"Bel'am"lar "İslam anlayışı"nı bozuyor - 1
Kur’an’ı bozamadılar, ama “Kur’an’ı anlama tarzı”nı bozdular. İslam’ı yozlaştıramadılar, ama “İslam anlayışı”nı yozlaştırdılar. “Hakk”ın yerine “batıl”ı, “iman”ın yerine “küfr”ü, “tevhid”in yerine “şirk”i, “İslam”ın yerine “beşer mahsulü tuğyan ideolojileri”ni, “Hakka teslimiyet ve itaat”in yerine “isyan”ı... hakim kıldılar. “Allah’ın hükümleri” ayaklar altına alındı. “Allah düşmanları”, şeytanın dost ve yardımcıları, kendi heva ve heveslerinden uydurdukları ideolojileri hayata hakim kıldılar. Bunu “din adına” ve “suret-ı hak”tan gözükerek yaptılar.
Önce “toplumsal bilinç” ve “toplumsal hafıza” silindi. “İslami kavramlar”ın anlamları muğlaklaştırıldı. Ardından bu kavramların içi başka bir anlamla doldurulup “İslam algısı” dönüştürüldü. “İslami motifler”le süslü de olsa, yeni anlamın İslam’la alakası yoktu. Yeni tanımlama, “eğitim-öğretim”le ve“kitle iletişim araçları”yla yayıldı; yetersiz kalan durumlarda “yasal-adli ve idari baskı” devreye girdi. Şiddetin temsil ettiği bir “kayıt silme mekanizması”ndan ibaret “Devrim Yasaları”na başvuruldu. Silinen değerlerin yerine yenileri ihdas edilip “toplumsal yapı” değiştirildi. Böylece, İslam’a dair kavramlara yüklenen yeni anlamlar belleklere işlendi; “toplumsal bilinç” yeniden biçimlendirildi, “sosyal hafıza”nın içi bu yeni biçimle dolduruldu.
Temelinde “Lâiklik” olan bir düzen kurdular. “Lâik toplum” yetiştirilecekti. Bunun için İslam’ı yeniden tanımlayıp “Lâik İslam” oluşturmaya çalıştılar. Hayatın her anını ve alanını kuşatan İslam’ı “vicdan dini”ne dönüştürmek istediler. “Vicdanlar”a hapsedilen “Devlet İslamı”na göre din, sadece “birey ile ‘Tanrı’ arasındaki ruhani ilişkileri düzenleyecekti.” Böylece “İslam’ın alanı” daraltıldı. “Allah-Birey-Toplum-Evren” arası ilişkileri düzenleyen İslam, tamamen “toplumsal hayatın dışı”na itilip “bireysel vicdanlar”a hapsedildi. Önce “Allah-kul ilişkisi”ne indirgendi; sonra bu ilişkinin her boyutuna şamil olmaktan çıkarılıp, sadece vicdanda yer bulan “ruhani bağ”a dönüştürüldü.
İslam’ın yeniden tanımlanması, “devlet felsefesi”, “siyaset anlayışı” ve “hukuki metinler”in içerikleri ve gerekçeleriyle, “resmi platformda sistematik olarak” yürütüldü. “Din kuralları”nın “yürüyen hayat”ta “değişen ihtiyaçlar”ı karşılamada yetersiz kaldığı iddia edildi. Bunun için insan, hayatı düzenleyen yasaları kendi yapmalıydı. Böylece İslam, “çağın şartları” bakımından “yetersiz”likle tanımlandı; bu yapılırken “dinler vicdanlarda ve mabedlerde kalmalı, maddi hayatın ve dünyanın işlerine karışmamalı”dendi.
