MÜSLÜMANIM DİYENLER DE DAHİL TÜM ALEME HAKİM OLAN

YENİ BİR DİN

 

PRAGMATİZM  / MENFAATÇİLİK

 

Din  şu şekilde de tanımlanmıştır:

“Geniş anlamda, yaşam biçimi; hayatın nasıl yönlendirilmesi gerektiği konusunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler bütünü.”

İşte yaşadığımız günümüzde insanların, fert ve toplum hayatlarında amellerinin tek ölçüsü sadece menfaat oldu. Hayat tasvirlerini ve değerlerini belirleyen tek ölçü menfaat oldu. İnsanlar tüm eşya ve olaylara, amellere sadece menfaat açısından bakıyorlar, o açıdan tavırlarını belirliyorlar. Bu durumdan Müslümanım diyenleri de etkilenmiyor değil. Onlar da aynı atmosferin altında yaşıyorlar. Bu durum onlar için de aynıdır. Nitekim Müslümanım diyenler arasında da bazı kişi ve çevrelerin çeşitli boyutlarda menfaatı esas alan birlik çağrılarında bulunduklarına şahit olmaktayız. Bu ister ferdi menfaat olsun, ister toplumsal menfaat olsun fark etmez.

 

Bu yazımızda, menfaatçılığın ne kadar bozuk bir bağ, ölçü olduğunu ve ne kadar batıl bir din olduğunu insanlığa getirmiş olduğu fesadın boyutunu gösterip, İslam açısından değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

 

1- Menfaat bağı geçici bir bağdır. Onda sabitlik yoktur. Onun için bu insanlar arasında sürekli, sağlıklı bir birlik sağlayamaz. Zira kendisinden daha büyük menfaatlar karşısında büyük menfaatın tercih edilmesiyle ona dayalı bağın varlığı kaybolur.

 

Buna binaen menfaat esasına dayalı oluşacak birlikteliklerin ömrü çok kısa olur. Öylesi bir birlikteliğin tarafları arasında vefakârlık, sadakat ve sebatlık beklenmez. Menfaatın gerçekleşmediği veya başka bir yerde daha çok menfaatın olduğunu gördüklerinde, o birliktelikten hemen ayrılabilirler. Nitekim sadece bu bağ ile başlayıp da uzun süre devam eden hiçbir birliktelik mevcud değildir. Devam etmesi de mümkün değildir. Zira o menfaatı belirleyen insanın kendisidir. İnsan ise bunu belirlerken heva ve hevesleri doğrultusunda değerlendirmesi ile duygularına ve heveslerine bağlı olduğundan değişkendir. Sabit değildir. Bugün iyi dediğine yarın kötü diyebilir. Bugün ona göre menfaat olan bir şey yarın menfaat olmayabilir. İnsanın bir başka özelliği ise, heva ve heveslerine terk edildiğinde kanaatsız bir varlık olmasıdır. Mesela; belli bir miktar menfaat sağlayan bir birlikteliği o menfaate kanaat ederek sürdürmez. Ondan daha fazlasını başka bir yerde görürse hemen oraya gider.

 

İşte buna binaen menfaat bağı aslında “bağ” olma özelliğinden yoksundur. Ona çağırmak aslı olmayan bir bağa çağırmak demektir.

 

2- Menfaatçılık; düşmanlık ve husumet sebebidir. Zira menfaatlar çatıştığında, fertler arasında çatışma, düşmanlık ve husumet doğar. Böylece insanlar arasındaki menfaate dayalı birliktelikler (bütünleşme veya bağlar) hemen düşmanlığa dönüşür. Nitekim günümüzde buna çeşitli şekillerde çokça şahit olmaktayız.

 

Şu halde menfaatı amellerin ve birlikteliklerin esası kılmak, insanlar arasında düşmanlık ve husumet sebebini yerleştirmek demektir. Nitekim başka hiçbir kıymet, değer ve ölçü katmadan sırf menfaat esası üzerine oluşan ortaklıkların hemen hepsinin bir müddet sonra kavga-gürültü, düşmanlık ve husumetle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Hatta bu birliktelikler “İslam’i çalışma” adına da olsalar, menfaat ağırlıklı olduğundan aynen diğer ticari şirketlerde olduğu gibi düşmanlık ve husumetle son bulmaktadırlar. Başlangıçta birbirlerini kucaklayanlar, menfaatı esas alarak ya da menfaat ağırlıklı bir birlikteliğe girdiklerinde menfaatların çatışması durumunda birbirlerine kurşun sıkar hale gelirler. Buna da sık sık şahit olmaktayız.

 

Buna binaen menfaat bir birleştirici bağ değil, aslında bir tefrika unsurudur. Menfaate dayalı birlik çağrıları, aslında tefrikaya yapılan çağrılardır.

“Ortak menfaatlarda birleşelim”, “Ülkenin menfaatı”, hatta “İslam'ın menfaatı” gibi sloganlarla birlik çağrısında bulunmak ve bu esaslar üzerine birliktelikler oluşturma gayretlerine girmek, aslında tefrika ortamının oluşmasına çalışmak demektir. Böylesi “toplumsal menfaat” çağrıları dahi, birlik değil tefrika sebebi olur. Zira o noktalarda da insanlar arasında menfaatı tespit, tanım ve ölçmek bakımından anlayış farklılığı vardır. Birisinin o noktada menfaat gördüğünü başkası zarar görebilir ve buradan da tefrika baş gösterir.

 

Nitekim günümüzde Müslümanlar arasında oluşan bir çok cemaatlarda teşkilatlarda “Müslümanların ortak menfaatını” hatta “İslam’ın menfaatıni (!)” temin etme çağrısında bulunmalarına ve bu gayret içinde olduklarını söylemelerine rağmen, aralarında hiçbir birliktelik ve hatta bir dayanışma dahi sağlayamamaktadırlar. Ayrı olmaları ve ayrı kalmaları şer’an caiz olmayan hususlarda dahi ayrı kalmakta, hatta birbirlerine düşmanca tavır almaktalar. Neden? Çünkü, her cemaat kendisine göre bir “Müslümanların ortak menfaatı”, “İslam’ın menfaatı” tanımı yapmakta ve diğerinin tanımı ile çelişkiye düşmektedir. Hatta o cemaatların kendi fertleri arasında dahi sürekli birliktelik fazla görülmemektedir. Zira menfaat anlayışı değişince, o cemaattan düşman olarak ayrılmaktadırlar.

 

Buna binaen küçük boyutta olsa da büyük boyutta olsa da menfaatcılık, asla birlik unsuru değil ancak ayrılık unsurudur. Fitne ve tefrika sebebidir.

 

3- Menfaatcılığı hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak, insanları vahşi mahluk, toplumları da hayvanlardan da vahşi ve alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür.

 

Menfaatcılığı hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak, hayatta insana yaraşan tüm değerler insani, ahlaki, ruhi değerler silinir. Yerine sadece menfaatcılık kalır. Bu ise insanları ve toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak en alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki ona; “büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt olmazsan kurtlar seni yer”, “canını kurtaran kaptan”, “pazusu kuvvetli olan arslan”, “benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın”, “ezilmemek için ezmelisin", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, vb. şekillerde ifade edilen hayat felsefesi hakim olur. Böylesi biri toplumda fertler bencil, egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz, birbirlerine avlanacak av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi mahluklara dönüşürler. Bu vahşi mahluk tüm vahşilerin en tehlikeli olanıdır. Çünkü o, düşünüp rakibini imha etmek için bir çok çeşitli silah ve üslup icad edebilir. Halbuki diğer mahluklar belirli silahlarla sınırlıdırlar.

 

İşte bunun en somut örneği; menfaatın hayatta tek ölçü kılındığı Avrupa ve Amerika’dan oluşan Batı toplumlarında gayet açık olarak görülmektedir. Zira bu kapitalist toplumlarda her şey menfaate göre ölçülür ve belirlenir durumdadır. Onun için insanlar arasında hakiki anlamda sevgi, saygı, merhamet, şefkat adeta yok gibidir, hatta yoktur. Fakat onlarda hep yapmacık sevgi, saygı, merhamet ve şefkat görünümleri vardır. Bu görüntüler de menfaate ulaşmak için bir vasıta olarak kullanılmaktadır, samimiyetten değil!. “İnsan hakları”, “insan sevgisi”, “insani yardım” gibi çeşitli isim, levha ve sloganlar, kurum ve kuruluşlar ise hep sömürü çarkına giydirdikleri şirin görünüm ambalajlarıdır. Hiç biriside samimi değildirler.

 

Kafir Avrupa-Amerika’nın, o vahşi çirkin canavarın artık pis çehresi görülmüştür. Avrupa-Amerika gibi kapitalist toplumlarında insani, ahlaki ve ruhi değer kalmamıştır. Onun için o toplum ve devletler nezdinde kadınların satıldığı fuhuşhaneler, barlar, pavyonlar ve kumarhaneler vergi dairelerine kayıtlı ve vergilerini veriyor iseler, değerli kuruluşturlar. Çünkü vergi ile devlet bütçesine katkıda bulunarak menfaat sağlıyorlar. Bu tür müesseseler gerektiğinde devletten maddi teşvik ve yardım alabilirler. Fakat ibadethaneler, medreseler, gerçek insani yardım kuruluşları vb. kurumlar yeterli gelirleri olmadığı için yıkılmaya terk edilirler de devletten yardım alamazlar. Çünkü onların devletin katında hiçbir kıymetleri yoktur. Zira ekonomik bir katkıları yoktur. Sözde “İnsani yardım” adı altındaki tüm icraatlar, o devletlerin sömürü planlarının uygulanmasının üsluplarındandırlar, menfaat karşılığıdır. Menfaatlarının bulunmadığı ülkelere, o ülke insanları açlıktan ölseler de “insani yardım” gitmez. Onlar bir elleriyle verirler iki elleri ile alırlar. Kaşıkla verirler sapı ile çıkarırlar. Onların “insani yardımı” işte böyledir. Öyle değilse, en yakın örneklerine ne demeli?!.

 

Suriye, Afganistan, Pakistan, Irak, Çeçenistan, Mısır’da, Yemen’de, Libya, Somali’de, Sudan’da, Mali’de, Arakan’da işgalci kafirlerin saldırıları altında ölüme terk edilen başta çoluk çocuk, hasta, yaşlılar olmak üzere o ülkelerde yaşayan halklar insan değil mi? İnsani yardım nerede?!.

 

Kafir Avrupa ve Amerika devletleri, sırf kendi menfaatlarına ulaşmak için gerekirse tüm ülkeyi harab edebilir, çoluk çocukları ve hatta hastahaneleri dahi bombalayabilirler!. İşte Suriye’nin, Irak’ın, Afganistan’ın, Pakistan’ın, Mısır’ın, Libya’nın, Sudan’ın, Somali’nin tepesine çullanan vahşi kafir Avrupa ve Amerika devletlerinin bomba yağmuru!. O esnada bir ördeğin kendi akıttıkları petrole batınca yaptığı çırpıntıyı televizyon ekranlarında gösterdiler de acıdılar!. İşte onların insan sevgisi ve merhametinin iç yüzü budur!. Petrolüne ve uranyum yataklarına el koymak için Somali’ye,  Libya’ya, Irak’a, Afganistan’a, Sudan’a, Suriye’ye üşüşmeleri!. Hem de insani yardım adı altında!. Güya oradaki insanları açlıktan, diktatörlükten kurtaracaklardır!. Şimdi o insanlar açlıktan değil, o çağdaş vahşi sömürgeci kafir ordularının bomba yağmuru altında ölüyorlar. Neden?!. O kafir sömürgeci batının süfli menfaatlarına ulaşabilmesi için.

 

Böylesi misaller çoktur. Bu misaller gösteriyor ki, Batı, menfaatı için her şeyi yapar. Zira menfaat onun hayatında tek değer ve din konumundadır. İşte bu din yani menfaatcılık, çağdaş vahşi insan tipini oluşturmuştur.

 

Menfaatcılık sadece devletleri vahşileştirmedi. Fertleri de vahşi kıldı. Zira menfaatcılığın en çok yaygın ve egemen olduğu Avrupa ve Amerika’da insanlar kendi çocuklarına kardeşlerine, yeğenlerine daha küçük yaşta iken dahi tecavüz edebiliyorlar. Bugün milyonlarca çocuk, yakınlarının tecavüzüne maruz kalıyor. Sırf kendi şehevi menfaatlarına ulaşma için o kendisini korumaktan aciz zavallı çocuklara pazu kuvvetlerine dayanarak tecavüz ediyorlar, hem de kendi çocukları olduğu halde!. Bu, hayvanlar da bile olmayan merhametsizlik, şefkatsizlik, şerefsizlik örneğidir!.

 

Avrupa toplumlarının birisinde yaptığımız bir araştırma ve gözlemde, fertler arasında şu tür düşüncelerin yaygın olduğuna şahit olduk: “Elinle yetiştirdiğin ağacın meyvesinin tadına önce kendin bakman akıl işi değil mi?!.”, “Lezzetli olursa insan eti de yemek neden abes olsun?!. İşte bu tür düşüncelerin hakim olduğu bir toplum, hiç insani bir toplum olur mu? Akıllarını işkembe ve uçkurlarına bağlayan ve hayata işkembe ve uçkurlarının açısından gördükleri menfaatlar doğrultuşunda bakan mahluklar topluluğu olur ancak. Nitekim bu toplumlarda o tür düşüncelerin yaygın oluşu dışa tezahür eden olaylarda da açıkca görülmektedir. Münferiden olan olaylarda Amerika ve Avrupa’da insanların kesilip parçalanıp yenildiği açığa çıkmıştır. Mesela; geçmiş senelerde Alman Gençlik Bakanının yaptığı açıklamada Almanya’da her yıl 50 bin ile 300 bin arasında çocuğun yakınları tarafında tecavüze uğradığını bildirdi. Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya gibi daha bir çok Batı Avrupa ülkesinde bu olay, birinci sırada sosyal olay katogorisindedir. İşte bu Avrupa ve Amerika halklarının akıllarını mide ve uçkurlarına bağlayan menfaatcılığın hayatta amellerin tek ölçüsü konumuna çıkartılmış olmasının faturasıdır.

 

Bu ise, kapitalist ideolojinin bir semeresidir. Çünkü bu ideolojide menfaat, amellerin tek ölçüsüdür, mutluluğun yegane yoludur. Mutluluk ise, gönülden geçtiği gibi yaşamak ve maddi lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Öyle olunca, ferdi bu noktaya yani mutluluğa ulaştıran menfaata götürecek her şeyi yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak, dolandırmak, vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat, vb. her şey mübah görülmektedir. Avrupa ve Amerika’da alacağı uyuşturucu için beş on dolara çocuğunu satmaya kalkışan anneler görülmektedir!. Anne şefkati bile kalmamıştır. Rızk endişesi ile çocuklarını toprağa gömen cahiliyye Arap’larının yaptığı, onların zamanına mahsus değildir. Zira bugün de anne karnındaki canlı çocuklar aynı mantıkla kürtaj yoluyla öldürülmektedir. Hindistan’da, çocuk dünyaya gelince, aynı mantıkla hemen boğazlanmaktadır. Neden?! Menfaat öyle gerektiriyor da ondan!..

 

İşte menfaatcılığın egemen olduğu Avrupa ve Amerika toplumlarında, insanları gerçekten en aşağı bir seviyeye düşürmüştür. Allah’u Teala’nın şu hitabında tasvir ettiği duruma düşürmüştür:

 

وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ الَّذِي آتَيْنَاهُ آيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَأَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاوِينَ

ولَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلَٰكِنَّهُ أَخْلَدَ إِلَى الْأَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوَاهُ ۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ إِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ أَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ۚ ذَٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا ۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

سَاءَ مَثَلًا الْقَوْمُ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِنَا وَأَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ

 “Onlara kendisine ayetlerimizi verdiğimiz kişinin haberini anlat. O, bundan sıyrılıp- uzaklaşmış, şeytan onu peşine takmıştı. O da sonunda azgınlardan olmuştu.

Biz dileseydik onu onlarla (o ayetlerle)yükseltirdik. Ancak o kendisini yeryüzünde sonsuza kadar kalacak sandı ve arzularına uydu. Onun durumu üstüne varsan da soluyan, kendi haline bıraksan da soluyan bir köpeğin durumuna benzer. Bu kıssayı anlat, olur ki düşünürler.

Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan toplumun durumu ne kötüdür" ( A’raf  175-177)

 

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْإِنْسِ ۖ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَا ۚ أُولَٰئِكَ كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ

“Andolsun, biz cin ve insanlardan bir çoğunu (sanki)cehennem için yaratmışızdır. Zira onların kalbleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (A’raf 179)

 

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَٰهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا

أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ ۚ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ ۖ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلً

 “ Heva ve heveslerini kendisine ilah edinen kimseyi gördünmü? Şimdi ona senmi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz)dinleyeceğini, akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekten onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar.” (Furkan 43-44)

 

ۖ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يَتَمَتَّعُونَ وَيَأْكُلُونَ كَمَا تَأْكُلُ الْأَنْعَامُ وَالنَّارُ مَثْوًى لَهُمْ

" Küfredenler (inkar edenler)ise, (dünyada)zevklenirler, hayvanların yemesi gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed 12 )

 

Evet menfaatcılığın, hayatta tek ölçü olmasının getirdiği netice; sadece midesini ve uçkurunu yani şehvetini düşünen, ona göre yaşayan sapık mahluklar sürüsü ortaya çıkartmak olmuştur.

 

Bu, menfaatcılığın Avrupa ve Amerika’daki semerelerinden bir kesiti idi. Ancak halkı Müslüman ülkelere baktığımızda bu pisliğin, Müslümanım diyenler arasında da bulaştığını hatta yaygınlaştığını görmekteyiz. Zira Müslümanım diyenler arasındaki alakalar, hemen hemen tamamen menfaatcılık esası üzerine yapılmakta, zihinler de hep menfaatcılık esası üzerine şekillenmektedir. Evet halkı Müslüman ülkelerde de Avrupa ve Amerika’daki görünümlere rastlamak alışılır oldu. Neden?  Çünkü, oraların hayatına da menfaati hayatta amellerin tek ölçüsü kılan kapitalist ideoloji hakimdir. Bu ideoloji ve ölçüsü menfaatcılık, gerçekten o toplum  ve fertleri de ifsat etmiş, hayatlarını kokuşturmuştur. O toplumlarda da İslami ve insani değerler yok olmaya yüz tutmuş, insanlar o çağdaş vahşi canavar Avrupalı-Amerikalı insan tipine dönüşmüştür. Mesela; bazı halkı müslüman ülkelerde bir şahıs, acil konumda dahi olsa hastahaneye getirildiğinde o şahsa gerekli tıbbi müdahale yapılmadan önce cebine, cüzdanına bakılmakta; eğer cebi boş yada yetersiz ise hastahaneden atılmaktadır. Yani insani değer yok olmaya yüz tutmuştur. Nitekim insanların en zayıf anları ve hallerinde onların sömürülmeleri ön plana çıkmıştır. Mesela; bir insanın en zayıf olduğu an def-i hacet halidir. Kamu yerlerinde tuvaletlere parası olmayan giremez durumdadır. İnsanın en zayıf olduğu hallerden biri de yolculuk halidir. Yol güzergahları adeta yasal soyguncularla dolup taşmakta, bir bardak suyu dahi fahiş fiatlara satmaktadırlar.

 

Devlet, “vergisi verilmiş kazanç kutsaldır” demekte, hatta fuhuşhane işletmecilerine vergi verdiklerinden dolayı madalya takmakta ve onları ödüllendirmektedir. Devlet televizyonlarındaki yalancılığa teşvik eden, 900’ lü numaralarla da her türlü dolandırıcılık, kumar ve fuhşiyatı körüklemekte olan programlara ağırlık verilmektadir. TV-kanalizasyonlarındaki diziler ile; yılışık, pis ve iğrenç Batı kadın ya da erkek tiplemeleri ve ilişkileri ideal modern / çağdaş ileri insan modeli olarak empoze edilmektedir, böylece ahlaki değer yok olmaya yüz tutmuştur.

 

Yöneticiler başta olmak üzere tebadan fertler hep birbirlerini kandırma, dolandırma, sırtından geçinme, yolsuzluk ve vurgunculuk peşindeler. Üç kuruşluk menfaat uğruna başkalarına milyonlarca zarar yapabilmektedirler. Amellerde Allah ahiret, sevab günah, cennet, cehennem hiç akıllara gelmemekte; hep maslahat / menfaat göz önünde bulundurulmaktadır. Ruhi değer yok olmaya yüz tutmuştur.

 

Müslümanım diyenlerin aralarında oluşturdukları cemaatlar, hatta İslami faaliyet diye isimlendirilen faaliyetler, hemen hemen hepsi menfaat ölçüsü ile hareket eder duruma gelmişlerdir. Müslümanım diyenler arasında gerçek anlamda İslami sevgi, saygı, muhabbet, kardeşlik, Müslüman kardeşini kendisine tercih etmek gibi hasletler adeta yok olmaya yüz tutmuştur.

 

Öyle ki; Müslümanım diyenlerin zihinlerinde; menfaati gerçekleştiren her şey adeta Şeriattan addedilmiştir. Halbuki menfaati belirleyen Şeriat’tır. Şeriatı belirleyen menfaat değil. Çünkü insanlar kendilerine hakiki menfaati neyin sağladığını, neyin sağlamadığını kestiremezler. Zira insan, mücerred olarak kendisi menfaati belirlemeye kalkıştığında duygularının ve çevresinin tesirinden kurtulamaz. Bundan dolayı insan için dünya ve ahirette asıl menfaat, Şeriatın emir ve nehiylerine uymaktır. Müslüman için, Şeriatın vize vermediği bir hususta menfaat yoktur. Çünkü Müslüman için menfaat anlayışı dünya ve ahireti kapsar. Sadece dünyayı değil. Zira onun için hayat; sadece bu hayat değildir. Bu hayat asıl ve ebedi hayatın yanında çok kısa bir metaıdır / geçinme yeridir. Dolayısıyla insanın hayatı derinlemesine tüm boyutları ile kavraması mümkün olmadığına göre, insan kendisi için hakiki menfaatin ne olduğunu bilemez. Onu ancak insanın ve hayatın Rabbi olan Allah bilir ve bildirir. İnsanın kendisine menfaat olarak gördüğü şeyler ise hayatta ölçü olmaya hiç elverişli olmazlar, olsa olsa ölçüsüzlük olurlar. Zira ölçüde asıl olan istikrardır. Halbuki insanın kendisinin menfaat anlayışı istikrarlı olmaz.

 

Onun için İslam; insanlara bu işin hakikatını izah etmiş, gerçek menfaatın ancak Allah’ın rızasına nail olmak olduğunu bildirmiştir. Zira insan için gerçek mutluluk da ancak Allah’ın rızasına nail olmakla elde edilir. Aksi halde ise hüsran vardır. Allah’ın rızasından uzak kalmakta insan için dünyada sıkıntı, musibet, felaket, fitne var, ahirette ise hüsran ve elim azab vardır. O halde insanın hakiki menfaatı ancak Allah’ın rızasına uygun davranışta bulunmakta, yani Allah’ın Şeriatına uymakla olmaktadır.

 

İşte bu bakış açısı, Müslümanlarda var oldukça onlar arasındaki ilişkilerin esasını ve ölçüsünü Allah’ın emir ve nehiyleri teşkil eder olur. Toplumsal yaşamı tanzim eden devlet de, insanlar arasındaki ilişkileri bu ölçü ile tanzim edince; o toplum, artık İslami ve insani değerlerin yaygın olduğu, Allah’ın boyası ile boyanmış mümtaz bir toplum olur. İşte böyle bir toplumda sevgi, saygı, kardeşini kendisine tercih etmek hasletleri tezahür eder.

 

Nitekim İslamın tesis ettiği o güzide toplumun en güzel örneği Asrı Saadette sahabeler arasındaki o mümtaz alakalar yumağıdır.  Onda menfaatcılığın adeta izi bile yok. Bir misal; Resul Sallallahu Aleyhi Vesellem, Medine’ye vardığında Muhacir ve Ensar arasında bir kardeşlik tesis etti. Ne ile tesis etti?, menfaatle mi? Kesinlikle hayır, menfaatcılık kesinlikle söz konusu olmadı. Ya ne ile oldu? Sadece İslamın getirmiş olduğu Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ölçüsü ile oldu. Muhacirler, Ensarlar için kan ve akrabalık bağları bakımından tamamen yabancı insanlardı. Fakat İslam, o insanları birbirlerine kardeş yaptı. Birbirlerini bağırlarına bastılar, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Hiçbir menfaat beklemeden evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini kardeşlerinin hizmetlerine sundular. İşte o güzide insanlardan bir misal daha; Tebük gazvesinde yaralılardan birisi “su” diye imdat isteyip bir kişi ona su götürdüğünde bir başka yaralıdan yine “su” imdat sesi gelince, o yaralı suyu içmekten vazgeçip “kardeşime götür. Ben zaten gidiciyim” der. İkinci şahıs da aynı şekilde üçüncü şahsın “su” imdadı karşısında onu, kendisine tercih etti. Üçüncü şahıs ise kendisine su yetişmeden ruhunu teslim etti. Diğerleri de aynı şekilde ruhlarını teslim ettiler. Yani kardeşlerini kendilerine tercih ederek çok yüce bir şerefle şehid oldular. Allahu Teala onların bu halini şöyle tasvir etti:

 

والَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَىٰ أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ ۚ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَٰئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Daha önceden (Medine’yi)yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunanlar ile kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr : 9)

 

Hayatta amellerin ölçüsünün menfaat olması insanı cimri, bencil ve hasetçi kılar. İnsan bu menfi hasletler içinde dünya hayatını sıkıntılı ve bunalımlı geçirir. İnsan kendi nefsine dahi cimri olur. Maddi varlık içinde dahi sıkıntılı ve bunalımlı olur. Menfaatin zail olacağı endişesi başkalarındaki menfaati elde edememenin haseti ile dünyası da ahireti de kararır. Kişinin kendisini cimrilikten kurtarmasının yolu, menfaatcılık illetinden kurtulmasından geçer.

İşte o ulvi gaye, sadece Allah’u Teala’yı razı etmek gayesi, insanın ufkunu genişletir ve ulvîleştirir, insanı aziz ve şerefli kılar. Menfaatcılık gibi basit gayeler ise, insanları sefil ve şerefsiz kılar.

 

Eğer Müslüman hakiki maslahatın, menfaatin ahirette olduğuna inanır ve ona göre tavır alırsa, Allah Celle Celaluhu dünyayı onun ayakları altına serer. Aksi olursa insan dünyada en sefil ve zelil konuma düşer. Allah’u Teala insan için asıl menfaatin ahirette olduğunu şöyle açıkladı:

 

اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ وَفَرِحُوا بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مَتَاعٌ

 “Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatı ile şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı ancak bir geçimlikten ibarettir.” (Rad : 26)

 

قُلْ مَتَاعُ الدُّنْيَا قَلِيلٌ وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ لِمَنِ اتَّقَىٰ وَلَا تُظْلَمُونَ فَتِيلً

“Deki dünya metaı / menfaati önemsizdir. Allah’tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır.” (Nisa : 77

 

  بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا     وَالْآخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ

“Fakat siz (ey insanlar!)ahiret daha hayırlı ve devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz!” (A’la : 16-17)

 

وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَىٰ مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ ۚ وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَىٰ

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsünü gözlerini dikme! Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem daha süreklidir.” (Taha : 131)

 

اعْلَمُوا أَنَّمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَزِينَةٌ وَتَفَاخُرٌ بَيْنَكُمْ وَتَكَاثُرٌ فِي الْأَمْوَالِ وَالْأَوْلَادِ ۖ كَمَثَلِ غَيْثٍ أَعْجَبَ الْكُفَّارَ نَبَاتُهُ ثُمَّ يَهِيجُ فَتَرَاهُ مُصْفَرًّا ثُمَّ يَكُونُ حُطَامًا ۖ وَفِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ شَدِيدٌ وَمَغْفِرَةٌ مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانٌ ۚ وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ

سَابِقُوا إِلَىٰ مَغْفِرَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا كَعَرْضِ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ أُعِدَّتْ لِلَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ ۚ ذَٰلِكَ فَضْلُ اللَّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ ۚ وَاللَّهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظِيمِ

 “Bilin ki; dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir, tıpkı yağmurun bitirdiği ve ziraatçıların hoşuna giden bir bitki gibi. Önce yeşerir sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise bir azab vardır. Yine orada Allah’ın mağrifeti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir (faydalanmadan)başka bir şey değildir.

Rabbinizden bir mağrifete, Allah’a ve resüllerine inananlar için hazırlanmış olup genişliği gökle yerin genişliği kadar alan cennete koşun! İşte bu Allah’ın lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Hadid : 20-21)

 

زُيِّنَ لِلنَّاسِ حُبُّ الشَّهَوَاتِ مِنَ النِّسَاءِ وَالْبَنِينَ وَالْقَنَاطِيرِ الْمُقَنْطَرَةِ مِنَ الذَّهَبِ وَالْفِضَّةِ وَالْخَيْلِ الْمُسَوَّمَةِ وَالْأَنْعَامِ وَالْحَرْثِ ۗ ذَٰلِكَ مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الْمَآبِ

قُلْ أَؤُنَبِّئُكُمْ بِخَيْرٍ مِنْ ذَٰلِكُمْ ۚ لِلَّذِينَ اتَّقَوْا عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَأَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ

 “Kadınlardan, oğullardan, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşten, salma atlardan sağmal hayvanlardan ve ekinlerden gelen zevklere düşkünlük ve bağlılık, insanlar için bezenip süslendi. Bunlar dünya hayatının metaıdır / menfaatıdır.Nihayet varılacak güzel yer Allah’ın huzurudur.

De ki; size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, temiz eşler ve Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” 

(Ali İmran 14-15)

 

Hayatı, sadece bu dünya hayatı zannedip menfaatçılığı hayatta tek ölçü kılanlar, böylelikle ahireti ve onunla alakalı değerleri hiçe sayanlar, Allah’tan geleni inkar edip hiçe sayanlar için Allah’ın ikazı ne şiddetlidir:

 

ثُمَّ أَنْتُمْ هَٰؤُلَاءِ تَقْتُلُونَ أَنْفُسَكُمْ وَتُخْرِجُونَ فَرِيقًا مِنْكُمْ مِنْ دِيَارِهِمْ تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِمْ بِالْإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَإِنْ يَأْتُوكُمْ أُسَارَىٰ تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ ۚ أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ ۚ فَمَا جَزَاءُ مَنْ يَفْعَلُ ذَٰلِكَ مِنْكُمْ إِلَّا خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا ۖ وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَىٰ أَشَدِّ الْعَذَابِ ۗ وَمَا اللَّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

أُولَٰئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ ۖ فَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلَاهُمْ يُنْصَرُونَ

 “Sonra(yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız size haram kılınmıştı.  Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası ancak dünya hayatında rüsvaylıktır. Kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduğunuzdan asla gafil değildir.

Onlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. O halde onlardan azab azaltılmaz onlar kendilerine yardım edilenlerden de olmazlar.” (Bakara : 85-86) 

 

بِئْسَمَا اشْتَرَوْا بِهِ أَنْفُسَهُمْ أَنْ يَكْفُرُوا بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ بَغْيًا أَنْ يُنَزِّلَ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ عَلَىٰ مَنْ يَشَاءُ مِنْ عِبَادِهِ ۖ فَبَاءُوا بِغَضَبٍ عَلَىٰ غَضَبٍ ۚ وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُهِينٌ

Kullardan dilediğine Allah’ın lütuf ve ihsanından göndermesini kıskandıkları için Allah’ın indirdiklerini inkar edip kendilerine karşılık satın aldıkları şey ve o sebeble de önceden gelmiş bir lanet üstüne gazaba uğramaları ne kadar kötü! Ayrıca kafirler için ihanet verici azab vardır.” (Bakar : 90)

 

Müslümanlar için menfaatın değil de sevap ve günahın ölçü olduğunu şu ayet-i kerime açıkça ortaya koymaktadır:

يَسْأَلُونَكَ عَنْ الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ قُلْ فِيهِمَا إِثْمٌ كَبِيرٌ وَمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَإِثْمُهُمَا أَكْبَرُ مِنْ نَفْعِهِمَا

Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki; Her ikisi de büyük günah ve insanlar için bir takım menfaatlar/ faydalar vardır. Ancak her ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.” (Bakara: 219)

Görüldüğü gibi Allahu Teâla bu ayet-i kerimesinde menfaati değil günahı esas kılmıştır. Demek ki bir hususta insanlar için bazı menfaatlar ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir müslüman için asıl menfaat Ahirette günah ile Rabbının huzuruna çıkmamasıdır.

 

Ticarette ya da siyasette ya da hayatın herhangi bir alanında bazı bireysel veya toplumsal menfaatlere ancak haram yolla ulaşılabilir, en azından öyle zannedilebilir. Yani günah ile menfaat çatışıyor. Şimdi ne yapılmalı? O günahı işleyerek o menfaatları elde etmeye mi çalışılmalı? Yoksa günah işlemeyip o menfaatlardan vaz mı geçmeli? İşte bununla imtihan oluyoruz.. Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye çalışmamalıyız. Ne kadar büyük olursa olsun o menfaatlar uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi halde hem dünyada hem Ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız da perişan ve hüsran oluruz.

 

Gerçekten basiret sahibi insanlar, menfaatçılığın göz ve gönüllerini köreltmediği insanlar daha uzak ufuklara bakarlar. Ulvi gayeler uğrunda yücelirler, menfaatcılık batağında boğulmazlar. Onlar ulvi gaye olan Allah’ın cennetini ve rızasını kazanmayı hesap ederler ve bu uğurda gerekirse her şeylerini verebilirler, mallarını da canlarını da. Ve Allah’a ulaşmanın umudu gururu içinde mutlu olurlar ve en büyük kurtuluşa ererler.

 

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْرِي نَفْسَهُ ابْتِغَاءَ مَرْضَاتِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ رَءُوفٌ بِالْعِبَادِ

“İnsanlardan öyleleri vardır ki; Allah’ın rızasını almak için kendisini satar (feda eder). Allah kullarına şefkatlidir.” (Bakara : 207)

  

إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَىٰ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ أَنْفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ ۚ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ ۖ وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا فِي التَّوْرَاةِ وَالْإِنْجِيلِ وَالْقُرْآنِ ۚ وَمَنْ أَوْفَىٰ بِعَهْدِهِ مِنَ اللَّهِ ۚ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذِي بَايَعْتُمْ بِهِ ۚ وَذَٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek)cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar. Öldürürler, öldürülürler. (Bu)Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da Allah üzerine hak bir vaaddır. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alış-verişten dolayı sevinin. İşte bu gerçekten büyük kurtuluştur.” (Tevbe : 111)

 

Allah’ın selamı, o büyük kurtuluşa nail olmak için gayret gösteren müminler üzerine olsun...

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp