bir gece sabah olmadan yola çıkmasını emretti. Çünkü Firavun ve kavmi, onların Mısır'dan çktıklarını öğrenince arkalarına düşeceklerdir.
Gece yürüyüşü genelde, ya düşman korkusuyla, ya da gündüzleyin hayvanlar ve bedenlerin maruz kalacağı meşakkat korkusuyla olur.
Rabbi ona, geçiş esnasında Allah'ın emriyle açılan denizi olduğu gibi açık bırakmasını, eski haline dönmesi için asası ile ona vurmamasını emretti. Bu Firavun kavminin geçmesi için bir istidraçtır (yani onları sınayarak yavaş yavaş tehlikenin eşiğine getirmektir). Böylece Allah, İsrailoğullan'nı boğulmaktan kurtardıktan sonra Firavun ve kavmini suya garkeder.
6- "Onlar, geride nice bahçeler, pınarlar... bırakmışlardı." ayeti, Allah'ın, Firavun ve kavmini suya garkettiğini gösterir. Aynca onlann arka-lannda beş şey bıraktıklannı anlatır. Bunlar: bahçeler, pınarlar, ekinler, güzel konaklar ve zevku. sefa içerisinde hayat sürme, veya Allah'ın onlara olan ihsan ve ikramı.
Allah, bu ülkeleri içindeki bereket dolu servetleriyle birlikte daha önce köle olan İsrailoğullan'na miras olarak vermiştir. Onlar, mirasın, hak sahiplerine ulaştığı gibi, bu ülkelerin, mirasçılan olmuşlardır.
7- Firavun ve askerlerinin helak edilişine hiç üzülünmemiştir. Çünkü onlar, göğün ve yerin, kendilerine ağlamalarına sebep olacak yararlı bir iş yapmamışlar ve semaya da salih bir amelleri yükselmemiştir ki, bunun kaybından dolayı gök onlara ağlasın.
Mücahid şöyle demiştir: Şüphesiz gök ve yer müminlere kırk sabah ağlar. Ali ve İbni Abbas (r.a.) mümin hakkında şöyle demiştir: Mümine yerdeki musallası (namazgahı), gökte amelinin yükseldiği yer ağlar. Bu kinayeli bir ifadedir. Maksat: Salih amellerin kaydedilmesidir. Müfessir el-Vâ-hidi el-Basit adlı tefsirinde şöyle demiştir: Ebu Ya'la ve Ebu Nuaym'ın Hıl-ye adlı kitapta rivayet ettiklerine göre, Enes (r.a.) Peygamber'imizin (s.a.) şöyle dediğini nakletmektedir: "Hiçbir müslüman kul yok ki, semada ona ait iki kapı bulunmasın: Birinden rızkı iner, diğerinden de ameli ve sözü girer. İşte bu iki kapı o müslüman kulu kaybedince onun arkasından ağlarlar. " Sonra Enes b. Malik bu ayeti okudu.
8- Yüce Allah, gerçekten Firavun ve kavmini helak ederken, İsrailoğul-ları'na ihsanda bulunmuştur. Çünkü onları önce Firavunun zulmü ve köleliğinden, erkek evlâtlarını öldürüp kız çocuklarını da hizmetçi olarak kullanmasından ve onları dayanılmaz işlerde zorla çalıştırmasından kurtardı. Çünkü Firavun zorba, büyüklük taslayan, mütekebbir bir müşrik idi.
9- Allah Tealâ onları, kendilerinden birçok peygamber geldiği, Hz. Musa'ya iman ettikleri ve dürüst oldukları için, lâyık olduklarını bilerek, zamanlarındaki diğer insanlara tercih etmiştir. Onlar kendilerini değiştirince ise durum da değişmiş, Allah kendilerine gazap etmiş, onlara cehennemi hazırlamıştır. Cehennem ne kötü bir yerdir.
10- Sonra yüce Allah onları Tevrat'taki açık ayetlerle ve Hz. Musa'nın dokuz mucizesiyle desteklemiştir. Onları Firavundan kurtarması, denizi onlar için açıp yol haline getirmesi, bulutla onları gölgelendirmesi onlara çölde kudret helvası ve bıldırcın kuşu ikram etmesi, bu mucize ve açık ayetlerden bazılarıdır.
11- Bu kıssada kâfirlerle müminler arasındaki açık fark ortaya çıkmıştır. Allah şüphesiz o azılı kâfirleri suya garketmiş, müminleri ise kurtarmış, güzel akıbeti muttakilere nasip etmiş ve zaferi, doğrulara, sabreden ve zayıf düşürülmüş kimselere vermiştir. Bu, yüce Allah'ın bir adaletidir. Çünkü itaatkârlarla asiler arasında eşitlik düşünülemez.
Bundan Kureyş kâfirleri ve benzerleri ibret almalıdırlar. Çünkü Allah Tealâ onlardan çok daha kuvvetlileri, evlâtça ve malca daha zengin, hakimiyet ve şeref bakımından daha izzetli, ilim ve medeniyet açısından çok daha güçlü olanları helak etmiştir. [22]
34, 35, 36- Onlar
(müşrikler) diyorlar ki: Bu ilk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz
diriltilecek değiliz. Doğru söylüyorsanız atalarımızı getirin-
37. Bunlar mı daha
hayırlı, yoksa Tübba kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları bile yok ettik,
çünkü onlar da suçlu idiler.
33. Biz gökler. yeri ve arasmda bulunanları °yun ve ^
olsun diye yaratmadık.
39- Onları sadece
gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.
"Bunlar mı daha hayırlı..." ifadesi içindeki işaret burada tahkir içindir.
"Doğru söylüyorsanız atalarımızı getirin." cümlesinde taciz (acziyetle-rini ortaya koyma) üslûbu vardır.
"Onlar mı daha hayırlı, yoksa Tübba kavmi mi?" ifadesindeki istifham, inkâridir, (elbette bunlar hayırlı değildir, anlamındadır.) Tahkir ve küçük düşürmek için söylenmiştir. [23]
Dünya hayatını yok eden "bu ilk ölümümüzden sonra bir şey yoktur." Yani orada başka bir hayat yoktur. "Biz diriltilecek değiliz." Yani bu ilk ölümden sonra diriltilecek değiliz.
"Doğru söylüyorsanız, atalarımızı getirin." Buradaki hitap, onlara öldükten sonra dirilmeyi vadeden, peygamberleredir.
"Tübba" Yemen, Şıhr ve Hadr Mevt'e hakim olanların her birine verilen addır. Çoğulu "tebabia" gelir. Yemen krallarıdır. Eski Mısırlılarca Mısır krallarına verilen Firavun adına benzemektedir. Zulkarneyn, ya da Sa'b adını alan Irikaş, Tebabia'dandır. Bundan sonra Belkıs'm kocası Amr gelmekte, sonra Amr'm oğlu Ebu Kereb, daha sonra da Zü-nüvas gelmektedir. [24]
Allah, Kureyş kâfirleri öğüt alsınlar diye, Firavun ve kavminin Musa ile olan kıssasını zikrettikten sonra tekrar onlara döndü: Kureyş kâfirlerini öldükten sonra dirilme ve kıyamet konusunda şüphe içerisinde olduklarını, küfür üzerindeki ısrarlarında Allah'ın helak ettiği Firavun kavmine benzediklerini ifade etti. Burada yüce Allah açıkça onların ba'sı (öldükten sonra dirilmeyi) inkâr ettiklerini zikretmiş, sonra da, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin yaratıcısı olan Allah'ın onları diriltmeye de kadir olacağını belirterek onlara cevap vermiş, daha sonra da kendilerinden çok daha güçlü olan Yemen krallarından Tübba kavmini helak ettiği gibi onları da helak etmekle tehdit etmiştir.
Bundan şu anlaşılmaktadır: Yüce Allah, Firavun ve Tübba kavminin geleceğini ve varacakları yerlerin korkunçluğunu ifade ederken aynı zamanda Mekke kâfirlerini de kötü bir gelecekle tehdit etmektedir. [25]
"Onlar (müşrikler) diyorlar ki: İlk ölümümüzden sonra bir şey yoktur. Biz diriltilecek değiliz." Yani bu Mekke kâfirleri şöyle söylüyorlar: Dünya hayatından sonra tadacağımız bu ilk ölümden başka bir ölüm yoktur. Bundan sonra hayat da yok, bas da (dirilmek de). Biz, asla diriltilecek değiliz.
Müşriklerin: "Bu hayattan başka hayat yoktur, öldükten sonra da hayat yoktur, diriltilme, haşr neşr de yoktur." şeklindeki inkarcı tavırlarından Allah bu şekilde bahsetmektedir. Bu, yüce Allah'ın şu ayetine benziyor: "Onlar, hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir, biz bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi." (En'am, 6/29).
Müşrikler: "Doğru söylüyorsanız atalarımızı getirin." ifadesiyle peygambere ve müminlere hitap ederek, daha önce ahirete intikal eden fakat dönmeyen atalarıyla kendi iddialarını savunmaya çalışmışlardır. Yukarda geçen ayetin tefsiri şöyledir: Eğer, öldükten sonra dirilme gerçekse, siz de iddia ettiğiniz bu konuda doğru söylüyorsanız, ölen atalarımızı tekrar bize, dünyaya geri getiriniz.
Rivayete göre müşrikler Peygamber'den Allah'ın ölülerini hemen diriltmesini, büyükleri olan Kusay b. Kilab'ı yeniden hayata kavuşturmasını istemişler. Gerekçe de diriltilecek o büyükleriyle Muhammed'in (s.a.) nübüvvetinin gerçekliği ve öldükten sonra diriltilmenin doğruluğu konusunda müşavere etmek istemeleridir.
Bu, içi boş bir delildir. Çünkü öldükten sonra tekrar dirilmek bu dünyada değil, kıyamet gününde olacaktır. Hatta dünyanın kendisi de yok olup gittikten sonra olacaktır. Yüce Allah, alemleri yeni bir yaratılışla tekrar di-riltecektir.
Sonra yüce Allah onları, geri çevrilmeyecek azabı ile tehdit ederek şöyle buyurmuştur:
"Bunlar mı, daha hayırlı, yoksa Tübba kavmi ile onlardan öncekiler mi? Onları bile yok ettik. Çünkü onlar da suçlu idiler." Yani Adnan Arapla-rından olan bu Kureyş kâfirleri mi güç ve kuvvet bakımından daha hayırlı, yoksa asker ve sayı bakımından daha güçlü olan Kahtan Araplarından Tübba el- Hımyeri'nin kavmi mi? Bunların, büyük bir devleti, çok üstün bir medeniyetleri vardı. Bunlardan önce Ad, Semud ve benzeri kavimler de aynı idi. Biz, onların hepsini inkârları ve suçları yüzünden helak ettik. Güç ve kuvvetçe onların gerisinde kalanları helak etmek çok daha kolaydır. Çünkü bu müşrikler, gerek sayı, gerek izzet ve gerekse güç bakımından Tübba kavminden daha iyi durumda değildirler.
Tübba, salih bir kişi idi. Ordularıyla dünyayı dolaşmış, insanları hakimiyeti altına almıştır. Ülkesinin adı Hımyer o ülkenin halkı da Sebe kavmidir. Aralarında birisi kral olduğu zaman ona Tübba derlerdi. İranlıların kralına Kisra, Bizans krallarına Kayser, kâfir Mısır krallarına Firavun, Habeşistan krallarına en-Necaşi denildiği gibi.
Taberani'nin İbni Abbas (r.a.)'tan rivayetine göre Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: "Tübba a sövmeyin, çünkü o, müslüman olmuştur. O mektup yazdığı zaman: Karanın ve denizin hakimi olan Allah 'm adıyla" diye yazardı.
Öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu anlaşılsın diye, Allah Te-alâ üstün kudretine delil olarak şöyle buyurdu:
"Biz, gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık." Yani, onlar bu ba'si (öldükten sonra dirilmeyi) nasıl oluyor da inkâr ediyorlar? Halbuki bu kâinatı yaratışımızdaki kudretimizin delillerini müşahede ettiler. Biz, bu gökleri, yerleri ve ikisi arasında görülen ve görülmeyen mahlûkatı eğlence ve oyun olsun diye boş yere yaratmadık. Bunlar benzersiz bir yaratılış ve emsalsiz bir hikmetle ortaya konmuştur. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştu: "Göğü, yeri ve ikisi arasın-dakileri biz boş yere yaratmadık. Bu, inkâr edenlerin zannıdır, vay inkâr edenlerin ateşteki haline!" (Sad, 38/27), "Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hakim ve hak olan Allah, çok yücedir. O'ndan başka tanrı yoktur. O yüce Arş'm sahibidir." (Mü'minun, 23/115-116). İşte bu yeniden dirilişin olacağının açık delilidir.
"Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar." Yani göğü, yeri ve ikisi arasındakileri biz gerçek bir sebebe bağlı olarak hakkı ortaya koymak için yarattık. Bu da, yaratıcının varlığına ve birliğine delil getirilmesi içindir. Ancak bu müşriklerin pek çoğu düşüncesizliklerinden dolayı bu gerçeği bilmezler. Bu sebeple ne sevaba inanırlar ne de azaptan korkarlar. [26]
1- Müşrikler ba'se (öldükten sonra dirilmeye) inanmazlar. Çünkü onlar bir başka ayette de olduğu gibi, materyalist ve inkarcı bir kavimdir: "Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helak eder." (Casiye, 45/24). Burada şunu demek istemişlerdir: Hayatı takip eden ölüm, ancak bu alemdeki ilk ölümdür.
2- Öldükten sonra dirilme konusunda zayıf bir delile sarılmışlardır. Öldükten sonra babalarının ve dedelerinin diriltilmelerini istemeleri, bir mugalatadır. Çünkü buradaki bastan maksat, dünya yok olduktan sonra bütün mahlûkatın diriltilmesidir. Kaldı ki tekrar diriliş ancak ceza veya mükâfat içindir, yoksa her hangi mükellefiyet için değildir.
Bu sözü söyleyenin Kureyş kâfirlerinden Ebu Cehil olduğu söylenmiştir. O şöyle demiştir: Ey Muhammed! Eğer sen sözünde doğru isen, atalarımızdan iki kişiyi bizim için dirilt. Bunlardan birisi: Kusay b. Kilab olsun. Çünkü o, dürüst bir kişi idi, öldükten sonra neler olduğunu ona soralım.
3- Onlar bu sözleriyle azabı hak etmişlerdir. Çünkü onlar, Tübba kavminden ve helak edilen diğer milletlerden daha hayırlı ve üstün değillerdir. Onları helak ettiğimize göre, bunları da helak ederiz. Bunlardan öncekiler daha zengin, daha üstün, daha çetin ve daha kuvvetli idiler. Allah onları, küfürleri ve fasıklıkları yüzünden helak etmiştir.
Kurtubî şöyle demiştir: Tübba'dan (bu isimle) maksat bir kişi değildir. Bilakis bununla Yemen melikleri kastedilmiştir. Yemenliler, meliklerine Tebabia (Tübba'm çoğulu) adını veriyorlardı. Nasıl ki müslümanlann idarecisine Halife, İranlılarınkine Kisra, Bizanslılannkine Kayser deniyorsa, Yemenlilerin kralına da Tübba lakabı veriliyordu.
Sonra Kurtubî şöyle demiştir: Ayetlerden öyle anlaşılıyor ki, Allah, "Tübba" kelimesiyle, bu krallardan birini kastetmiştir. Araplarda onu, daha çok bu isimle tanıyorlardı. Bu sebeple Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Bilmiyorum, Tübba melun mudur, yoksa değil mi?" Sonra Ahmed b. Hanbel'in Sehl b. Sa'd'den naklettiğine göre peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Tübba'a sövmeyin! Çünkü o müslüman olmuştu." Bu rivayet, onun tek bir kişi olduğunu göstermektedir. Bu, -Allah, daha iyisini bilir ama- Kabe'ye karşı önce savaş açıp da sonra Kabe'yi örtüyle donatan; Medine'ye karşı savaş açıp harap etmek istedikten sonra, ileride oranın ismi Ahmed olan bir peygamberin hicret yeri olacağını öğrenince, vazgeçen, Ebu Kereb'dir
4- Allah gökleri ve yeri boş yere eğlence olsun diye yaratmamıştır. Bilakis onları gerçek olan bir sebebe ve gerçeğe bağlı olarak, hakkı ortaya koymak, Allah'ın birliğini ortaya çıkarmak ve itaatine bağlılık için yaratmıştır. Ancak insanların pek çoğu -Mekke müşrikleri gibi- bunu anlamıyorlar.
5- Mekke kâfirleri haşri neşri inkâr etme konusunda cevap verilecek bir şüphe zikredememişlerdir. Onların bu inkârda dayanakları cehalet ve taklitteki ısrarlarıdır. Bu yüzden Allah Tealâ da Firavun ve Tübba kavmini helak ettiği gibi, onların da helâka maruz olabilecekleri hususunda bir tehdit ile yetinmiştir. [27]
40- Şüphesiz ayırt etme günü, hepsinin birarada buluşacağı gündür.
41- O gün, dostun dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez.
42- Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O, üstündür, merhametlidir.
43' 44" Şüphesi zakkum ağacı, gü- nahkârların yemeğidir.
45> 46- ° sıcak suyun kaynadığı gibi karınlarda kaynayan erimiş maden gibidir.
47, 48, 49, 50- (Allah zebanilere emre- der): Tutun onu! Cehennemin orta- sına sürükleyin! Sonra başına azap olarak kaynar su dökün! (ve deyin ri ki:) Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin! İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir.
"O, sıcak suyun kaynadığı gibi karınlarda kaynayan erimiş maden gibidir. " ayetinde teşbih vardır.
"er-rahîm, esim, hamim, cahîm, kerîm" kelimelerinde (kelime sonlarındaki harf benzerliği dolayısıyla) secî' vardır. Telaffuzunda ve dinlenilmesinde güzellik bulunan bu ifadelerde hiçbir tekellüf (zorlama) yoktur. [28]
"ayırt etme günü" Kıyamet günü hak batıldan, haklı haksızdan ayırt edilecektir. Veya kişiler, yakınlarından ve dostlarından ayrılacaktır. Bu durum ayetteki "fasl" kelimesiyle ifade edilmiştir. "Ancak Allah 'm merhamet ettiği kimseler böyle değil." Yani Allah'ın affederek ve haklarında yapılan şefaati kabul ederek merhamet ettiği kimseler böyle değil. Bunlar da müminlerdir. Onların bir kısmı diğerine Allah'ın izniyle şefaat edecektir.
"Şüphesiz zakkum ağacı" Bu, Tihame bölgesinde biten, acı meyveli bir ağaçtır. Cehennemin dibinde bitecek ağaç, bu zakkum ağacına benzetilmiştir, "günahkârların yemeğidir." "esim" kelimesi günahı çok olanı ifade eder. Bundan maksat kâfirdir. Zira cümlenin başı ve sonu bunu ifade etmektedir.
"Erimiş maden gibi" Bu kelime: eriyinciye kadar ateşte tutulan maden, zeytin yağının siyah tortusu, katran, erimiş bakır veya diğer madenleri ifade eder. "...başına azap olar kaynar su dökün." Başının üzerinden kaynar su azabı dökün! Yani azabın kendisinden ayrılmadığı kaynar sudan dökün, demektir. "Sonra başına azap olarak kaynar su dökün." cümlesi "başlarının üzerinden kaynar su dökülür." cümlesinden daha beliğdir. Bu son cümle "Onların başlarının üstünden kaynar su olan azap dökülür." şeklinde mübalâğa ifade eder.
"Tat bakalım. Hani sen kendince üstündün, şerefliydin." Kıyamet gününde bu söz kâfire istihza ve kınama için söylenecektir. Burada sözü edilen kâfir Ebu Cehil'dir. Rivayete göre o şöyle diyordu: "Mekke'nin iki dağı arasında benden daha şerefli, daha soylu kimse yoktur." [29]
"Şüphesiz ki zakkum ağacı ..." diye başlayan 43. ve sonraki ayetlerin nüzul sebebi hakkında, Said b. Mansur'un Ebu Malik'ten rivayetine göre o şöyle demiştir: Ebu Cehil hurma ve tereyağı getiriyor ve şöyle diyordu: "Yiyiniz. Bu, Muhammed'in sizi tehdit ettiği zakkumdur." Bunun üzerine "Şüphesiz o zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir." ayeti nazil oldu.
"Tat bakalım ..." ayetinin (49. ayet) nüzul sebebi ile ilgili olarak da el-Usmevi'nin Mecazi'sinde İkrime'den rivayet ettiğine göre o şöyle demiştir: Allah Rasulü (s.a.) Ebu Cehil'le karşılaştı ve şöyle dedi: Allah bana, sana şu sözü söylememi emretti. "Lâyıktır (o azap) sana lâyık. Evet, lâyıktır sana (o azap) lâyık!" (Kıyame, 75/34-35). Bunun üzerine Ebu Cehil, elini elinden ayırdı ve şöyle dedi: "Sen ve dostun olan bana hiçbir şey yapamazsınız. Andolsun ki sen benim, Batha (Mekke) ehlinin en güçlüsü olduğumu biliyorsun. Ben şerefli ve soyluyum." Bu sebeple yüce Allah, Bedir savaşında onun canını aldı, zillete düşürdü ve yukarıdaki ifadesiyle onu tahkir etti ve onun hakkında zikri geçen ayet nazil oldu.
İbni Cerir et-Taberi de Katade'den bunun bir benzeri rivayette bulunmaktadır. Ebu Cehil, Allah Rasulüne (s.a.) şöyle dedi: Mekke'nin iki dağı arasında benden daha şerefli ve daha güçlüsü yoktur. Allah'a yemin ederim ki, ne sen ne de Rabbin, bana bir şey yapmaya gücünüz yetmeyecektir. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [30]
Yüce Allah, ba's ve
kıyametin muhakkak olacağını ifade ettikten sonra, bunun arkasından kâfirin
kıyamet gününde dostunun olmayacağını, yiyecek olarak zakkum azabını
tadacağını, şiddet ve sertlikle cehenneme çekileceğini, başının üzerine kaynar
suyun döküleceğini, dünyada şerefe ve üstünlük taslamalarının bir faydasının
olmayacağını ifade buyurdu. İşte bu, öldükten sonra dirilme ve kıyamet günü
hakkında şüphelenmenin cezasıdır.[31]
"Şüphesiz (hakkı
batıldan) ayırt etme günü hepsinin birarada buluşacağı gündür." Allah'ın,
mahlûkatm arasını fasledeceği (ayıracağı), kâfirleri cezalandırıp, müminleri
mükâfatlandıracağı kıyamet günü, bütün insanların toplanma günü, hesap vakti
ve hepsinin amellerinin karşılığını göreceği gündür. Allah, iyiyi kötüden,
haklıyı haksızdan ayırmak için bütün insanları bir araya getirecektir. Bu
ayetin bir benzeri şu ayettir: "Şüphesiz hüküm günü vakit olarak
belirlenmiştir." Kıyamet gününe "fasl günü" denmiştir. Çünkü
Allah Tealâ, hüküm noktasında kullarının arasını ayıracaktır. Ya da
cennetliklerle cehennemliklerin arasını ayıracak; müminlerle sevmediklerinin
arasını, kâfirlerle de sevdiklerinin arasını ayıracaktır, baba ile evlâdın
arasını, kan ile kocanın arasını ve kişi ile dostunun arasını ayıracaktır.
