SİSTEME EKLEMLENME SORUNU 2
Entegrasyon veya eklemlenme olarak ifade ederek; bir zamanların muvahhid Müslümanlarının sisteme eklemlenmelerini konu edindiğimiz birinci yazımızda[1], geneli itibari ile sisteme eklemlenmenin temel sebepleri üzerinde durmuş ve fakat son on yıllık AKP iktidarı ve Müslümanlar arasında vuku bulan sisteme entegre olmak konusunu ise daha sonra teferruatlı bir şekilde ele almak istediğimizi belirtmiştik. Müslümanların gündemlerini oldukça meşgul eden 1 Kasım seçimlerinin zihinlerde tazeliğini koruması üzerine sisteme eklemlenme konusunu tekrar ele almak iktiza etmiştir.
Gri tonlu, bulanık hayallerle görece kazanımlar elde edeceklerine inandırılmaları üzerine zafer hayalleri ile yanıp tutuşan ve bu yangının akıllarını sarması üzerine seferde oldukları unutturulan, bir zamanlar sistemi batıl ve tağut bilip, bu sisteme düşman olan sözüm ona muvahhid Müslümanların hikayesidir bu…
Değerli bir düşünür konuya dair bir tespitinde “Eziklik ve yılgınlık psikolojisi, kabullenilmiş çaresizliği beraberinde getirmiştir. Kirlenmiş akıl, temiz akla galip gelmiştir.”[2] diyordu. Evet, gerçekten de Müslümanlar zalim diktatörlerden çok çekmiş ve ekonomik olarak da tüm halkımız gibi dar boğazlardan geçmiş; aldıkları borçları ödeyemeyecek duruma gelip şehirler değiştirmek durumunda kalmış, minnet altında ezilmek ve bir zamanlar içli dışlı olan Müslümanların bu alacak verecek meselelerinden dolayı sanki iki kanlıymış gibi araya aşılması güç setler çektikleri olmuştu. Evet olmuştu olmasına da, hiç birinin çektiği sıkıntı, Allah’ın bir elçisinin “artık Allah’ın yardımı ne zaman” [3]dediği, boyuta ulaşmamıştı. Elbette ki Allah’ın yardımı yakındır ve fakat bu yakınlığa sabredemeyenler maalesef kendilerince esas yakınlığı sistemde ve sisteme entekre olmakta bulmuşlardır.
Bütün bu yılgınlıkların ve görece rahatlık hayallerinin sonucu olarak sonbaharda ağaçlardan yaprakların patır patır dökülmesi gibi aramızdan ayrılan sözüm ona muvahhid Müslümanlar bizleri şu acı gerçekle baş başa bırakmıştır: “Evet’lerimizle değil, hayır’larımızla birlikteydik.”[4] Bu söz, Türkiye’nin en çok kitap okuyan adamı seçilen değerli bir düşünüre ait.[5] Son on yıllık süreç öncesinde ve bu süreç esnasında birlikte olduğumuz insanlarla bir birliktelik kurarken ve bu birlikteliği kurumsallaştırken,
1: Kur’an-ın rehberliğinde ve resulullahın güzel örnekliğinde başı sonu meşru çizgilerle belirlenmiş olan ilkeler üzerinde bir ittifak ve bu ittifak üzerinde yazılı bir akidleşme yapılamamıştır.
2. Ahdine sadık olmayacaklara yönelik uygulanacak toplumsal müeyyidelerden kesinlikle bahsedilmemiştir.
Bu iki maddenin kurumsal düzeye gelen hemen hemen bütün Müslümanlar arasında havada bırakılması, gündem edilmemesi ve gündem etmeye çalışanların susturulması maalesef aralarında hiçbir bağlayıcılık olmayan Müslümanların istişarelerinin sonuçlarını da yaptırımsız bırakmıştır. İlk başlarda azılı İslam düşmanı olan zalim yöneticilere karşın “La ilahe İlla Allah” tevhidi ilkesi gereği olsa gerek, tüm zalimlere ve tağutlara hayır deniliyordu. Böylece tabanda birleşip bir güç oluşturmaya çalışan Müslümanların neye hayır deyip reddettikleri aşikâr ortada ve güçlü bir uzlaşı ile kabul edilirken, maalesef nelere ve hangi ilkelere evet deyip bir ittifak içerisinde oldukları hep muallakta kalmıştı. Zalime “La” demek o dönemler için çok daha önemli bir gündem olması hasebiyle belki de üzerlerinde evet denecek temel ilkeler konusunda esnek davranılıyordu. Tâki bizdenmiş gibi görünen gri tonların iş başına gelmesi ve sisteme eklemlenenlere daha fazla görece rahatlık sağlamasını vaad etmesine kadar. Sistemde bizdenmiş gibi görünüp, sağ taraftan yanaşan tağutların sözde rahatlık ve gelişme vaatleri ile halkın desteğini almaları ve yüksek mevkilerde güçlerini pekiştirmeleri Müslümanları muvahhidlikten müteahhitliğe giden yolda daha bir teşvik edici oldu.
Sisteme eklemlenenlerin yapmış oldukları yanlışlarını vicdani olarak rahatlatmaları gerekiyordu zira yıllarca küfrettikleri ve reddettikleri bu sistemi hâlihazırda kucaklıyor olmaları kabul edelim ki sindirimi kolay olacak bir hadise değildir. İşte bu nokta da Müslümanların kanaat önderleri olarak gördükleri kişilerden bu sistemi desteklemeleri noktasında fetvalar almaya koşuşturdular. Ne kadar fetva olursa o kadar görece rahatlık ve dünyalık ile teşvik edileceklerdi. Aksi takdirde eskisi gibi kendilerinden çok daha fazla zalim olanlar tekrar iş başına gelirlerse Müslümanlar daha çok zarar göreceklerdi. Mesela başörtüsü ile okullara gidilemeyecek, imam hatip mezunları istediği üniversiteye gidemeyecekti. Ekonomi allak bullak olup hayat pahalanacak, hastane önlerinde tekrar çileli bekleyişler artacak, ilaç bulunamayacaktı ve daha nice korku furyaları… Korku furyası demişken farkında mısınız halkımızın bu sistemi desteklemesinde toplumsal bilinç altında yatan en önemli etmen nedir?! Elbette ki korku! Yani daha kötüye gider endişesi ile kötülerden en iyisini desteklemek lazım anlayışı. Peki kötülerin en iyisi demek o kötüyü iyi mi yapıyor?! Hayır kötü, kötü olmaya gücü yettiğince devam ediyor ve insanların korkuları üzerinden prim yapıyor. Nasıl mı? Örneğin şuan başörtüsü serbest değil mi? Ancak baş örtüsü veya genel olarak kılık kıyafetler için baş örtüsü de dahil olmak üzere yapılmış bir kanun var mı? Yok! Bu ne demektir iktidarda beni seçtiğin sürece bundan istifade edersin yoksa mahrum kalırsın demektir. Bu şekilde daha nice korku furyalarını perde arkasında barındıran uygulamalar söz konusudur.
Bu noktadan itibaren artık bu konu içerisinde sahip olduğumuz sistemin İslami bir sistem olmadığını veya Allah’ın koymuş olduğu kanunları göz ardı edip yerine kendi ait olduğu sistemin kanunlarını koyan ve işleten tağuti bir rejim olduğunu daha fazla söz konusu etmeye gerek görmüyorum. Ancak hatırlatma kabilinden içerisinde bulunduğumuz sistemin nereye ait olduğunu vurgulamak adına uzun zaman önce bir gazetecinin yapmış olduğu bir konuşmasında geçen şu alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. “Bir gülmece dergisinde Türk vatandaşı kimdir? " , “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkemesi usulleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir."[6]
Son söz olarak sisteme eklemlenmiş olanlara yönelik bir inzarım olacak. İslam'ın sizin SİYASİ, İKTİSADİ ve İCTİMAİ hayatınıza müdahale etmesine izin vermiyor ve fakat sadece ve sadece cesetlerinizin İslam hukukuna göre def(n)edilmesine muvafakat gösteriyorsanız! Kusura bakmayınız o halde siz imanı ölüme tehir etmiş olanlardansınızdır ki bu iman; Allah'ın düşmanı olan firavunun kabul görmeyen imanından başka bir şey olmayacaktır.
Şahin YETİK - 5/11/2015
islamvehayat.com/yazar_1552_121_sisteme-eklemlenme-sorunu-2.html
[1] islamvehayat.com/yazar_1357_121_sisteme-eklemlenme-sorunu.html
[2] Din’in Kültürleşmesi Kültür’ün Din’leşmesi, Ahmet Turgut ULUCAK, Ortak Nokta Y. S. 15
[3] Bakara Suresi 2/214
[4] Rufi Tiryaki, Çorum’un mehcur bırakılmış bir Araştırmacı, Okur ama Yazmazı…
[5] habercin.com/guncel/kurani-merkeze-alarak-okumak-okuma-aliskanligini-gelistiriyor-h561.html, https://www.youtube.com/watch?v=sH3EIgydeKY
[6] youtube.com/watch?v=7ynyRPB9jHE
SİSTEME EKLEMLENME SORUNU
Ey insanlar! Rabbinize karşı takva sahibi olun! Ve o günden korkun ki; baba, oğluna karşılık veremez (yardım edemez). Ve oğul da babasına bir şeyle karşılık veremez. Muhakkak ki Allah'ın vaadi haktır. Öyleyse dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Garur (aldatıcılar-tagut), sizi Allah ile kandırmasın. (LOKMAN 33)
Aslında çok etraflı ve derinlemesine incelenmesi gereken bir konuya şimdilik kabaca bir temas etmek ve inşallah daha sonra teferruatlı bir şekilde kaleme almak istediğim son on yıllık süreçte Akp iktidarı ve müslümanlar arasında vuku bulan sisteme eklemlenme projesine dair bir giriş yapmak istiyorum. Belki de sitem dolu bir serzeniş desek daha doğru olacak.
Lokman suresinde de belirtildiği üzere zaten fıtratı gereği kandırlmaya müsait olan insanlar hele bir de işin içine şeytanın sağdan yaklaşması yani Allah'a daha da yakınlaşma iyi niyeti ile kendi pis emellerine hizmet anlamı taşıyan kötü işleri sanki dini bir vecibeymiş gibi gösterip yaptırması insanı daha da kanmaya ve kandırılmaya müsait hale getirmektedir. Ve bunu yaparken de doğru olduğuna Allah'ın adını kullanarak inandırması malesef günümüzün en acı/nası gerçekliğidir. Aklı mühürlenmiş insanlarn sayısı gün be gün artmakta ve biz müslümanlara düşen tevhidi tebliğ görevi sorumluluğuda aynı doğrultuda artmaktadır.
Günümüzde sisteme entegrasyon projesi kapsamında Müslümanlar aldatılmaya ve itikad olarak yozlaştırılmaya çalışılmaktadırlar. Ve bu durum öyle bir seviyeye gelmiştir ki artık neredeyse Firavunlar ve tağutlar tarihin dehlizlerinde kalmış, günümüzde sanki hiç kafir, müşrik ve münafık kalmamış gibi bu kavramların karşılığını bulmakta zorlanır hale gelmişiz. Kur'an'ı okuyup kafirin, müşriğin ve tağutun ne olduğunu öğreniyoruz ve fakat sanki ülkemizde bu kavramların karşılığı olan kişi yada kurumlar yokmuş gibi hareket ediyoruz. Ribanın haramlığından bahsediliyor fakat bankalar ve kredi kartları ile içli dışlı olmaya kimsenin sesi çıkmıyor. Ve bu mihval üzerine gardiyanı olması için kötüleri arasında ehven olanını seçmeye odaklandırılan bir mahpus edasıyla halkımız sahte seçimlerle tağuti sistemin desteklenmesi konusunda kandırılmaya devam etmektedir. İslam'a son derece değer veren bu halk, tevhidin hakikatini kavrayana dek Allah'ın adını en çok dile getiren aktörlere desteğini sürdürecektir.
İş bu noktada zamanla hırs dolu akıllarını kendi elleri ile mühürlemiş , muvahhid fikirlerinden zaferi görmek uğruna vazgeçmiş ve tağuta ve tağuti sisteme destek vermeye başlamış müslümanlara gelmekte. Sözüm ona ekseriyetle eskiden muvahhid olup da yenilerde idealist partici olan kimileri çıkıp "Sistem Firavun olsa dahi Musa da sistemin içinden çıkacaktır. Yeter ki bizler Musa olacak seviyeye gelelim" vari ifadelerle mü'minler üzerinde psikolojik bir baskı ve akıl oyunları ile zihinleri yönlendirmeye çalışırken en çok kullandıkları argümanalrdan bir diğeri ise, yine çokca duymaya alıştığımız şu "Hem sistemin açtığı kurumlarda çalışacaksınız, sistemden maaş alacaksınız, bir de kalkmış parti-siyaset vb. yollar ile müslümanların refahı ve İslam'ı ihya etme çalışmaları yapanları ve destekçilerini sisteme entegre olmakla suçlayacaksınız. Bu ne yaman çelişkidir?" şeklindeki eleştiridir.
Hüküm koyma yetkisi yalnızca Yüce Allah'a ait iken (Maide suresi 44 ve devamı) tağuti hükümetler nezdinde yapılan bu işi desteklemek evet tağuti sisteme entegre olmak demektir. Yoksa çalışanla, emeğinin karşılığını helal yoldan kazananla ne alakası var bu işin? Bu, konu saptırmasından daha başka birşey değildir.
Peygamberler de içlerinde yaşamış olduğu zamanın Firavunlarının yönettiği devletlerde yaşamışlar ve kazançlarını helal yollardan sağlamışlardır. Bu nerede durduğunuzla değil nasıl durduğunuzla alakalı bir şeydir. Yusuf peygamber de Mısır'da iktidar olmuştu. Ancak Allah'ın hükmüyle hükmediyor ve orada dilediği gibi hareket etme yetkisine sahip bulunuyordu. Şimdi soruyorum: Hangi siyaset/çi Allah'ın hükümleri ile siyaset yapıyor, Kuran'ı anayasa biliyor, fuhşu ve ribayı yasaklıyor, içki ve kumarı şeytan işi pislik olarak anlatıyor? Siz yine "bu işler birden böyle olmaz, zamanla yavaş yavaş olacak" deyip hala AKP'den halife çıkarmaya çalışa durun ve içinde bulunduğunuz ahvale devam edin, biz muvahhid mü'minler Allah'ın ayetleri ortada iken tağuta muhakeme olmaktan Allah'a sığınan insanlarız Cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile örülüdür, vesselam.
Şahin YETİK - 20/01/2014
.islamvehayat.com/yazar_1357_121_sisteme-eklemlenme-sorunu.html