SEÇİMLERDE OY VERMEK NİRE,

HABEŞİSTAN VE HİCRET NİRE ?

 

Giriş

Demokrasiyi ve seçimlerde oy vermeyi savunmak, giderek bizim mahalleyi ciddi boyutta sarsacak bir konu haline dönüştü. Güzel istisnâlar dışında kimse, Kur'an'dan yola çıkarak tezini savunmuyor. Kur'an'da hiçbir delil bulamayan tavizci zihniyet, eskiden beri varsa-yoksa “Hılfu’l-fudûl, Rumların gâlibiyetine sevinmek, ehven-i şer, Habeşistan’a hicret ve Hz. Yusuf'un idareciliği”ni Kur'an'a ters yorumlayarak Kur'an'daki muhkem âyetlerin karşısına delil gibi çıkarmaya çabalıyor. Hemen her tavizkâr konu için ve her yönüyle istismar edilip Kur'an bütünlüğüne ters şekilde yorumlanarak bu üçü-beşi geçmeyen argüman, joker olarak her bâtılın kapısını açan çilingir rolünü üstleniyor. Meselâ hılfu’l-fudûl'a neyi nasıl benzetirseniz tamam, delil bulmuş oldunuz, o şey İslâmî oldu. İsterse Kur'an'ın onlarca âyetine ters olsun. Benzemese bile demagoji ile benzetin yeter...

“Hudeybiye, Hılfu’l-fudûl ve Hz. Yusuf'un idareciliği, Rumların kazanmasına sevinmek, maslahat, zaruret, hizmet ve ehven-i şer”;  Din bu kavramlardan ibaret sayılıyor artık.   “Tevhid, şirk, tâğut, cihad, imtihan, âhiret, cennet-cehennem, velâ ve berâ” gibi kavramlar sanki Batılı bir tüketim malzemesi gibi görülüyordu ki, modası geçti kabul ediliyor. Artık bu kavramlar İslâmcı geçinen nice insanı bırakın heyecanlandırmayı, hiç etkilemiyor bile. İnsanımız İslâmî konuları bile artık seküler kavramlarla gündemleştirmeyi tercih ediyor. Kur’an ve Sünnetten delil getirmek yerine, insanlar mantık oyunları ve kâr-zarar hesaplarını tercih ediyor.

Bir genç kızımız  “maslahat”  icabı başını açıyor, böylece haram helâllaşıveriyor. Bir de üniversitede başı açık da olsa okuması “hizmet” amaçlı olarak takdim edilince helâl olmakla kalmıyor, sevap müjdesi de alıyor. “Eviniz yoksa ‘zaruret’tir, bankadan kredi alabilirsiniz, hiçbir sakıncası yoktur” fetvaları, haram denizinde boğulma durumundakilere can simidi olarak uzatılıyor. Aklınıza ne kadar büyük günah ve hatta şirk eylemi gelirse gelsin,  “ehven-i şer”  damgası vurulunca iş hallolur; damga tutmadıysa, “hılfu’l-fudûl”; benzemediyse  “Hz.Yusuf’un idareciliği”  ile örülmüş bir laf salatası; daha tutmadıysa, “oy vermeyin de koyverin mi diyelim”  bilimselliği… Efendim, “maslahat icabı”,  “ne yani şerrin ehvenini (küçük şerri) desteklemeyelim de büyük şer mi başımıza belâ olsun?” gerekçesi; tüm tevhidî ve Kur’ânî referansları geçersiz kılacak “tarihselci”  anlayış(sızlık)tan beter bir işlev görüyor.  “Doğru, âyet öyle diyor, ama…” diye başlayan teslimiyetçi değil kaytarmacı yaklaşım herkesin dilinde. “Düzeni reddediyoruz, partilerin İslâm’ı getireceğine inanmıyoruz, ama seçimlere katılıp oy vermeliyiz” şeklinde bir tavrın ne kadar tutarlı ve mantıklı olduğu seküler ifadelerle, ama gerekli görüldüğü yerlerde  “Hılfu’l-Fudûl, maslahat…”  gibi kavramlar joker olarak kullanılacak tarzda görüşler oluşturuluyor.

Bu bir savrulmadır. Bu, kimliğini inkârdır. Bu bir ılıman İslâm projesinin belirli oranda tuttuğunun göstergesidir. Bu bir hedef sapmasıdır. Etken olamayanların edilgenliği tercihidir. Bu, baskın halde akan selin önünde çerçöp konumuna düşmektir. Bu, câhiliye denizine düşenin şirk yılanına sarılmasıdır. Aynı delikten defalarca ısırılmadır. Bu helâki istemek, intihara niyet etmektir.

“Kimi dernek ve vakıflar kimliklerini koruyor, düzene muhalif tavırlarını hâlâ sürdürmeye çalışıyor, meselâ şu kuruluş” derken; bakıyorsunuz ki, o da uzlaşmacı kervana katılıvermiş. Demek ki dernek ve vakıflar, cemaatleşme yerine sivil toplum kuruluşu olma misyonunu üstleniyor. Karşılığını peşin olarak alıyor: Hormonlu şekilde büyütülüyor, imkânları genişliyor. Bedelini de ödüyor ve etrafındaki dâvâ insanlarını  “ılımlı İslâm” anlayış(sızlığ)ına sürükleyerek merkeze yönlendiriyor, sağcılaştırıp pasif ve edilgen hale getiriliyor.

Bu girişten sonra, demokrasiyi savunanların veya savunmadığı halde oy verilmesini gerekli görenlerin sağlam kulp sanıp delil diye sarıldıkları pamuk iplikleri cinsinden argümanlarını tek tek ele alıp tahlil edelim. 

Hicret, Allah’ın dinini yaşamanın aşırı derecede zorlaştığı bir yerden Allah’ın dinini daha rahat yaşayacağı bir başka yere (ülkeye) göç etmektir. İlk Müslümanlar, Mekke’de Allah’ın dinini bireysel ve aile olarak tüm kapsamıyla yaşayamadıkları ve din özgürlüğü bulunmadığı için, birçok zorluğu göze alarak, kendi ülkelerini terk edip Müslümanlığı daha rahat ve daha kapsamlı yaşayabilecekleri bir özgürlük ülkesine, Habeşistan’a göç ettiler. Günümüze bunu yansıtırsak; Türkiye’de başörtülü (tesettürlü) şekilde üniversitede okuyamayan bazı kızlarımız günümüzün Habeşistan’ı sayılabilecek (aynen Habeşistan gibi Hıristiyan olan) Batı ülkelerinden Avusturya’ya gidiyorlar, orada Türkiye’dekine göre çok daha rahat şekilde İslâm’ın bazı hükümlerini yaşıyorlar ve kimse müdahale etmeden başörtüleriyle okullarına gidiyorlar. Ya da Türkiye gibi bir ülkede İslâmî davet ve tebliğ çalışmalarından dolayı hakkında soruşturma, kovuşturma açılan ve büyük ihtimalle uzun yıllar hapislerde çürüme ihtimali olan bir mü’minin Batı ülkelerinden birine hicret etmesi, oralara iltica etmesi gibi hususları Habeşistan hicretine benzetebiliriz.

İyi de, bu hicreti demokratik seçimlerde partilere oy vermeye nasıl benzetebiliriz? Kıyasda illet birliği olacak? Habeşistan’a hicret ile tâğutî düzende Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyeceği belli olan herhangi bir partiye oy vermenin neresi, nasıl benziyor?

‘Hicret’, imanın, Allah’a ve Rasûlüne bağlılığın, Allah yolunda fedâkârlık yapmanın, dünyalıklardan vazgeçmenin, yalnızca Allah rızasını seçmenin bir göstergesi; küfre ve onların azgın temsilcilerinin hükmüne boyun eğmemenin, iman uğruna her zorluğu göze almanın destansı ifade edilişidir.

Hicret’ sözlükte, kişi veya kişilerin bulundukları yerden göç yoluyla ayrılmaları anlamına gelir. Bu ayrılma beden ile olabileceği gibi, dil veya kalp ile de olabilir (73/Müzzemmil 10; 4/Nisâ, 34). Bir âyette ise kalbi Allah’ın dışındaki şeylerden ayırıp yine O’na yönelmek anlamında kullanılmaktadır ki bu, Allah’a hicret (yönelme) ibâdetidir (29/Ankebût, 26).  ‘Hicret’ terim olarak Peygamberimizin ve Mekkeli müslümanların milâdî 622 yılında, peygamberliğin on üçüncü yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir.

Habeşistan'a Hicret: İslâm'ın ilk yıllarında, sahâbîlerin önemli bir kısmına ve özellikle zayıf ve kimsesizlere, "Rabbiniz Allah'tır" demeleri nedeniyle sayısız zulümler uygulanıyor, dinlerinden vazgeçirmeleri için onlara büyük baskılar yapılıyordu. Peygamber Efendimiz, sayıları yüzü bulan sahâbîye Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Orada kendilerini himaye edecek iyi niyetli bir hükümdarın varlığından söz etti. Bunun üzerine Habeşistan'a iki defa hicret edildi.

Mekke o sıralarda gerçekten İslâm gibi eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan'da da İslâmî bir düzenin varlığından söz edilemezdi, ama en azından orada dinî özgürlük vardı ve zulüm yoktu. Diğer taraftan İslâm ülkesi diyebileceğimiz bir yerin de varlığı söz konusu değildi. Henüz böyle bir teşebbüse girebilmek için gerekli şart ve imkânlardan da müslümanlar tamamıyla mahrum bulunuyorlardı. Bu nedenle Allah ve Rasûlü tarafından böyle bir ülkeye göç etmelerine izin veriliyordu. Peygamberin talimatıyla insanlar bu hicreti gerçekleştirdiler. Partilere oy verenler böyle bir tâlimatla mı, yoksa ehven de olsa küfrün ve şirkin hükümlerini onaylama gibi Allah ve Rasûlü’nün izin vermeyeceği kesin olan bir iş mi yapıyorlar? Yasak olan bir eylemi, Allah ve Rasûlünün onayladığı bir eylemle (hicretle) nasıl benzetebiliriz? Oy verilen ve farkında olunarak veya olunmayarak desteklenen düzen, zulmetmeyen bir Habeşistan gibi midir? Öyle bile kabul edilse, Müslümanlar Habeşistan yönetiminin İslâm’ın müsaade etmediği emirlerini ve hükümlerini kabul ediyorlar mıydı? Bırakın Habeş kralının gayrı İslâmî düzenine oy verip kabul etmek, herkesin devamlı uyguladığı kralın önünde eğilme davranışını bile mü’minler yerine getirmemişlerdi. Yani sığındıkları (destekledikleri değil) ülkenin kurallarına, yöneticilerine onay vermek, destek olmak bir tarafa, uymadılar, itaat etmediler, kralın önünde eğilmediler. Allah’ın indirmediği hükümlerle insanları yönetecek olanlara oy vermek gibi İslâm’ın yasakladığı hususlar, İslâm’ın faziletli saydığı Allah için fedâkârlığın zirvesi olan Hicret’e nasıl benzetilebilir? Tağutî düzenin devamına yarayan şekilde oy vermek, bâtılla uzlaşmadır. Habeşistan’a hicret eden mü’minler ise küfürle uzlaşmamak için ülkelerini terk ettiler, gittikleri ülkede de küfürle uzlaşmayıp krala saygı duruşunda bile bulunmadılar. 

Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak değerlendirilir. Bunun nedeni açıktır. Bir mümin için en önemli şey imanı ve imanının gereklerini yerine getirerek Allah'ın rızasını kazanmaktır. Gerçek bir mü’min kendi ülkesinde, yaşadığı çevrede bu amacına ulaşamıyorsa, yurdunun, işinin-gücünün, malının mülkünün, akraba ve dostlarının hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imanı arasında seçim yapmak zorunda kalan insan, imanı seçiyorsa, ancak o zaman gerçek bir mü’mindir. Bu nedenle Mekke'de, müminler müşriklerin baskı ve işkenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasına doğru gelince, Kur'an onları, hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel bir hicrete hazırlamaya başladı. Bu konudaki bir ayette,  "De ki: Ey iman eden kullarım, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellik var. Allah'ın arzı geniştir. Ancak, sabredenlere mükâfatları hesapsız ödenecektir" (39/Zümer, 10) buyrularak bir hicretin gerekebileceği ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerleştireceğiz; ahiret mükâfatı ise daha büyüktür" (16/Nahl, 41) âyeti ise müminleri hicrete açıkça teşvik eder.

Habeşistan muhâcirleri, kendi ifadeleriyle, dinlerini yaşama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibâdet ediyorlar ve kimse tarafından rahatsız edilmiyorlardı. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar işitiyorlardı.

Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzaklaşıp hicret edendir” buyruluyor hadis rivayetinde. Seçimlerde oy kullanmakla hangi haramlardan hicret etmiş olacak mü’minler? Faizli ekonomiden İslâm ekonomisine mi hicret olacak oy verme ile? Zinanın, kumarın, içkinin yasaklanması ve bunlardan daha önemlisi okullarda milyonlarca öğrencinin heykellerin önünde heykel gibi durma mecburiyetleri, yani putlara karşı tapınmayı andıran saygıya zorlanmalarının kaldırılıp yerine mescid açılmasını sağlayacak verilen oylar? Bunlardan biri veya birkaçı sağlansa bile, bu gerçekten İslâm’a hicret anlamı taşımaya yetecek mi? Allah’ın hükmü uygulansın diye bir hicret midir gerçekten oy vermek, yoksa Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyeceği belli olanların arasında bir oyalanma mı? Verilen oylarla iktidar, cahiliyye hükmünden İlâhî hükümlere mi dönecek? Allah’ın haramları toplumdan kalkıp helâllerle kuşatılmış bir hayat mı bekliyor seçim sonrası?  Bu sorulara tümüyle  “evet” deniliyorsa, o zaman hicrete benzetilme tartışılabilir.  “Medine’ye hicret değil bizim benzettiğimiz, Habeşistan’a hicrete benziyor oy tercihimiz” diyenler çıkacak. Peki, bugünkü Batının ve o günkü Habeşistan’ın Müslümanlara dinlerini yaşamaları için buradaki düzenden çok daha özgürlük verdiği durumun bile seçim sonrası uygulanacağını kim vaad ediyor ki…  “Muhafazakâr bir partiye oy verecekler de 30 Mart’tan itibaren müslümanca yaşayabilecekler, en büyük zulüm olan şirke ve Allah’a isyana hiç zorlanıp bulaştırılmayacaklar, artık müslümanca rahat bir ortamda yaşayabilecekler” diyebilir misiniz? Hangi haram artık devreden çıkacak, hangi farz daha rahat yerine getirilecek, hangi şirk ve küfür seçimden sonra çocuklarımıza ve büyüklerimize dayatılmayacak? Faiz mi, fuhuş mu, sokaklarda haramlara gözü takılmadan müslümanca yürüme özgürlüğü bile olmayan erkeklerin durumu mu, helal ve faizsiz kazancın yollarının tıkalı olması mı çözüme kavuşacak? Allah için söyleyin, müslümanca yaşama konusunda Müslüman olmayan Habeşistan yönetiminin tanıdığı Müslümanlara kolaylık ve özgürlüğün hangisini bu yönetimler Müslümanlara 30 Marttan itibaren tanıyacak? Allah’tan korkmak lâzım böyle bir benzetme için. Biz “Allah’a ve Rasülüne isyan etmeyelim, seçimlerde oy kullanarak düzeni desteklemeyelim” diyoruz, birileri de çıkıyor, oy vermeyi Allah’ın ve Rasûlünün emriyle yapılan bir uygulamaya benzetiyor? Allah’a ve Rasülüne isyan, nasıl Onların emirleriyle yapılan bir şeye benzetilebilir? Oy verince Habeşistan’daki Müslümanlara verilen hürriyetler gelecek diye düşünen varsa, Türkiye gerçeğini de, şirkin mahiyetini de, düzenin işleyişini de bilmiyor, ama bilmediğini de bilmiyor demektir. İslâm adına, Kur’an hükümlerinin uygulanması olarak seçimden sonra da değişecek hiçbir şey, ama hiçbir şey olmayacaktır. Tıpkı on bir yıldır oyalandığı gibi yine oyalanacak insanımız. Oylayacak ve oyalanacak. Eski(me)miş değerlendirmelerimi tekrarlayayım: “Ver oyunu, gör oyunu!”  “Kim halkı daha çok oyalıyor, o daha çok oy alıyor.” "Oy, oy!" diye halktan rey dilenenler, iş başına geçtiklerinde halkı "of, of!" diye inletirler. Buna rağmen oyun devam eder. Demokrasi sâyesinde insan, ısırıldığı delikten bir değil; on kez ısırılır. Tahterevallidir demokrasi; partilerin biri iner, biri çıkar. Ama bu tahterevallinin üzerine binilip oturulan yerinde gıcırdayan tahta kalas değil; inleyen halk vardır. Hangi doktrin, rejimde hâkimse, onun koyduğu kurallar işlemekte, hâkim gücün çarkının işlemesi için halkın desteğine ihtiyaç duyulduğundan, senaryosu önceden yazılmış oyunda, halka sadece figüran roller verilmektedir. Halkın seçmek mecbûriyetinde olduğu düzenin memurları, isteseler bile hâkim gücün/derin devletin sistemini değiştirme hakkına sahip olmadıklarından, halkı temsilen seçilenlere düşen iş, mevcut sistemin çarkının başında durmaktan öteye gitmez. Bu olayda halka düşen ise, düzenin bazı yerlerine idareciler tâyin ederek onların suçuna ortak olmaktır.

Demokrasi bir yönetim biçimidir; yönetimleri belirleme biçimi değil! Kendisi bir düzendir; başka düzenlere kapı değil! Davul tutanları seçme işidir; tokmakları değil! Egemen güçler tarafından kuralları belirlenmiş oyundur; oyun kurallarını belirleme işi değil! Demokrasi, kitabına uydurma rejimidir; Kitab’a uyma değil! Demokrasi ile disiplini esas alan rejimler arasındaki fark, önemsizdir: Totaliter rejimlerde kral veya general; “Ben böyle istiyorum!” der; Demokrasi ise, “sen böyle istiyorsun!” der.

Bırakın, uydurma benzetmeleri. Gelin gerçekten hicrete benzetelim yaşayışımızı. Daha doğrusu devamlı hicreti yaşayalım.

Esâretten kurtulma gayretidir, görünen ve görünmeyen zincirleri kırmak, zindandan özgürlüğe çıkmak, mahkûmiyetten hâkimiyete adım atmaktır. Düzeni değiştirmeye gücü yetmiyorsa, düzenin kendisini değiştirmesine izin vermemektir hicret. Hicret, baskıları durdurma gücünün olmadığı yerde, baskıların kendini durdurmasına izin vermemektir. Zulme boyun eğmeme, zilleti kabul etmeme bilincidir. Bozuk çevreden güzel çevreye geçmek, çevrenin çocuklarını ve kendini mahvetmesine izin vermemektir; çevreyi düzeltemiyorsak çevrenin bizi bozmasına müsâade etmemektir hicret.   

Hicret, câhiliyye ile, onun kural, kurum ve bağlılarıyla ilişkileri koparıp atmak, bağımsız ve özgür olarak İslâm’a teslim olup O’nun hâkimiyeti için çalışmaktır.

Hicret; kavmiyetçilik, ırkçılık, şehircilik anlayışına vurulan darbenin adıdır. Ülke vatandaşlığından ümmet bilincine yükselmektir. Kendi memleketinin bâtıl yönetimine karşı mücâdele hazırlığıdır. Müslümanların zulüm düzeninin bir parçası olarak yaşamayı reddedişleri ve küfrün karşısına bağımsız bir güç olarak çıkma tavrıdır hicret. İnsanî ve İslâmî haklarını gasbeden tâğutlardan berî olmak, onları protesto etmektir. Sadece zulümden kurtulmak değil; aynı zamanda zulme karşı çıkma ve son verme eylemidir.

Altyapısını iman ve sabrın oluşturduğu hicretin bir sonraki aşaması cihaddır. İmansız sabır, sabırsız hicret, hicretsiz cihad/kıtâl, cihadsız zafer ve kurtuluş olmaz! Hicret; sosyal, siyasal ve askerî alanlarda cihad için düğmeye basmak, İslâm devletine hazırlanmaktır.   

Mü’min kimse, hür olarak insanca ve dâvâsı uğruna yaşayabilmek için gerekli her bedeli ödemeye hazırdır

Hicret, Allah’a yönelmektir, O’na yaklaşmak, O’na sığınmaktır. Madde ve menfaat için, dünyevî eğitim için; iş, aş ve eş için değil; sadece Allah için gerektiğinde konumumuzu, işimizi, mesleğimizi, yurdumuzu, her şeyimizi terk edip daha Müslümanca bir tercihin adıdır. Ülkesini bile feda edebilmenin adı olan hicret, elbette partisini, demokratik anlayışları geride bırakabilmek demektir.  

Hz. Peygamber’in hicretine sahip çıkmak Hz. Peygamber ve ilk mü’minler gibi kâfirlerle, küfür sistemleri ve yaşayışlarıyla kaynaşmamak/uzlaşmamaktır. İslâm’dan kaynaklanmayan ilkeler ve kurumlara karşı soğuk savaş açmaktır. Hz. Peygamber’in hicretine sahip çıkmak, İslâmî inanç ve düsturlara göre yaşayabilmemiz için ilk muhâcir mü’minler gibi gerektiğinde mallardan ve canlardan geçmektir. Hicrete sahip çıkmak, İslâm düzenine tâlip olmak ve ensâr gibi Peygamberimizi (O’nun uyguladığı vahyi, vahyin hayata uygulanışı olan sünnetini yurdumuza dâvet etmek, O’nu canımız pahasına korumak için söz verip sözümüzün eri olduğumuzu ispatlamaktır.

Tâğutî düzeni ve tâğut adaylarını desteklemek değil; tam tersine, tüm bâtıl ideolojilerden, tâğutî düzenlerden, câhiliyye âdet ve anlayışlarından, İslâm dışı tüm dünya görüşlerinden uzaklaşan, onları terk eden, tâğuttan kaçınan ve ondan uzaklaşan kimsedir muhâcir ve bu eylemlerdir hicret. Yoksa, nebevî usulden uzaklaşıp demokratik yöntemlere yönelmek değildir hicret.   

Ahmed KALKAN

ahmedkalkan@gmail.com

28 Mart 2014

venharhaber.com/yeni-secimlerde-oy-vermek-nire-habesistan-ve-hicret-nire--makale,751.html

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp