وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الآثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

 “İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun (O’nun Şeriatına bağlanın).Muhakkak ki Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)

 

BATIL MÜCADELENİN MAZLUMU OLMAZ

ZALİMLER ARASI ÇATIŞMANIN

MAZLUMU YOKTUR

 

MÜSLÜMAN ANCAK HAKKI VE HAKKI

SAVUNANI DESTEKLEYEBİLİR

 

Hamd Âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. Akibet muttakilerindir. Düşmanlık sadece zalimleredir. Salat ve Selam, Resullerin efendisine ailesine sahabelerine ve din gününe kadar onlara ihsan ile tabi olanlara olsun.

 

     Genelde insanlık özelde Müslüman topluluklar cahiliyye sistemlerinin ve tağutların oluşturduğu fitne, fesat, zulüm, zulümat, ayrıştırma, kamplaştırma, kaos, buhran ve bunalım sarmalında bocalamaktadırlar.

      Bu genel fotoğrafın içinde Mısır gibi Türkiye gibi karelere bakıldığında Müslüman camiadan grupların, fertlerin bu fitne ortamında nasıl savrulduklarına şahit oluyoruz. Duygularında düşüncelerinde söylemlerinde ve eylemlerinde nasıl “merkezin” yani fitne merkezi tağuti sistemin çekim alanına sürüklendiğine şahit oluyoruz. Tağuti/ Şeytani sistem ve güç odaklarının meydana getirdikleri kaos ortamından kaygılanarak şerler, batıllar, zalimler, tağutlar arasında ehven olanını aramaya hatta destek olmaya yöneldiklerine şahit olmaktayız. Buna İslami camiadan kişi ve grupların da dâhil olduğunu görmek ne kadar üzücü bir durumdur!..

     Onlar bu durumlarını şu şekilde meşrulaştırma gayretine giriyorlar:

-         Ortada bir kavga var iken biz seyirci mi kalacağız. Taraflar batıl da olsa haklı tarafa destek vermek adil olmanın gereğidir.

-         İç savaş gibi daha kötü ve vahim durumlara yol vermemek için mevcut iktidara destek vermek kendi maslahatımız gereğidir.

-         Haçlılar, Siyonistler, Avrupa, Amerika, İsrail mevcut hükümete ve başbakana “İslam’ı hakim kılacak” kaygısıyla saldırıyorlar. Onun için bizim ona seçimlerde destek vermemiz gerekir.

-         Mekke’de Müslümanlar Rum-Fars savaşında ehli kitap oldukları için Rum tarafının kazanmasını temenni etmişlerdir. Biz de bugün laik demokratik küfür rejiminin yöneticisi olsa da namaz kılan, Müslümanlara ve İslam âlemine destek veren, Allah’a inanan bir başbakanı desteklememiz gerekir. Üstelik böylesi bir başbakan ve hükümet Müslümanlar için rahat imkânlar ve maslahatlar oluşturmaktadır.

-         Hılful Fudul gibi günümüzde de “Adalet ve hürriyet” ortak paydasında koalisyonlar, ittifaklar oluşturmak mümkündür.

-         Müslümanların Habeşistan’ta adil bir hükümdar olduğu için hicret etmeleri gibi bugün biz de Müslümanlara zulüm etmeyen, hatta maslahatlar sağlayan hükümetleri ve başbakanları, anayasaları desteklememiz gerekir. ..vb

 

    İşte böylesi gerekçeler ile kimi İslami kişi ve gruplar laik demokratik küfür sisteminin anayasalarını, hükümetlerini, partilerinden bazılarını ve başbakanlarını destekleme eğilimine gidiyorlar. Anayasa değişikliği reformlarında yerel ya da genel seçimlerde oy vermek eğilimi gösteriyorlar.  Cahiliyye toplumunda tağuti, sistem içinde iç ve dış güç odaklarının iktidar- çıkar kavgalarında taraf olma gafletine düşebiliyorlar. Bütün bu kararlarında, söylem ve eylemlerinde öncelikle Allah’ın Kitabına ve Resul’ün Sünnetine başvurmayı pek düşünmüyorlar. Ya önemsemiyorlar, ya da “şu sıcak tehlike ortamında” sadra şifa görmüyorlar, hatta uzaktan “gazel okumak “ olarak hafife alabiliyorlar!..

   Yukarıdaki söylemlerin odaklaştığı temalar;

-         Müslüman mazlumlara yardım etmek

-         Müslümanların ve ümmetin maslahatının olduğu yerde durmak ve Maslahat gereği “Ehvenişer tercihi” yapmak

-         “Adalet-hürriyet” ortak paydasında “Hılful Fudul” örneği başka inanç mensuplarıyla ortak eylemler yapabilmek

-         Habeşistan’a hicret örneğinde olduğu gibi Müslümanlara karşı insaflı davranan gayri İslami yönetimleri tercih edip destek verebilmek

 

   Şimdi bu kavram ve anlayışlara Allahu Teâla’nın Kitabı ve Resul’ünün Sünneti açısından bakalım ve anlayışlarımızı, tavırlarımızı ona göre belirleyelim:

 

   I-Müslüman mustazaflara ve mazlumlara yardım etmek

Burada önce neyin kastedildiği netleşmelidir.

-         “Müslümanlardan” kastedilen fert mi topluluklar mı, bir cemaat mi, bir siyasi parti, hükümet veya devlet mi?

-         Hangi hal üzerindeki Müslümanlar?!

-Bir deprem, sel gibi afete maruz kalmış zor ve sıkıntılı durumda olan Müslümanlar mı? Haksız düşman saldırı ve işgaline maruz kalmış nefsi müdafaa yapan Müslümanlar mı?

-Yoksa mevcut siyasi arenada batıl tarafalar arasındaki siyasi çatışmada taraf olmuş Müslümanlar mı?

-         “Yardım etmekten” kast olunan:

-Dua mı, mal-mülk-para desteği mi, savaşan desteği mi, sokaklarda eylemler yapmak mı yoksa

-Seçimlerde propaganda ve oy vermek desteği mi?

   Bütün bu durumların iyi analiz edilmesi gerekir. Zira her bir durumda hüküm farklı olur.

 

1-Zorda kalmış mağdur, mazlum ve mustazaf müslümanlara yardım etmek Allah’ın emridir

 

      Allah’u Teâlâ’nın Şeriatının belirlediği meşru hayatını yaşarken; doğal afetler ile zor duruma düşmüş ya da zalim despotların baskı ve şiddetleri ile mağdur, mustazaf/ zayıf duruma düşüp yardım talebinde bulunan Arakan, Bosna, Mısır, Bangladeş, Suriye gibi veya işgale maruz kalmış Irak, Afganistan, Çeçenistan, Keşmir vb. ülkelerde mustazaf durumda olan Müslüman topluluklara yardım muktedir olanlar için Allah’u Teala’nın emridir:

   Allahu Teala şöyle buyurdu:

وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَفٖينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذٖينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّا وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَصٖيرًا

“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu, sahip, yardımcı)gönder, bize katından bir yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?”(Nisa: 75)

   Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:

المُسْلِمُ أَخُو المُسْلِمِ ، لا يظْلِمُه ، ولا يُسْلِمهُ ، منْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللَّهُ فِي حاجتِهِ ، ومَنْ فَرَّج عنْ مُسْلِمٍ كُرْبةً فَرَّجَ اللَّهُ عنْهُ بِهَا كُرْبَةً مِنْ كُرَبِ يوْمَ الْقِيامَةِ ، ومَنْ ستر مُسْلِماً سَتَرهُ اللَّهُ يَوْم الْقِيَامَةِ    

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”   (Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60;Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime)

 

من نَفَّس عن مؤمن كُرْبة منْ كُرب الدُّنْيا ، نفَّس اللَّه عنْه كُرْبة منْ كُرَب يومِ الْقِيامَةِ ، ومنْ يسَّرَ على مُعْسرٍ يسَّرَ اللَّه عليْه في الدُّنْيَا والآخِرةِ ، ومنْ سَتَر مُسْلِماً سَترهُ اللَّه فِي الدنْيا والآخرة ، واللَّه فِي عوْنِ العبْد ما كانَ العبْدُ في عوْن أَخيهِ ، ومنْ سلك طَريقاً يلْتَمسُ فيهِ عِلْماً سهَّل اللَّه لهُ به طريقاً إلى الجنَّة . وما اجْتَمَعَ قوْمٌ فِي بيْتٍ منْ بُيُوتِ اللَّه تعالَى ، يتْلُون كِتَابَ اللَّه ، ويَتَدارسُونهُ بيْنَهُمْ إلاَّ نَزَلَتْ عليهم السَّكِينةُ ، وغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمةُ ، وحفَّتْهُمُ الملائكَةُ ، وذكَرهُمُ اللَّه في مَنْ عنده ومنْ بَطَّأَ به عَملُهُ لمْ يُسرعْ به نَسَبُهُ

“Bir kimse, bir müminden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da Kıyamet gününde o müminin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve Ahirette kolaylık gösterir. Bir kimse, bir müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve Ahiretteki ayıplarını örter. Mümin kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece, Allah da o kulun yardımındadır. Bir kimse ilim elde etmek için bir yola girerse, Allah da ona cennetin yolunu kolaylaştırır. Bir cemaat, Allah Teâlâ’nın evlerinden bir evde toplanıp Allah’ın kitabını okur ve onu aralarında müzakere eder, anlayıp kavramaya çalışırlarsa, üzerlerine sekinet (ruh huzuru)iner ve kendilerini rahmet kaplar. Melekler onları kuşatırlar, Allah Teâlâ da onları kendi nezdinde bulunanların arasında anar. Amelinin kendisini geride bıraktığı kişiyi, nesebi öne geçirmez.”  (Müslim, Zikr 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 17)

   Ancak bu yardım, kendisi de mustazaf olmayan, muktedir olan yani gücü yeten tarafından yapılabilir. Çünkü Allah kuluna kaldıramayacağı yükü yüklemez ve ondan sorumlu kılmaz.

 

2-Müslüman da Olsa Zalime Yardım Edilmez

     Mevcut siyasi arenada batıllar arasında çatışmada taraf olan Müslümanlara yardıma gelince:

     Bu durumdaki Müslüman fert ya da gruplar hangi gerekçe ile olursa olsun, batıla, cahiliyye sistemine, zulüm sistemine eklemlenmiş konumdadırlar. Öylesi bir eklemlenme hiçbir şekilde caiz, meşru değildir. Pozisyonu da hak değildir. O kişi ve gruplar niyetleri ne olursa olsun batıl ve zulüm üzeredirler. Pozisyonlarını değiştirmedikçe Şeri anlamda mazlum ve mustazaf konumunda olamazlar. Zira batıllar arasında çatışmada mazlum yoktur. Böylesi pozisyondaki Müslümana yardım öncelikle onun içinde bulunduğu pozisyondan kurtulması için uğraşı şeklinde olur. Ona hak gösterilir, hatırlatılır, halini değiştirmesi istenir.

    Türkiye özelinde baktığımızda laik demokratik cumhuriyet sistemi bir cahiliyye sistemidir, tağuttur. Bu sistem içerisindeki demokratik partiler, anayasalarına göre sistemin vazgeçilmez parçasıdırlar. Dolayısıyla onların kurucuları, yöneticileri, üyeleri ise “Müslümanım” deseler de o tağuti sistemin parçası, emniyet subopları, “Gaz alıcıları” olurlar. Bunun için o partilere destek, asla onların bünyesindeki Müslümanım diyenlere destek olmaz, doğrudan laik demokratik cumhuriyete yani küfre, şirke, zulme, isyana, günaha destek olur ki bu asla caiz değildir.

