Müslümanlar
Batının Kavramsal Vesayeti Altında
KAVRAMLAR NEDİR NEYİ İFADE EDER?
Konfüçyüsün bir sözüyle başlamak istiyorum. Eğer bir ülkeyi değiştirme işi size verilseydi ne yapardınız dediklerinde Konfüçyüs; “hemen o ülkenin kelimelerini değiştirirdim” diyor. Evet, kelimeleri değiştirilmiş, kavramlarının içi boşaltılmış, kavramlarından utanır hale getirilmiş bir toplumun ferdi olarak bu konuşmayı yapma gereği duyuyorum. Umarım sözlerim maksadımızı hasıl eder. Başarı Allah’tandır ve eğer bir eksiklik olursa o da muhakkak bendendir.
Bir şeyi isimlendirmek demek onu işleviyle birlikte ne yapıp ne yapmayacağını bilmek demektir. Masanın ne olduğunu bilmeyen birine “masa” deseniz onu anlamlandıramaz. Masayı anlamlandırabilmesi için masanın şeklini görmesi lazım, ne işe yaradığını bilmesi lazım ve ne amaçla kullanılamayacağını da. İşte o vakit isimlendirme anlam kazanacaktır. Yani isimlendirme kendisiyle bir şeyi tanımlayabileceğiniz ve zıddını da bilebileceğiniz bir tanımlamadır. Örnek verecek olursak mümin dediğimizde ölü, hareketsiz bir anlamdan öte dipdiri, canlı ve sorumluluk yükleyici bir yaşamı anlarız. Bunun zıddı ise kafirdir ve kafir de aynı mümin gibi canlı diri ve mücadeleci bir anlam barındırmaktadır. Mümin, Allah için mücadele ederken kafir ise tağut lehine mücadele eder.
İsimlendirme tabiri caizse bir şeyin kullanma talimatı gibidir. Şunları yap şunları yapma gibi. Müminler o kimselerdir ki diye başlayan ayetleri hatırlarsınız. Orada mümin tanımı yapılır. Yani bu özellikleri üzerinde barındıranlar müminlerdir barındırmayanlar ise küfredenlerdir gibi. İçinden kimi özellikleri üzerinizde barındırmadığınızda Allah hemen tanımlamayı mümin olmaktan çıkarıp kafir, fasık, zalim vs. gibi yeni bir tanımlamaya dönüştürmektedir. Allah bir şeyi isimlendirirken o isimlendirmenin canlı bir karşılığını da koymuştur. Kur’an’da okuduğumuz her bir kavramın hayatta bir karşılığı vardır ve insanı bir yere doğru götürür.
Kavramları hayatımızda bir yere oturtmak niçin önemlidir? Doğru tarafta olup olmadığımızı görmemiz için önemlidir. Bizler Allah’a iman ettiğini söyleyen bir topluluk isek bizim hayatımıza dair tüm belirlemeleri ve hayatımıza yön veren isimlendirmeleri Allah belirler. Hayata Allah’ın bak dediği yerden bakmak ve gör dediği yerden görmek için Kitabın tanımladığı kavramlara ihtiyacımız vardır. Ve hayatımızı o kavramlar üzerine şekillendirmeye ihtiyacımız vardır. Nitekim Allah Adem’i halife tayin ederken ona isimler öğretmemiş midir?
İSLAM KAVRAMLARA NASIL BAKAR?
Adem’i diğer varlıklardan farklı kılan şey Allah’ın ona isimleri öğretmesidir. İnsan, bu isimleri öğrenmeden önce yeryüzünde fesat çıkaran, kan döken bir yaratıktır. Enteresandır ki Allah son nebi olan Muhammed (sav)’e de ilk vahyinde “yaratan rabbin ismiyle okumasını” emretmiştir. Eski yaşamında “kitap nedir iman nedir bilmeyen” resul elçilikle vazifelendirildiğinde hayatı artık Allah’ın tanımladığı şekilde O’na ait kavramlarla okuyacaktır. Aynı şekilde Adem’de eşyanın isimlerini öğrenip kendisine vahyedildiği şekliyle yaşamaya başladığında eşrefi mahlukat olmuştur. Allah, Adem’e isimlendirmeyle birlikte adeta bir alan belirlemiştir. Şunları yapabilirsin ama şunu da yapamazsın diye. Adem, ne zaman ki Allah’ın sözünü unutup şeytanın isimlendirmesine tabi olduysa işte tam o vakit “inin oradan…” diye bir tepkiyle karşılaştı. Yani bulunduğun mevkiin yüceliğini farkedemeyip aşağıya razı oldun gibi bir tepkiyle karşılaşmıştır. Ama mümin bir insanın doğal refleksi ile Adem, cehalet sonucu işlemiş olduğu günahtan yine Allah’tan aldığı kelimelerle affını dilemiş yine eşrefi mahlukat olarak yoluna devam etmiştir.
