POSTMODERN İRTİDAT
Bir post-modern irtidat çağında yaşıyoruz.
Bir post-modern irtidat sürecine topluca tanıklık ediyoruz.
Bir post-modern irtidat çağı hepimizi kuşatıyor. Post-modern irtidatın şekli-şemaili de, post-modern paradigmaya uygun şekilde, yani post-modernce. Ne olsa gidiyor…
Modern irtidat çağında İslam darp edilmişti, falakaya yatırılmıştı, ‘Cumhuriyet tipi’ infaz kurumlarında günlerce değil, yıllarca işkenceye tabi tutulmuştu. İslam çarmıha gerilmişti. İslam'la hesaplaşmanın adıydı modernite. İslam’ın dişi-tırnağı sökülmüş; İslam'ı İslam yapan hayat damarları, köksüz, soysuz, tepeden inmeci laik bir yönetim anlayışının damarlarıyla birleştirilmek suretiyle tağyir edilmek istenmişti. İslam İslam olmaktan çıkartılmak istenmişti. Görenler onu tanımasın, hatta ürksün diye düşünülmüştü.
Allah düşmanlarının eline fırsat geçmişti; her zaman ele geçmeyen bir fırsat…
İslam'ın mabedine hayvanlar bağlanmıştı. Kur'an ayaklar altında çiğnenmişti. Ezan, ağızlarından-ellerinden dökülen, kalplerinde daha büyüğünü gizledikleri kinlerinin kurbanı olmuştu. Namaz ibadeti Hristiyanların kilise ayinlerine benzetilmek istenmişti. Nadir oğulları Yahudilerinden bu yana kimsenin cesaret edemediği, İslam kadınının örtüsüne el uzatılarak, iffet, ırz ve namus değerleri pây ü mâl edilmek istenmişti.
Rivayetlerin İsrail oğulları-Roma İmparatorluğu ortaklığı ile haça gerilen ve “Allahım, beni niçin terk ettin?!” yakarışıyla, katillerinin alaycı gülüşmeleri önünde can veren İsa’sını “biz öldürdük” diye kibirlenen Yahudi azgınlığı misali, İslam'ı ben bitirdim, defterini dürdüm demenin dayanılmaz hafifliğine erebilmenin hevesi ile İslam salb edilmek istenmişti.
İnsan bu…
Her türlü cürmü planlamak, her planında hedefe ulaşmak ister. Firavun da, Mısır mülkünü ve önünden akıp giden ırmakları kendisinin biliyordu.
Lakin gün akşamlı, insan ölümlüdür.
Firavun öldü. Bizim Firavunlarımız da öldü.
Ve zaman geçti, devir değişti. Köprülerin altından çok sular aktı. Modern irtidat süreci darbelerle devam etti. Nice insanlar, birbirinden çok farklı nedenlerle bedeller ödediler.
Ve gün geldi, modern irtidat devri bitti. Post-modern olan başladı.
Post-modern irtidatı 21. yüzyılın ilk yıllarından başlatmak, sanırım yanlış olmaz. İşaret ettiğimiz tarih, dünün -tırnak içinde- ‘mağdurları’nın bugün ‘mağrur’ (iktidar) oldukları bir sürecin başlangıcına tekabül etmektedir. Halk yığınlarına sorarsanız, sanki zindandan Mısır’ın sultanlığına terfi etmişlerdi.
Yeni dönemin anahtar terimi özgürlüktü. Müslümanlar özgürleşecekti… 28 Şubat Post-modern darbe döneminden geçen dindarlar için özgürlük adeta bir şeb-i arûs oldu.
Evet, özgürlük geldi, bütün çekiciliği ile.
İslam'la artık barışılmıştır! Şimdi camilere olağanüstü bir özen gösterilmektedir. Kur'an’dan her gün ziyafetler verilmektedir. Ezanlar gür bir seda ile okunmaktadır. Her bir köşeden “elif, bee, tee, see” sesleri duyulmaktadır. Sınavlarda başörtülü kızlar kılık-kıyafet yönetmeliğine takılmamaktadır.
Anlayacağınız, post-modern demokratik bir asr-ı saadettir yaşanan.
Fakat…
Yeni dönemde ciddi bir İslamlaşma yaşayacağımızı öngörenler ve bunu böyle görmekte (daha doğrusu görememekte) hala diretenler… Yanılgılarını dün kabul etmediler, bugün de kabul etmemektedirler. Bunun en önemli nedeni şudur: Çünkü herkesin İslamlaşmadan anladığı da kendine göredir artık.
Günümüz demokratik asr-ı saadetinde İslamlaşma, modern dönemlerde olandan çok daha zorlaşmıştır. Şimdi İslamlaşmadan değil, İslam'ı modern cahiliye ile uzlaştırmadan bahsedebiliriz. Özü-sözü çağın değerlerine göre şekillenmiş kimseler, İslam’a karşı bedenlerine, adeta liberal kavramlardan mamul bir yalıtım mantosu geçirmişler, en üste İslam kokulu bir boya çekmek suretiyle, nebevî bir imana karşı kendilerini ‘korumaya’ almışlardır. İslamlaşmanın önündeki en büyük engeli, işte bu yalıtılmış -sözde İslamî- hayatlar oluşturmaktadır. Bunun birçok tezahürü vardır.
Tevhidle şirkin ustalıkla kaynaştırıldığı bir uzlaşmadan bahsediyorum.
Post-modern irtidatının en büyük tezahürü, İslam'ın dinlerden bir din, üç büyük/İbrahimî dinden biri; ideolojilerden bir ideoloji, doğrulardan bir doğru, hakikatlerden bir hakikat olarak algılanmasıdır. İslam yegâne hakikat değildir, böyle düşünmek totalitarizmdir, dayatmacılıktır. Eskiden belki “Allah katında din İslam”dı ama artık şimdi değil! Şayet Kutsal Kitabın böyle bir hüküm içerdiği ileri sürülüyorsa, bu hükmün bu çağda böyle anlaşılamayacağını izah etmek, konunun uzmanlarına düşer! Uzmanların söylemediği bir görüş de zaten makbul değildir. Yine de mü'minler korkuya kapılmamalıdırlar, çünkü bir arada yaşama formülünde, ‘uslu’ durdukları sürece onlara da yer vardır! Fakat şunu herkes kabul etmelidir ki, sırf İslam’a dayalı bir toplum önerilemez! İslam hayatımızın referansı olamaz! Bu, teklif dahi edilemez bir kanıdır.
Post modern dönemde, İslam kulluk olmaktan çıkartılmış, bir ‘birey hakkı’na dönüştürülmüştür. Modern ceberut devlet döneminde de gelinmek istenen nokta aslında buydu. Namaz, oruç, hac, uğruna çok bedeller ödendiği ileri sürülen tesettür, hepsi bir birey hakkıdır. Bir din olarak İslam insan hakkıdır! Öyle ise, birisinin eğlence hakkı kadar, bir diğerinin namaz hakkı da vardır! Birinin çıplaklık hakkı kadar, ötekinin örtünme hakkı da tanınmalıdır! Burada kırmızı çizgi, hiç kimsenin (yani aslında sadece müslümanın), kendi hayat tarzını başkalarına dayatmamasıdır. Siyasî kadrolara ve topluma düşen, bireyin tapınma ihtiyaçlarını temin etmede olabildiğince özgürlükçü davranmaktır. Bireyin, Allah'la kendi arasındaki ilişkisi demek olan dindarlığı engellenemez. İnsan hakları evrenseldir, çiğnenemez.
Midesi doyurulmayan bir fabrika işçisi nasıl bütün kapasitesi ile üretime katkı sağlayamazsa, din duygusu tatmin edilmediğinde de keza, üretime katkı sağlayamaz. Üstelik toplumsal barış da bunu gerektirir.
İslam’ın bir vicdan meselesi olması, söylemden öte, tam olarak yaşam biçimi haline gelmiştir. Süleyman Demirel’in diline pelesenk ettiği “göğsünü gere gere ben müslümanım” diyebilmek söylemi dün belki mizahtı, bugün gerçek olmuştur. Beş vakit namazını camide kılan ama modern şirk düzeninin hiçbir icraatıyla alıp veremediği olmayan bir ‘dindar’ın göğsünü germesidir bu.
İslam’ın kamusal alanda pek çok boyutuyla tezahür et(tiril)mesi, aslında onun bir hayat nizamına dönüşmemesi için verilen bir post-modern rüşvettir. Türkiye'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında oynaması gereken rolü bunu gerektirmektedir. Roma’nın (ılımlı imparatorlarının) güdümündeki Hristiyanlığın başına gelenler bugün de liberal demokrat devletin ılımlı başkanları yönetiminde, İslam'ın başına getirilmektedir. Roma Devleti İsa’yı çarmıhta asamadı ama onun mesajını, imparatorluk güdümlü ruhani salonlarda salb ettiler. Şimdi de, İsa’nın kardeşi Muhammed (sav) Peygamber ötesi bir söylemle ilahlaştırılırken, onun mesajı olan Kur'an İslam’ı, yine siyaset güdümlü salonlarda Tevratlaştırılmak, İncilleştirilmek istenmektedir. İslam'ın mâbed içine ve STK salonlarına hapsolmuş bir tapınak dini haline gelmesi uğrunda çoğulcu bir ittifak sağlanmıştır. Yıllardır süre gelen diyalogcu, uyuzlaştırıcı faaliyetler ürün vermeye başlamıştır.
İttifakın özünü tekrarlamakta beis yoktur: İslam asla bir hayat nizamı olmamalıdır, devlet İslam’la yönetilemez! İslam, toplumsal hayatımızın en renkli unsurudur. Türkiye dediğimiz kilimin en vazgeçilmez nakışlarından biridir İslam, gerisi teferruattır.
İslam'ın devlet önermediği kaziyesi modern dönemin aksine, bugün, bizzat ‘içeriden’, ağacın dibinde yatan baltanın sapı tarafından seslendirilmektedir. İslam’ın bir hayat nizamı olmasını isteyen Müslümanların önü şu soruyla tıkanmak istenmektedir: Daha ne istiyorsunuz?...
Evet, biz de soralım: Müslümanlar, daha ne istiyorsunuz!
Post-modern irtidatın sosyal hayatta da pek çok tezahürü var. Günlük yaşantımız ‘müslüman hayatı’ denebilmekten her geçen gün uzaklaşmaktadır. Evimizde, işyerimizde, sokağımızda, apartmanda v.d. İslam'a rastlanmamaktadır.
Post-modern irtidat kelimenin tam anlamıyla bir heva ve heves yaşamıdır. Şimdinin en revaçtaki ilahı insanın heva ve hevesidir. Takvanın yerini artık haz almıştır. Hevasını ilah edinen, kendi bedenine ve karşı cinsin bedenine tapan bir gençlik yetiştirilmiştir. Ekonomi en büyük belirleyendir. Göz bebeğimiz çocuklarımızı, geleceğini garanti edeceğine inanılan, adı ‘sınav’ denilen bir gayya kuyusuna ısmarlamış bulunmaktayız. Çocuklarını dizinin dibinde oturtup, Lokman’ın öğütlerini paylaşan ebeveynlere aşk olsun.
Evet, yediden yetmişe özgürleştik. Özgürleştik ve takvayı yitirdik. Takvayı yitirdiğimiz için, namazımız, mallarımız üzerinde dilediğimiz gibi tasarruf etmeye mani olmuyor; heva ve hevesimiz gibi, eşlerimiz gibi ilahlarımıza ses çıkartmıyor. Eşlerimizin rızası, Allah'ın rızasından önce gelmektedir.
Takvayı yitirdik ki, infakı, zekâtı, fedakârlığı, malımızı Allah yolunda harcamayı da yitirdik. Canımızı ve malımızı cennet karşılığında Allah'a satmak, sadece bir ‘Kur'an Kültürü’ olarak varlığını sürdürmektedir.
Takvayı yitirdik ki, edebi, tesettürü, mahremiyeti de yitirdik. Post-modern ‘örtü’ takva elbisesine, Allah'ı razı etme niyetine kafa tutmaktadır. Post-modern örtü, örtmekten ziyade daha da açmaktadır.
Bütün değerlerimize savaş açan, İslam'ı bir tüketim nesnesine dönüştüren Post-modern irtidatın boyutları genişleyeceğe, süresi uzun olacağa benzer… “Rabbim Allah’tır” diyen müminlere çok iş düşüyor. Kur'an işte tam da bugünler için inmiştir. Kur'an’la uyarılmaya, Kur'an’la uyarmaya hepimizin sonsuzca ihtiyacı vardır.
Mehmed Durmuş
01-05-2013/ Venhar Haber
http://www.venharhaber.com/postmodern-irtidat-makale,151.html