      Ayrıca, sivil toplum örgütü olarak laikliği, demokrasiyi, insan hakları gibi çağdaş cahiliyye sistemlerini benimseyen, Vatikan gibi şer odaklarının “Dinler arası diyalog projesine” eklemlenmiş, misyon üstlenmiş, pis ve gerçek terörist Siyonist varlığa toz kondurmazken Müslümanları radikallikle, profakatörlükle ve hatta teröristlikle suçlayan “cemaat”, “hizmet grubu” adı altında çalışan bir grup iç ve dış bazı güç odaklarıyla işbirliği yaparak mevcut küfür sisteminin yönetimini ele geçirmeye çalışırken mevcut hükümetle çatışma noktasına gelmişlerdir. Öyle ki bir birlerini düşman ilan etmişlerdir.  

 

     İşte onların bu batıl mücadelelerinde,  savaşlarında destek vermek; batıla, zulme, zalime destek vermek olur, bunun caiz olmadığı şu ayetler ve hadislerle sabittir:

     Allah’u Teala şöyle buyurdu:

وَإِذَا رَأَيْتَ الَّذِينَ يَخُوضُونَ فِي آيَاتِنَا فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ وَإِمَّا يُنسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرَى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ

“Ayetlerimiz hakkında (ileri geri konuşmaya)dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen kalk) o zalimler topluluğu ile oturma.” (En’am: 68)

 

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللَّهِ يُكْفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلا تَقْعُدُوا مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُوا فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِثْلُهُمْ إِنَّ اللَّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا

 “O, Kitapta size indirmiştik ki; Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.”(Nisa: 140)

 

وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ

“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah'tan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.”  (Hud: 113)

 

وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوَى وَلا تَعَاوَنُوا عَلَى الآثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

 “İyilik ve takva (Allah’ın yasaklarından sakınıp emirlerine uyma)hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’a karşı takvalı olun (O’nun Şeriatına bağlanın).Muhakkak ki Allah’ın cezası çetindir.”  (Maide: 2)

 

 Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem de şöyle dedi:

انْصُرْ أَخَاكَ ظَالِمًا أَوْ مَظْلُومًا قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ هَذَا نَنْصُرُهُ مَظْلُومًا فَكَيْفَ نَنْصُرُهُ ظَالِمًا قَالَ تَأْخُذُ فَوْقَ يَدَيْهِ

“İster zalim olsun, ister mazlum olsun kardeşine yardım et.”  Oradakiler dediler ki; ‘Ya Rasulullah, mazlum ise ona yardım edelim, fakat zalim ise nasıl yardım edebiliriz?’ O dedi ki:“Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. İşte bu ona yardımdır.”(Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)

 

II- Şer güçlerin şerrinden emin olmak için çare;  

      ehvenişer tercihi yapmak değildir

      Allah’ın yardımına sığınmaktır, takvalı olmaktır 

 

     "Müslümanların, ümmetin maslahatlarının olduğu yerde durmak, daha büyük felaketleri önlemek için ehvenişeri tercih etmek” söylemine gelince;

      Bu söylemin bir İslami dayanağı yoktur. Maslahat da ehvenişer tercihi de meşru zeminde ve çerçeve içerisinde söz konusu olabilir. Müstakil olarak hükme esas yani delil olamazlar. Mesela bulaşıcı bir hastalığa müptela olmuş bir grup koyunu, bütün sürüyü kurtarmak ya da başka sürüleri kurtarmak için telef etmek ehvenişer tercihidir, hem de maslahat gereğidir. Ya da bütün vücudu kurtarmak için kangren olmuş bacağın kesilmesi ehvenişer tercihidir.

      Bu ve benzeri hususlar aslı mübah olan alandaki maslahat ve ehvenişeri/ şerrin hafif olanını tercih esaslı davranış örnekleridir. Bu, hayatın esası haline getirildiği zaman; haramlar, batıllar ve küfürler arasında tercihe kadar genişletildiği hatta hayatın esası kılındığı zaman din diye bir şey kalmaz. Tağutlar arasında tercih, çakma ilahlar arasındaki tercihtir. Küfür arasında, batıllar, günahlar arasında ehvenişer tercihi asla söz konusu edilemez, Müslümanların maslahatı olsa da. İsyanın ahiretteki karşılığı günahtır. Allah’u Teâla ise; günah ile maslahat/ menfaat/ fayda çatıştığı zaman günaha dikkat çekmiş maslahattan dolayı günahı işlememeyi emretmiştir:

 

يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا

“Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisinde de büyük günah ve insanlar için bir takım menfaatler / faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı menfaatından daha büyüktür.” (Bakara: 219)

 

      Görüldüğü gibi Allahu Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil günahı esas kılmıştır. Demek ki bir hususta insanlar için bazı menfaatlar ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbının huzuruna çıkmamasıdır.

     Demokratik partiler; laikliği, demokrasiyi, cumhuriyeti ve onların değerlerini, fikirlerini benimsediklerini açıkça beyan ediyorlar, bunları savunmak, uygulamak için bazı maslahatlar ve kolaylıklar sağlamak vaadi ile Müslümanlardan destek istiyorlar. Müslümanlar bu şeytani vaade karşılık ya da onlardan daha beteri gelmesin diyerek o desteği verirlerse, şeytanın güdüm alanına girmiş olarak günah işleme pahasına maslahatı, ahirete karşılık dünyayı tercih etmiş olurlar. Dolayısıyla Allah’u Teala’nın şu ikazlarına muhatap olurlar:

 

وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى      بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا

“Hayır siz, dünya hayatını seçip üstün tutuyorsunuz.  Ahiret ise daha hayırlı ve daha süreklidir.“ (A’la: 16-17)

 

     Düşmanların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve zulümlerinden kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan görünme gayreti içine düşerek onların arasında koşuşturmak yada kerhen de olsa onların ehvenine destek vermek değil, sadece ve sadece takvalı olmaktır yani Allah’ın Şeriatına bağlanmaktır.  Bunu Allah şöyle bildirdi:

 

وَإِنْ تَصْبِرُوا وَتَتَّقُوا لا يَضُرُّكُمْ كَيْدُهُمْ شَيْئًا إِنَّ اللَّهَ بِمَا يَعْمَلُونَ مُحِيطٌ

“Eğer sabreder ve Allah’a karşı takvalı olursanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”  (Âli İmran: 120)

 

  III.Adalet ve Hılful Fudul örneği, zulme destek aracı olamaz

       “Adalet-Hürriyet” ortak paydasında başka inanç mensuplarıyla Hılful Fudul örneğinde olduğu gibi ittifaklar “ortak eylemler yapmak gerekir” söylemine gelince;

      Bu; söylemler ve eylemlere başka din, ideoloji, batıl, şirk, vb. bulaşmadığı müddetçe belirli alanlarda söz konusu olabilir. Ancak günümüzde bir örneği görülmemektedir. Bu sloganla yola çıkanlar güya bu gayeye ulaşmak için demokrasi sandalına binmektedirler. Sadece iyi niyet ve güzel söz; ameli meşru kılmaz.

       Hılful Fudul, zayıfların gasp edilen haklarını zalimlerden almak için oluşturulan bir oluşumdur. Siyer ve hadis kitaplarından öğrendiğimize göre; risaletten önce Resulullah bu oluşuma mensuptu. Ancak,  Resulullah Sallahu Aleyhi ve Sellem hiçbir şekilde hâkim cahiliyye sisteminin şirkini, inançlarını, değerlerini, kavramlarını; bu oluşumun varlığı ve eylemleri için kullanmadı. Batıldan şirkten kopuk ve uzak bir şekilde sadece adalet için faaliyet yaptı. Zira risalet vazifesi gelmeden önce yaptığı bu işi Medine’de  “Şimdi de olsa aynısını yapardım” demezdi.

       Başlangıçta bu söylemle harekete geçenlerin zamanla nasıl da demokrasi ve laikliğin hararetli savunucuları olduklarına, cahiliyye sistemine eklemlendiklerine şahit olmaktayız maalesef!..