Kur’an’da isimlendirme ile ilgili birkaç ayetten örnekle konuyu açacak olursak Necm suresinin 23. Ayetine bakalım;
“Bu (sözde ilahi varlık)lar sizin ve atalarınızın uydurduğu boş isimlerden başka şeyler değildir; (ve) Allah onlara hiçbir yetki vermemiştir. Onlar, (o putlara tapanlar,) sadece zannın ve kuruntuların peşine takılıyorlar; halbuki şimdi onlara Rablerinden bir yol gösterici gelmiştir.”
Bu ayetin hemen öncesinde Lat, Menat ve Uzza anlatılır. Mekke toplumu bu üç puta farklı anlamlar yüklerler. Bu putlara ibadet edenlerin işlerinin açılacağına, savaşlar kazandıracağına, evine bereket geleceğine, erkek çocuğu olmayanların erkek çocukları olacağına vs. daha birçok şeye sebep olduğuna inanılıyordu. Doğal olarak bu putlar sadece bir isim almış olmuyorlar aynı zamanda bu işlevlerine binaen yeni ibadet yöntemlerini de beraberinde getiriyordu. Adaklar sunuluyor, kutlamalar yapılıyor, paralar toplanıyor, yeni tapınaklar ve yeni putlar imal ediliyordu. Bu putların oluşturduğu hava ile bir ticari piyasa oluşuyordu kısacası. Ama gelin görün ki bütün bunlar Allah’ın belirlediği bir tanımlama, istediği bir hayat değildi. Bu yalnızca müşriklerin kuruntularından ibaret olan ve Allah katında cehennemden başka karşılığı olmayan bir isimlendirme, tanımlama idi.
Bugünün Latları, Menatları, Uzzaları yok mudur?
Elbette vardır. Bu tanrılardan biri haz tanrısı bir diğeri piyasa tanrısıdır. Günümüzde yeni ibadethaneler AVM’ler olmuş ve bu dinin ibadeti ise tüketim çılgınlığı olmuştur. “Harcadıkça kazan, kazandıkça harca” piyasa tanrısının, kullarına sürekli tekrarlattığı bir slogandır. İşte bunlarda kapitalistlerin, liberallerin uydurduğu isimlendirmelerden başka bir şey değildir.
İsimlendirme ile ilgili bir başka ayet Süleyman’ın Belkıs’a yazdığı mektuptur. Belkıs okurken “mektubun Süleyman’dan geldiğini ve rahman ve rahiym olan Allah’ın adıyla başladığını duyuruyor.” (27/30) ) Allah’ın elçisi Süleyman bir savaş yapacağı zaman yine Allah’ın buyruklarına uygun bir davranışla hareket edeceğini ve bu savaşın yapılacaksa yalnızca Allah’ın tanımlamış olduğu bir usul, istek ve kararlılıkla yapılacağını bizlere göstermiştir. Yani ülkeleri işgal edip, halkı yoketmek ve zenginliklerini gasbetmek mantığından uzak; yalnızca savaş yapılacak bölgeyi tek olan Allah’a kul edebilmek için ve insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnızca yaratana kul yapmayı başarmak için savaş yapılmalıdır. Allah’ın savaşı isimlendirmesi bu minval üzeredir. Oysa modern çağ savaşı işgal ve sömürü olarak isimlendirmiştir.
Yine isimlendirme ile ilgili bir başka ayet helal olan yiyeceklerin tanımlanmasına dairdir. Allah, helal olan yiyecekleri anlatırken kendi isimlendirdiği, tanımladığı yiyeceklerden yenmesini emretmekte ve yasak olarak isimlendirdiği yiyeceklerden ise yenmemesi gerektiğini belirtmektedir.
“Üzerinde Allah’ın isminin anılmadığı şeyi yemeyin; çünkü bu fısktır. Gerçekten de şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına gizli çağrıda bulunurlar. Onlara itaat ederseniz şüphesiz sizde müşriklersiniz.” (6/121) Ayrıca bakınız: 22/28, 34, 36, 40- 6/118, 119, 138 vs.
Allah’ın, ilk halife Adem’den tutun da son nebi Muhammed (as)’e kadar göndermiş olduğu tüm vahiylerde insanlara hayatı tanımlamış ve insanın hayatın içinde dikkat etmesi gerekenleri onlara bildirmiştir. Ama insanlar Allah’ın kendilerine bildirmiş olduğu tanımlamaları es geçerek kendi isimlendirmelerini Allah’ın isimlendirmelerinin üzerine bina etmeye kalkışmışlardır. Öyle ki bunun neticesinde vahyin dışında birçok ideoloji ve hayat tarzları oluşmuş ve insanlık küfür deryasında kaybolmuştur. Belli aralıklarla gelen nebiler tanımlamaların, isimlendirmelerin Allah’ın gösterdiği doğrultuda yapılması gerektiğini hatırlatmıştır. Allah, kimi kavimlerin bu hatırlatmalara kulak tıkamaları sonucu helake uğradığını bize bildirmiştir.
Her din ve ideoloji bir hayat inşâ ederken kendi kavramlarına dayanarak bu işlevi yerine getirir. İslam, tevhid üzerine kurar binasını. Tevhidi ayakta tutabilmek için yapılması gereken ibadetlerle kaçınılması gereken amelleri sıralar. Ve bu tanımlamaları kimsenin keyfine bırakmaz. Çünkü o kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez. Eğer öyle olsaydı herkese göre bir tanım çıkacak olurdu ki o zaman bir sabitemiz olmazdı. Kitap kendisini tarif ederken “kitabın anası muhkemdir” der yani apaçıktır. Ama biz kitabın anasını müteşabih yapmışızdır. Ben şefaati şöyle anlıyorum, ben zikri şu şekilde yorumluyorum ya da veli kavramı bana göre şöyledir diyoruz. Oysa Kur’an’ın açıkça ifade ettiği tanımlamalarda göreceliliğe yer yoktur. Çünkü Allah, Kur’an’da temel kavramların çok açıkça ne anlama geldiğini ve nasıl yaşanması gerektiğini bildirmiştir.
BATI DÜŞÜNCESİNİN DAYANDIĞI TEMEL ARGÜMANLAR NEDİR?
Batıl düşünce sistemleri de kendi hayat anlayışlarını inşâ ederken onlar da kendi kavramlarına yaslanarak bu işi yapmışlardır. Bugünün hakim mantığı batılı hayat tarzıdır. Batı, İslam topluluklarını kavramsal bir vesayet altında tutmaktadır. Kendi kavramlarıyla düşünmemizi ve kendi kavramlarının sınırları ölçüsünde değer üretmemizi arzu etmektedirler. Geçer akçe olarak kabul edilen yaşam tarzını onların kavramlarıyla tanımlayacak olursak hümanist, özgürlükçü, liberal, seküler, modern, post modern, demokrat, laik, agnostik, dualist vs. yaşam tarzıdır. Bu kavramların temeli insanın vahiyden bağımsız olan aklıdır. Yani belirleyici olan insandır. Çünkü batılı zihniyet için insan bir tanrıdır. Daha doğrusu modern akıl, Allah ile insanın sınırını çizmiştir. Allah yalnızca manevi boşluğu dolduran bir alana hükmederken insan fizik dünyasına yani içinde yaşadığı dünyaya hükmeder. Doğal olarak modern aklın belirlediği kavramlar da insanın tanrılık oyununu geliştirmesi için vardırlar. Modern aklın belirlediği kavramların menşei de batıdır.
Bir kavramı incelerken kavramın doğduğu şartları, onu geliştiren ve onu kendisi yapan şeyi iyi bilmemiz gerekir. Batı’ya ait birkaç kavramı bu minvalde örneklendirecek olursak konu daha iyi anlaşılır diye düşünüyorum. Örneğin Özgürlük ifadesi kavram olarak rönesansla birlikte anılmış. Ruhban katolik anlayışına tepki olarak, insanın tanrının kısıtlayıcılığından da kurtularak kendini her şeyden bağımsız kılması ve serbest hareket etmesi anlamına gelir. Müslüman bir kişinin “özgür” olması mümkün müdür? Yaratılış amacı kulluk olan biri kendi kafası estiği gibi bağımsız hareket edebilir mi?
Liberalizm, birey olmayı esas alır ve her şeyi bireyin hazzı ve kazancı üzerine bina eder. Soros gibi para babaları daha çok kazanacak diye bir ülkenin borsasını, ekonomisini altüst edebilir. Batılı para babaları daha çok kazanabilmek için ülkeleri işgal edebilir ve işgal ettiği ülkenin kadınlarını ve kızlarını şehvet duygularının esiri yapabilir. İngilizler kendi kumaşlarını Hindistan’da satabilmek için 40.000 Hintli dokuma ustasının elini bilekten kesebilir.
Demokrasi genel kanı olarak antik Yunan’da ortaya çıkmış bir kavramdır. Detayına girmeden kısacası halkın egemenliğine iman etmiş bir düşüncedir ki bu düşüncesinde bile ikiyüzlüdür. Çünkü onların halk olarak gördükleri yalnızca elit, aristokrat seçkinlerdir. Asgari ücretliler, orta ve alt düzey memurlar, çiftçiler, köylüler halktan sayılmamaktadırlar. Bu konuyu açıklama babından yaşadığımız ülkeden iki örnek sunmak istiyorum.
Birincisi; Osman Yüksel Serdengeçti’nin hatıratlarında anlattığı bir olay 18 yıl Ankara valiliği, yapmış ve Ankara’yı yalnızca Ulus, Çankaya arası olarak gören ve 18 yıl boyunca Ankara’nın hiçbir ilçesini ziyarete gitmeyen Nevzat Tandoğan’ın siyasi bir davadan tutuklanarak huzuruna getirilen Osman Yüksel Serdengeçtiye söylediği sözdür. “Ulan öküz Anadolulu; sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa onu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi askere çağrıldığınızda askere gelmektir” der. Demesi o ki, eğer ölünmesi gereken bir durum olursa sizi yerimize ölmeniz için çağırırız. Malumunuzdur ki bugün PKK ile çatışan ve öldürülen gençler Anadolu’nun bağrından çıkmış gariban ailelerin çocuklarıdır. Hiçbir paşa, bürokrat, ya da milletvekili çocuklarının doğuda PKK’ya karşı savaştığına şahit olmazsınız.
Son olarak da karnımızı doyurmak için gerekli rızkı temin etmekle yükümlüsünüz demek istiyorlar.
İkinci örnek ise güncel… Bu seçkinci anlayış CHP’de öyle de AKP’de aynı değil mi? Yakın tarihte doktorlar için sağlık bakanlığının çıkarmış olduğu tam gün yasasını bilirsiniz. Bu yasanın özü ne idi? Bir doktor hangi hastanede çalışıyorsa yalnızca o hastanede muayene ve ameliyat yapabilecekti. Muayenehane açmak ve başka hastanelerde ameliyata katılmak yasaktı doktorlara. Bu yasayı çıkaran devlet, başbakan söz konusu olunca yasayı delebiliyor. Başbakan sindirim sisteminden ameliyat oldu. Ameliyat olduğu hastanenin doktoru ameliyat yapmadı. Başbakanı alanının en iyisi olan başka bir hastanenin doktoru başka bir hastaneye gelerek ameliyat etti. Ama gariban yurdum insanı söz konusu olunca yasa olanca şiddetiyle karşımızda bir heyula gibi dikilebiliyor. Bizim tabirimizle halk yine öteleniyor. Kısacası tablo değişmeden devam ediyor. George Orwell’ın “Hayvanlar Çiftliği” eserini bilirsiniz. Hayvanlar birleşir ve çiftlikte bir devrim yaparlar. Domuzlar lider olur. Devrim yasasının ilk maddesi “bütün hayvanlar eşittir”. Süreç öyle bir ilerler ki en sonunda “bütün hayvanlar eşittir ama domuzlar daha eşittir” olur. İşte demokrasilerde domuzlar daha eşittir.
KAVRAMLARI KENDİ DÜŞÜNCE ALGIMIZA GÖRE YENİDEN DİZAYN EDEBİLİR MİYİZ?
Peki biz, batılı olan bu kavramları islamileştirebilir miyiz? İslama göre özgürlük, islama göre demokrasi, sosyalist müslüman, kapitalist müslüman, liberal mümin, vs. gibi bu sıralamayı uzatabiliriz. Aslında yukarda islami kavramlar için söylediğimiz şeyler batılı kavramlar için de geçerlidir. Her kavram kendi ait olduğu yere göre tanımlanır. Çünkü onu anlamlandıran şey onun ilk çıkış kaynağıdır. Batılı kavramların temel referansı tanrıdan bağımsız seküler bir akılla oluşturulmuş olmasıdır. Onun bu özelliğini ondan koparmak kavramı kendi olmayan başka bir mecraya taşımak demektir. Yani ayran çorbasının tarifini yapıp da bu mercimek çorbasıdır demek gibi bir şeydir. Eğer biz demokrasiyi alıp salt bir seçim sistemi olarak kabul ediyoruz başka türlü değerlendirmiyoruz dersek bu demokrasinin tarifi olmaz. Tıpkı mümini tanımlarken bir kişinin yalnızca namaz kılması onu mümin yapmadığı gibi.
