DUYULAN, FİTNENİN AYAK SESLERİ
HÜSEYİN BÜLBÜL
Küresel sistem Türkî cumhuriyetlerde gerçekleştirdiği Turuncu devrimlerden sonra, Kuzey Afrika’dan başlayarak tüm Ortadoğu’yu içine alan bir projeyi “Arap Baharı” adıyla başlatmıştı. Yıllardır bölge diktatör liderler eliyle yönetiliyor bahanesiyle, halkın seçip tercih ettiği bir siyasi yönteme Demokrasiye geçilmesi için düğmeye basılmıştı. Hal bu ki mevcut diktatörleri de o halkın başına getirenler yine onlar değil mi idi? İlk hareketlilik Tunus’tan başladı. Tunus’un yıllardır sürgünde yaşayan Nahda Hareketi’nin lideri Raşid Gannuşi hareketin lideri olarak şu açıklamayı yapmıştı: Arap baharı sonrasında siyasal İslam’a yer olmayacak. Biz İslami bir devlet istemiyoruz, demokratik bir devlet istiyoruz. Modelimiz Türkiye ve Recep Tayip Erdoğan olacaktır.” O günlerde hayretler içerisinde şunu demiştik, sürgünde bu adamın kafasına saksı mı düştü yoksa bu adam yeni sürece hazırlandı mı? Elbette ikincisi olmuştu. Süreç burada bitmedi sessiz ve derinden yoluna devam ediyor olmalı ki, ikinci haber Mısır’dan geldi. Seçimle gelip devrimle giden İhvan ve Mursî, sürecin nasıl işlediğini görmüş olacaklar ki bu günlerde yeni bir açıklama yaptılar:
“Müslüman Kardeşler Şura Konseyi üyesi Cemal Haşmet siyasi faaliyetleri ile İslami hizmetlerini ayırma niyetinde olduklarını duyurdu.
Cemal Haşmet gazetecilere yaptığı açıklamada “İhvan üyeleri artık dini ve siyasi faaliyetlerin ayrılması noktasında fikir sunuyor. Bunun zamana ihtiyacı vardır ve uzun bir süre tartışmaya muhtaçtır.” ifadelerini kullandı. Haşmet ayrıca “1928’de kurulan örgütün boşluklarını daraltmak için çaba harcanıyor. Geçtiğimiz Aralık ayından bu yana önemli iç anlaşmazlıklar ve tartışmalar devam ediyor” dedi.
Bu olay Müslümanların içinde büyütülen “fitne çıbanının” sancılarıdır. Halkı Müslüman olan ülke halklarını ehlileştirmek için kanlarına zerk edilen demokrasi mikrobu, zaman-zaman dozunu artırarak sessiz ve derinden devam ediyor. Hasan El Benna’nın kurmuş olduğu Kur’an’î bir cemaatin yıllar içinde nasıl evirilerek laik bir anlayışı benimser hale geldiğini/ getirildiğini görüyoruz. İnsan, sahnenin dışından bakınca oyunun nasıl oynandığını daha rahat görebilmektedir. Yıllarca bu ülkenin insanının üzerinde oynanan oyunların benzerini, şimdi komşu ülkeler üzerinde oynandığını daha net görüyoruz. Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren halkımıza yapılan baskı ve zulümlerin, sopa ve havuç politikalarının, her on yılda bir balans ayarı yapmak için askeri darbelerin sebebini şimdilerde daha iyi anlıyoruz.
Bunları anlamasına anlıyoruz da şimdilerde yapılanları anlamakta zorlanıyoruz. Küresel oyun kurucuların ince hesaplarla kurdukları tezgâh insanımızı yağmurdan kaşarken doluya, çamurdan kaçarken katrana düşürmektedir. Bazı noktalarda halkın sağduyusunu okşayan oyunlar, başarılı aktörler eliyle sahnelenerek kabulü kolaylaştırılmaktadır. Ormanı kesen balta misali bizi, “bizden” olanların eliyle teslim almaktadırlar. Yıllarca siyasetin tezgâhında pişirilen insanların eline verilecek devlet imkânları ile nelerin kotarılabileceğini bu imkânları sunanlar gayet iyi bilmektedirler. Bir zamanlar hayal edip ulaşamadıkları güç ve imkânları kucaklarında bulanların, hayata bakışları, dünya ve ahiret algıları değişiyor. Dün yanlış gördüklerini bu gün doğru görmeye; dün murdar dediklerini bu gün mübarek görmeye başlıyorlar. Geriye dönüp bu filmi yetmişli yıllardan itibaren günümüze kadar izlediğimizde durum daha net görülecektir. İşte Mısır’ın iktidara taşıdığı ihvan’ın başına gelenler, bu tecrübeleri daha önce yaşamış olan Türkiye cephesinden daha net anlaşılacaktır.
Esas görmemiz gereken bir gerçek daha vardır ki İslam, bu güne kadar böylesi bir tehlikeye maruz kalmadı. Bizzat İslam’ın temel kaynağı olan Kur’an üzerinden bir oyun tezgâhlanmaktadır. Graham Fuller bu bağlamda kendisine yöneltilen bir soruya şöyle cevap vermişti: “Son yüz yılda gelişen İslam’ın yayılmacılığını bir türlü kabullenemeyip endişe duyanlar buna karşı ne yapacaksınız İslam’ı mı yok edeceksiniz yoksa Kur’an’ı mı değiştireceksiniz sorusuna? Hayır, ne İslam’ı yok edeceğiz ne de Kur’an’ı, değiştireceğiz. Sadece Kur’an’dan anlaşılanı değiştireceğiz” demişti. O gün düğmeye basıldı ve süreç başlatıldı. Başta İslam’ın kendisine hâkimiyet isteme düşüncesi zihinlerden silindi. Konuşanların dilinden yazıp çizenlerin kaleminden böyle bir anlayış sadır olmaz oldu. Yönü insanlara dönük söz ustalarının dili değişti. Halkın gözünü ekranından ayıramadığı görsel medyanın ekranlarından böyle bir şey duyulmaz oldu. Konforuna düşkün konferans verenlerin diline böyle bir şey asla takılmaz oldu. Seksenli doksanlı yılların bağırmaktan sesi kısılan ateşli vaizlerinin sesi kesildi. Selli sümüklü Vaizler ateş hattına çekilerek “deccallar dâhiliğe” terfi ettirildi. Müslümanlar cemaat, mezhep, tarikat bağlamında guruplara ayrılarak; bunlar arasındaki ayrılıklar sürekli körüklenir oldu. Farklı mezheplerin saldırgan fanatikleri medyada videolarıyla teşhir edilmeye azami gayret gösterilmeye başlandı. İnsanları birleştirmek için gönderilen İslam, insanları ayrıştırmak için araç olarak kullanılmaya başlandı. Her gurubun elinde bulunan medyatik imkânlarla farklı düşünceler toplumun aklını karıştırmak için seferber edildi. Çağımızda yaygın halde kullanılan internet ortamında kimliği, kişiliği, bilgi düzeyi, olaylara ve konulara hâkimiyeti, ahlaki durumu ve sağlıklı bir anlayışa sahip mi değimli kimsenin denetlemesi mümkün olmayan sanal bir ortamda; kelimenin tam anlamıyla interneti olan herkes din adına konuşup fetvalar verir oldu. Allah’ın adaletini, merhametini, toplum için koyduğu yasaların durumu yargılanır oldu. Kur’an’ın genel geçer ilkeleri Arap örfü gibi gösterilmeye başlandı. Din de Peygamberin örnekliği yok sayılarak keyfi bir din anlayışı üretildi. Kur’an bilimsel bir sahaya çekilerek birtakım nazariyelerin payandası durumuna düşürüldü. Kur’an kıssaları yaşanmış olaylar olmayıp, sembolik anlatımlar olarak tanımlanmaya başlandı. Kur’an’ın hükümlerinin indiği tarihe ve geldiği topluma ait olduğu, zamanımıza hitap etmediği düşüncesi dillendirilmeye başlandı. İnsanlar hem kendi yerine, hem de Allah Teâlâ’nın yerine konuşma cüretini gösterir oldu. Deisti, Ateisti, Sosyalisti, Demokratı İslam üzerinden giderek Müslümanları aşağılamaya başladı. Özellikle geleneksel düşüncenin ve tasavvufun önü açılarak, sivil toplum buralara çekilerek, siyasal bilinçten uzak bir ritüel üzerinde guruplaşmaları temin edildi. Gençlerimiz bilgisayar oyunlarının, akıllı telefonların esiri haline getirildi. Böylece hayatla bağları koparılıp adeta robotlaştırıldı. Ekonomisi düzgün olanlara sunulan lüks yaşam biçimi hayatın gayesi haline getirildi. Diğer gamlık yerini kişiselliğe bencilliğe bıraktı. İnsanlar sadece kendini ve günü kurtarmaya bakar oldu.
Her birimizin bunlara ekleyip çıkartacağı daha çok şeyler olacağına inanmakla birlikte ifadeye çalıştığımız manzara üzerinden genel duruma bakıldığında; gelecek kaygısı olan her insanı kaygılandıracak ve endişelendirecektir. Toplum yapısının ana maddesi insan olduğuna göre; bizi yarınlara taşıyacak, varlığımızı, ideallerimizi ve mukaddesatımızı devam ettirecek insan unsuruna ihtiyacımız vardır. Fitneye düşmeyecek bilgi ve bilince ihtiyacımız vardır. Eğriyi doğruyu ayıra bilecek temyiz gücüne ihtiyacımız vardır. Hakkı batıla karıştırmayacak hakkın ardına düşecek ihlâs ve samimiyete ihtiyacımız vardır. Kişisel çıkarlarımızı toplumsal menfaatlere feda edecek fedakârlığa ihtiyacımız vardır. Her şeyden daha önemlisi fikri bir netliğe, sahih bir imana, salih amellere, birlik ve beraberlik ruhunu kavramış bir anlayışa şiddetle ihtiyacımız vardır. Ve içimizden sadece zulmedenlere dokunmakla kalmayıp tüm toplumu saracak olan fitneden uzak durmaya şiddetle ihtiyacımız vardır.(Enfal 8/25) Tüm farklılıklarımızı İman potasında eritecek Allah’ın kitabına dönmeye, okuyup anlamaya ve anladığımızı yaşayıp ahlak haline getirmeye ihtiyacımız vardır. İnsanı İslam için en temel unsur bilerek kavli leyin ile Allah’a çağırmaya ihtiyacımız vardır. Yüzümüze gülüp arkadan kuyumuzu kazan batılı zihniyete karşı uyanık olmaya, tezgâhlarını bozmak için el birliği ile çalışmaya ihtiyacımız vardır. Ağzını kitaba yaklaştırıp söylediği hezeyanları kitaptanmış gibi göstermeye çalışan sahte kılıklı insanların hilelerini bozmak için gayret göstermeye ihtiyacımız vardır. İslam paydasında buluşmaya, Kur’an üzerinde birleşmeye küresel küfre karşı bir ve beraber olmaya ihtiyacımız vardır. Hata ve kusurlarımızı örtmeye, iyiliklerimiz öne çıkartarak birleşmenin kaynaşmanın ve güçlü olmanın yolunu bulmaya ihtiyacımız vardır. Sözün özü, sözde değil özde “Müslüman” olmaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Çünkü dünyada ve ahirette kurtuluşumuz bununla mümkün gözükmektedir:
“Ey iman edenler! Allah’tan nasıl korkulması/ itaat edilmesi gerekiyorsa öylece korkun/ itaat edin. Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Ali İmran 3/102)
Bu nedenle diyoruz ki; Ya Rabbi! Bizlere Müslüman olarak yaşamayı, Müslüman olarak ölmeyi ve salih kulların arasına katılmayı nasip eyle!..
iktibasdergisi.com/duyulan-fitnenin-ayak-sesleri/