       Halbuki; Allah’u Teâla adaleti emretmiştir. Ancak fuhşiyatı, münkeri, azgınlığı nehy edip, onların kaynağı olan şirki, cahiliyyeyi, tağutu inkâr etmeyi de emretmiştir:

 

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, fahşayı / çirkin işleri,münkeri/ fenalığıve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”  (Nahl 90)

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَن يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَوْلَا فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ مَا زَكَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ أَبَدًا وَلَكِنَّ اللَّهَ يُزَكِّي مَن يَشَاء وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o fahşayı/  hayâsızlığı ve münkeri/ kötülüğüemreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. “  (Nur 21)

 

وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

 “Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tevbe- istiğfar ederler. Zaten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.”(Ali İmran 135)

 

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَيِّ فَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِ اسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.”(Bakara 256)

 

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا

“Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğutu inkar etmeleri/ red etmeleri kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut ile yönetilmek istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.”(Nisa 60)

 

  IV-Habeştan’a hicret edenler;   kendi akidevi ve tevhidi duruşlarını asla değiştirmediler

      “Habeşistan’a hicret örneğine olduğu gibi Müslümanlara karşı insaflı davranan gayri İslami yönetimleri tercih edip destek verebilmek gerekir” söylemine gelince;

      Bu da eksik bilgi ve değerlendirmeye dayalı bir yaklaşımdır. Zira Habeşistan’a giden Müslümanlar hiçbir zaman Habeşistan’daki din ve siyasi rejime destek vermemişlerdir. Kendi akidevi ve tevhidi duruşlarını asla değiştirmediler.

      Bu söylemden hareketle mevcut demokratik cumhuriyet rejiminin yürütücüsü/ işletme müdür konumundaki başbakanı ve yönetimini, Habeş Kralına benzeterek savunmaya gitmektedirler. Hâlbuki Habeş Kralı Mekke’deki müşrik yönetimin baskı, şiddet ve zulmünden dolayı dinlerinde fitneye düşmemek için ülkelerini terk edip kendisine sığınan o Müslümanlara asla dinlerinde fitneye düşürecek maddi ya da manevi baskı ve telkinde bulunmadı. Kendilerine eman ve güven vererek kendi hallerine bıraktı. Şimdiki başbakan ise daima “Laiklik güvencedir”, “Laik dindar başbakan da olabilir”, ”Demokrasi erdemdir, İslamla bağdaşır” vb. söylemler ve icratlar ile Müslümanlara o pis şirk, küfür, zulüm, cahiliyye sistemini şeytani bir eda ve misyon ile telkin ediyor. Laik demokratik fikirlere, değerlere, yaşam tarzına davet ederek  ve onun yaygınlaşması için yasal düzenlemeler yaparak, kendisine sempati gösteren Müslüman kitlelerin akıl, duygu ve hayatlarını ifsat ediyor. İslami, akidevi, tevhidi duruşu ise aşırılık, radikallik, provokatörlük ve hatta terör olarak vasf ediyor. Zaman zaman da uyduruk davalar ile hapse attırıyor.

      Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar;

- o kadar zor ve seçeneksiz oldukları halde Mekke’den gelen müşrik liderlerin; kralı ve komutanlarını fitlemelerine rağmen o zamanki mevzuatın gereği kralın huzurunda rükû yapmamışlardır. Tevhidi inançlarını kimliklerini, davranışlarını, hakkı izhar etmekten/ açığa vurmaktan geri durmamışlardır.

-Hatta Hristiyan bir toplumda ve yönetim meclisinde hristiyan olan kralın, komutanlarının ve din adamlarının huzurunda onların akidesini çürüten Meryem suresini okumaktan çekinmemişlerdir. Bu halleriyle o sisteme eklemlenmemişler bilakis o sistemle akide, fikir, duygu ve amel bakımından ayrışmışladır. Varlıklarını koruma kaygısıyla asla akidevi duruşlarını törpüleyerek sistemden maslahat elde etmek peşinde düşmemişlerdir.

       Onların ve Mekke’de kalan bir avuç Müslümanın yok olmak tehlikesiyle baş başa kalmaları, onları cahiliyye sistemlerine eklemlenmemiş, yanaştırmamıştır.

 

       SONUÇ

       1-Doğal afetler gibi olaylarda zor durumda olan kardeşlerimize, zalimlerin zulmü ve saldırgan kafirlerin işgali ile mazlum, mağdur ve mustazaf olan kardeşlerimize gücümüz yettiğince güvenilir yollar ve eller buldukça maddi destek boynumuzun borcudur. Bu yükümlülük imkânlara ve güce bağlıdır. Bir mağduriyeti gidermek uğruna başka mağduriyetlere yol açmamaya bağlıdır. “Ben oradaki mazlum, mağdur kardeşlerime yardım edeceğim” diyerek kendi asli yükümlülüğü altında olan çoluk çocuğunu ve bakıma muhtaç olan ebeveynlerini ulu orta terk edip oralara gitmek “yardım etmek” değildir. Bilakis yardıma muhtaç insanlar intaç etmek olur. Kaş yapayım derken göz çıkartmak olur. Bu çerçevede o durumda olan kardeşlerimize maddi yardımlarda bulunmak, bu mümkün değilse dua etmek boynumuzun borcudur.

       2-Batıl taraflar arası çatışmada bir batıl tarafın yanında yer alan Müslümana yardım; ancak onun içinde bulunduğu pozisyonunu terk ettirmeye çalışmak, hakkı tavsiye etmek, Allah’ın hükümlerini hatırlatmak şeklinde olabilir. Başka türlü bir destek o Müslümana değil, onun eklemlendiği batıla destek olur. Zira bu halleri ile Allah onlardan razı değildir. Onları sevmez, onlara yardım etmez. Allah’ın sevmediğini sevmek, yardım etmediğine yardım etmek Allah’a rağmen onları veli edinmek olur ki bu da Müslüman için çok tehlikeli bir durumdur. Bunu hiçbir Müslüman savunamaz.

3-Maslahat, ehvenişer tercihi gibi söylemler şeytanların dürtüleridir, vesveselerindendir. Onların peşine takılmak Allah muhafaza yoldan sapmaya yol açar.

       4-Şartlar ne olursa olsun Mekke’deki ve Habeşistan’a hicret eden Müslümanların içinde bulundukları şartlardan daha ağır olamaz. Onların o ağır şartlarda mustazaf konumda iken sergiledikleri tevhidi, onurlu akidevi duruşu bugün de onların yolunda olduğunu söyleyen Müslümanların tüm cahiliyye sistemlere, tağutlara, kâfirlere, zalimlere karşı sergilemelidirler. O da onları reddetmek onlara keskin tavır ortaya koymaktır. Hakkı hak bilip ittiba etmek/ tabi olmak, batılı batıl bilip içtinap etmek/ kaçınmaktır. Zalimlerin zulmü, insanların zemmi  açıkça hakkı söylemekten ve savunmaktan alı koymamalıdır. Söylem ve eylemde onlardan beri/ uzak olmaktır. Allah’u Teâla’nın Kitabı Keriminde bize örnek gösterdiği resullerin ve son Resul’ün akidevi meydan okuyucu tavrını sergilemektir:

 

قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَدًا حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ

رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" demişti. (O müminler şöyle dediler:)Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.

Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak sensin.” (Mümtehine 4-5)

 

قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى قُل لاَّ أَشْهَدُ قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ

“De ki: ‘Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?’ De ki: ‘Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. Gerçekten siz mi Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitlik ediyorsunuz?’ De ki: ‘Ben şahitlik etmem.’ De ki: ‘O, ancak tek bir ilâhtır ve şüphesiz ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” (En’am 19)

 

فَلِذَلِكَ فَادْعُ وَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَقُلْ آمَنتُ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ مِن كِتَابٍ وَأُمِرْتُ لِأَعْدِلَ بَيْنَكُمُ اللَّهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ لَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ اللَّهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

“İşte onun için sen (tevhide)dâvet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah'ın indirdiği Kitab'a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O'nadır.” (Şûra 15)

 

قُلْ أَتُحَآجُّونَنَا فِي اللّهِ وَهُوَ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْ وَلَنَا أَعْمَالُنَا وَلَكُمْ أَعْمَالُكُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُخْلِصُونَ

“Onlara de ki: “Allah hakkında mı bizimle tartışıp duruyorsunuz? Hâlbuki O, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz size aittir. Biz O’na gönülden bağlanmış kimseleriz.” (Bakara 139)

 

وَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل لِّي عَمَلِي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ أَنتُمْ بَرِيئُونَ مِمَّا أَعْمَلُ وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ

“Eğer seni yalanlarlarsa, onlara de ki: ‘Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım." (Yunus 41)

 

     5-İzzetin, nusretin, yardımın sadece Allah’ta olduğu unutulmamalıdır. Onun yardımına müstahak olmak için uğraşılmalıdır. Batılların arasında söylem ve eylemlerle onlara eklemlenerek güç, kuvvet ve güvence aramak hayra alamet değildir. Akıl tutulması ve fikri savrulmadır.

 

الَّذِينَ يَتَّخِذُونَ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ أَيَبْتَغُونَ عِندَهُمُ الْعِزَّةَ فَإِنَّ العِزَّةَ لِلّهِ جَمِيعًا

وَقَدْ نَزَّلَ عَلَيْكُمْ فِي الْكِتَابِ أَنْ إِذَا سَمِعْتُمْ آيَاتِ اللّهِ يُكَفَرُ بِهَا وَيُسْتَهْزَأُ بِهَا فَلاَ تَقْعُدُواْ مَعَهُمْ حَتَّى يَخُوضُواْ فِي حَدِيثٍ غَيْرِهِ إِنَّكُمْ إِذًا مِّثْلُهُمْ إِنَّ اللّهَ جَامِعُ الْمُنَافِقِينَ وَالْكَافِرِينَ فِي جَهَنَّمَ جَمِيعًا

“Müminleri bırakıp da kâfirleri veli/ dost ve yardımcı edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref)mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir.

Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da)‘Allah’ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz’ diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa 139-140)

 

مَن كَانَ يُرِيدُ الْعِزَّةَ فَلِلَّهِ الْعِزَّةُ جَمِيعًا إِلَيْهِ يَصْعَدُ الْكَلِمُ الطَّيِّبُ وَالْعَمَلُ الصَّالِحُ يَرْفَعُهُ وَالَّذِينَ يَمْكُرُونَ السَّيِّئَاتِ لَهُمْ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَكْرُ أُوْلَئِكَ هُوَ يَبُورُ

“Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah'ındır. O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır).Onları da Allah'a salih amel ulaştırır. Kötülüklerle tuzak kuranlara gelince, onlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzağı bozulur.” (Fatır 10)

 

أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ

“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 107)

 

إِن يَنصُرْكُمُ اللّهُ فَلاَ غَالِبَ لَكُمْ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكِّلِ الْمُؤْمِنُونَ

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” (Ali İmran 160)

 

وَمَا النَّصْرُ إِلاَّ مِنْ عِندِ اللّهِ الْعَزِيزِ الْحَكِيمِ

“…Zafer, yalnızca mutlak güç ve hikmet sahibi Allah katındandır.” (Ali İmran 126)

 

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِأَعْدَائِكُمْ وَكَفَى بِاللّهِ وَلِيًّا وَكَفَى بِاللّهِ نَصِيرًا

“Allah düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kâfidir.” (Nisa 45)

 

جَاهِدُوا فِي اللَّهِ حَقَّ جِهَادِهِ هُوَ اجْتَبَاكُمْ وَمَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ مِّلَّةَ أَبِيكُمْ إِبْرَاهِيمَ هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيدًا عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ فَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ وَاعْتَصِمُوا بِاللَّهِ هُوَ مَوْلَاكُمْ فَنِعْمَ الْمَوْلَى وَنِعْمَ النَّصِيرُ

“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır, ne güzel yardımcıdır!” (Hacc 250)

 

لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَآ أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz):‘Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara 286)

 

رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, ayaklarımızı sabit kıl ve kâfirlere karşı bize zafer nasip eyle” (Bakara 250)

 

قَالُواْ ربَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَإِسْرَافَنَا فِي أَمْرِنَا وَثَبِّتْ أَقْدَامَنَا وانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

“Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla ve (yolunda)ayaklarımızı sağlam tut. Kâfir topluma karşı bize yardım et” (Ali İmran 147)

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp