Dünyevileşme
Dünyevileşme; imani, ahlaki, sosyal, ticari meselelerin bütününde kişinin emeğini, gücünü, imkânını dünyevi unsurlara yoğunlaştırmasıdır. Kişinin önceliğini dünya değerlerine vermesi, kendisini dünyanın çekiciliğine kaptırması ve onun esiri konumuna gelmesidir.
Dünyevileşme, insanın hayat tarzından düşünme biçimine, varlıkları algılama şeklinden olay ve olgulara bakışına kadar çok çeşitli konuları kapsamaktadır. Bu anlamda dünyevileşme dinin tam karşıtı olmaktadır. Yani dini inanç, değer ve sembollerin hayatın dışına itilmesi veya kişinin hayatında dünyevi hedeflerin öncelik göstermesidir. Buna gerek bireysel ve gerekse toplumsal yaşamda dinin etkisinin zayıflaması veya kaybolması da diyebiliriz.
İslam âlemi açısından dünyevileşmenin yaygınlaşması ve derinleşmesine bağlı olarak Müslümanlar kimlik ve kişilik parçalanmasına maruz kalmaktadırlar. Bu durum ise Müslüman toplumun yeniden İslam’a ve İslam’ın temel kaynaklarına dönüş gibi düşüncelerin canlanmasına, ihya hareketlerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Müslümanlar açısından dünyevileşme artık ciddi sorunlar teşkil edecek boyuta gelmiştir. Artık dünyevileşme sürecini doğru şekilde yorumlamadıkça, karşı karşıya bulunduğumuz hiçbir sorunu hakkıyla ele almamız da mümkün değildir. Kadın erkek hepimiz, modernizm ve dünyevileşmenin kuşatması altında olduğumuzu, ayağımızın altındaki toprağın azar azar kayıp gittiğini biliyoruz. Fakat hiç değilse zihnimizde yaşattığımız dünya adına bu modern hayatın dayatmalarıyla hesaplaşma hakkımızı kullanmalıyız.
Dünyevileşme tehlikesine Hz. Peygamberin, şu ifadeyle, çok önceden işaret ettiğini görüyoruz: “Korktuğum şeylerden birisi de benden sonra size dünya nimet ve zinetlerinin açılması, sizinde onlara gönlünüzü kaptırmanızdır.” (Buhari, Müslim)
Rasulallah (sav) bizim dünyevileşme tehlikesine maruz kalacağımızı çok önceden bildirmekte ve bizleri şöyle uyarmaktadır:
-Siz, sizden öncekilerin yolunu adım adım, karış karış izleyeceksiniz. Eğer onlar bir sürüngen deliğine girse siz de gireceksiniz. -Ey Allah’ın Rasulü! Yahudiler ve Hıristiyanlar yoluna mı, diye sorduk. O da: -Başka kim olacak, dedi. (Buhari, Müslim, İbni Mace)
Her birimiz nefis muhasebesi yaparsak ne kadar çok dünyaya bağlandığımızı, dünyayı hayatımızın merkezine aldığımızı idrak edebiliriz. Rasulullah Efendimizin bu durumun ne kadar büyük tehlike olduğunu, bizim için kaygılarını bir başka hadislerinde şöyle ifade etmiştir: “Vallahi ben bundan sonra sizin hakkınızda fakirlikten korkmuyorum. Aksine sizden evvelki ümmetlerin önüne dünyalıklar serilip birbiriyle yarıştıkları ve onları helak ettiği gibi sizin önünüze de serilip çekişmenizden ve sizi de helak etmesinden korkuyorum. (Buhari, Müslim)
Günümüz Müslümanlarının esas krizi, iman ve ahlâk krizidir. Bunun da günümüz Müslümanları açısından temel sebebi, âhiretten fazla dünyaya önem vermek, dünya- âhiret dengesini bozmak, yani dünyevîleşmektir.
Günümüzde ne yazık ki dünya-ahiret dengesinde dengenin dünya tarafına doğru kaydığını görmekteyiz. “Dünyevileşmek” veya “Sekülerleşmek” dediğimiz bu hastalık, maalesef İslam toplumlarında da hızla artış göstermektedir. Sırf dünya için çalışan, tüketen, her zaman kendi çıkar ve menfaatlerini gözeten, durmadan dünyalığa yatırım yapan bir toplum, küresel ölçekte yaşanan birçok dram ve acıya çoğu zaman sessiz kalmaktadır. Bir taraf, her türlü nimet içerisinde zevk ve sefa yaşamakta iken öbür taraf, ne bir lokma ekmek ne de bir yudum su bulabilmektedir. Tamamen dünya hayatına yönelik böyle bir anlayış asla İslam’ın kabul edebileceği bir hayat tarzı olamaz. Nitekim Kuran-ı Kerim’de: “Birtakım insanlar vardır ki ne ticaret ne de alışveriş onları, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olacağı bir günden (ahiretten)korkarlar.” ( Nur 37) buyrulmuştur.
Akıllı insan, Allah sevgisi ile gönlü arasına girerek perde ve engel olabilecek bu imtihan dünyasına dikkat etmeli, aldanmamalı; onu kulluk bilinciyle değerlendirmelidir. Dünyada ekilenler orada biçileceğine göre, bu dünya hayatını âhiret bilinciyle yaşamalı, dünyadaki görevlerimizi yaparak, orası için hazırlanmalıdır.
Allah azze ve celle kullarının yararlanması için çeşit çeşit nimetler yaratmış, dünyayı güzellik ve lezzetlerle donatmıştır. Bunlardan yararlanmak herkes için olduğu gibi Müslüman için de tabiî bir haktır. Ancak, Müslümanın dikkat etmesi gereken husus, dünya nimetleri ve zevklerinden istifade etmek için, meşrû olmayan yollara sapmamak, israf etmemek ve haramlara dalmamaktır. Müslüman, meşrû sınırlar içerisinde dünya nimetlerinden istifade ederken âhireti unutmamalı, asıl zevk ve nimetlerin orada olduğunu bilmelidir. Kısaca, âhireti unutup, dünyaya gönül vermemelidir.
Taberânî ve Kurtubî’nin tâbiûn fakihlerinden Hz.İkrime’den rivayet ettiğine göre; Ashâb-ı Kiramdan bazıları “cinsî duygularını köreltmek”, bazıları “et yememek”, bazıları da “şükrünü edâ edemeyecekleri nimetlerden uzak durmak” gibi taahhütlerde bulunmuşlardı. Bu aşırı taahhütler üzerine şu âyet nâzil olmuştur: “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl ettiği şeyleri haram kılmayın, hudûdu aşmayın. Doğrusu Allah aşırı gidenleri sevmez.“ (Maide 87) Yani, aşırı gitmeyin, helâli haram ve haramı helâl saymayın denilmiştir.
Günümüz Müslümanlarının ve günümüz dâvâ adamlarının en zor imtihanı dünyevîleşmedir. Bu sınavda dökülen etrafımızdaki çok sayıda insan, bize hal dilleriyle dünyevîleşmenin insânîlik ve İslâmîlikten ne kadar uzak olduğunu haykırıyor; dünyevîleşme meylinden uzak olanlar her an bu çığlığı duyabilir. Öyle bir sömürü düzeni içinde yaşıyoruz ki, kapitalizm din olmuş, para da dünyevîleşen biri için tanrı, banka tapınak, çek ve hisse senedi kutsal bir kitaptır. Ancak bilinçli dâvâ erleri, tevhidi bayraklaştıran ve dünyevîleşme adlı şeytanın hilelerini bilip kavlî ve fiilî duâ ile Allah’a sığınan muvahhidler bu kâğıttan tanrılara lâ/hayır! diyebilir.
İnsanı gaflete düşüren, sınav bilincini unutturan her türlü günahın arkasında bu dünyevîleşme vardır. İki yol var: Biri dünyevîleşme, dünyayı âhirete tercih; ikincisi ise dünyayı ebedî hayatın kapısı yapmak. Bugün yol ayrımındayız: Ya nefsimizin hevâsı veya Rabbimiz. Ya geçici menfaat veya dâvâ. Ya fâni olan, ya bâki olan. Tercih bize kalmış.
İdris Kerimoğlu- 02 Mayıs 2014
http://www.gencbirikim.net/dunyevilesme/
NOT: Bu yazı Genç Birikim Dergisinin Nisan 2014 sayısında yayımlanmıştır.