"O gün dostun
dosta hiçbir faydası olmaz, kendilerine yardım da edilmez." Yani hiçbir
yakının faydası olmayacak, onun hiçbir azabına kimse engel olamayacak. Onlar
Allah'ın azabından korunmayacaklardır. Müminin kâfire faydası olmayacak, yakın
yakınma yardım edemeyecektir: "Kıyamet gününde yakınlarınız ve
çocuklarınız size fayda vermezler. Çünkü Allah aranızı ayırır. Allah,
yaptıklarınızı görendir." (Mümtehine, 60/3). "Sûra üflendiği zaman
artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini arayıp,
sormazlar." (Müminun, 23/101). "Dost, dostu sormaz. Birbirlerine
gösterilirler..." (Mearic, 70/10-11) Yani gözle gördüğü halde hiçbir kardeş,
kardeşinin halini sormaz. "Öyle bir günden korkun ki, o günde hiç kimse
başkası için her hangi bir ödemede bulunmaz." (Bakara, 2/48).
"Ancak Allah'ın
merhamet ettiği kimseler böyle değildir. Şüphesiz O (Allah) üstündür,
merhametlidir." Yani Allah'ın acıyıp merhamet ettiği kimse kurtuluşa
erecektir. Başka bir yardımcıya ihtiyaç duymayacaktır. Çünkü yegâne galip ve
üstün olan Allah'tır. Düşmanlarından hiçbiri onun azabından kurtulamaz. Mümin
kullarına geniş merhameti vardır. Bu manaya göre bu istisna, münkatıdır.
Muttasıl olması da caizdir. Bu takdirde mana şöyle olur: Müminler hariç, hiçbir
yakın yakınma fayda veremeyecektir. Müminlerin bir kısmının diğer kısmına
şefaat etmesine izin verilecektir.
Kıyametin hak olduğunu
ifade ettikten sonra Allah Tealâ bunun peşinden kendisiyle karşılaşmayı inkâr
eden kâfirleri şöyle diyerek tehdit etmiştir:
"Şüphesiz ki
zakkum ağacı günahkârların yiyeceğidir." Yani yüce Allah'ın cehennemde
yarattığı o lânetli ağacın meyvesi hem söz, hem de davranış olarak günahı çok
olan cehennemliklerin yiyeceğidir. Onlar acıktığında ancak ondan yerler. Ebu
Cehil de onlarla birlikte cehenneme girecek ve lanetlenen ağacın meyvesinden
yiyecektir. .
"O sıcak suyun
kaynadığı gibi karınlarda kaynayacak erimiş maden gibidir." Yani o
yiyecek, katranın tortusuna ve erimiş bakıra benzemektedir. Son derece sıcak
suyun kaynaması gibi kâfirlerin karınlarında kaynayacaktır. Karınlarda
oluşacak o yiyecek eritilmiş bakıra benzetilmiştir.
"(Allah
zebanilere emreder) tutun onu! Cehennemin ortasına sürükle-yin" Cehennem
bekçileri olan meleklere şöyle denilecektir: Bu günahkârı yakalayın!
İtekleyerek cehennemin ortasına öfke ve sertlikle çekin. "Sonra başına
azap olarak kaynar su dökün!" Yani başının üzerine, daha önce anlatılan,
son derece kaynar suyu dökün. Nitekim bir başka ayette bu husus şöyledir:
"Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. Bununla karınlarının
içindeki (organlar) ve derileri eritilecektir." (Hac, 22/19-20).
"(Ve deyin ki:)
Tat bakalım! Hani sen kendince üstündün, şerefliydin!" Yani, ona istihza ile
kınayıp azarlayarak şöyle deyin: Dünyadaki iddiana göre ey şerefli, soylu olan
insan! Tat azabı bakalım. "İşte bu, şüphelenip durduğunuz şeydir."
Dünyada iken şüphelenmekte olduğunuz azap işte budur. Bir başka ayet: "O
gün cehennem ateşine itilip atılırlar da, işte yalanlayıp durduğunuz ateş
budur, denilir." (Tür, 52/13-14).
[32]
1- Kıyamet
günü, şüphesiz, mahlûkatın varacağı yer bakımından sonunda kesin olarak
gelecek olan bir gündür. O gün fasl günüdür. Çünkü Allah Tealâ o günde
mahlûkatınm arasını ayıracaktır. Kötü iyiden, haksız haklıdan ayrılacaktır.
Orada iki grup olacaktır: Biri cennette, diğeri cehennemde. Bu, son derece
sakındırıcı ve tehdit edici bir ifadedir.
2- Kıyamet
günün özelliklerinden bazıları şöyledir: Yardımcıların, dost ve yakınların
kaybedilmesi. Öyle ki mümin kâfire akrabadır, dostumdur diye yardım
edemeyecektir. Ancak Allah'ın acıyıp merhamet ettiği kimse, kurtulup Allah'ın
yardımıyla zafere kavuşacak, başkalarının yardımına ihtiyaç duymayacaktır. Yüce
Allah o günde düşmanlarından intikamını alacak, dostlarına da merhamet
edecektir. Nitekim bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Günahı bağışlayan,
tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah..." (Gafir, 40/3). Bu
ayette Allah, müjde ile tehdidi biraraya getirmiştir.
3-
Fasık-facir cehennem ehlinin yiyeceği şüphesiz dünyada yanma kabiliyeti
olmayan zakkum ağacının çok acı meyvesi olacaktır. Bu meyve son derece kötü
olduğu için, kâfirlerin karınlarında çok sıcak suyun kaynaması gibi kaynayacaktır.
Cehennem ehli acıktığı zaman bundan yiyecekler, bu da sıcak suyun kaynaması
gibi karınlarında kaynayacaktır.
4- Cehennem
halkı çeşitli zillet ve haraketlere maruz kalacaktır. Bunlardan biri cehennem
zebanileri vasıtasıyla olacaktır. Zebaniler, cehennemlikleri yüzleri üstü çok
kuvvetli bir şekilde cehennemin içine itecekler ve oraya sevkedeceklerdir.
Kâfirler cehennemin şiddetli azabını tatmaları için, cehennemin ortasına
atılacaklardır. Diğeri: Fasık ve facire, kınayarak, azarlayarak, istihza ile şöyle
denilecektir: Tat bu azabı. Çünkü sen, kendinin şerefli ve soylu olduğunu
iddia ediyordun. Bu ifadeden maksat: Sen zelilsin, hakarete uğrayacaksın. Bir
diğeri ise: Cehennem zebanisi azap melekleri kâfirlere şöyle diyecekler:
Kuşkusuz bu azap dünyada iken, şüphelenmekte olduğunuz azaptır. Nitekim bir
başka ayette yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Gerçek öyle değil! Kesin
bilgi ile bilmiş olsaydınız, (orada) mutlaka cehennem ateşini görürdünüz. Sonra
ahirette onu çıplak gözle göreceksiniz." (Tekasur, 102/5-7).
[33]
51, 52, 53-
Muttakiler ise hakikaten güvenilir bir makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar
başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı
otururlar.
54- İşte böyle. Bunun
yanısıra biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz.
55- Orada güven içinde (canlarının çektiği) her
meyveyi isterler.
56- İlk tattıkları ölüm dışında, orada artık
ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından korumuştur.
57- (Bunlar) Rabbinden bir lütuf olarak
(verilmiştir), işte büyük kurtuluş budur.
58- Biz onu öğüt
alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca anlaşılmasını sağladık.
59- Bekle, onlar da
beklemektedirler.
"Muttakiler ise
hakikaten güvenilir, emin", her türlü korku, keder ve üzüntüden emin
olunan "bir makamdadırlar."
"Hurin lyn"
iri gözlü, güzel, bembeyaz kadınlar, huriler, demektir.
"ilk tattıkları
ölüm dışında orada" ahirette "artık ölüm tatmazlar" daima
yaşayacaklardır.
"Biz onu"
Kur'an'ı "öğüt alsınlar" ibret alıp sana inansınlar "diye senin
delinle" indirerek "kolayca anlaşılmasını sağladık." Yine
inanmazlarsa artık onların başına inecek azabı "bekle. Çünkü onlar
da" senin felâketini "beklemektedirler."
[34]
Yüce Allah, kâfirleri
tehdit edip başlarına gelecek ahiret korkularını beyan ettikten sonra; mutlu,
itaatkar muttaki kullarına olan vaadini ve onlar için hazırladığı, her türlü
yiyecek, içecek, giyecek ve nimetlerin bulunduğu Naim cennetlerini zikretti ve
hazırlanan bu nimetin ebedi olduğunu belirtti. Sonra da surenin son tarafını
baş tarafına uygun bir şekilde bitirdi ki, o da hükümleriyle amel etsinler
diye Araplara Kuranın kendi dilleriyle nazil olmasının Allah'ın bir lütfü
olduğunun hatırlatılmasıdır.[35]
1- Yüce
Allah, iyilere olan vaadini beyan etmek için bu ayetlerde cennet nimetlerinin
beş çeşidini zikretmiştir. "Muttakiler ise hakikaten güvenilir bir
makamdadırlar. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar." Dünyada şirkten ve
günahlardan sakınıp emirlere itaat ederek takva sahibi olan kimseler için
şüphesiz tüm korkulardan uzak, mekânı ve gezintisi hoş yerler vardır. Nitekim
yüce Allah şöyle buyurmuştur: "İyiler muhakkak cennettedir. Onlar orada
koltuklar üzerinde etrafa bakarlar. Onların yüzünde nimetlerin sevincini
görürsün. Kendilerine mühürlü halis bir içki sunulur. Onun içiminin sonunda
misk kokusu vardır. İşte yarışanlar ancak onda yarışsınlar. Karışımı
Tesnim'dendir. (O Tesnim, Allah'a) yakın olanların içecekleri bir
kaynaktır." (Mutaffifin, 83/22-28). Bu, kâfirlerin zakkum ağacından
yemeleri ve kaynar suyu içmelerine mukabildir.
2, 3-
"İnce ipekten ve parlak atlastan giyerek karşılıklı otururlar." Onların
giysileri, göz alıcı şekilde parlak, ince ve kalın ipektendir. Oturuşları da,
birbirlerinin yüzüne bakarak sohbet etmek maksadıyla, yüzyüze şeklindedir.
Nitekim yüce Allah şöyle buyurdu: "Naim cennetlerinde karşılıklı koltuklar
üzerine kurulmuş oldukları halde..." (Saffat, 37/43-44).
4- "işte
böyle, bunun yanısıra biz onları, iri gözlü hurilerle evlendiririz." İşte
lütuf bu! Onları iri gözlü, bembeyaz, güzel hurilerle evlendiririz. "O
hurilere bundan önce ne insan ne de cin dokunmuştur" (Rahman, 55/56),
"Sanki onlar yakut ve mercandandırlar." (Rahman, 55/58).
Müfessirlerin çoğunun düşüncesi: Hurilerle bir evlilik akdi olmayacağı
yönündedir. Maksat o cennetliklerin hurilerle beraber olmalarıdır.
5- "Orada
güven içinde (canlarının çektiği) her meyveyi isterler." Yani cennette
diledikleri her türlü meyveyi,
bitmesinden emin olarak, isterler. Her istediklerinde arzuları yerine
getirilir. Cennetlik insanlar cennette, ağrı sızıdan, ölüm, yorgunluk ve
şeytandan güven içindedirler. Cennetteki güzel makam, giyecek, yiyecek,
hurilerle evlenerek mutluluk ve güven içinde olma, her türlü maddi-manevi
lezzet ve arzuların cennetlikler için olacağına bir delildir. İşte bunlar, en
yüksek seviyede nimetler ve rahatlıklardır.
Sonra Allah, onların
hayatının devamlı oluşunu beyan ederek şöyle buyurdu:
"İlk tattıkları
ölüm dışında, orada artık ölüm tatmazlar. Ve Allah onları cehennem azabından
korumuştur." Yani ahirette kesinlikle ölmeyeceklerdir, bundan sonra
ölümün tadını tatmayacaklardır. Ancak dünyada tatmış oldukları ilk ölümü
tatmışlar ve ölüm onlar için bitmiştir. Allah, onları cehennem azabından koruyup
kurtarmıştır. Cehennemin derinliklerindeki elem verici azaptan onları
uzaklaştırmıştır. Zemahşeri şöyle demiştir: Bu, işi muhale (imkânsızlığa)
bağlamak gibidir. Yani sanki şöyle denilmiştir: Gelecekte birinci ölümün tadını
tatmak doğru olursa, işte onu tadacaklardır. Buradaki istisnanın munkatı
olduğu söylenmiştir. O zaman mana şöyle olur: Ancak birinci ölümü
tatmışlardır.
Buhari ve Müslim'de
sabit olduğuna göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet
gününde ölüm güzel bir koç suretinde getirilecek, cennetle cehennem arasında
durdurulacak, sonra da kesilecek ve şöyle denilecektir: Ey cennet ehli! Ölüm
yok, ebedilik var. Ey cehennem ehli! Ölüm yok, ebedilik var." Müslim ve
Abdurrezzak'ın Ebu Said el-Hudri ve Ebu Hürey-re'den rivayet ettiklerine göre
Allah Rasul'ünün (s.a.) şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir. "Cennet ehline
şöyle denilecek: Sağlık sizin için, siz asla hastalanmayacaksızın. Sizin için
hayat var, asla ölmeyeceksiniz. Nimetler içinde olacaksınız, asla zorluğa
düşmeyeceksiniz. Genç kalacak asla ihtiyarlamayacaksınız. "
Ebu Bekir b. Ebu Davud
es-Sicistani'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre o, Allah Rasul'ünün
(s.a.) şöyle dediğini nakletmiştir: "Kim Allah'tan korkarsa cennete
girer, orada nimete mazhar olur, darlığa düşmez, orada ölümsüz bir hayat sürer
elbiseleri eskimez, gençliği yok olmaz."
Ebul-Kasım et-Tabarani
ve Ebu Bekir b. Merdüveyh'in Cabir'den rivayet ettiklerine göre o, şöyle
demiştir: "Allah Rasul'üne (s.a.) cennet ehli uyur mu? diye soruldu. Allah
Rasulü de (s.a.): O uyku ölümün kardeşidir, cennet ehli uyumaz diye cevap
verdi."
"(Bunlar)
Rablerinden bir lütuf olarak (verilmiştir) işte büyük kurtuluş budur."
Yani yüce Allah, bu cennet ehline kendi yanından bir lütuf ve ihsanda
bulunmuştur. Ya da mana şöyledir: Allah, kendi lütfunu eksiksiz yapmak için bu
ihsanlarda bulunmuştur. İşte bu, hiçbir kurtuluşun, üzerine çıkamayacağı büyük
kurtuluştur.
Müslim'in Cabir'den
rivayet ettiği hadise göre Allah Rasulü (s.a.) şöyle buyurmuştur:
"Çalışınız, işlerinizde ifrat ve tefrit yapmayınız, (aşırıya kaçmayınız),
mutedil ve doğru olunuz ve biliniz ki, sizden hiçbir kimse kendi ameli
sayesinde felah bulup, kurtulamaz." Ya Rasulullah! Sen de mi? dediler.
"Ben de kurtulamam. Meğer Allah Tealâ rahmeti ve fazlı ile beni koruya.
" cevabını verdi.
Yüce Allah, kudretini
gösteren delilleri beyan edip, vaat ve vaidi (müjde ve tehdidi) açıkladıktan,
surenin başında Kur'an'ın "Kitab-ı Mübin" olduğunu anlattıktan sonra
surenin sonunda da bu manayı teyit eden ifadeleri zikredip şöyle buyurdu:
"Biz onu (Kur'anı) öğüt alsınlar diye senin dilinle indirerek kolayca
anlaşılmasını sağladık." Şüphesiz ki bu Kur'an'ı biz kolaylaştırdık ve
onu, dillerin en fasihi ve en açığı olan senin ve kavminin diliyle, gayet açık
bir şekilde indirdik. Aynı zamanda bu Kuranı sen ve kavmin anlayasmız, düşünüp
ibret alarak içindekilerle amel edesiniz diye kolaylaştırdık. Kısacası mana
şudur: Muhakkak ki açık ve çok faydalı bu kitabı biz, düşünsünler, öğüt
alsınlar diye senin dilin olan Arapça ile indirdik. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Andolsun biz Kur'an'ı, düşünüp öğüt alınsın diye
kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?" (Kamer, 54/22).
Kur'an'ın bu açık
beyanına rağmen, bazıları inat ve muhalefet ederek onu inkâr etmiştir. Bu
sebeple yüce Allah, Rasul'ünü (s.a.) teselli edip ona zafer vaadetmiş,
yalanlayanları da helak ile tehdit ederek şöyle buyurmuştur: "(Yine de
inanmayanların başlarına gelecekleri) bekle; onlar da beklemektedirler."
Yani ey peygamber! Onlara karşı sana vaadettiğimiz müjdeyi, onları helak
edişimizi ve küfürde devam ederlerse başlarına gelecek felâketi bekle. Çünkü
onlar da, senin başına gelecekleri ve senin ölümünü beklemektedirler.
Yakında zaferin kimin
olduğunu, dünya ve ahirette de başarının kime nasip olacağını görüp bileceklerdir.
Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah: Elbette ben ve elçilerim galip
geleceğiz, diye yazmıştır. Şüphesiz Allah güçlüdür, galiptir." (Mücadele,
58/21) "Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında,
hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zalimlere, özür
dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lanet de onlarındır, kötü yurt da
onlarındır." (Gafir, 40/51-52).
[36]
1- Allah
takva sahibi ve itaatkâr kullarına cennette maddi-manevi çeşitli nimetler
ihsan edecektir. Burada o nimetlerden beş çeşidini zikretmiştir ki, onlar da
şunlardır: Güzel meskenler, giyecekler, karşılıklı oturup insanların
birbirleriyle ünsiyet kurup sohbet etmeleri, huriler ve sürekli yiyecekler.
Mücahid şöyle demiştir: Hurilere huri denmesinin sebebi, gözlerin, onların
güzelliklerinde, beyazlığında ve renklerinin berraklığında hayrete düşmesinden
dolayıdır.
Huriler mi daha
değerlidir, yoksa dünya kadınları mı? Bu konuda ilim adamları ihtilâf etmişlerdir.
İbni Mübarek'in zikrettiğine göre Hibban b. Ebi Cebele şöyle demiştir: Dünya
kadınlarından cennete girenler, işledikleri amel sebebiyle hurilerden daha
değerlidir. İbni Mübarek de merfu bir hadiste şöyle demiştir. "Dünya
kadınları hurilerden yetmiş bin kat daha değerlidir." Bir kısım alimler
de, huriler daha değerlidir. Çünkü Müslim'in Avf b. Malikten rivayet ettiğine
göre peygamberin (ölen kimse hakkındaki) duası şöyledir: "Allah'ım ona,
kendi ailesinden (hanımından) daha hayırlı bir aile (hanım) ver."
Hurilerin mehirlerine
gelince, Ebu Hüreyre'nin Peygamberimiz (s.a.)'den rivayet ettiğine göre
efendimiz şöyle buyurmuştur: "Hurilerin me-hirleri, avuç avuç verilen
hurmalar ve ekmek parçalarıdır." Ebu Kırsafe'den rivayete göre o şöyle
demiştir: Peygamber (s.a.)'in şöyle dediğini duydum: "Mescitten bir çöpü
atmak hurilerin mehirleridir." Sa'lebi'nin Enes'ten rivayetine göre
Peygamberimiz şöyle demiştir: "Mescitleri süpürüp temizlemek, hurilerin
mehirleridir."
2-
Cennetteki bu nimetlerin devamlılığı ve sürekliliği vardır. Onlarda her hangi
bir kesinti olmayacak ve o nimetlerden dolayı da herhangi eza, istenmeyen bir
durum ortaya çıkmayacaktır.
3- Cennet
ehli ve cehennem ehli bir ebedilik içindedirler. Onlardan her biri ya nimetler
içerisinde cennette ya da elem verici azap içerisinde cehennemde kalacak ve
onlar orada ölümü hiç tatmayacaklardır. Ancak dünyada tattıkları ilk ölüm
hariç. Rabbani alimler şöyle demiştir: Cennetin hakikati kişinin mutluluğudur,
Allah'ın marifeti ve muhabbetiyle neşelenmesidir. Aslında insan-ı kamil dünyada
cennette, ahirette de cennettedir. O insan, dünyada da tattığı ilk ölüm hariç,
cennette ölüm tatmayacaktır.
Allah, burada cennet
ehlinin ebediliğini müjdelemektedir. (Cehennem ehli de cehennemde ebedidir.)
Çünkü hayatın devamlılığı daha önce zikri geçen güzellik ve mutluluklarla
birlikte olursa bir mana ifade eder.
4- Yüce
Allah, kendinin bir ihsanı olarak, muttaki kullarına çeşitli nimetlerle
ikramda bulunmuş ve onları cehennem azabından korumuştur. İşte mutluluk, büyük
kazanç ve kurtuluş ancak budur. Bu büyük kurtuluşun kesinlikle benzeri yoktur.
"İşte büyük kurtuluş ancak budur." ayeti, Allah'ın lütfunun, hak
edilen sevaptan daha yüksek derecede olduğunu göstermektedir. Çünkü bunun
Allah'ın bir ihsanı ve büyük bir kurtuluş olduğu anlatılmaktadır. Yani ilâhî
ihsan, amel karşılığı verilecek mükâfattan daha değerlidir.
5- Allah,
Kur'an-ı Kerimi peygamberin ve onun kavmi olan Arapların lisanıyla indirmiştir.
O Kuranı onlara ve -Arap olmasa da- okuyan herkes öğüt alsın, sakınsın diye
kolaylaştırmıştır. İşte surenin sonunda ayetlerin bu şekilde gelişi, Kurana
tabi olmaya bir teşvik ve Allah'ın, herkesin iman etmesini ve bilgi sahibi
olmasını istediğine, hiç kimsenin küfre girmesini istemediğine bir delildir.
6-
Allah Tealâ, Kur'an'ı ve Rasulüllah'ı (s.a.)
tekzip eden muhalifleri helak etmekle, yok olmakla tehdit edip, Peygamberine de
onlara karşı zafer vaadetmiştir. Onlarla mücadelesinden dolayı karşılaştığı
zorluklar se-
bebiyle onu teselli etmiş ve onlar karşısında kendisine vaadettiği zaferi beklemesini emir buyurmuştur. Çünkü onlar da peygamberin ölümünü, felâketini ve helakini beklemektedirler. [37]
[1] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/173.
[2] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/173.
[3] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/173-174.
[4] Surelerin faziletlerine dair gelen hadisler arasında
zayıf hadisler çoktur. Bu zayıf hadislere güvenmek doğru değildir. Bu sebeple
bu hadisleri zikretmekten uzak durdum. Yalnız bir kaç tanesini önemlerine
dikkat çekmek için zikrettim.
[5] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/174.
[6] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/175.
[7] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/175-176.
[8] İbni Kesir, IV/137.
[9] Kurtubî, XVI/126.
[10] Bahru'l-Muhit,VIII/33.
[11] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/176-178.
[12] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/178-179.
[13] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/180-181.
[14] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/181.
[15] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/181.
[16] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/181-183.
[17] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/183-185.
[18] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/187.
[19] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/187-188.
[20] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/188.
[21] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/188-191.
[22] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/191-193.
[23] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/194.
[24] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/194.
[25] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/194-195.
[26] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/195-196.
[27] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/197-198.
[28] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/199.
[29] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/199-200.
[30] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/200.
[31] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/200-201.
[32] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/201-202.
[33] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/202-203.
[34] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/204.
[35] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/204-205.
[36] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/205-207.
[37] Vehbe Zuhayli,
et-Tefsirü’l-Münir, Risale Yayınları: 13/207-209.