İlerleyen aşamada “resmi ideolojinin bel kemiği olan Laiklik” ile İslam arasında herhangi bir çatışmanın olmadığına, bunların birbirine uygun düştüğüne dair kesin kanaat oluşturulmaya çalışıldı. “Hem inançlı Müslüman, hem de Laik” olmanın hiç de yanlış olmadığı işlendi. Bu arada İslam’ın Laiklik’e uygun düşmeyen(!) hükümlerini savunmak suç(!) sayıldı. “Din işleri” ve “devlet işleri” ayrımlaşması yapıldı. “İslam Şeriatı” reddedildi. Üstelik bütün bunlar bel’amların diliyle, “İslam’danmış gibi”sunuldu.
İslam’ın hayatla bağlarını koparıldı. “Bireyin vicdanına hapsolmuş; siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi, kültürel vb. sahalarda hükmü geçmeyen; birtakım tapınma hareketleri, kısıtlanmış bir ahlâk anlayışı ve kafalarda kalan soyut ve bulanık bir inanıştan ibaret İslam” algısı oluşturuldu.
İslam’ı “Resmi din anlayışı”na göre tanımlama eğitimi veren okullar açıldı. Bu okullarda İslam değil, birtakım “rejim hurafeleri” öğretilerek, “rejime sadık din adamları sınıfı” üretildi. Çünkü onlara “Atatürkçü hoca” lazımdı, “Şeriat uleması” değil.
“Resmi Din Anlayışı”nda din; “Lâiklik’in gereği kadar” fonksiyon icra eder.“Devlet düzeni” olamaz. “Yasama”da; sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki konularda hükümleri geçmez. “Hüküm koyma ve hakimiyet hakkı”Allah’a değil, beşere aittir. “Kabul ve ikrar”ı gerekmez. “Vicdan ve ibadet işin”den ibarettir; “vicdanda kalan inanç” sistemidir. “Atatürk ilke ve inkılapları”na aykırı olamaz.
Yani “Resmi din anlayışı”nda kabul gören İslam, “Şeriatsız İslam”dır.
Müslümanlar ise, “hem devlete sorumlu vatandaşlık bilinci, hem Allah’a bağlı kulluk görevi” ile yükümlüdür. Bu ikisinin te’lifi ise “Laik Türk Müslümanlığı” adıyla formüle edilmiştir.Bu hengâmede “ortalama vatandaş”ın İslam’a yaklaşımı şöyledir: “Resmi ideolojinin istediği gibi Müslüman olmak, resmi ideolojinin tanımladığı kadar İslam’ı anlamak ve resmi ideolojinin müsaadesi kadar İslam’ı yaşamak...”
Nihayet üretilen “ılıman İslam” terimi ile, “Hanif özellikler” taşıyan, ama küfrün, batılın, şirkin, tuğyanın yaşamasından rahatsız olmayan; hatta onlarla barış içinde ve bir arada yaşayan; “düzen”e karışmayan, “cihad şuuru” olmayan, dünyanın “egemen güçler”ine karşı çıkmayan; ama namaz kılan, oruç tutan bir Müslüman tipi oluşturuldu.
Şimdi bu “Müslüman tipi” hayatın İslam’a uygun olup olmadığına bakmıyor, İslam’ın hevâsına ve rejime uygun olup olmadığına bakıyor.
Faruk Köse
farukkose@yeniakit.com
Yeni Akit - 11 Mart 2013
"Bel'am"lar "İslam anlayışı"nı bozuyor - 2
Allah düşmanları yüzyıllardır yaptıkları çalışmaların kazandırdığı deneyimlerle anladılar ki, müslümanları “harici saldırı ve telkinler”le dinlerinden uzaklaştırmaları imkânsız. Bir de gördüler ki müslümanlar, İslam’ı öğreten ve öğütleyen ilim adamlarına çok bağlılar.
Ne yapacaklarını bulmuşlardı. Önce kendi içlerinden, çoğu İslam aliminden daha bilgili “oryantalistler”i yetiştirdiler. Ancak her ne kadar bunlar bazı müslümanların irtidatlarına ya da bid’at ehli olmalarına sebep oldularsa da, istedikleri neticeyi elde edemediler; hele “İslam’da tahrifat” yapamadılar.
Bu kısmi başarılarının verdiği umutla “Oryantalizm’in yeni versiyonu”nu ürettiler. “Yeni Oryantalistler” bizzat müslümanların içindendi. Müslüman gibi yetişip İslami ilimlerde “hoca” olmuşlardı. Bunlara makam ve para verildi, “İslam’a ve müslümanlara yönelik saptırıcı çalışmalar”ı ödüllendirilerek teşvik edildi. Böylece, bu hocalar eliyle “İslam anlayışı”nı bozacaklar, müslümanları saptıracaklardı. Bunlar, “bel’am”lardı.
Bel’amların görevi “İslam’ı yeniden tanımlamak”tı!... Bunlar İslam adına konuşup yazacaklar, İslam’dan söz edecekler; ama sözlerinin arasında İslam’ın inanç, ibadet, ukûbat, muamelât, Şeriat vb. hükümlerine ve getirdiği düzenlemelere yeni anlamlar yükleyip bunları ısrarla ve vurgulayarak sunacaklardı. Böylece, önce İslam’ın ukûbat ve muamelâtını, ardından ibadet hükümlerini ve son olarak da iman/inanç esaslarını yeni bir biçime, yeni bir kalıba sokacaklar; yavaş yavaş İslam toplumunu dönüştüreceklerdi. Artık “kendilerini müslüman sanan, ama aslında İslam ile alâkası olmayan, gerçek İslam’a şiddetle karşı çıkan bir sürü” teşkil edilebilirdi.
Ne yazık ki başardılar ve el’an bu çalışmalarını sürdürüyorlar. Bu taktiğin can damarı “kavramların yeniden tanımlanması...” Hiçbir “İslami terim” lügattan çıkarılmıyor, kullanılması yasaklanmıyor. Ancak mahiyeti değiştiriliyor. Böylece sen, “İslam adına, ama İslam ile alâkası olmayan bir ideoloji”yi din ediniyorsun!
Önce “zihin bulandırma” operasyonu yapıldı. “İslam’ın katı ve değişmez olmadığı, Kur’an hükümlerinin zamana ve yere göre değişebileceği” iddia edilerek, zihinler yeni tanımlamalara hazır hale getirildi.
“İslam” mı? Tamam, din İslam olsun. Ama nasıl bir İslam? İşte bu noktada “vahyin kriterleri” bir kenara atılıyor ve ufak ufak, ama sürekli mesafe katedilerek “İslam” kavramının içeriği yeniden tanımlanıyor. Bunu yaparken “vahiy İslamı”ndan tamamen uzaklaşmıyorlar. Zira biliyorlar ki tümden uzaklaşırlarsa sözlerini satacak kimseyi bulamayacaklar. Ama vahiy ile bildirilen İslam’ın kimi hükümler ve esasları yeni bir biçime sokularak hak ile batıl birbirine karıştırılıp zihinlere enjekte ediliyor. İnsanlar İslam diye sarılıyorlar, ama aslında üzerine İslam etiketi yapıştırılmış yeni bir “din ideolojisi”ne mensup olmuş oluyorlar.
“Şeriat” mı? Tamam, kullanılsın. Ama nedir Şeriat? Şeriat kavramını “İslam’ın hukuk, muamelat, ukûbat esasları” olarak değil de, “yol” olarak tarif ediyorlar.
“Peygamber”i yeniden tanımlayıp, “örnek, önder, rehber ve Kur’an’ı tebliğ ve tebyin edici” değil, sadece Kur’an vahyini Allah’tan alıp insanlara aktaran bir “anten” (hâşâ!) vazifesi yüklüyorlar Peygambere.
Hatta o kadar ileri gidiyorlar ki, “Allah”ı bile yeniden tanımlamaya kalkışıyorlar. “Allah’a inanmak nedir?” Allah’a, zatıyla, isimleriyle, sıfatlarıyla, hükümleriyle, nimetleriyle inanmak lazım geldiğini anlatmıyorlar. Hatta bu tür söylemleri sapkınlıkla suçluyorlar. Onlara göre Allah, kâinatı yarattıktan sonra köşesine çekilen, insan ve dünya hayatına karışmayan bir varlık (hâşâ!)... İnsana her şeyi veren, ama hiçbir hesap sormayan!...
Bütün kavramlarda benzer yöntemi izliyorlar.
Bel’amlar; insan kafasını ve duygularını bir “şok anaforu”na sokarak “toplumsal bilinç”i imha etmeye, “toplumsal hafıza”yı silmeye programlarlar. Paralelinde, imha edilen bilincin yerine yeni bilinç inşâ ederler; silinen hafızanın içini yeni niteliklerle doldururlar. Nihayet “yeni inanç ve amel”e “yeni dizayn” verilirken, toplumun temel değerleri yeniden tanımlanarak “doğrusu budur” diye sunulur. Bu değerlerin “doğrusu” hakkında ise şiddetli bir saldırı ve karalama kampanyası yürütülür.
Dinimizde “ıstılah” dediğimiz kelimeler, sadece konuşma aracı değil; aynı zamanda insanın, içinde bulunduğu durumu, yaşadığı ortamı, yüz yüze geldiği her şeyi, üzerine hakim kılınan sistemi, toplumsal ilişkileri, bireysel davranış ve anlayışları, hayata dair hususiyetleri anlama, kavrama, idrak ve ifade etme araçlarıdır. Bir din, bir düşünce, bir ideoloji, bir bilim ya da siyasal sistem, kendini ancak kendine ait anahtar kelimelerle ifade eder. Bu kelimelerin mahiyeti ne ise, o sistem de öyledir.
Bu gerçeği bilen İslam ve müslüman düşmanları, “bel’amlar” vasıtasıyla “İslam anlayışı”nı bozarak müslümanları “İslam adına İslam’dan uzaklaştırmak” için kelimeleri tahrip ediyorlar.
Faruk Köse
farukkose@yeniakit.com
Yeni Akit - 12 Mart 2013
"Bel'am"lar "İslam anlayışı"nı bozuyor - 3
İslam düşmanlarının tetikçisi bel’amlar, kendini müslüman sanan, ancak müslümanlıkla hiç ilgisi olmayan bir topluluk oluşturmak için, “İslam anlayışı”nı “İslam adına” tahrif ederler. İslam adına konuşup yazarlar, ama İslam’ın inanç, ibadet, ukûbat, muamelat gibi hükümlerini ve hatta ibadet ve itikad esaslarını “din adına dini bozmak” için yeniden tanımlarlar.
Kavramların içeriği değiştirilince, “İslam anlayışı” da kendiliğinden değişmiş olur. Çünkü dini tanımlayan kavramlar, sözcük olarak lügatta bulunsa da, mana olarak aslında dine ait olmaktan çıkmıştır.
Bel’amlar kavramların anlamlarını değiştirip itici bir hale getirirerek, kişiyi o kavramdan ve kavramın temsil ettiği sistemden soğuturlar. Bunun için kavramlara bazı “özel sıfatlar” ekleyip, o kavram ve temsil ettiği değer ürkütücü, korkutucu, itici, çirkin... bir hale sokulur. Asıl hedef kavramın temsil ettiği değerdir; ancak o değere doğrudan dokunamadıkları için, onu ifade eden kavram bozulur ve kişinin belleğinde “asl”ın çirkin algılanmasına çalışılır.
Kavramlar yeniden tanımlanmadan önce, asılları yıpratılıp gözden düşürülür. Mesela kavram “İslam” ise, İslam’ı tahrif edemeyeceklerini bildiklerinden, “İslam anlayışı”nı kirletirler. Bunu öyle ustalıkla yaparlar ki, İslam’ın tamamını değil, kendi sistemleri için tehlike addettikleri ukûbat, muamelat, siyaset; hatta itikad, ibadet vb. hükümlerini hedef alarak, sanki aslında İslam’a karşı değillermiş de “çağ dışı kalan hususlar”ı ayıklamak istiyorlarmış intibaı uyandırırlar. İslam, toplumun gözünden düşürülmeye çalışılır. Böylece kişi, yavaş yavaş İslam’ın “irtica” olan, “çağ dışı” kalan(!) kısımlarını reddeder hale gelir. Bir noktadan sonra, inandığı ve kabul ettiği “İslam anlayışı”nın, Allah’ın emrettiği “İslam” ile alâkası kalmaz. Öyle ki, “Allah” ve “Din” kavramları önemsiz, hatta anlamsız kavramlar haline dönüştürülür.
Ancak eğer istedikleri sonucu elde edemezlerse, bu sefer de önceden toptan reddedip, karaladıkları kavramlara başka anlamlar vererek -güya- sahip çıkarlar; ama kavramların içini boşaltıp anlamlarını değiştirerek... Mesela “müslüman” denince kişinin kafasında “gerici”, “yobaz”, “çağ dışı”, “İslam perdesi arkasında her türlü pisliğe bulaşan” bir tip şekillenir. Böyle bir müslüman olmaktansa, kendisine sunulan ve aslında “değiştirilmiş İslam’ın uysal ve şirin müslümanı” olmak, psikolojik taarruza maruz kalmış kişiye hoş gelir.
Kavramlar, kavramı ve temsil ettiği değeri kişinin kafasında ve gönlünde “önemsiz” ve “anlamsız” hale getirmek suretiyle de yeniden tanımlanır. “Din” mi; işte acılı günlerde, bazan da sıkıntılı hallerde kültür ve gelenek olarak kimi hususlarının âdeten eda edildiği bir anlayış... “Kur’an” mı; hastalara, deliye ve ölüye okunan bir kitap(!)... “Allah” mı; her şeyi yarattıktan sonra köşesine çekilen ve yarattıklarını kendi haline, başı boş bırakan kutsal ve dünya işlerine karışmadığı müddetçe hürmete layık yüce Zat(!)... “Peygamber” mi, Allah’tan aldığını insanlara aktarma vazifesinden öte bir işlevi olmayan, yeri geldiğinde hürmet edilen, ancak bundan öte bir bağlayıcılığı bulunmayan tarihi bir şahsiyet(!)...
İşte, insanların kafalarında teşekkül eden Din, Allah, Kur’an, Peygamber gibi temel kavramların mahiyeti böyle değiştirilir. Bir kavram böylesine önemsizleştirilip ve içi boşaltılınca, o kavramın temsil ettiği değer de kişi tarafından önemsiz ve değersiz olarak algılanır. Haliyle ameller ve ardından da inanç tamamen tahrif edilip bozulur.
Artık “İslam” için, yaşayabileceği tek mekân olarak “vicdan”lar kalır! Çünkü yeni tanımıyla İslam, sadece ruhani ve vicdani yanları olan, dünya işlerine ait hükümleri çağ dışı kalan bir inanış tarzıdır. “Akla, fenne, ilme ve mantığa” uyduğu kadar muteber. Sadece “Allah ile kul arasında” hükmü geçerli. Hiçbir toplumsal boyutu olmayan, “ferdi bir inanış tarzı”ndan ibaret. Böylece İslam, “vicdanlara ve mabedlere” hapsedilmiş, “maddi hayatın ve dünyanın işlerine karıştırılmamış” olur.
Bütün bunlar bir süreçle ve sistematik olarak yapıldı. Önce İslam’ın devlet hayatına ilişkin hükümleri hedef alındı ve bunlar “Yeni İslam”dan çıkarıldı. Sonra İslam’ın toplumsal ölçekteki hükümleri hedef alındı. Bu arada, inanç hükümleri adım adım dejenere edildi. Elde sadece bireysel ibadetler kalmıştı ki, Bel’amlar İslam’a ve müslümanlara son darbeyi de vurmak istediklerinden, “ibadetler”le ilgili kavramlara da el attılar.
Şimdi işi ilerlettiler “Allah’a inanmadan da müslüman olunabileceği”, ya da “müslüman olmadan da Cennet’e girilebileceği” gibi söylemler, “diyalog” adı altında enjekte edilen Hilal, Haç ve Siyon Yıldızı’nı cem eden figürler, hak ile batılı karıştıran yayınlar ve söylemlerle Bel’amlar almış başını gidiyor.
“Bozulan İslam anlayışı”nın “doğru ölçek” ile tashih edilmesi için, Kur’an ve Sünnet’e dönüp, bel’amları sapkınlıklarıyla baş başa bırakmak lazım. Hiç kimsenin hatırı, Allah’ın hatırından üstün tutulamaz!
Faruk Köse
farukkose@yeniakit.com
Yeni Akit - 13 Mart 2013
Kim bu "Bel'am"lar ?
Doğrusu, geçen haftaki üç yazıyla “çalışma yöntemleri”ne ve “mahiyeti”ne değindiğim “bel’am” konusunu noktalamıştım. Ancak “kim bu bel’amlar?” diye o kadar ısrarlı suallere muhatap oldum ki, konuya dair son bir yazı daha yazmak icabetti.
Hemen belirteyim, öyle istendiği gibi isim zikredecek değilim. Elime bir “kategorize kılıcı” alıp ortalık yerde sallıyor ve kime değerse “bel’am” ilan ediyor da değilim. Benden “falan kişi bel’amdır” gibi bir cevap beklemeyin. Bütün yapmak istediğim, “bel’am tehlikesi”ne karşı müslüman kardeşlerimin dikkatini çekmeye çalışmaktan ibaret. Bu yazıdaki “bel’am tasviri” önceki üç yazıyla birlikte dikkate alındığında kim bel’am, kim değil; zaten anlaşılacaktır.
Allahu Teala, A’raf/175-176’da bel’amların “din adına beşeri rejimleri güçlendirmek” için verdikleri fetvalara ve çarpıtmalara karşı uyarıyor. Peki, kimlerdir bu bel’amlar?
Allah’ın hudutlarını aşarak, ilahi hükümlere aykırı olarak kurulan beşeri düzenlerde, sistemin ayakta durabilmesi için “toplumun dini inanç ve yaşantısı”nı biçimlendiren, kontrol eden, yönlendiren, pasifize eden; bütün bunları “din adına” yapan kişiler, “bel’am”lardır.
Allah’ın hükümlerini bildiği halde, dünyalık için dine ihanet eden, Allah’ın hükümlerini “az bir pahaya satan”, ilmini tağutlara hizmet için kullanan, müslümanları beşeri sistemlere destekçi kılmak için için “mantıklı fetvalar” üreten kişiler, “bel’am”lardır.
Kendilerine Allah’ın hükümleri hatırlatıldığında, hakka dair sesleri bastırmaya çalışarak vahyin hayata egemen olmasını önleyen kişiler, “bel’am”lardır.
Hakkı batıl ile karıştıran, bile bile hakkı gizleyen, Kur’an’ı eksik anlatan, Allah’ın hükümlerinden, açık ilahi delillerden bazılarını anlattığı halde bazılarına değinmeyen kişiler, “bel’am”lardır.
İlahi hükümlerden çıkarına neresi geliyorsa hevâsına göre yorumlayıp onu gündeme getirerek başka esasları gizleyen, Kur’an’ın bir kısmını kabul edip bir kısmını hesaba katmayan; böylece, aslında Kur’an’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr eden ve bunu da bütün müslümanlara bir anlayış olarak kabul ettirmeye çalışan kişiler, “bel’am”lardır.
Başkalarına ma’rufu emrettiği halde kendisi yapmayan, Kur’an’ı bildiği halde uymayan, Kur’an’ın mana ve mefhumunu çarpıtmak suretiyle yanlış algılanmasını sağlayarak “Kur’an’ı anlama tarzı”nı bile bile tahrif eden, bunu yaparken kendi anlayışını, düşüncesini “din”e katarak İslam’danmış gibi, Kur’an’ın hükmüymüş gibi gösteren kişiler, “bel’am”lardır.
Kelime-i Tevhid’in ilk yarısı olan “Lâilaheillallah”ı söylediği halde ikinci yarısı olan “Muhammedurrasulullah”ı önemsemeyen, olmasa da olur gibi gösteren, Allah katında tek geçerli ve kabul edilecek din olan İslam’a girip müslüman olabilmek için Hz. Muhammed’e imanı gereksiz ya da önemsiz gören veya gösteren kişiler, “bel’am”lardır.
“Hidayet yolu”nun önünü kapatan, Allah’ın hidayet yolunun sadece İslam’da olduğu, bu yolun hudutlarının ve istikametinin Kur’an ile çizildiği gerçeğini inkâr ya da ihmal ederek, dini ya da ideolojik “başka yollar”la da hidayete ulaşılabileceğini iddia eden ya da o izlenimi uyandıran kişiler, “bel’am”lardır.
Kur’an’ı kabul ettiğini söylediği halde Kur’an’ın hayata nasıl aktarılacağının pratik örneği olan Sünnet-i Seniyye’yi inkâr, iptal ya da ihmal eden, önemsiz ve gereksiz gören kişiler, “bel’am”lardır.
İslam’a beşeri sistemleri katan, ya da İslam’ı beşeri sistemlere yamayan; örneğin müslüman iken, aynı zamanda “Laiklik”, “Demokrasi”, “Kemalizm” veya benzeri bir ideolojinin aynı kalpte taşınabileceğini iddia eden ve bunun için dini hükümlerin anlamlarını değiştirerek fetva üreten, yol açan, yönlendirme yapan kişiler, “bel’am”lardır.
Dünyevi çıkarları için Allah’ın muradından saptırarak “din anlayışı”nı tahrif eden, küfür sistemlerine ve kâfir yöneticilere yaranmak amacıyla Allah’ın hükümlerini çiğneyen, Allah’ın hükümlerine karşı ayaklanarak İslâm’a küfreden “tağuti yönetimler”le din adına uzlaşan ve müslümanları da bu uzlaşmaya malzeme yapan, insanları Allah’ın adını kullanarak aldatan, Tevhid inancını tahrif ve tahrip etmeye çalışan, küfrün hakimiyetine karşı toplumsal duyarlılığı pasifize ederek zapturapt altına alan kişiler, “bel’am”lardır.
Bel’amlar avamdan değil, havastandır. Bazan “grup başkanı”, bazan “cemaat önderi”, bazan “tarikat şeyhi”, bazan “politik lider”, bazan “ilim adamı” ve benzeri sıfatlarla karşımıza çakabilir. Hepsinin ortak özelliği, “din adına dini tahrif”tir. Bunlar sözleriyle, yazılarıyla veya başka çalışmalarıyla “din”i yanlış tanımlar, “din anlayışı”nı ve “dine yaklaşım tarzı”nı “bozar”.
Ancak, “dini bir hükmü açıklamak ya da sorunu çözmek” için çabalarken, kasıtsız olarak hatalı beyanda, yanlış yorumda, isabetsiz içtihadda bulunan alime “Bel’am” denemez.
Bel’amlar ne verirse versin iade edelim. Zira bal kâsesi içinde ne zaman hangi zehri verecekleri bilinmez.
Şimdi yarası olan gocunacaksa, ona yapacak bir şeyimiz de yok.
Faruk Köse
farukkose@yeniakit.com
Yeni Akit - 17 Mart 2013