HİLELİ DÜZENLER…

 

“Hileli düzenler Allah’a tevekkül ve teslimiyet gösterilmeyen her zaman ve zeminde farklı yüzlerle iş başındadır. Ama  tuzak yine aynıdır! İzah etmeye çalıştığımız gibi bu işin hilesi, bozulmuş din anlayışıdır. Ve sadece bozulup zillete müstehak olmuş toplumlarda başarılı olur!”

 

Rahman Ve Rahim olan Allah’ın adıyla;

 

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar.” (6/ En’am Suresi -123)

 

Hile  aldatmak için yapılan her türlü eylem ve söylemin en genel ifadesidir. Başka deyişle bir konuyu anlaşılması gerektiği gibi değil anlaşılması istendiği gibi sunma çabasıdır.

Medyada dönüp duran reklamlardan tutunda balıkçıdan manava, inşaat sektöründen gıda sektörüne kadar nice hileli yöntemle insanlar mağdur edilmekte, lakin hilenin “ustaca” oluşundan dolayı da yeni mağdurlar adeta sırasını beklemektedir.

İşin bu yönü ile ilgili başlı başına bir yazı yazılabilir. Lakin biz kitabımız Kuran’da gördüğümüz ‘Hileli Düzenler’ kavramının işaret ettiği gerçekliği incelemeye ve bugünümüzle ilişkilendirmeye çalışacağız.

Allah’ın mesajını insanlara duyuran ve bunu kendi nefislerinde yaşayarak bir şahitlik mücadelesi veren tüm peygamberler  ve takipçileri bu hileli düzenlerin muhatabı olmuşlar ama mağduru olmamışlardır!

Mağdur olanlar esasen Allah’a hakkıyla güvenemeyip Allah’tan hakkıyla korkmayanlar topluluğudur. Bundan dolayı bu duruma “mağdur” oluş değil  “müstehak” oluş dememiz daha yerinde olacaktır. Çünkü Allah kendi yolundan alıkoymaya çalışanlara karşı, kendisine kulluk etmek isteyenleri savunup korur ve hiçbir düzenin hilesine yem etmez!

Yani yeryüzünde Allah’ı razı etme çabasında olup hidayet/hakikat arayışında olan hiçbir insan/toplum yoktur ki onlar Allah’a kulluk etmek istedikleri halde bir başkası çıkıp bunu ya baskı ve şiddetle veya sinsi planlarla engelleyebilsin. Bu mümkün değildir. Mümkün olduğunu düşünmek Allah’a acziyet/yetersizlik atfetmek olur. “Allah kuluna yetmez mi” (39/Zümer 36) buyuran Rabbimiz her türlü acziyetten münezzeh değil midir?

Kuran’ın bize bildirdiği kıssalardan sadece Musa(as) kıssasına baktığımızda bu hakikatle karşılarız. O günkü insanlar Musa (as) gelinceye kadar Firavuna karşı çaresiz savunmasız ve ne yapacağını bilmez haldeydiler. Ona karşı koyacak ne fikri, ne fiili bir gücü olmayan bu toplum böyle yaşayıp ölseydi, Allah’a şunu diyebilirdi;

-“Rabbimiz bizi firavunun zulmünden kurtaracak ve bize doğru yolu gösterecek olan bir önder gönderseydin biz de Firavuna değil senin gönderdiğin elçiye uyardık. Ama başımızdaki bu zalim zorba yüzünden bir türlü belimizi doğrultamadık. Nerde kaldı ki yolumuzu doğrultalım…”

Oysa hiçbir kavmin olmadığı gibi bu kavmin de böylesi bir mazereti olmayacak. Çünkü  Allah Firavunun ordusunu ve saltanatını Musa (as) eliyle denizin dibine geçirdi. Yenilmez sanılan Firavun artık yoktu! Şimdi onları hakka davet eden, onlara zulmetmeyen onlar için Allah’tan bir rahmet olan Musa (as) peygamber vardı. Allah adeta; “madem tek engel Firavundu hadi bakalım şimdi o da kalmadı…” dercesine açtı o toplumun önünü. “Şimdi karşınızda Allah’a kulluğu engelleyen bir zorba değil Allah’a kulluğu öğreten bir peygamber var hadi buyrun” denildi onlara. Peki bir çok mucizeler ve mücadelelerle geçen bir ömrün ardından  sonuç ne oldu dersiniz?