Demokrasi, seküler bir dünyayı vareden görüştür, kısacası başlı başına bir dindir, bir hayat tarzıdır. Liberalizm, kapitalizm hatta modernizm ve post modernizm demokrasi olmadan nefes alamaz. Laiklik de öyledir. Kişi, hayatı dini ve dünyevi diye ayırmazsa laik olamaz. İslama göre devlet de laik olamaz. Çünkü İslam, yeryüzünde dinin yalnızca Allah’ın oluncaya kadar savaşılmasını emreder. Bu da demektir ki islam otoriteye taliptir. Hükmünüz altında yaşayan gayri müslümlere fesat çıkarmayacak ölçüde kendi inançlarını yaşamalarına müsaade etmek laiklik değildir. Çünkü onlara bu müsadeyi verirken yine Allah’ın tanımladığı ölçülerde vermektesiniz. Dini ve dünyevi diye bir ayrımdan uzak bir şekilde bunu yapıyorsunuzdur.
Laiklikte ise dünyayı yönetmeyi insan aklına ve keyfine havale ederken uhrevi alanı da bu keyfiyeti bozmayacak şekilde bir düzenlemeyle serbest bırakmaktır. Dinde zorlama yoktur ayetini laiklikle özdeşleştirerek Hasan Hanefi gibi tevhidin özüdür dersek vahyin buyruğundan hiç nasibimizi almamışız demektir.
Kısacası bu kavramlar da ait olduğu yerde tanımlanır. Allah’ın ifadesiyle “doğruluk ve eğrilik birbirinden ayrılmıştır”. Ya Allah’ın isimlendirmesine göre bir hayat dizayn edeceğiz yahut batıl kavramların peşinde sürüklenerek kaybolup gideceğiz.
MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜRLERİN KAVRAMLAR KONUSUNDAKİ EKSİKLİĞİ
Kavramların tarihsel derinliğine bakıldığında aslında her kavram insanlığın geçtiği zamanları ve insanlığın geçirdiği süreci anlatır. Aydınlanma çağıyla birlikte batı insanlığı yeni kavramlarla tanıştırmış ve bu kavramlardan örülü bir yaşam tarzını da inşa etmiştir. Özgürlük, liberalizm, demokrasi, sosyalizm, proletarya, komünizm, modernite, post-modernite vs. bu kavramlardan yalnızca bir kaçıdır. İslam dünyası tam da İbn-i Haldun’un tanımladığı gibi “mağlup milletler galip milletleri taklid eder” sözü üzerine yaklaşık üç asırdan beri Batı’yı taklit ederek varlığına devam etmektedir.
Batı, ürettiği kavramlara karşın islamın kendi kavramlarının da içini boşaltmış durumdadır. Oysa Batı’yı ayakta tutan kavramların İslam dünyasında iyi bir tahlile tabi tutulması gerekirdi. Bu tahlil bu kavramların kabulü için değil müslümanın ne olmadığını ve ne olmaması gerektiğini bilmesi için gerekli tahlil idi. Oysa köklü bir eleştiri ve bunun karşısına alternatif olan islamın kendi kavramlarını yerleştirme, kendi tarif dilini oluşturma ve hayatın içine sokmayı becerebilmek gerekiyordu. Oysa Müslüman aydınlar bu konuda Batılı bir zihinle düşünmek ve konuşmaktan kendini koruyamadılar. Gevurun ekmeğini yiyen nasıl ki gevurun kılıcını çekerse Batı’nın kavramlarını ve söylevlerini dillendirenler de elbette giderek Batı’lı olma çizgisine yaklaşacaklardı. Nihayetinde İslam dünyasında modernist müslümanların türemesi bu algının sonucudur. Ali Abdurrazıklar, Hasan Hanefiler, Gannuşiler, Şebusteriler bunlara örnektir.
Elbette bu süreçten sonra “biraz daha özgürleşmenin neresi kötü”, “demokrasiyi şuraya benzetebiliriz ve buna müspet demokrasi diyebiliriz”, “insan hakları ve hümanist bir yaklaşımı benimsemeliyiz”, “adalet üzere yöneten bir devlete İslam dahi olmasa itaat edilmelidir”, “Müslüman kapitalist olmaz ama sosyalist olabilir” gibi köksüz, ucube, nerde olduğu ve hangi çizgide hareket ettiği belli olmayan düşünceler ortaya atılmakta birçok insan da bu saçma düşüncelerin peşinden hazır kıta yol alabilmektedir.
MEVCUT DURUMA ÖNERİLECEK ÇÖZÜMLEMELER
Allah, nasıl ki Adem’e eşyanın isimlerini öğretmişse beşeri ideolojilerde eşyanın ismini Adem’e yeniden öğretmektedir. Allah, savaşı kullara kulluktan insanları kurtaran ve yalnızca kendine kul yapan bir yol olarak görürken beşeri ideolojiler ise elit kesimin zenginleşmesi, halkların sömürüsü ve insanların köleleştirilmesi olarak isimlendirmektedir. Allah, iktisadı insanın temel ihtiyaçlarının karşılanması ve fazlasının infak edilmesi olarak tanımlamasına karşın kapitalizm insanın ihtiyaçlarını sınırsız addederken insanı doyumsuz bir hayvana dönüştürmüştür. Allah, takvaca üstünlüğü ön plana çıkarırken modernizm marka tutkunluğuyla insana değer biçmiştir.
Allah, kadını ve erkeği birbirlerinin elbisesi olarak tanımlayıp aralarında sevgi bağı oluşturduğunu söylemiş olmasına rağmen ve kadının erkek üzerinde erkeğin de kadın üzerinde haklarını belirtmiş olmasına karşın beşeri ideolojiler ise kadın ve erkeği birbirine rakip ederek kadını hem bedensel hem de cinsel yönden sömürerek onlara zulmetmiştir. Erkekleri kadınsılaştırmış, kadınları da erkeksileştirmiştir. Böylelikle cinsler arası mahremiyet duvarını yok etmiştir. Aileyi parçalamıştır.
Allah, Adem’e nasıl isimleri öğrettiyse ve Adem bu isimleri öğrenerek kan dökücü, bozguncu, fesat çıkaran bir varlık olmaktan, eşrefi mahlukat olma şerefine nail olduysa bugün bizler de hayata kimin isimlendirmeleriyle devam ettiğimizi görmek zorundayız. Çünkü hangi isimlendirmeyle yolumuza devam ettiğimiz aynı zamanda “esfele safilin” mi yoksa “eşrefi mahlukat” mı olduğumuzu ortaya koyacaktır.
Bazı zamanlar da Allah için daha geniş alanlar oluşturmak adına bir takım isimlendirmeler yapma isteğimiz olsa da niyetlerimizi vahiyle test ettikten sonra isimlendirmelerimizi gözden geçirmeliyiz. Zira Allah’ın vahyine rağmen O’nun rızasını kazanma gücümüz yoktur. Bildiğiniz gibi cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. O’nun kavramlarını ve isimlendirmelerini hayata dahil etmeden başka kavramlarla O’na ulaşma ve O’nu razı etme imkanımız yoktur. Her ne kadar niyetimiz iyi olsa da eylemlerimiz bizi yanlış isimlendirmelerin kucağına atabilir ki Allah korusun bu durum da yoldan çıkmayı beraberinde getirir. "Andolsun" dedi. "Rabbinizden üzerinize iğrenç bir azab ve gazab gerekli kılındı. Allah'ın kendileri hakkında hiç bir delil indirmediği ve sizin ile babalarınızın isimlendirdiği (düzüp uydurduğu) birtakım isimler (düzme tanrılar ve kurallar) adına mı benimle mücadele ediyorsunuz? Öyleyse bekleyedurun; şüphesiz, ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." (7/71)
Netice olarak şunu ifade etmeliyim ki her düşünce kendi kavramlarıyla yoluna devam etmelidir. Mümin olanların yolu Allah’ın kendileri için belirlemiş olduğu kavramlardan geçmektedir. Bu kavramları da yine ancak Kur’an’dan öğrenebiliriz. Aksi takdirde kendimizi salih amel işliyor zannedip de hüsrana uğrayanlardan bulabiliriz. Kur’an’ın anlattığı kavramlar salt bilgiyle anlaşılabilecek kavramlar da değildir. Hayatın içinde yeri olan canlı birer organizma gibidir. Ancak yaşandıkça kıymeti bilinen ve insanı yücelten kavramlardır.
Bünyamin Zeran
(İSLAM VE HAYAT)