BU NEYİN KAVGASI?

 

“Kur’an Kıssaları Işığında Mücadele Fıkhı” yazı dizimize bir yazılık ara verip, Türkiye’de son birkaç ayın başat gündem maddesi olan ve 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla birlikte kıran kırana bir çatışmaya dönüşen “Hükümet-cemaat kavgası” üzerine düşüncelerimizi aktarmak istiyoruz.

Aslında olup-bitenler, körelmeyen göz ve kalpler nezdinde, tevhidi mücadele çizgisi ve fıkhının önemini, Neebvi hareket metodunun İslami kimlik ve mücadele açısından olmazsa olmazlığını bir kere daha vurgulayan hadiselerdir. Bu açıdan burada söylemeye çalışacaklarımız, “Kur’an Kıssaları Işığında Mücadele Fıkhı” yazı dizisinde ifade etmeye çalıştığımız Kur’ani-Nebevi ölçü ve ilkelerin güncel hatırlatmalarından ibaret olacaktır.

Öncelikle başlıktaki soruyu cevaplamaya çalışalım... Sahi, bu yaşananalr neyin kavgasıdır. Tarafalrın ne alıp veremedikleri vardır, bu işin temelinde ne yatmaktadır?

-          Rant kavgası mı?

-          Makam-mevki yarışı mı?

-          Değilse bu kavga-gürültünün aslı astarı nedir?

İşin temeline baktığımızda, her iki tarafın da, İslam’ın ölçülerine göre apaçık bâtıl olan mevcut cahiliye düzeninin sevk ve idaresini elde etme gayesiyle yola çıktıklarını ve şimdilerde, “egemenlikte şerik kabul etmeyen” devlet erki üzerinde birbirlerine karşı hükümranlık kavgası verdiklerini görmekteyiz.

Öncelikle şunu belirtelim ki bu yazının konusu ve maksadı, yaşanan çatışmanın mevcut küresel ve yerel siyasi konjonktür açısından değerendirilmesi ve tarafların bu çatışmada neyi temsil ettikleri, çatışmanın küresel ve yerel siyaset açısından neye tekabül ettiği konuları değildir. Tabii ki bu konularda da söyleyeceklerimiz vardır. Bu açıdan tarafları aynı kefeye koymadığımızı, küresel sisteme sadece elini değil zihnini ve gönlünü de teslim eden tarafla, iktidar olma sürecinde kaptırdığı elini kolunu şimdilerde bir nebze de olsa kurtarmaya çalışan tarafı farklı değerlendirdiğimizi belirtmeliyiz.

Bugün yaşananlar, küresel sistemin, zümrevi çıkarlarını tehlikede gören bir tarafın bu algısından faydalanarak ve bu zümrenin sistem içindeki gücünü kullanarak, önceden dosyalandığı belli olan yolsuzluk iddiaları üzerinden, artık kendisine tam teslimiyet göstermeyen Hükümet’i cezalandırma ve hatta alaşağı etme operasyonu görüntüsü vermektedir. Operasyonların, CHP’lilerin ABD’ye yaptıkları icazet seferi sonrasına denk gelmesi de bu kanıyı güçlendirmektedir.

Biz bu yazıda, yaşanan mevcut çatışma sürecini değil, her iki tarafın, kendilerini İslam’a nisbet etmekle birlikte mevcut cahiliye gemisini sahiplenme ve onun kaptanlığına namzet olma yönündeki temel tercihlerini ve bu tercihin onları getirdiği kaçınılmaz noktayı konu etmek istiyoruz. Rabbimizin mü’minlere apaçık emri olan, cahiliyeden ilkesel hicret[1] ve cahiliye kirlerinden arınma[2] tercihi yerine, cahili düeni sahiplenen ve cahiliye içi bir dönüşümü-değişimi esas alan her iki tarafın geline noktada verdikleri fotoğrafın hiç de iç açıcı olmadığı aşikardır.

Hedef, cahiliye gemisini ele geçirmek olunca ve bu hedef için her şey mübah görülmeye başlanınca yozlaşma ve çürüme de zaten kaçınılmaz olmaktadır. Hedefin kendisi de, ona götürecek usül de gayr-i meşru (şer’i ölçülere aykırı) olunca, oradan bir hayır çıkmayacağı açıktır.

Bugün tanıklık ettiğimiz kavga, Nuh’un (a.s.) gemisini inşa çabası yerine cahiliye gemisinin kaptanlığını elde etme hedefiyle yola çıkan ve İslam’ın ölçülerine göre bir bataklık olan o geminin kimi kamaralarını elde etme uğruna kaçınılmaz olarak o bataklığın kirlerine bulaşan her iki tarafın verdikleri ilkesiz, ölçüsüz bir iktidar kavgasıdır. Kavgada başarılı olmak için de her iki taraf, cahiliye bataklığında kaçınılmaz olarak üzerlerine bulaşan kirleri karşılıklı olarak açığa çıkarmakta, birbirlerine karşı silah olarak kullanmaktadırlar.

17 Aralık’ta bvaşlayan operasyonlar için yolsuzluklarla mücadelenin amaç değil iktidar çatışmasında kullanışlı bir araç olduğu o kadar açıktır ki, yolsuzluğu bu kadar kendilerine mesele edindikleri görüntüsü veren tarafın, yolsuzluk denilince ilk akla gelen isimlerden CHP İstanbul adayı Mustafa Sarıgül’le ilgili iddiaları bir kelimeyle de olsa söz konusu etmediği ve dahası seçimlerde bu kişiyi destekleyeceklerine dair güçlü işaretler verdikleri görülmektedir. Şayet Hükümet bu grubun zümrevi çıkarlarına yönelik dershane düzenlemesi gibi adımlar atmamış olsaydı bir anda ortalığa dökülüveren onca yolsuzluk iddiası raflarda tozlanmaya devam edecekti. Bu durum bile tek başına sistem içi iktidar mücadelesinin nasıl bir ilkesiz, ahlaktan yoksun zemine oturduğunu görmek için yeterlidir.

Kendilerini bir şekilde Âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın dinine nisbet eden her iki tarafın bugün verdikleri  yozlaşma ve çürümüşlük fotoğrafının temelinde, ana hedefi İslam’ı hayat alanlarından kovmak olan ve bu hedefi gerçekleştirmenin etkili bir yolu olarak resmi din kurumları aracılığıyla onu vesayet altına alan, faizi, kumarı ve her türlü fuhşiyyatı resmi olarak icra eden mevcut cahiliye düzeninin icra makamına namzet olmak ve bu cahiliye düzeninin kurumlarını bir şekilde ele geçirmeye çalışmak şeklindeki yanlış tercih yatmaktadır. Bataklığı kurutmak adına da olsa bataklığın içine girildiğinde, onun kirine bulaşmak kaçınılmaz olmaktadır. Oysa bataklıkla mücadelenin yolunun, bataklığın içine girmek değil, öncelikle ondan korunmak olduğu açıktır

Bozuk saat misali ara sıra doğruları söyleyen Ali Bulaç’ın, mevcut kavgaya dair yazılarında Hükümet tarafını eleştirmek üzere dile getirdiği “AK Parti, “modern iktidarı” sorgulamadan, referansı olan dünya görüşüyle kritik etmeden olduğu gibi alıp kullanmak istedi. Modern iktidar tabiatı gereği eşitsiz, adaletsiz ve yozlaştırıcıdır. Bir eğri cetvel gibidir, Hz. Ömer’in eline de verseniz ondan düz (adil) çizgi çıkaramazsınız, eninde sonunda siz de adaletsizlik yapar, hükmettiğiniz sürecin dışında kalanların husumetini kazanırsınız”[3]tesbiti, bizim yıllardır ifade etmeye çalıştığımız, ancak artık tevhidi mücadele sürecinden gelen Müslümanlara bile anlatmakta zorlandığımız temel bir gerçeğe işaret etmekteydi.

Bugün (11 Ocak 2014) yayınlanan yazısında da "Uzak İslamî ideal için yakın gayr-i İslamî mevzuata göre iş görme ruhsatı Müslümanı canavarlaştırır" doğru tesbitini yapan ve“Meşru bir hedefe meşru yollardan gidilir”[4]temel ilkesine vurgu yapan Bulaç’ın, bu hak sözleri Hükümet’i eleştirmek için kullanırken, modern iktidarı alıp kullanmanın ötesinde, modern iktidarın efendisi konumundaki küresel güçlerin operasyonel enstrümanı haline gelen, herhalükârda onların ve iktidarlarının meşrulaştırıcısı işlevi gören ve İslam’ın Pavlusluğuna sayunarak bu yegane hak dini küresel efendilerin ihtiyacına göre yorumlayıp vaz eden Gülen grubuna ufak bir dokundurma yapmaktan bile imtina etmesi dikkat çekicidir.

Evet, cahiliye düzenleri bir bataklıktır. Bu bataklığa hangi maksatla olursa olsun dahil olanlar, onun kirlerine bulaşmaktan imtina edemez. Zira çarklar öyle kurgulanmış, o şekilde dönmeye ayarlanmıştır. Batıl bir düzeni İslami ahlakla yönetmek mümkün değildir. Haram üzerine kurulu bir işleyişten helal sadır olmaz. Evet, batıl sistemler eğri bir cetvel gibidir. “Hz. Ömer’in eline de verseniz ondan düz (adil) çizgi çıkaramazsınız.“ Bizler, Türkiye’de kendilerini İslam’a nisbet ettikleri halde cahiliye düzenini  yönetmeye namzet olanları , aynı şekilde Mısır’da aynı yanlışı yapan İhvan’ı ve farklı coğrafyalardaki benzerlerini işte bu noktada uyarmakta, bu temel yanlışta ısrarcı olmamaya çağırmaktayız. Bunu yaptığımız için de maalesef birileri bizi Harici diye nitelendirerek akılları sıra bizi tevhidi duruştan vazgeçirmeye ve bu yanlış gidişe dahil etmeye çalışmaktadırlar.

Gelinen noktada tevhidi duruşunda sebatkâr olan Müslümanlara ciddi bir sorumluluk düşmektedir. Hakkın gemisini inşa çabası yerine cahiliye gemisinde kendilerine yer arayanların veya “hedefe giden her yol meşrudur” Makyavelist anlayışı gereği her ne şekilde olursa olsun bu geminin dümenini, olmazsa kamaralarını ele geçirmeye çalışanların, neticede işin doğası gereği bu cahiliye gemisinin kirlerine bulaşmak durumunda kaldıkları, kaleyi içten fethetme adına çıkılan yolun sonunda cahiliye kalesinin yılmaz bekçiliği misyonuna soyunulduğu apaçık şekilde gözler önündedir. Bugün, tevhidi mücadele süreci bakiyesi kimi çevreler bile sistem içi mücadelenin aktörleri üzerinden mevcut cahili sistemin kurumlarını, bankalarını vs savunacak konuma gelmişlerse durumun vahameti ortadadır.

Bu durum, bugün çoklarının burun kıvırdığı tevhidi mücadele çizgisi ve Nebevi hareket metodu gibi temel mefhumlarımız ve onların içerdiği ölçü ve ilkelerimizin önemini yeniden gündeme getirmek ve kavranmasına çalışmak noktasında son derece elverişli bir zemin oluşturmuştur. Bize düşen, cahiliye bataklığında debelenmenin mevcut ibretlik neticelerini gündemleştirerek, dünya ve ahiret saadetinin yegane yolunun, cahiliye gemilerini tamir gibi bâtıl çabalar yerine hakkın gemisini inşaya koyulmak olduğunu muhataplara anlatmaktır. Müslümanın, cahiliye düzeninin kaptanlığını elde etmek şeklinde bir kavgasının olamayacağı, Müslümanın mükellefiyetinin, cahiliyeyi ilkesel olarak reddeden ve ondan ilkesel olarak ayrışan bir temel duruşla, bâtılı ortadan kaldırıp hakkı hâkim kılma mücadelesi olduğu gerçeğini anlatmalıyız.

 

[1] Müzzemmil, 73/10

[2] Müddessir, 74/4-5

[3] Özeleştiri, Ali Bulaç, Zaman, 30 Aralık 2013, Zaman

[4] Allah’a Şirk ve Devlete Şerik, Ali Bulaç, Zaman, 11 Ocak 2014 Zaman

 

Şükrü HÜSEYİNOĞLU

11/01/2014

 islamvehayat.com/yazar_1352_2_bu-neyin-kavgasi-.html

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp