SÜNNETULLAH’TA İLTİMAS OLUR MU

 

Yaşadığımız dünyada cereyan eden olayları anlamada zorlanıyoruz diyen Müslümanlar.  

“Biz inanıyoruz ki, Allah (c. c.) kâinatı yaratan, yöneten, yönlendiren ve hükmedendir. Ancak bu gün adına süper güç denilen bir veya birkaç devlet tüm dünyaya hükmediyor. Veya öyle söyleniyor. Bu durum yukarıda ifade ettiğimiz anlayışla çelişkili gibi görünse de, bu gün İslam dünyasında yaşanan hezimete de şahit oluyoruz. Bunun sebebi nedir demeden de geçemiyoruz.?” 

diyen bir ikilemi yaşıyorlar.

Bu durumu anlamak için, İlahi yasaların dünyasına kısa bir göz atalım istiyoruz:

İnsan, hayat ve kâinatı yaratmada hiçbir ortağı bulunmayan Allah, bütün varlıkları dilediği gibi yaratmıştır.  “Biz her şeyi bir kader ile yarattık”  (Kamer 54/49)  buyurarak eşyaya dilediği özellikleri vermiş; Her birinin var olması ve varlığını sürdürmesi için de değişmez yasalar koymuştur. Eşyaya sahip olmak, hükmetmek, istifade etmek için, bu yasalara uygun davranmak suretiyle ona sahip olma veya ondan istifade etme gücünü de insana bahşetmiştir.

İnsan bu özelliğini kullanarak bozkırı tarla yapmış, yabani hayvanları ehlileştirip sırtından, gücünden, etinden ve sütünden istifade etmiştir. Ağacı yakarak ısısından, yontarak kerestesinden faydalanmıştır.

Bahçemize dikeceğimiz bir meyve fidanı için bile Allah, uyulması gereken yasalar koymuştur. Bu yasalara uygun hareket etmediğimiz zaman o fidanın yeşermesi mümkün değildir. Ondan istifade etmenin yolu, Allah’ın bu konudaki koyduğu doğal yasalara uygun hareket etmekle mümkün olacaktır.

Bu yasaları değiştiremeyen insan, arzularını tatmin için seralar kurarak, dar bir alanda gerekli şartları yerine getirmiş, zemheride gül yetiştirmeyi, kışın yaz sebzelerini elde etmeyi başarmıştır. Burada bilmemiz gereken şey, insanın aklederek Allah’ın doğaya koyduğu yasaları dar bir zeminde sağlayarak bunu başarmış olmasıdır.

Bir de işin pazar kısmı vardır. Bunun başarılmış olması yetmiyor. Kim daha çok üretir, kaliteyi yakalar, pazara arz ederse, piyasaya da o hâkim olacak demektir. Bunu kotaran şahıs, toplum, devlet veya millet her kim olursa olsun başarıya imzasını atacaktır.

Allah, doğaya değişmez, değiştirilemez yasalar koyduğu gibi, toplumlar için de değişmez yasalar koymuştur. Topluma ulaşmanın, onu ikna etmenin, ondan istifade etmenin ve ona hükmetmenin yolu da bu yasaları tanımak ve onlara riayet etmekten geçmektedir.

Toplumlara ulaşmak için iki yol kullanılmıştır: Birincisi İlahi nebevi tebliğ yolu. İkincisi ise beşeri, tâgûtî ve tiranlık yolu. Allah, insanlara kendi cinsinden, kendi kavminden ve o kavmin dilini konuşan bir elçinin eliyle bu daveti gerçekleştirmiş; davetin yöntemini de kendisi belirlemiştir.

Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı da, hidayete ereni de en iyi bilendir.”  (Nahl 16/125)

İyilikle kötülük bir değildir. Sen {kötülüğü} en güzel bir biçimde sav. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sıcak bir dost gibi olduğunu görürsün.” (Fussılet 41/34)

Allah’ın rahmeti sebebiyle sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın çevrenden dağılırlardı. Onları affet, onlara bağışlanma dile, iş hakkında onlara danış; fakat karar verdiğin zaman Allah’a güven, Allah kendisine güvenenleri sever.”  (Ali İmran 3/159)

Elçilerin davetini kabul eden müminlere öğüdü:

Hepiniz birden Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında idiniz. Allah sizi oradan kurtardı. Doğru yola erişesiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklıyor”  (Ali İmran 3/103).

Bir kalenin taşları gibi birbirine kenetlenmiş olan müminlerin, kemiyetine değil keyfiyetine değer veren Allah, nice az toplulukları yardımı ile destekleyerek başarıya ulaştırmış ve âlemlere üstün kılmıştır:

Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakının ki O’na şükretmiş olasınız.”

O zaman sen, müminlere şöyle diyordun: İndirilen üç bin melekle Rabbinizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir? Evet. Sabreder, sakınırsanız ve onlar da üzerinize gelirlerse; Rabbiniz, size belirlenmiş/seçilmiş beş bin melek ile yardım edecektir.”  (Ali İmran 3/124-125)

Ey iman edenler! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı olun, cihada hazır bulunun, Allah’a karşı gelmekten sakının ki, başarıya ulaşabilesiniz.”  (Ali İmran 3/200)

Onlarla (kâfirlerle)savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin ve onları rezil etsin. Sizi onlara üstün kılsın. İnanan toplumun gönüllerine su serpsin ve yüreklerin öfkesini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 9/14-15)

Bu şerefe ulaşmanın bedeli, Allah’ın ismini yüceltmek için cihada sarılmak iken, cihadı bırakıp dünyevileşmenin sonucu ise zillettir. Ateş çukurunun kenarından kurtarılan bu toplum zaman içinde Allah’ın lütfünü unutarak dünyanın geçici nimetlerine yönelmiş, hak ve adaleti ayakta tutmak için bir gayret göstermemiştir. Sonunda nefislerindekini (Rad 13/11) değiştirmiş olmaları nedeniyledir ki, Allah da onların halini değiştirip içinde bulundukları zillete düşürmüştür.

Ey iman edenler Allah ve Resulü’ne itaat edin, işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin.” (Enfal 8/20)

Bir de öyle bir beladan / fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere isabet etmekle kalmaz, {hepinizi içine alır} biliniz ki, Allah’ın azabı pek şiddetlidir.”  (Enfal 8/25)

Onlar, müminleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah’ın yanındadır.”  (Nisa 4/139)

Ey iman edenler Allah’a ve Resulü’ne hainlik etmeyin. Yoksa bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olursunuz.”  (Enfal 8/27)

İşte Müslümanların coğrafyasında yabancıları söz sahibi yapan bu gerçektir. Müslümanların kendi değerlerine (Allah ve Resulü’ne)  ihanet etmeleri, Allah’ın  “şerefinizi verdim” buyurduğu kitabını hayatın dışına atmaları sonucu, kardeş kardeşe düşman olmuş, güç ve rüzgârları kalmamıştır.

Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunanlar bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirdiler.”  (Müminun 23/71)

Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”  (Enbiya 21/10)

Evet, bu ümmet hala aklını kullanmamaya devam ediyor. Öyle görünüyor ki akletmeyi düşünecek gibi bir davranışta göstermiyorlar. Kısa metrajlı düşünüp kısa yoldan köşe olmak, hala tercih edilen bir yöntem olmaya devam ediyor. Bu toplumların hala akletmemesinden istifade eden küresel güçler; Irakta, Suriye’de, Mısırda, Afganistan’da, Pakistan’da, Türkiye’de ve dünyanın muhtelif yerlerinde Müslüman halkı kendi evlatları eliyle kırdırmaya devam ediyorlar.

Tâgûtî yöntemlerin insana sahip olması için her yol meşrudur. Dünyevileşen insanın dünya menfaati için satmayacağı değer yoktur.  “Her insanın bir fiyatı vardır”  sözü, dünyevileşen insanın, insana bakışını çok iyi anlatan bir ifadedir. Fakat gerçekten inanan bir insan için bu hiçbir anlam ifade etmeyen bir anlayıştır. Çünkü mümin malını ve canını cennet karşılığında Allah’a satmıştır. (Tevbe 9/111)  Bir kere elinden çıkan şey üzerinde asla tasarruf hakkı olmadığını bilir. Bu millet buna böyle inanmış iken kanını oluk -oluk akıtmış, inandığı değerler için milyonlarca evladını şehit vermiş; ama mukaddesatını, birliğini ve dirliğini korumuştu.

Oktay Sinanoğlu’nun bu konuyla alakalı gördüğümüz bir beyanını sizlerle paylaşmak istiyorum: Yıllar önce Türkiye’ye gönderilen bir CIA ajanı Türkiye’de yerli işbirlikçiler bulabilmek için çok gayret sarf ettiğini, fakat kimsenin böyle bir işe yanaşmadığına hayretler içinde kalarak ülkesine döner. Türkiye de karşılaştığı bu durumu, izlenimlerini yazdığı kitabında şöyle dile getirir:  “Türkler, inançlarına ve ülkelerine o kadar bağlılar ki çok uğraştım ama bir tane işbirlikçi bile bulamadım” der. Konuya devam eden Sinanoğlu:  “O, o zamandı şimdi istemediğin kadar”  diyerek sözünü tamamlar. Ormanı kesen balta misali, onları güçlü, bizi güçsüz kılan da işte budur. Yoksa ABD on bin mil uzaktan gelip de Ortadoğu’da istediğini yapamazdı. Bu coğrafyada halkı guruplara, mezheplere, cemaatlere ayırarak birbirleriyle savaştıramazdı. Bu yöntem, Kur’an’ın ifade ettiği gibi firavunlarının halkı zayıflatma yöntemidir. Tefrika, girdiği toplumu iflah etmeyen toplumsal bir hastalıktır. Şairin diliyle:

Girmeden bir millete tefrika düşman giremez./ Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez  şeklinde ifadesini bulmuştu.

Enfal suresinin 25. ayetinde beyan edilen bela işte bu beladır. Geldiği zaman insanların tümünü içine alır. Sadece zalimlere isabet etmez. İnsanî değerleri yok eder. İnsanlığa kimliğini kaybettirir. Kimliğini kaybedenlerin ise şamar oğlanına dönmeleri muhakkaktır. Osmanlı, Viyana kapılarına dayanınca, Roma Katolik kilisesi haçlı seferleri ilan eden bir politika izlemeye başlıyor. Martin Luther bu anlayışa karşı çıkışını şöyle ifade eder:

Türkler Tanrı’nın falakasıdır. Tanrı günahlarından dolayı Hıristiyanları Türklerle cezalandırıyor. Kilisenin böyle bir misyon yüklenmesi son derece yanlıştır. Savaşları prenslere bırakın, onlar savaşsınlar. Kilise, Hıristiyanları günahlarından kurtulmaya ve tanrının bağışlaması için dua etmeye çağırmalıdır.  O zaman Tanrının bu cezası olan Türklerden kurtulabiliriz.”           Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi başları sıkışınca Hıristiyan’ı, Yahudi’si, Demokratı… kime döneceklerini nasıl da biliyorlar!..

Bu konuya ışık tutacak bir olayda Hz. Ömer’den nakledilir. Cihada gönderdiği mücahitlerine şöyle seslenir:

Sizler düşmanlarınızın çokluğundan korkmayın, günahlarınızdan korkun. Zira sizi düşmanlarınıza galip getiren şey düşmanlarınızın Allah’a olan isyanlarıdır. Allah sizlerin kılıçlarıyla onları cezalandırıyor. Eğer sizler de düşmanlarınız gibi Allah’a isyan ederseniz, o zaman Allah sizden desteğini çeker, size yardım etmez.”

Bu gün Müslüman coğrafyaya karşı yürütülen bu şiddetin kaldırılması için bizlere büyük görevler düşmektedir. Gözümüzü kendimize çevirerek hatalarımızı görmeye, bağışlaması için de ellerimizi Rabbimize açarak dua etmeye yönelmeliyiz. Nefislerimizde olanı Allah’ın kitabında olanla değiştirerek, Muhammedî bir ahlak ve anlayışa sahip olamaya çalışmalıyız. Şeref ve izzeti Allah’tan bekleyerek Kur’an ile izzete, şeref ve şahitliğe talip olmalıyız. Rabbimizin şu sözünü gereği gibi anlamalıyız:

Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet tamamıyla Allah’ın yanındadır. O’na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. Kötü planlar kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azap vardır. Onların kurdukları tuzakları Allah boşa çıkaracaktır.” (Fatır 35/10)

İnsanlık, tarihi bu gerçeğe defalarca tanık olmuştur. Yeter ki bu anlayışa ulaşmış bir topluluk bulunsun.  “Hüküm Allah’a aittir. Allah kâfirlere müminlerin aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.”  (Nisa 4/141)  Bütün mesele gerçekten mümin olabilmektedir.

Yeniden başa dönecek olursak konu daha rahat anlaşılacak bir noktaya geldiğine inanıyoruz. Dünyada insanların eşyaya sahiplenme işi, insanın kendi gayretine bırakılmıştır. İnsan bunu dilerse doğru yoldan dilerse yanlış yoldan gerçekleştirir. Doğrunun nimetini, yanlışın külfetini yüklenmek onun tercihidir. Allah bu konuda kimseye müdahil olmayacağını bildirmiştir. Konunun başında dile getirilen birilerinin başarısı, insanın iradesine bırakılan ve asla müdahil olunmayan işlerdendir. Allah’ın müdahil olduğu işlerden değildir. Allah insanı yapıp ettiklerinden sorumlu tutması için bu işlerin icrasını insana bırakarak onu imtihan etmek istediğini bildirmiştir.

Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. Ve O; Aziz’dir, Gafur’dur.”  (Mülk 67/2)

Bu nedenledir ki  “Dileyen iman etsin dileyen inkâr, ancak hesabı Allah’a aittir”  (Kehf 18/29)  buyurmuştur. Bu saha kulun sorumlu tutulduğu saha ile ilgili olduğundan başarı ve başarısızlık insanın kendi gayretine bağlıdır. Allah bu konularda hiçbir kulun iradesine müdahale etmediğini ve etmeyeceğini defalarca bildirmiştir.  “Biz kadın erkek hiçbir çalışanın emeğini zayi etmeyiz”  buyurmuştur. Ancak iman edip salih amel sahibi olan ve Tercihini Allah’tan yana yapan müminlere ise açıkça yardım edeceğini de bildirmiştir. Ancak, müminlerin bu yardımı hak edecek konuma gelmeleri gerekmektedir. Bütün gayret ve çabalar bu yardıma layık olacak durumu yaşanır kılmaktır. İşimiz ve anlayışımız bu minval üzere olursa bu uğurda, kazanmak ve ya kaybetmek, yaşamak veya ölmek arasında hiçbir fark yoktur. Bu yolda mağlubiyet bile büyük bir şeref olacaktır.

Tarihte İsrail oğulları için bildirilen bir yasa vardır. Bu yasa tüm ümmetler için geçerli olan değişmez sünnetüllah olduğunu anladığımızda bu gün “Âlemi İslam’ın” içinde bulunduğu durumu gereği gibi anlama imkânımız olacaktır. Unutmayalım:  “Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzab 33/62)   Sünnetullah da bir iltimas da göremezsin!..

İsrail oğullarına Kitap’ta: ‘Doğrusu yeryüzünde iki defa bozgunculuk yapacak ve kibirlendikçe kibirleneceksiniz’ diye bildirdik./ Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak (sizi)aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaat idi. / Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız. / Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz yine kendinizedir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, yüzlerinizi üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları ve ilk kez girdikleri gibi yine Beyt- i Makdis’e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri mahvetmeleri için onları tekrar göndereceğiz. / Belki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer dönerseniz; Biz de döneriz ve Biz, cehennemi kâfirler için bir zindan kılmışızdır.”  (İsra 17/4-8)

Bu yasanın her ümmet için işletileceği gerçeğini hiç unutmayalım. Bizim de başımıza gelenler ellerimizle yapmış olduklarımız sebebiyle olduğunu bilelim…  Kimseyi değil kendimizi kınayalım. Başkalarından çok nasihati kendimize yapalım. İsrailoğulları için anlatılan sünnetullah’ı, Muhammed (as)’ın ümmeti için de olabileceğini düşünelim. Kurtuluşu Rabbimizin: “Bu kitapla size şerefinizi verdim”  (Enbiya 21/10) buyurduğu Kur’an’da arayalım ve kendimizi düzeltelim ki, Allah da bizim halimizi düzeltsin, üzerimizdeki hükmünü değiştirsin de, Rahmet ve yardımıyla yeniden İzzet ve şerefimize kavuştursun!..

 

HÜSEYİN BÜLBÜL

22 Mart 2014

iktibasdergisi.com/sunnetullah-da-iltimas-olur-mu/

 

www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp