Çok Tanrılı Çağdaş Din ve Mezhepleri:
Laik Demokrasi ve Partiler
Bismillahirrahmanirrahim ''lekum dinukum veliyedin''
Şurası bir gerçektir ki, herhangi bir din ve sistemin en önemli hususiyetlerinden biri kendini kabullendirme, koruma, güçlendirme ve iktidara taşıma boyutudur. Bu gerçeğin bir neticesi olarak, her din ve düzenin kendisine özgü bir inanç yapısı olduğu gibi, mutlaka kendisine has iktidara gelme yolu da vardır.
İşte bu noktada, bir bütün hayat nizamı olan İslâm'ın da, temelde tüm kurum ve özellikleriyle beşerî sistemlerden ayrı, kendine özgü, hayata hâkim olma yolu ve yöntemi vardır. Beşerî sistemler genelde her imkânı meşru, her fırsatı ganimet bilmelerine rağmen İslâm yalnızca hakkın meşru kıldığı yöntemlerle hareket eder. Çünkü mutlak doğrunun kaynağı, mutlak hâkim ve âlim olan Allah'ın indinde olduğundan, inanan insan buna dayanmalı, Allah'a teslim olup güvenmelidir. Velev ki Allah'ın koyduğu ilkelerin hikmeti bu zafere götüren neticeleri bir yönüyle gaybî olsun.
Beşerî sistemler, hareketlerini temelde çokluk, maddi kuvvet ve nefsanî hislere bina ederken, hükmettiği toplumun siyasi ve içtimai gündemini de bu esaslar üzerine dayandırmaktadır. İslam ise bunun tam zıddına, kuvveti hakta, başarıyı meşru keyfiyette görerek insanların akıl ve kalplerine hitap etmektedir. Sünnetullah gereği, hak batılın zıttı olduğu için onun zıddı bir yöntemle kendini izhar eder.
Nasıl, Resulullah (sav) hıyanete karşı eminlik, iftiraya karşı doğruluk, işkenceye karşı sabır ve dava da sebatla cevap vermiş ve müşriklerin maddi üstünlük ve nefsanî tekliflerine karşılık ''Güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız bu davamdan vazgeçmem. Ya bu davamı hâkim kılacağım ya da bu uğurda öleceğim'' diyerek karşısındaki beşeri sistemin güvendiği ve dayandığı maddi temellerin üzerine kendi canını koyarak ayağının altına almışsa.
İslâm hiçbir zaman ve mekânda ve hiçbir oluşum karşısında acze düşmeyen, aksine kâmilen üstesinden gelen bir hayat nizamıdır. Bir din ki; değil yirminci asır, hatta yirmi milyonuncu asırda dahi olsa ve hatta beşeriyet bütün uzaya taşınsa, eğer tabilerini yeterince tatmin edemiyor, bir başka nizama avuç açtırıyorsa, ''kâmil din'' olma özelliğini taşımıyor demektir ve ben şahsen böyle bir dine tabi olmam. Elbette ki İslam böyle bir vehimden uzaktır. Günümüzde İslam'a bu görüntüyü verenler İslam düşmanlarından ziyade İslam dostu (!) gafil Müslümanlardır. Bu zavallı kimseler, İslam ve Müslümanlar adına tağuttan medet uman, demokrasilerden metot dilenen ve kendi şahıslarından İslâm'ı ve Müslümanları zelil gösteren bir tablo çizmişlerdir. İslam'ın ismini bile ağızlarına alamayan, bir kaç yıllık hapis cezasından korkarak; '' Ben şeriatçı değilim'' diyebilen bu insanlar, bugün hem kendilerini hem de saf, hüsnü zan sahibi Müslümanları yanıltarak; ''Biz iktidara gelince düzeni değiştireceğiz'' gibi yaldızlı sözler söylüyorlar.
Bu insanlara sormalıyız:
''Acaba bu düzeni nasıl, hangi güçle değiştireceksiniz? Bugün size İslâm'ın ismini bile müsaade etmeyenler herhalde İslam'ın kendisinin gelmesine göz yumup müsaade edecek değiller. Müsaade etseler bile bu düzeni siz getirmiş olmazsınız, onlar size bahşetmiş olur.
Yoksa siz; ''halk isterse, bizim düzenimize müsaade ederler'' diye mi düşünüyorsunuz? Onlar ayrı ayrı halka istediğini veriyorlar mı ki? Cezayir'de o kadar güçlü potansiyelin isteğine ne oldu? Size oy veren insanların aynı zamanda canlarını da vermeyi taahhüt ettiklerini mi sanıyorsunuz ki, siz ipe çekilirseniz onlar arkanızdan gelsin!
Şunu bilin ki değil arkanızdan gelmek, cenazenizi kılmaya gelen bile çok az kişi olur. 400 Milletvekilli Menderes idam edildi de, kim ne yaptı? Ancak çürüyen kemiklerinin cenaze namazı otuz yıl sonra izin dâhilinde kılındı. Unutmayın ki o kadar istek ve taraftarları olmasına rağmen, 65 senedir ŞEYH SAİD ve 30 senedir de SAİD-İ NURSİ' nin cenazelerini vermiyorlar.
Yoksa siz kendinizi batıda yaşayan Hıristiyanlar mı sandınız ki, çifte standart demokrasileri sizden yana yontsun?
Uyanın gafiller! Demiyorum. Ey mazlumlar, açın gözünüzü, burası Türkiye. TC'nin kurulması için yüz binlerce masum Müslüman’ın kanı aktı ve o ay yıldızlı bayrak mazlum Müslümanların kanının üzerine doğdu. Akıllı olmalı, Müslüman’ca ve izzetle bazı şeyleri göze almalıyız. Şunu bilelim ki '' silah ve cenaze sandığıyla gelen bir rejim, oy sandığıyla gitmez''.
Allah'tan korkup, ''Bir kavim kendi nefsinde olanı değiştirmedikçe Allah' da onların halini değiştirmez'' kaidesi mucibince hareket edip, kendi nefsimizdekini değiştirmeden toplumun halini değiştirmeye kalkmamalıyız. Toplumun şahsı manevisi değişmeden, toplumun sosyal düzeni değiştirilemez. Topluma refah bahşetmek sizin elinizde değil, Allah'ın kudret ve iradesindedir. Bu yüzden kimse temelde İslam'ın akidesini belirleyip tüm hükümlerine razı olmayan bir topluma, İslam'ın maddi refahını vaat edemez. Bu yüzden Allah'ın vaat etmediğini siz ne hakla vaat ediyorsunuz?
Parti olayının daha iyi anlaşılmasına net ışık tuttuğuna inandığımız Kur'an ayetlerini kısaca nüzul sebebi ile birlikte nakledelim:
- Uhud savaşından sonra müşriklerin ileri gelenleri Resulallah'a gelerek şu teklifte bulunmuşlardır:
''Eğer sen bizim topraklarımızı diline dolamaktan vazgeçer, ‘onlar menfaat sağlar, sefaat edebilirler’ dersen biz de seni Rabbinle baş başa bırakırız.'' dediler.
Bu olaylar üzerine şu ayet nazil olmuştur:
- ''Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfir ve münafıklara itaat etme. Muhakkak Allah her şeyi hakkıyla bilen ve hükmedendir. Yalnız Rabbinden sana vahiy edilene uy. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güvenip dayan, vekil olarak Allah yeter.'' (Ahzap1,2,3)
Burada müşriklerin yaptıkları teklifin içeriğiyle mecliste İslami kimliğin reddi anlamına gelen lafzi yeminin ve parlamentoda icra edilen konum arasında ne fark var?
Konuyu biraz daha genişleterek partiyi değişik boyutlardan ele alalım.
Partinin Siyasi Boyutu
Partiler hiçbir zaman devrimlerin ve inkılâpların vasıtası olmamış, yani bir düzenin değiştirilmesinde veya yeni bir düzenin kurulmasında (birinci dereceden) etken olmamıştır. Şu ana kadar dünyanın hiçbir yerinde hiçbir düzen (ilahi olsun, beşeri olsun) parti yoluyla ne kurulmuş ne de yıkılmıştır. Parti ancak herhangi bir yolla (ihtilal-inkılâp gibi) kurulan bir düzeni daha iyi devam ettirmek için yarışan insanların hizipleşmesidir. Partiler bu maksatla kuruldukları için kurulu düzenler bu oluşumlara müsaade etmiş, hoş görmüş, hatta teşvik etmiştir.
Bizim içinde yaşadığımız düzende kendini yenilemek ve eğrilen yönlerini düzeltmek için takriben her on yılda bir ihtilal yaparak kendini iyi yönetemeyen partileri lağvetmiş ve yerine yeni partilerin kurulmasını arzu etmiştir. Yeni partiler eski partilerin devamı dahi olsa buna müsaade etmiş, en azından kendine bir yenilik ve çeki düzen vermesini sağlamıştır. Bu da gösteriyor ki bu rejim kendisini yenileme ihtiyacını bile ara ihtifallerle gerçekleştirmektedir.
Partinin Şirk Boyutu
Geçmişte cahiliyye devrinin çok tanrılı din anlayışında tanrılar arasında bir nevi görev dağılım yaşanıyordu. Hatta bir kısım ilahların görevleri maddi ve içtimai hayatla ilgili iken, diğer bir kısım manevi ve gaybi ilahlar olarak anılıyordu. Yani bir nevi ''laiklik'' yaşanıyordu. Bir ilah diğer ilahın icraatına karışmıyordu Çünkü o ilahların da ilahı vardı, o da hevalarını ilahlaştıran tağutlar. O günün cahiliyye Mekke'sinde 360 put vardı, bugünün cahiliyye meclisinde 450 tağut vardır. Günümüz dünyasında da emperyalist tağutların cani elleriyle kurdukları kapitalist demokrasi dininin birer mezhebi olan bu partiler, insanları hem de inananları (!) bu çok tanrılı düzene uydurarak bir yandan düzenlerinin bekasını sağlarken bir yandan da tabilerine mutluluk(!) bahşetmektedirler.
Partinin Zulüm Boyutu
Haksız ve zorba yöntemlerle kurulmuş diktatör rejimler, kendilerini halka benimsetmek ve mazlumları zulme ortak edebilmek için partiler vasıtasıyla sözde seçme hürriyeti vermişlerdir. İnsanlar oylarıyla seçecekler ama kimi? Kendilerine hükmeden, zulmeden, tecavüz eden ve sömüren tağutu… İşte böylece elde kalan, zalime karşı son değeri olan mazlumiyeti de insanların elinden alınmış oluyor. Böylece insan kendi eliyle kendine zulmedenlerden oluyor (Allah korusun!). Ne yazık ki bu siyasi komplonun neticesinde vahim bir tablo çıkıyor karşımıza: zalim var, zulüm var ama mazlum yok! Yaşadığımız toplumda hemen hemen herkes zulme uğradığı halde mazlumiyetini dahi koruyamıyor, insanların mazlumiyetleri bile gasp edilmiş durumda. Ben öyle inanıyorum ki bugün ister bizim yaşadığımız ülkede, isterse dünyanın her hangi bir yerinde olsun, zulme uğrayanların az bir kısmı dahi mazlumiyetlerini koruyabilseler, onların ahı bile zalimlerin yıkılışına vesile olur.
Tek veya Çok Parti Boyutu
Tek partili sistemlerde alternatif yalnızca bir partinin diktatörlüğü olduğu için, insanlar bir nebzede olsa mazlumiyetlerinin koruyup mahkûm olduklarını unutmuyorlar. Bu durumda her an zulme bir son vermede başkaldırı için fırsat kolluyorlar. Bugün Sovyet'lerin tek partili baskı rejimine tahammül edemeyen mazlum halk başkaldırırken, ortalama aynı ömre sahip olan TC'de çok partili düzenin çirkef dejeneresine uğrayan Müslüman halk, şahsiyetini kaybetmiş, duyarsız, zelil bir halde kırk senedir devam eden çok partili yönetime katılmanın sarhoşluğu içerisinde yüzmekte, vatandaşlık! görevini büyük bir gururla ifa etmektedir.
Bu zelil halleriyle kendilerini Sovyetler deki halklar için kurtarıcı olarak görenlere soruyoruz: ''Acaba sizi kim kurtaracak ?''
Partinin Türkiye Boyutu
Geçmiş yıllarda Türkiye de tek parti zulüm ve cuntasına karşı oluşan İslami muhalefet cephesini tehlike gören rejim, bu oluşumu eritmek için tek çareyi çok partili sistemde bulmuştur. Bu olayı Bayar, şöyle ifade etmiştir: '' Türkiye patlamaya hazır baraj halinde idi ben onda iki delik açtım.'' Bugünlerde de aynı oyunun bir başka sahnesi sergilenmektedir. Dünya gündeminde komünizm çökmüş ve kapitalizmde iflasın eşiğindedir. Artık tek alternatif İslam olarak çıkmıştır dünya gündemine. Emperyalistler bu gerçek karşısında telaşa kapılarak an be an yıkılışa doğru giden sistemlerinin, bitmekte olan ömürlerini, biraz daha uzatabilmek için İslamizasyon yöntemine başvurmuşlardır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, küfrün, yani materyalist doğu ve batı medeniyetlerinin artık insanlığa sunabilecekleri hiçbir şeyleri kalmamıştır.
Batıl artık çareyi hakkı kullanmak ve iğrenç yüzünü hak suretine bürünerek gizlemek zorunda kalmıştır. Artık batıl, altın kupada zehir, kuzu postunda kurt olarak çıkmaktadır karşımıza. Bu yöntemin İslami ıstılahtaki manası ise ''Deccaliyet''tir. Artık kurdun koyun sürüsüne girebilmek için hiç bir yol ve yöntemi kalmamıştır. Yalnızca koyun postuna bürünerek gelebilir. İşte Peygamberimizin (SAV) şiddetle sakındırdığı deccaliyet yöntemidir bu. Artık küfür, insanların değer yargılarıyla onların karşısına çıkıyor, yani nabza göre şerbet sunuyor (barış, demokrasi vb.) Artık Müslümanların karşısında onların şekli ve dilleriyle, hatta kurtarıcılar olarak sarıklarla, cübbelerle ayet ve hadislerle geliyorlar.
Elbette ki kâfirler aldatılan piyonları tercih edeceklerdir. Şurası bir gerçek ki aldatılan insan, her zaman için satılan insandan daha çok iş yapar.
Bugün Sovyetlerde yıkılan rejim, nasıl ki kısmi reformlarla ayakta kalmak istiyorsa, TC gibi bir rejimle kendi yıkılışını, dini motiflerle önlemeye çalışmaktadır. Bunun en çarpıcı örneği, 12 Eylül ihtilalından sonra asker kökenli birinin iktidara gelmesi beklenirken aksine dindar aile kökenli, MSP’den TSE damgalı olan Özal'ın iktidara gelmesine zemin oluşturulmasıdır. Peki, acaba, Özal gökten zembille mi indi? Nasıl geldi? Tabi ki hayır; ABD ve masonların destek ve yönlendirmesi, basiretli(!) şeyh ve hocaların duası ve inşallah-maşallah sözlerine aldanmayı adet edinmiş zavallı Müslümanların oyu.
T.C. tarihinin ilk namaz kılan başbakanı, ilk cuma kılan cumhurbaşkanı ve neticede cani ABD'nin danışmanı Hacı Turgut Özal.
Kuvvetli hoca ve şeyhlerin basiretleri (!) on sene açılmış ve bu keskin basiretleriyle yalnız Özal'ın Amerikancı olduğunu değil, yıllardan beri bekledikleri kutsal ittifakı ve onun hayrını(!) da görmüşler. Şimdide büyük bir ibadet aşkıyla ittifaka sarılmışlardır. Bu ittifakın hikmetlerini (!) de anlamak için on yıl daha geçmesi gerekiyor herhalde. Hani ''Mü'min bir delikten iki defa ısırılmazdı'' elbette doğrudur; ama bundan ahmaklar ve gafiller müstesna olsa gerek. Netice olarak diyebiliriz ki, ''Hak gelirse batıl zail olur. Batıl yok olmaya mahkûmdur'' (İsra 81)
Kaidesi gereğince batıl kâfirde, münafıkta da veya bir Müslüman’da da zuhur etse zail olmaya mahkûmdur.
Müslüman’a tezahür eden batıla da hak müsamaha ile bakmaz. Allah adildir. Biz de adil olalım ve hatta Müslüman’a daha şefkatli davranarak onun bir an evvel batıldan kurtulmasına yardım edelim. Gerekirse şefkat tokatı vuralım. Bugün bazı Müslümanlar, ''Aman kardeşim, partilere bu kadar çatmayalım, içlerinde Müslümanlarda var'' diyor. Bu kanaat tamamıyla yanlıştır. Eğer demokrasi dininin kaçınılmaz şartı olan parti belası Müslüman’a bulaşmışsa, iş daha vahim demektir. Çünkü bu durumda, tehlike içimize girmiştir.
Yoksa zaten beşeri bir sisteme inanan insan için parti kaçınılmazdır ve kınamak abestir. Parti tuzağına düşen bazı Müslümanlar, ''Neden hep bizimle uğraşıyorsunuz, sizin partiye karşı koymanız diğer partilerden çok bizim partiye darbe vuruyor'' diyorlar. Bu doğrudur. Çünkü biz İslam’dan başka bir sistemi benimseyen insanların sadece partilerini değil, rejimlerini de bütünüyle reddediyoruz. Bundan dolayı yalnız partilerine karşı çıkmamız abestir. Bizler tüm Müslümanları ve hatta Müslüman olmayan mazlum hakları da bu aldatmacadan kaçınmaya davet ediyoruz. Ne yazık ki bugün Müslümanlar, davette, cemaatle elde ettiklerini parti çukurunda heba etmektedirler.
Müslümanların partiye bulaşmasını şu üç cihetten tehlikeli görüyor, kardeşlerimiz olduğu için ve İslam adına hareket iddiasında bulundukları için kendimizi şer'i sorumlu hissederek, onlara yardım etmek istiyoruz. Çünkü Peygamberimiz (SAV) ''Kardeşinize zalimde olsa, mazlumda olsa yardım edin. Zalim kardeşinize yardımınız onu zulümden alı koymaktır'' diye ifade etmiştir.
- Birinci Nokta:
Müslüman bir ferdin gayri İslami olan bir fiile bulaşıyor olması.
- İkinci Nokta:
Bu vesileyle Müslüman’ın yaptığı bu fiili görenlerin hususen avamın, bu fiili İslami ve meşru görmesi ve İslami hareket yerine bir partiye yönelerek sapması, bu suretle de İslami hareketin kendi şartlarına göre oluşmasını engellemesidir.
- Üçüncü Nokta:
Partinin tabii neticesi olan mübalağalı vaatlerde bulunup, Müslümanların eminlik sıfatlarının tahrif edilmesidir.
Bir de, çirkef yönetime tek başına ya da koalisyon olarak bulaşmış görünmesidir ki; bundan dolayı insanların yegâne kurtuluş yolu olan İslam'ı ve Müslümanları lekeli ve suçlu olarak tanımalarına vesile olmasıdır. Bunun vebali çok ağır olur sanırım.
Ey mazlum insanlar ve Müslümanlar!
Gelin ezilmişlik ve iktidarsızlık hırsıyla kendiliğinden yıkılmakta olan bu kokuşmuş zulüm rejimini, biraz yıprandı diye, bu pis enkazına sahip çıkıp altından kalmayalım. Aksine yıkılmasına katkımız olmuyorsa en azından tamamen yıkılışına kadar hazırlıkla sabredelim de temelden başlayarak İslami düzeni kuralım. Gerçek inkılâp ta budur sanırım.
Verilecek oylarla yapılan zulümlere, Allah'ın hükmüyle hükmedilmediğinden dolayı düşülecek şirklere ve düzenin çarklarının devamına, bir oy kadar katkıda bulunmaktan Allah'a sığınalım.
Onlara ''Sizin dininiz size, benim dinim bana'' diyelim.
Hakka hidayet eden ve en doğruyu bilen ancak Allah’dır. O'na hamd olsun...
Abdulhamit Turgut
15 Ekim 1991 / Yeryüzü Dergisi
abdulhamitturgut.com/detay/4-laik-demokrasi-ve-partiler.html