Cevabı Musa (as)ın kendisinden alalım:

“(Musa:) ‘Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır.’ ” (5/Maide-25)

Bu ayet gösteriyor ki içlerinde bir peygamber olduğu halde bir kısmı Firavuna, bir kısmı da Firavundan sonra Samiri’ye tabi olan  bu halkın hiçbir mazereti kalmamıştır. Akıbetlerinin sorumluluğu bizzat kendilerine aittir. Ve bu kural tüm insanlık için geçerliliğini kıyamete kadar sürdürecektir.

Halkların iman etmeyişinin temel nedeni başlarındaki zulüm değil içlerindeki zulümdür. Bundan dolayı hileli düzenlerle ilgili söylenen ve yazılanlar bu gerçek göz ardı edilmeden incelenirse kişiye bir farkındalık kazandırabilir. Aksi takdirde sorumluluğu başkasına atma, mazeretlere sığınma düşüncesini geliştirir ki bu durum milyarlarca insanı bile her tür zulme karşı  etkisiz hale getirir.

Hakikatin olduğu gibi anlaşılmasının yerine  mevcut halin de ‘hakikat’mış gibi gösterilme çabası batıl iktidarların en temel hilesidir. Yeterli miktarda inanç ve duygu karışımı ile toplumlar kolayca kontrol altına alınabilir…

Dinin Allah’a has kılınarak anlaşılması ve yaşanılmasını savunanlara karşı, düzeni elinde bulunduran güçlerin desteklediği ‘din anlayışı’  yeni olmayıp, hem peygamberimizden önce hem de hala var olagelen bir organizasyondur.

Rabbimiz elçisine;  “Onlardan öncekiler de hileli-düzenler kurmuşlardı; fakat düzen kuruculuğun (tedbirlerin, karşılık vermelerin) tümü Allah’a aittir. Her bir nefsin ne kazandığını O bilir. Bu yurdun sonu kimindir, inkar edenler pek yakında bileceklerdir” (13/Rad-42) diyerek Allah’ın dinine yapılan tüm davetlerin o günkü kurulu düzenin sahipleri tarafından bertaraf edilmeye çalışıldığını bildirmektedir.

Hak davete karşı geliştirilen plan ve projelerin  en yamanı suret-i haktan görünenleridir. Öyle ki cana kasteden fiili eylemler olsa olsa insanın sadece bu dünya hayatının bitirilmesi/mahvedilmesi demekken inanca yönelik olanlar insanın ebediyyen mahvolması ile sonuçlanmaktadır. “Fitne öldürmekten beterdir” (2/Bakara-191) ifadesi konunun ciddiyetini anlamak açısından önemlidir.

Örneğin Firavunun Musa (as)ı alt etmek için görevlendirdiği sihirbazlar Musa (as)’ın yaptıklarının bir sihir, kendisinin de sihirbaz olmadığını  anlayınca Firavunun bütün baskısına ve tehditlerine rağmen şöyle demişlerdi:

“(Ve:) ‘Alemlerin Rabbine iman ettik’ dediler. ‘Musa’nın ve Harun’un Rabbine.' (Firavun) Dedi ki: ‘Ona, ben size izin vermeden önce mi inandınız? Gerçek şu ki, o, size büyüyü öğreten büyüğünüzdür; öyleyse yakında bileceksiniz. Şüphesiz ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve hepinizi gerçekten asıp-sallandıracağım.

‘Hiç zararı yok’ dediler. ‘Çünkü biz gerçekten Rabbimize dönücüleriz.’  ‘Doğrusu biz, iman edenlerin ilki olduğumuzdan dolayı Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.’ ” (26/Şuara 46-51)

Firavunun yanında yer alan ve kazanırlarsa kendilerine iktidara yakın olma payı (rüşveti) verilecek olan bu eski   -sihirbaz-,  yeni  -müminler- hakim olan din/düzen anlayışını kabul etmeyip Firavuna karşı durduklarında önce Musa (as)ile işbirliği yapmakla, (yani bugünkü tabirle vatana ihanetle) suçlandı. Sonra ölümle tehdit edildi.

Onlar ise sadece Allah’tan korkup ölümü göze alarak dünya hayatını kaybetmeyi yeğlerken halkın çoğunluğu Firavun korkusunu dikkate alarak ahiretlerini kaybettiler. Dünyada ise zaten pek fazla kalamayıp kısa süre sonra onu da kaybetmiş oldular.

Bir tarafta sadece ölmek var, diğer tarafta içinde ölüm olmayan bir azap var. Hangisi daha beter?

Peygamberlerin yaptığı Hakk dine/düzene davet çağrısına başka bir araçla karşı konulamayacağını anlayanlar,  yine inanç merkezli bir muhalefet yürütmüşlerdir. “Dine karşı din” kavramıyla özetlenen bu  -fitne-  ile nice toplumların ebedi hüsranlarına önderlik edenlere karşı,

-Hangi din?

sorusu sorulmadan hakikate ulaşmak mümkün görünmemektedir. Zira toplumun din noktasındaki taleplerini karşılıyor görüntüsü veren söz konusu “hileli düzenler” bu soru sorulmadığı için etkili olmaya devam etmektedir.

Yukarıda kendisinden biraz bahsettiğimiz  zulmün ve küfrün sembolü olan Firavun bile Musa (as) ile girdiği mücadeleyi kaybedeceğini anlamaya başladığında son çare olarak -din- merkezli söylemlere meylederek şöyle demektedir;

Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.”  (40/Mü’min-26)

Güya Firavunun tek derdi milletin dinine halel gelmesini önlemek ve güya Musa (as)’ın çıkarmaya çalıştığı toplumsal kargaşayı önlemek… Hem dindar hem vatansever Firavun!.. Oysa korktuğu şey kendi düzenin yerini Musa (as)’ın getirdiği düzenin almasıydı. Burada bir kez daha yinelemek istiyoruz ki din düzen demektir. İnsanın dini en kısa ifade ile benimsediği düzendir! Bu sebeple İslam olmayan bir düzeni yaşayan ve yaşatan her toplum İslam toplumu olma vasfından kendi ayaklarıyla uzaklaşmıştır.

Hileli düzenlerin bugünkü durumuna geçmeden önce Nuh (as)’ın mücadelesinden bir bölümü hatırımıza getirmek konuya ışık tutması açısından yerinde olacaktır. Halkını 950 yıl gece- gündüz, gizli-açık hakka davet eden Nuh (as)’a Nuh deyip, Peygamber demeyen kavmi “Dine karşı Din” hilesini şöyle gündeme getiriyor;

Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular.

‘Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular.’

‘Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i.”

Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.” (71/Nuh-21,24)

Burada da yine yönetimde söz sahibi olanlar Allah’ın yönetimine razı olmayışlarını güya “Dinimize Sahip Çıkıyoruz” maskesiyle gizlemekteler. Bu hileli düzenlere kapılıp gidenler masum sayılmamakla beraber düzeni kuranların ve işletenlerin sorumluluğu daha da ağır olacaktır. Şöyle ki;

Onlara ‘Rabbiniz ne indirdi?’ dendiğinde, ‘Eskilerin masalları’ dediler.  Kıyamet gününde kendi günahlarının tümünü ve bilgisizce saptırdıklarının günahlarının bir kısmını yüklenmeleri için. Bak, ne kötü yük yükleniyorlar.” (16/Nahl-24,25)

Ne acıdır ki bugün Peygamberimizin mücadelesini örnek gösterip onun yaptıklarından ve onun asla uymayı terk etmediği Kuran’dan örnekler verdiğinizde birilerinin ortaya koyduğu tavır da Nuh kavmini andırmaktadır:

– O senin dediğin eski de kaldı. Sen  taaa Peygamberin zamanındaki İslam’dan bahsediyorsun. Şimdi zaman değişti, insan değişti, şartlar değişti…

Kendilerine tevhidden bahsettiğiniz nice insanın sizi eskilerin masallarını dinliyormuş gibi dinlemeleri aslında bu yüzdendir. Masal demeye çekinirler belki ama şu senin dediğinde olacak iş mi? diye inanmaz/inanamazlar. Bununla birlikte din kavramını hepten hayatlarından çıkaramayıp mevcut din anlayışının kollarına bırakırlar kendilerini. Çünkü burada da Allah denilmekte, peygamber dilden düşmemekte, nice ibadetler de yapılmaktadır.

Toplumun meseleye böyle bakması düzeni kuranların ya da işletenlerin işlerini kolaylaştırmakta ve insanlar Allah adına Allah’tan başkasına uyanların çukuruna kendi ayaklarıyla atlamaktadır.

Oysa uyulması gereken adres belliydi:

Rabbinizden size indirilene uyun, O’ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz?” (7/A’raf-3)

İçinde bulunduğumuz toplumun durumu, Kuran’da bize anlatılan toplumların durumundan hiç farklı değil, aksine aynıdır. Çünkü toplumun yapıtaşı olan ‘insan’ aynıdır. Eğer bir gün yeryüzüne farklı bir insan tipi gelecek olsaydı bu farkı dikkate alan yeni bir kitap ta gelecek olurdu. O yüzden iki de bir o gün şöyleydi, bu gün böyleydi diyenlere itibar etmiyor, bu kaypak tavırları kesinlikle İslami bulmadığımızı belirtmek istiyoruz.

O gün her anlamda yolunu kaybeden bir toplumu düze çıkaran Kuran, bir daha ne zaman nerede yolunu kaybeden olursa  onları da düze çıkarak içeriğe sahiptir. Bu bilinç bütün oyunları bozmaya yeter.

Allah iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin velisi ise tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarır. İşte onlar cehennem ashabıdır ve orada ebedi kalacaklardır.” (2/Bakara- 257)

Bu gün dünya üzerindeki tüm düzenler mevcut düzene uygun bir din anlayışı ile vatandaşlarını düzen yanlısı yapmış durumdadır. Düzenlerin ideolojisi birbirinden farklı olsa da hileleri dindir. Kimi yerde bu duruma muhalif net bir duruş hiç yokken, kimi yerde ise  sadece düzene kimin hükmedeceğine yönelik muhalefet vardır.

Bu gün aynı mesajla tekrar gelseler Hz. İsa’yı Avrupa’dan Hz. Musa’yı Kudüs’ten, Hz. Muhammed’i Ortadoğu’dan sürecek belki de  öldürmeye yeltenecek kadar düzen “dindarı” bir ümmet mevcuttur.

Oysa insanların çoğunun benimsediği dindarlık hileli düzenlerin insanlara pazarladığı mevcut halin dindarlığıdır.

Başka toplumları bir kenara bırakıp kendimize bakacak olursak, İslam’ı temsilden uzak milyarlarca insan daha kendi aralarında bile bir olamamışken, onların yaşadığı din nasıl Kuran’ın dini olabilir? Bu yol nasıl Muhammed (as)ın yolu olabilir?

Ama bugün atılan sloganlara, çekilen nutuklara, okunan dokunaklı şiirlere baktığınızda doludizgin bir inanç mücadelesi veriliyormuş gibi bir hava estirilmektedir. Zaman zaman bu esintinin tesiriyle meydanları dolduran kalabalıklar, namaz kılmadıklarını unutup ezanlarımızı susturamayacaksınız! demeyi adeta cihad zannetmekte değil midir?

Bu tür yaklaşımlar her zaman cazibesini korumaktadır. Çünkü her ne kadar gereğini yapmasa da halk, dininin sembolü olan her şeyin arkasında yer almaktadır. Bu hal kişiliği ile kimliği ile var olma mücadelesinin bir tezahürüdür. Ve böylesi tavırlar  kiliseye giden de vardır, budist tapınağına giden de vardır… Aslında  meşru olan bu, “inanca sahip çıkma duygusu” maalesef meşru olmayan düzenlerin iktidar sahiplerine, dolayısıyla o iktidarın işlettiği düzene hizmet etmektedir.

Gerçekte kimse ezanı susturmaya çalışmasa da böyle olabilme tehlikesi canlı tutularak halkın dinine(düzenine) sahip çıkması sağlanmaktadır(!) Burada sembol bir örnek olduğu için ezanı verişimizin bir sebebi de Mısır’ı İşgal eden Napolyon’a ait olduğu söylenilen söz sebebiyledir. Napolyon Mısır’a girince ezanı duyar, yaveri ile arasında şu konuşma geçer:

-Bu nedir?

-Ezan, yani Müslümanların ibadet çağrısı.

-Bize bir şey diyor mu?

-Hayır.

-O zaman biz işimize bakalım.

Oysa ezanlar büyüklük taslayanlara Allahu ekber, ilahlık taslayanlara La’ilahe’illallah diyordu…

Buradan yola çıkarak hac mevsiminde milyonlarca insanı bir arada gören Trump:

-Bu nedir? dese

-Hac ibadeti, yani Müslümanların kutsal toprakları ziyareti, diyecekler.

-ABD politikalarına bir zararı var mı?

-Yok sayın başkanım. Zaten bunların çoğunun ülkesi müttefikimiz olur!

-O halde Hac devam etsin, Suud rahat etsin, demeyecek de ne diyecek?

Neden demesin ki, kendilerini Mekke ve Medine’nin hizmetkarı sayanlar bir elleriyle Kabe’nin duvarlarını siliyor diğer elleri ABD’nin omuzunda… Halk ise bu mübarek topraklarda yaşamanın getirdiği maddi ve manevi ganimetten aldığı payla mutlu mesut yaşıyor zaten…

Bizim ülkede de benzer bir algının her gün güçlenmekte olduğunu görmekteyiz. Varlığını gerçek dinin yokluğuna borçlu olan Diyanet, milletin din hizmetlerini karşılamakta ama insanlara Kuran’ın değil Kuran’ı delil göstererek laik sistemin tercümanlığını yapmaktadır. Bununla birlikte kutsal gün ve gecelerde, kutlu doğum haftasında akla gelen her soruya verdikleri fetvalarda, ramazan ayı etkinliklerinde gösterdikleri üstün  gayretleri(!) onları güvenilen ve sevilen bir  kurum haline getirmektedir. Çünkü resmi bir kurum olması sebebiyle doğuştan itibarlı sayılmaktadır kendileri…

Ne de olsa koskoca devlet kurumu, baca kurumu değil ya! diyen millet, Diyanet varsa dinim emin ellerde sanmakta değil mi dir ?

Öte yandan  geçmişte Laik Demokratik düzeni işletmeye talip  olan, bu gün ise bu imkana sahip  olan “Müslüman” kimlikli siyasilerin bu hallerini bir Peygamber olan Yusuf (as)’a  dayandırmaları hilenin inanç ambalajıyla sunumu değil midir? Eğer böyle olmasaydı nice ‘fikirsel put’ ile yürüdükleri putlu yürüyüşlerini ‘kutlu yürüyüş’ diye sevdirebilirler  miydi?

Madem Allah’ın peygamberine bir küfür düzeninde bakanlık yapmayı yakıştırıyorlar, o halde kendi kurdukları hükümette Peygamberimize hangi bakanlığı layık görürlerdi acaba? Diye soruyor ve cevap bekliyoruz. Onlar cevap vermez ama hiç değilse bu soruyu vicdanı körelmemişlerin düşünmesini umuyoruz.

Bir de Diyanetten pek hoşlanmayan cemaat ve tarikat yapılanması ve bunların da milyonlarca  bağlısı/bağımlısı var. Onlar da aynı muameleyi kendi efendileri için yaparlar.

-Ne yani sen o mübarekten daha mı iyi bileceksin? der dururlar.

Elbette 1400 yıldır süre gelen tüm batıl sistemleri dini kurumlar, tarikatler, cemaatler  kurmadı. Ama düzenin halktan beklediği destek buraların eliyle sağlandı. Bahsettiğimiz hileli düzenler bu sayede  toplumu, karşısında olması gereken yapıların destekçisi haline getirdi. Ayva afiyetle yenildi…

Ülkemizin İslam dışı bir düzenle yönetildiğini asla dillendirmeyenler yönetime talip olduklarında dine yönelik icraatlarını neden sayıp dökerler dersiniz?

Kimi Diyanet İşleri Başkanlığını  biz kurduk der, kimi İmam  Hatipleri biz açtık! Kimi Din Kültürünü dersini müfredata biz koyduk der, kimi ezanı aslına biz döndürdük! Kimileri Kuran Kurslarını biz  resmileştirip sayısını arttırdık der. Kimileri D-8’leri biz kurduk der.  Kimisi başörtüsü sorunu biz çözdük der, kimi…

Oysa onları, Allah’tan gelene uyun  deyip  Hakk’a davet ettiğinizde birileri din elden gidiyor diye birileri de laiklik elden gidiyor diye karşı çıkmaktadır. Çünkü her iki kesime göre de ‘din’ zaten ortadadır. Artık mühim olan demokrasinin elde tutulmasıdır!

İşte bu hileli düzenler Allah’a tevekkül ve teslimiyet gösterilmeyen her zaman ve zeminde farklı yüzlerle iş başındadır. Ama  tuzak yine aynıdır! İzah etmeye çalıştığımız gibi bu işin hilesi, bozulmuş din anlayışıdır. Ve sadece bozulup zillete müstehak olmuş toplumlarda başarılı olur!

Öyle ki dünyanın düzenine yön vermek isteyenler ineğe taptıklarını söyleyenleri de, İsa’ya taptıklarını söyleyenleri de Allah’a taptıklarını söyleyenleri de bu bozulmuş din ile  uyutmaktadır.

Oysa din Allah’ın yeryüzündeki düzeniydi ve insanları uyandırmak için gelmişti. ("Kalk ve uyar." 74/Müddesir-2) Ama görünen o ki,  insanoğlu uyanışını ahirete bırakmaktadır.

Hadi şeytan ve dostları düzeni kurdu diyelim. İneğe tapanlarla İsa’ya tapanları da kolayca kandıracak hileyi de düzdü diyelim. Onlar da ne yapsın ellerinde Allah’tan gelen ve hidayet rehberi olan Kuran’da olmayınca işin içinden çıkamadılar diyelim(!) Peki Rabbim Allah, kitabım Kuran, Peygamberim Muhammed (as) diyenler nasıl bu hileyi yer yutar? Nasıl bu düzeneğin parçası olabilir? Gel gör ki olmuşlar.

Hileli düzenlerin ne yaman bir düşman olduğunu  bir de bu açıdan düşünmek,  zararını anlamak için yerinde olacaktır .

Bununla birlikte Allah’ın razı olmadığı tüm hileli düzenler ne kadar ustaca kurulursa kurulsun, ne kadar güçlü ve zalim, sinsi ve hain olursa olsun,  Allah tüm oyunları bozacak kudrettedir. Bir tanecik kulunu bile bu kurtlara asla  kaptırmaz!

Bugün  Allah’ın kuluyuz diyenler Allah için ayağa kalkacakken, Rablerinin gücünü değil düşmanlarının gücünü, Allah’ın yapacağı yardımı değil, düşmanlarının  yapacağı  hamleyi düşünerek tekrar oturmakta,  oyunu kurallarına göre oynamayı tercih etmektedir. Ve sonuçta oyunu kuralları koyanlar kazanmaktadır. Böylece kurtlar sofrası hiç boş kalmamaktadır…

Yaratılmışların kurallarına/planlarına göre yaşayanlara, yaratan Rabbimizin kuralını/planını hatırlatıp düşünmelerini umuyoruz.

Hani o inkâr edenler, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) en hayırlısıdır.” ( 8/Enfal-30)

 

SİNAN ULU

 

24 Ekim 2017

iktibasdergisi.com/hileli-duzenler/

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp