Ne olduysa hep bize azar, azar oldu
“Hazar denizinin etrafını genç bir kız, elinde altın testi ile tek başına dolaşırdı da hiçbir güvenlik kaygısı taşımazdı”
Batılı bir tarihçiye ait olan bu betimleme İslam’ın haziresinde iken Orta Asya’nın / bilâdü İslam’ın eman ve emniyet yurdu olduğuna şahitlik ediyordu. Bu betimleme İslam’ın tarihini inceleyen doğulu batılı ama insaflı tüm tarihçilerin klasiğidir. Peki, neden genç kız, neden altın testi ve neden tek başına? Genç kız namus güvenliğine, altın testi mal güvenliğine, tek başına betimlemesi ise korumasız olmasına rağmen can güvenliğine işaret etmektedir.
Bu betimleme bana Rasulüllah (s.a.v.)’in Habbabb. Eret (r.a.)’a söylediği şu sözü hatırlatır:
“Allah’a yemin ederim ki, Allah, bu dîni muhakkak surette kemale erdirecektir. Öyle ki, bir süvari yalnız başına Sana’danHadramevt’e kadar emniyet içinde gidecek. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak yahut koyun sahibi yolcu sadece koyunu üzerine kurt saldırmasından korkacaktır...” (Buhari, Menakıb, 25, Ebu Davud, Cihad, 57)
Rasulüllah (s.a.v.)’in buyruğunda geçen Sana ve Hadramevt de bir betimlemedir. O dönemde belirtilen güzergah üzerinde seyru sefer etmek her yiğidin harcı değildi. Ancak kısa zamanda, sadece San’a ve Hadramevt değil Orta Asya ve ulaştığı diğer tüm beldeler İslam’ın sayesinde büsbütün eman ve emniyetin kapladığı beldeler oldu. Kafatasından kuleler inşa eden, insan derisinden kitap cildi yapan kitapsız insanların beldelerinde insan, insan olma onuru, izzet ve şerefine kavuştu.
Yüzyıllarca bu topraklar "Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de adl-i İlahi sorar Ömer'den onu” düşüncesinde halifeler tarafından yönetildiği zamanlar taşına toprağına emniyetin kazındığı topraklardı. İnsana Allah emaneti gözü ile bakan, birlikte yaşadığı gayri müslim toplulukların / zimmet ehlinin bile can, mal, namus ve şereflerinin Allah tarafından omuzlarına yüklenmiş bir zimmet ve emanet olduğu bilincine sahip iken şehirlerimiz dünyanın namzet şehirleri idi.
Arif Nihat Asya’nın “Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu. Ne olduysa hep bize azar, azar oldu” dizelerinde ifade ettiği gibi batının bize değen nazarı ile insana, hayata ve evrene bakışımız ve ardından emniyet ve emanın güvencesi ilahi nizam değişince değişti dünyamız, altüst oldu yuvalarımız.
Kuzular kurtların cirit attığı vahşi ormanda güven içinde gezinirken masum bebelerin bile canını, namusunu koruyamadığı bir dünyaya inkılâb olduk. İşte her gün yürekleri dağlayan cinayet haberleri.. Cinnet getirip pompalı tüfekle eşini ve ailesini katleden, gayri meşru ilişkiden dünyaya getirdiği çocuğunu gömdüğü yeri eşeleyen köpek haberleri.. İnsanı insanın kurdu yapan batılı nazar / düşünüş biçimi bize dokunduğunda mizan kayboluverdi.
Demokrasi, liberalizm / bırakın yapsınlar bırakın etsinlercilik ve insanı hayatın ve evrenin sahibine karşı kayıtsız hale getiren şuh bir cazibe içinde sunulan her türlü özgürlük fikri öyle şişede durduğu gibi durmuyormuş meğer. O ete kemiğe büründüğünde insanı gezegenin en vahşi yaratığına dönüştürüyor.
Daha fazla kazanma hırsıyla bilenmiş kapitalist tiröstlerin finanse ettiği televizyonların ekranına düşen her bir fotoğraf karesi cinselliği ayartmakta. Erken yaşta flörtü ve her türlü çarpık ilişkiyi çocuklarımızın zihninde sıradanlaştıran diziler.. Cinsel içerikli filmleri andıran reklamlar.. Örneğin bir çay reklamında erkek arkadaşının dudağının dokunduğu noktadan çayını içerken bayanın ‘tadı bi başka olmuş’ demesi, bunun çaydan çok cinselliğin reklamı olduğunu ele veriyordu.
Elbette bunlar bir tesadüf değildir. Ümmetimizin düşmanları, daha çocuk yaştayken “Mescid-i Aksa için minber yapıp da ne yapacaksın, yapsan da onu nasıl yerine koyacaksın, Kudüs haçlıların işgali altında” diyen adama “Benim işim minberi yapmak. Bu ümmet de içinden, alıp bu minberi Mescid-i Aksa’ya yerleştirecek bir yiğit çıkarsın” diye cevap veren marangozun sözünü kulağına küpe yapıp Mescid-i Aksa özgürleşinceye kadar gülmeyi kendisine haram etmiş Selahaddin Eyyübîlerin neslinin devam etmesinden hazzetmedikleri için onu tarih boyu madde ve mana planında kalkındıran ve seçkin ümmet yapan akidesi ile bağını koparttılar. Ulaştıkları beldelere emniyeti getiren İslam’ın ordularını cephede yenemeyince ümmetimize bu ulvî misyonu yükleyen dini aziz İslam’la bağını koparttılar İslam’ın yeniden ölüden diriyi çıkartıcı potansiyele sahip tek din olduğunu bildikleri için bu misyonu özellikle gençlerimizin yüklenmemesi için özel çaba içine girdiler. Gençlerimizi kuşatma altına aldılar. Batılı laik, demokratik liberal ve özgürlükçü fikirlerden oluşan popüler kültürün öğütücü nesnesi haline getirildi tarih yapan gençlerimiz. Yazılı, görsel ve sosyal medya gibi iletişim araçlarının salgıladığı zehirli parazit fikirler dikkat ederseniz hep gençlerimizi hedef almaktadır. Zira ümmetimizin düşmanları gençlerimizin, içgüdüleri ve onun tetiklediği şehvet ve ihtiraslarının peşinde sürüklenmesini istemektedir. Özellikle tv’ler dizi ve sinema filmleri ile hatta reklamlarda dahi genç kitleyi hedef alarak onu ayartmakta, baştan çıkartmakta ve onu kapitalist tüketim çarklarının içinde bir dişli haline getirerek sadece marka ve eğlence için yaşayan süfli bir yaratığa dönüştürmeye çabalamaktadır. Bu, ümmetimizin gençlerini felçli hale getirme çabasıdır.
Ümmetimizin gençleri sadece bugün değil tarih boyunca İslam düşmanlarının en önemli hedef kitlesi olmuştur. 1935 senesinde Kudüs’te gerçekleştirilen bir misyonerler kongresinde Rahip Samuel Zwemer’in şu sözleri gerçekten onların düşmanlıklarını ve gençlerimizi hedef alan sistematik bir çalışma yürüttüklerinin kanıtı niteliğindedir.
“Siz Müslüman toprağında Allah’la ilişkisini koparmış ve bu ilişkiyi kurmayı da istemeyen bir nesil icat ettiniz. Müslümanı İslam’dan çıkarttınız amma onu Hristiyan da yapmadınız. Fakat ardından tamamen sömürgenin istediği doğrultuda bir nesil geldi. Bu neslin artık kendini adadığı büyük idealleri yok. Bu nesil şehvetinden ve dünyevi hırslarından başka bir şey düşünmeyen tembelliği ve rahatı seven bir nesil. Şehveti için öğrenen, şehveti için kazanan ve şehveti uğrunda tüketen bir nesildir bu nesil.”
Halbuki Rabbimiz bizi inzâr etmişti: “Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya / mücadeleye devam ederler.” (Bakara, 217).
İlk yarım yüzyılda laik jakobenlerin zorla giydirmeye çalıştıkları deli gömleğinin, ardından muhafazakar demokratların “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” idealinin ve son birkaç on yılda Müslüman demokratların “köprüyü geçene kadar” retoriğiyle zerkettikleri batılı batıl değerlerin hasılasıdır bu.
Bu sorunu ancak Hz. Ömer (r.a.) gibi İslam’ın yetiştirdiği ‘devlet adam’ı çözebilir. Zira o zaferi Allah’dan bilmeleri gerekirken kendisinden bildikleri Halid b. Velid (r.a.)’ı kariyerinin zirvesinde iken görevden almıştı. O, toplumunun inancına ilişen en ufak bir paraziti, düşünce sisteminde meydana gelen en ufak bir lekeyi gidermek için anında müdahale eden bir örnek olarak devlet adamlığının sadece maddeten toplumu kalkındırmak olmadığını göstermişti. Çünkü sahte cennete çevrilmiş dünya bir tek cennet etmez.
Batı tipi; maddi kalkınmacı bir anlayışla inşa ettiğimiz şehirlerimizle, konforlu meskenlerimizle, kişi başına düşen refah payının artışı ile tünel ve trenlerimizle övünürken gerçekte bunların -Mescid-i Haram dahi olsa- bir tek imanlı yürek, İslami zihniyet ve eğilimlere sahip bir tek şahsiyet etmeyeceğini idrak etmemiz gerekiyor. Bunları yaparken retorik haline getirdiğimiz ve İslam şahsiyetinin içini oyan demokrasi ve özgürlükler fikrinin nazarlara verdiği buğu neyle çözülecek, zihinlere düşürdüğü lekeler neyle temizlenecek, davranış bozuklukları neyle düzelecek. Müslüman kimliği nasıl inşa olunacak?
“Siz hacılara su sağlamayı ve Kâbe'yi onarıp şenlendirmeyi, ahiret gününe inanmakla ve Allah yolunda cihad etmekle bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında bir değildirler. Allah zalimler güruhunu doğru yola iletmez.” (Tevbe, 19)
Abdurrahim Şen
twitter@abdurrahimsen
timeturk.com/tr/makale/abdurrahim-sen/ne-olduysa-hep-bize-azar-azar-oldu.html#.U2nxgPl_tjQ