Toplum ve değişim fenomeni
Yaklaşık iki aydır Ortadoğu’da meydana gelen ve başta İslam dünyası olmak üzere tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çeken hadiseler yaşananların gerçekten bir değişim mi, devrim mi olduğu yoksa değişenin sadece aktörler ve oyuncular mı olduğu noktasında kimi soruları gündeme getirdi. Bundan dolayı biz değişim tartışmalarına bir nebze de olsa katkı sunacağını düşündüğümüz bu yazıyı kaleme aldık.
Her hangi bir toplum hakkında bir yargıda bulunmak için önce toplum gerçeğini tanımak gerektiğini düşünüyorum.
Ra’d suresinde yer alan şu ayet toplum ve değişim fenomeni hakkında bizlere bazı ipuçları sunmaktadır: “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d: 8/11)
Bu ayeti kerime ile ilgili olarak bir noktanın altını özellikle çizmemiz gerekmektedir. Ayette geçen “kavim/toplum kendi durumunu değiştirmedikçe” ifadesi yaygın ancak bir o kadar da yanlış bir şekilde yorumlanmaktadır. Toplumun içinde bulunduğu durum dendiğinde çok yüzeysel bir şekilde doğrudan bireyler anlaşılmakta ve ayet “bireyler kendilerini değiştirmedikçe” şeklinde yorumlanmaktadır. Halbuki toplumun içinde olanla bireyin içinde olan, toplumun bileşenleri ile bireyin öz benliği farklı şeylerdir. Toplum daha karmaşık ve kompleks bir yapıdır. İlk bakışta sadece bireylerden oluşan bir yapıyı andırsa da derin düşünüldüğünde toplum bireylerle birlikte onların eğilimleri ve tercihlerini belirleyen düşünce ve duygulardan ve söz konusu bireylerin ilişkilerini düzenleyen sistemlerden oluşmaktadır. Yani toplum: bireyler, düşünceler, duygular ve sistemlerden müteşekkil kompleks bir yapıdır.
Bu, toplum ile topluluk arasındaki farkla ilgilidir. Örneğin belli bir yere gitmek için gemide, trende veya her hangi bir toplu taşıma aracında bulunan bireyler topluluğu oluştururlar. Çünkü onlar geçici bir süre için bir araya gelmişlerdir. Ancak örneğin trafikte bulunan sürücüler sürekli olarak diğer araçlarla birlikte seyir ettikleri için aralarında sürekli bir ilişki vardır. Her hangi bir kaos ve kargaşanın çıkmaması için bir düzene ihtiyaçları vardır. Trafikte düzeni işaretler (sistemler) sağlamaktadır. Ancak bu düzenin işlerliğinin olabilmesi için sürücülerin trafik işaretlerine aynı anlamı yüklemiş olmaları (fikirler) gerekmekte, kuralların ihlali durumunda aynı tepkiyi (duygu) vermeleri gerekmektedir. Bu da trafikte düzeni sağlayacak kurallar notasında sürücülerin (toplumun) ortak bir sözleşmeyi benimsemeleri ile tamamlanır.
Toplum ve değişim meselesi her gündeme geldiğinde sıklıkla başvurulan bir benzetme vardır: “Herkes kendi kapısının önünü temizlerse mahalle temiz olur” Bu önerme her kesin temizlikten aynı şeyi anladığı, herkesin sorunsuz kapısının önünü temizleyeceği ön kabulü ile kurulmuş bir önermedir. Biraz derin düşünüldüğünde tüm mahallelinin temizliğe ortak bir anlam yüklemesi ve bu ortak anlamdan türetilen düzenlemelerle temizliği başından beri gerekli bir şey olarak görmeyenlerin de buna uymalarının sağlanması gerektiği anlaşılacaktır.
Her ülkenin insanları arasında daimi olarak sosyal, siyasi, ekonomik ilişkiler mevcuttur. Toplumu oluşturan bireyler insana ve ilişkilerine dair belli bir tasavvur/fikirler demeti taşımakta, bireyler arasındaki ilişki belli başlı duygu bağı ile güçlendirilmekte ve bu ilişkiler şu yada bu şekilde şekillenen ortak bir toplum sözleşmesi neticesinde ortaya çıkarılan bir takım sistemlerle düzenlenmekte ve toplumsal ilişkilerin doğurduğu sorunlar çözüme kavuşturulmaktadır.
Her insan belli bir paradigmanın/dünya görüşünün benimsendiği, bu paradigmanın normları ile biçimlenmiş sistemlerin egemen olduğu belli bir toplumsal yapı içinde gözünü dünyaya açmaktadır. İnsanoğlu yaşadığı sosyo-kültürel ortamdan etkilenmekte ve hayata bakış açısı buna göre şekillenmektedir. Buna göre Rönesans’la birlikte ortaya çıkmış olan batılı paradigmanın normları ile biçimlenmiş ama kahir ekseriyeti Müslüman olan coğrafyalarda dünyaya gözlerimizi açtığımızı göz önünde bulundurduğumuzda alternatif bir paradigma/hayat tasavvuru ortaya koymadan gerçekte içinde bulunduğumuz durumun değişmesini beklememiz toplum gerçeğini göz ardı etmek anlamına gelecektir.
Bugün Mısır’da tahrir meydanını milyonlar batılı emperyalist politikaların beslediği diktatörlere hayır demek için doldurdular. Bir dönem kimi Avrupa ülkelerinde her an komünist devrim olacak korkusu ile uykuları kaçan kapitalistlerin yükselen bu dalgayı kırkmak için müthiş bir manevra ile sosyal devlet, sosyal adalet vb. argümanlarını dillerine pelesenk etmeleri, burjuvazinin şatolarının duvarlarını devirecek ölçüde yükselen dalgayı kırmak için işçi ve emekçilere bir takım sosyal haklar veren düzenlemelere acilen gitmeleri gibi şimdilerde aynı toplum mühendislerinin Ortadoğu’daki Müslüman ayaklanmalarının/yükselen dalganın üzerine binerek sörf yapmak bu yeni durumun keyfini çıkarmak niyetinde oldukları dikkatlerden kaçmamaktadır. Yıllarca diktatörleri besleyenler kendileri değilmiş gibi şimdi demokrasiyi desteklediklerini dillendirerek bu zokayı Müslüman halklara yutturmak istiyorlar. Ortadoğu Müslümanları çehresi değiştirilmiş makyajlı yeni yüzler eliyle kendilerine altın tepside sunulan zehire, neo-liberal politikalara razı mı olacak? Bu politikalar çok kısa bir zamanda soyguncu diktatörlere rahmet okutacak tekelci, sömürücü devasa şirketleri üretmesin.. Mubarek Mısır halkının 70 milyar dolarını götürdü. Neo-liberal politikalar uygulandıkları ülkelerde tek başına 100 milyarlarca dolarlık sermayeye sahip devasa şirketler ürettiler, halkları aç ve sefil bırakarak!!
Şayet Ortadoğu’da ayaklanmalara öncülük edenler daha derin ve köklü sorgulamalar yapmazlar ve yüzeysel değişimlere aldanırlarsa, örneğin bugün tahrir meydanını iki milyon insan doldurduysa on yıl sonra on belki yirmi milyon insan o meydanı dolduracaktır.
İşte bu durumda değişim mi devrim mi olduğu noktasında kritik soruları gündeme getiren Ortadoğu’da ardı ardına yaşanan ayaklanmalar neyi değiştirecek? Neyi değiştirirse gerçekten bir değişim yaşandığına hükmedilebilir? soruları cevaplanmayı bekleyen önemli sorular olarak karşımızda durmaktadır.
Özellikle de ayaklanmalara ilham kaynağı olan Tunus’ta halk birkaç gündür “değişim” talepleri ile tekrar sokaklara dökülünce bu soruların doğru cevaplarının bulunmasının önemi bir kez daha açığa çıkmaktadır.
Müslüman toplumlar kendilerini son iki yüz yıldır sömüren batılı fikir ve politikaları reddederek sosyal, siyasi yada ekonomik her türlü sorunlarının çözümünü sadece ve sadece Allah’ın dininde aramaları gerektiği konusunda düşünsel bir değişim yaşamadıkları ve Müslüman toplumlar nezdinde bu bilinci İslami yaşamı mümkün kılacak bir toplumsal sözleşme düzeyine taşımadıkları sürece, Müslüman birey olarak yükümlülüklerini tam olarak yerine getirseler dahi Allah onların içinde bulundukları hali değiştirmeyecektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d: 8/11)
Abdurrahim Şen
abdurrahimsen@hotmail.com
04.03.2011
Timetürk