Nisa 34 AYETİ   ÖRNEĞİNDE

“SADECE KUR’AN” ve “KUR’AN İSLAM’I”

SLOGANI ALTINDA YAPILAN

KUR’AN TAHRİFÂTINA REDDİYE

 

الحمد لله رب العالمين  والعاقبة للمتقين  ولا عدوان إلا على الظالمين  والصلاة والسلام على رسول الله الكريم وآله وصحبه أجمعين  ومن اتبعوهم  بالاحسان الى يوم الدين . اما بعد

 

Önsöz

Çağdaş cahiliyye dini haline gelmiş olan “Modernite”, “çağdaşlık” ve “demokrasi”ye ait olduğu halde, “evrensel değerler” olarak pazarlanan;  “insan hakları”, “kadın hakları”, “özgürlükler”, “kadının ekonomik ve sosyal konumunu güçlendirme” vb. söylemlerin, fikirlerin etkisinde kalarak akıl tutulması yaşayan, kimi Müslüman kimliği taşıyanlar, hem de “Kur’an İslam’ı”, “Sadece Kur’an”, Kur’an bize yeter” sloganları ile yukarıdaki fikirleri esas alarak Kur’an okumaları yapıyorlar. Bu cahiliyye fikirlerini Kur’an’a mal etmek için de Kur’an’ı tahrif etmek girişiminde bulunuyorlar. Tabii ki bu, iğrenç bir cürümdür.

İşte işlenen bu cürüm ve zulüm karşısında sessiz kalamazdık. Bu bağlamda hakkı izhar etmek adına Allahu Teala’nın rızası için bu yazıyı kaleme aldık. Allahu Teala’dan bu tür şeytani tuzaklardan, ihanetlerden bizi korumasını, ayaklarımızı sahih iman ve dini İslam üzere sabit kılmasını niyaz ederiz.

 

Kur’an Nasıl Tahrif Edilir?

Tahrifat hakkında Allahu Teala şöyle buyurmuştur:

أَفَتَطْمَعُونَ أَن يُؤْمِنُواْ لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَرِيقٌ مِّنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلاَمَ اللّهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِن بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

Şimdi (ey müminler!) onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa ki, onlardan bir zümre, Allah'ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.” (Bakara 75)

مِّنَ الَّذِينَ هَادُواْ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِه

 “Kimi Yahudiler, kelimeleri 'konuldukları yerlerden' tahrif ederler (saptırırlar). ..” (Nisa 46)

فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ لَعنَّاهُمْ وَجَعَلْنَا قُلُوبَهُمْ قَاسِيَةً يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ وَنَسُواْ حَظًّا مِّمَّا ذُكِّرُواْ بِهِ وَلاَ تَزَالُ تَطَّلِعُ عَلَىَ خَآئِنَةٍ مِّنْهُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنْهُمُ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاصْفَحْ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ

Daha sonra, kesin taahhütlerinden caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar akıllarından çıkarmamaları emredilen şeylerin çoğunu unutarak  (vahyedilmiş) sözlerin kendileri için konulduğu yerleri tahrif ederler, (asıl bağlamlarından kopararak çarpıtıyorlar).  Birkaçı dışında onların hepsinden daima ihanet göreceksin. Onlardan yüz çevir ve (yaptıklarına) aldırma. Şüphe yok ki Allah iyilik yapanları sever.” (Maide 13)

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Ey Resûl! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyle ‘inandık’ diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar(ın hali) seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak verirler, kelimeleri yerlerinden tahrif ederler. ‘Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!’ derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa (fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.” (Maide 41)

 

  موَاضِعِه  Kelimenin konulduğu yer”; dil koyucuları tarafından kendisi için konulduğu “anlam”dır.  Kelimeye o anlamın dışında bir anlam yüklemek tahrifattır.

 Bu tahrifat günümüzde de yapılagelmektedir. Bunu ne yazık ki bazı fitne ve fesat akımlarından etkilenen kişi ve gruplar Kur’an’ın vakıasına ve anlama usulüne riayet etmeyerek hem de Kur’an’a bağlılık adına yapmaktadırlar. Bu kişiler Kur’an’ın vakıasının özelliklerinden birisi olan, “Arapça bir Kur’an” olmasını gereği gibi dikkate almamaktadırlar. “Mantığa göre” ya da “Kur’an’ın ruhuna göre” ya da “Kur’an’ın genel ilkelerine göre” ya da “Kur’an’ın maksatlarına göre” gibi söylemlere dayanarak Kur’an’daki kelimelere ve dolayısıyla ayetlere konuldukları anlamların dışında anlamlar yüklemektedirler. İşte bu ise, tahrifatın ta kendisi olmaktadır.

 

Kur’an’ın Arapça Olmasının Önemi

Kur’an, indirilirken Mekke ve Medine çevrelerinde konuşulan Arapça lisanı ile gelmiştir. Nitekim Allahu Teala buna şu şekilde vurgu yapmıştır:

وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ قُرْآنًا عَرَبِيًّا

“Böylece sana Arapça bir Kur'an vahyettik.” (Şûra: 7)

وَكَذَلِكَ أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا

“Böylece Biz onu sana Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Tâhâ: 113)

 

وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ (2) إِنَّا جَعَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“Apaçık Kitaba andolsun ki: Biz akletmeniz / düşünüp anlamanız için onu Arapça bir Kur'an kıldık.” (Zuhruf: 2-3)

 

وَلَقَدْ نَعْلَمُ أَنَّهُمْ يَقُولُونَ إِنَّمَا يُعَلِّمُهُ بَشَرٌ لِسَانُ الَّذِي يُلْحِدُونَ إِلَيْهِ أَعْجَمِيٌّ وَهَذَا لِسَانٌ عَرَبِيٌّ مُبِينٌ

“Şüphesiz Biz onların; ‘Kur'an’ı ona ancak bir insan öğretiyor’ dediklerini biliyoruz. Kendisine nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu (Kur'an) apaçık bir Arapçadır.” (Nahl: 103)

 

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ (1) إِنَّا أَنزَلْنَاهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

 “Elif. Lâm. Râ. Bunlar apaçık Kitabın ayetleridir. Akledesiniz / düşünüp anlayasınız diye Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.” (Yusuf: 1-2)

 

حم (1) تَنزِيلٌ مِنْ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ (2) كِتَابٌ فُصِّلَتْ آيَاتُهُ قُرْآنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

“Hâ. Mim. Rahman ve Rahim olan Allah tarafından indirilmiş, bilen bir topluluk için ayetleri Arapça bir Kur'an olarak açıklanmış bir kitap.” (Fussilet: 1-3)

 

Kur'an’ın Arapça lisanı ile indirilmiş olmasına Allahu Teâlâ’nın dikkat çekmesi; Kur'an’ı anlamada, tefsir ve te’vilde mutlak serbestliğin olmadığını, kelimelere anlam yüklemenin kesinlikle caiz olmadığını, onu doğru anlamanın ancak Arapça lisanının kuralları ile yani Kur'an’ın indirilmiş olduğu dönemdeki Mekke, Medine ve her ikisinin çevrelerindeki Arapların koymuş oldukları manalar ve ifade üsluplarının kuralları ile disipline edilmiş olduğunu belirtmektedir.  Bu disipline riayet etmeksizin Kur'an’ı doğru anlamanın ve tefsirinin mümkün olmadığını da ifade etmektedir. Bu disipline riayet şu alanlarda olur:

         -Arapçadaki harflerin özellikleri, cümle içindeki manaya delâletteki rolleri

         -Arapça lafızların konulduğu manaları, kullanılış şekilleri, çeşitleri

         -Kelimelerin isim, sıfat, fiil, zamir, edat v.b. olarak ayırımları, özellikleri, çeşitleri, işlevleri

         -Fiillerin zamanlara ve şahıslara göre çekimleri, özellikleri ve çeşitleri

         -Terkibler / tamlamalar, özellikleri, çeşitleri

         - Cümle yapıları, özellikleri, çeşitleri              

         - Açıklık ve delâlet bakımından lafızların çeşitleri

- Kapsam bakımından lafzın çeşitleri

- Teklif sıygaları bakımından lafzın çeşitleri

- Kullanıldığı mana bakımından lafız çeşitleri

- Belagat özellikleri

Bütün bu hususlarda Arapçadaki manaların ve kullanış üsluplarının, kurallarının dışına çıkılmaz. Arapçanın özellikleri ve kuralları hususundaki gerekli bilgileri Arapça lisanına ait Nahiv, Sarf, Belâgat, Meani ilmini anlatan kitaplardan elde edilebilir. Kur'an’ı doğru anlamak için Arapçaya ait bu ilimleri öğrenip uygularken şu hususlara dikkat edilmesine vurgu yapmak isteriz:

        -Kur'an’ın lafız ve ibarelerini anlamakta mutlak serbestlik, keyfilik, “bana görelik” yoktur. Şer'î ıstılahlar hariç, Arapça lisanının yüklemediği mana, lafzı kullanım ve ifade etme üslubu kabul edilemez. Şer'î ıstılahın da Şer'î delilinin olması zorunludur. Meselâ, mecaz her zaman kullanılmaz, onun kuralları vardır. Ayrıca Arapların kullanmadığı mecaz da kullanılmaz.

         -Araplardan kast edilen, Mekke, Medine ve çevrelerindeki Kur'an’ın indirildiği dönem ve öncesine ait Araplardır. Zira Kur'an onların lisanı ile indirilmiştir.

Allahu Teâlâ, Kur'an’ın Arapça olarak indirildiğini bildirirken  لعلكم تعقلون   “Akledesiniz/ düşünüp anlayasınız diye” demiştir. Bu da Kur'an’ı doğru anlamanın ancak Arapça lisanının kurallarına ve Kur'an’ın vakıasına riayetle düşünerek mümkün olacağını göstermektedir.

     Burada şu iki hususa da dikkat çekmek istiyoruz:

     -Arapça lisanındaki kelimelerin sadece kök anlamlarını esas alarak; o kökten oluşan yada türemiş olan kelimeleri anlamaya kalkışmak çok yanlış olur. Zira hiçbir lisan sadece lafızların kök anlamlarından ibaret olmadığı gibi Arapça lisanı da sadece lafızların kök anlamlarından oluşmamaktadır. Nitekim aynı kökten türemiş kelimelere çok farklı anlamlar yüklenilmiş olabileceği gibi, cümle içindeki konumlarına göre, hitap edenin, hitap edilenin ve hitabın kendisinin durumu ve konumlarına göre de Arapçanın kendi çerçevesi içinde farklı anlamlar alabiliyorlar.

İşte bütün buralarda Kur'an’ın indirildiği dönemdeki Mekke, Medine ve çevrelerindeki Arapların lafızlara yükledikleri manalar ve lafızları kullanım üslupları geçerli kriterdir.   بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُبِينٍ    “Apaçık / anlaşılır bir Arapça lisan ile”    Bu ayet ile kastedilen “açık Arapça”  işte o Arapların bildikleri ve kullandıkları Arapçadır. Onlardan çok önceki, sonraki ve başka bölgelerdeki Arapların yada Arapçanın ait olduğu diğer Sâmi dillerinin ve o dilleri konuşanların lafızlara, köklere yükledikleri anlamlar ve üslupların Kur'an’ı anlamakta ve tefsir etmekte belirleyici ve bağlayıcı bir işlevi olamaz.

         - Ayrıca Kur'an’ı Arapça lisanı ile anlama gerekliliği lisanın oluşmasında ve kullanımında etkin rolü olan, o dönem ve bölge Araplarına ait örf, adet, gelenek, medeni seviye ve edebiyat kültürlerinin de dikkate alınmasını gerektirir. Zira bunlar bir lisanın tarlası yada zemini konumundadırlar. Bu etkenlerinden soyutlanmış bir lisan ile kastedilenin doğru anlaşılması mümkün değildir.

Meselâ, o dönem ve bölge Arabının yaşamında “devenin” işgal ettiği ağırlıklı yer ve etkinlik Arapça lisanının oluşumunda da kendisini göstermiştir. Birçok mana “deveye” endeksli olarak ifade edilmiştir. Bu da, lisanı zemini ile birlikte ele almak gerekliliğini ortaya koymaktadır. Nitekim bir lisana hakim olmak için onun kültürüne aşina olmak gerekliliği bugün için de geçerli bir hakikattir. Onun için Kur'an’ı doğru anlamada ve tefsir etmede bu hakikatin de dikkate alınması yöntemsel bir gerekliliktir.

 

Nisa 34 ayetinde Yapılan Tahrifat

Bu girişten sonra konumuza geçersek; Nisa 34-35 ayetlerinde Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَبِمَا أَنفَقُواْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ حَافِظَاتٌ لِّلْغَيْبِ بِمَا حَفِظَ اللّهُ وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ فَإِنْ أَطَعْنَكُمْ فَلاَ تَبْغُواْ عَلَيْهِنَّ سَبِيلاً إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيًّا كَبِيرًا

وَإِنْ خِفْتُمْ شِقَاقَ بَيْنِهِمَا فَابْعَثُواْ حَكَمًا مِّنْ أَهْلِهِ وَحَكَمًا مِّنْ أَهْلِهَا إِن يُرِيدَا إِصْلاَحًا يُوَفِّقِ اللّهُ بَيْنَهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلِيمًا خَبِيرًا

Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınlar üzerinde koruyucu yöneticidirler. Onun için sâliha kadınlar içten samimi itaatkârdırlar. Allah'ın korumasına karşılık gizli kalması gereken şeyleri koruyucudurlar. Başkaldırmasından / serkeşliğinden endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onlara vurun / dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Çünkü Allah yücedir, büyüktür.

Eğer o ikisinin (karı-kocanın) aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar ıslah / barıştırmak isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.” (Nisa 34-35)

 

 الرِّجَالُ قَوَّامُونَ عَلَى النِّسَاء    “erkekler kadınlar üzerinde koruyucu yöneticidirler.”

Ayette geçen قَوّام  “kavvâm” kelimesi sözlükte şöyle ifade edilmektedir:

قَوّام :  صيغة مبالغة من   قامَ / قامَ إلى / قامَ بـ / قامَ على / قامَ لـ

Yani   قَوّام  kelimesi,  قامَ  kelimesinin  فعّال  mübalağa kalıbından türemiş halidir.

Arapçada harfi-cer denilen edatlar, İngilizce'deki "preposition"lara benzerler. Bunlar, fiillerle ya da isimlerle birlikte kullanıldıklarında kelimeyi kök anlamının dışında tamamen farklı farklı anlamlara taşıyabilmektedirler.

Ayette geçen;  قَوَّامُ  عَلَى  yönetici, müdür, nezaret eden, koruyan” demektir. Yönetici zaten hem idare eden, hem gözeten hem koruyup kollayandır.  Ayetin bütünlüğü içerisinde bakıldığında da bu anlam mevcuttur: 

“Saliha kadınlar içten samimi itaatkardırlar. Kadınlar, itaatsızlık yapma eğilimi gösterirlerse; öğüt vermek, bu fayda vermezse yataklarında yalnız bırakmak yani sıcak ilgiyi kesip soğuk ve mesafeli davranmak, o da fayda vermezse ıslah için, vurmak yani dövmek ile te’dib edilirler. İtaat ederlerse üzerlerinde başka bir yola gidilmez. İtaat etmemekte ısrarcı olurlarsa artık ayrılmaları yani boşanmaları söz konusudur. Son çare olarak her iki taraftan birer hakem tespit edip onların önyargısız iyi niyetli çalışmaları ile araları bulunmaya çalışılır. Bu ıslah teşebbüsü de başarısız olursa erkek karısını boşar.”

Bu anlam bütünlüğü içerisinde  قَوَّامُ عَلَى  kelimesine kendisi için konulmuş olan “koruyucu kollayıcı yönetici” anlamı dışında bir anlam nasıl verilir.?

Ayrıca, erkeğin kadın üzerinde yönetici kılınmış olması niçin yadırganır? Bilindiği gibi, insanın fıtri özelliklerinden birisi de birlikte yaşamdır. Bir işi beraber yapan ya da bir mekanı beraber kullanan iki kişinin o iş ve mekandaki beraberliklerinin sürdürülebilir olması için, görüş farklılığı oluştuğunda birisinin karar vermek ve diğerinin de itaat etmek konumunda olması kaçınılmazdır. Aksi halde o beraberlik sürdürülemez. İnsanın bu özelliğini çok iyi bilen Allahu Teala kadın ve erkek arasındaki konum ve görev dağılımını bizzat kendisi yapmıştır. Erkeğe; ailenin nafakasını temin etmek, ehlini (eşini ve çocuklarını) dünya ve ahiret tehlikelerinden korumak sorumluluğu ile birlikte meşru çerçevede karar vermek, emretmek yetkisi vermiştir. Zira karar vermek ve emretmek yetkisi olmaksızın itaat etmek ve tabi olmaktan bahsedilemez.

Dünyaya hümanizm (insanın tanrılaştırılması) ve feminizm (kadının tanrılaştırılması) açısından bakan kişiler ve onların etkisinden kalan kişiler, Allah’ın emri gereği erkeklerin kadınlar üzerinde yönetici konumunda olmasını; “ata erkil, erkek egemen gelenekçi yorumdur” deyip, kadınları köleleştirmek olarak ya da kadın için bir aşağılama olarak algılamaktadırlar.

Kadının erkeğe itaat etmesi ya da tabii olması, niçin kadını köleleştirmek ya da erkeğe kul etmek olsun?!. Niçin kadın için bir zül / aşağılama olsun?!. Kadının evinde babasına, erkek kardeşine, evliyse kocasına itaat etmesini hazmedemeyenler, güya eşitlik adına, üzerlerine vazife olmadığı halde, kadının da erkekler gibi çalışmasını, sosyal ve siyasal faaliyetlere katılmalarını savunanlar, o sahadaki kadına yabancı erkeklerin emretmelerini nasıl hazmedebiliyorlar?!..   

Secde etmek; itaat etmenin, tabi olmanın ve makama saygı göstermenin sembolik ifadesiydi. Allah’ın emri (Bakara 34) üzerine melekler Adem’e aleyhisselama secde edince, Adem’e kul- köle mi oldular!?. Yusuf aleyhisselamın kardeşleri Yusuf ve babası Yakup aleyhisselamın huzurlarında secde ettiklerinde (Yusuf 100) onlara kul- köle mi oldular!?. Daha sonra putperestlikle özdeşleştiği için Allah’tan başkasına secde etmeyi Allahu Teala, son Resulü sallallahu aleyhi vesellem vasıtası ile yasaklamıştır.  

Allahu Teala, kadına da sadece evin temizliği, çeki düzeni, yemeği gibi evin içerisinde yapılması gerekenleri yapması, çocuklarının sağlıklı ve ahlaklı yetişmesini sağlaması, eşine huzur veren tutum ve davranış içerisinde olması, onun onuru, haysiyeti ve namusunu koruması ve kendisinden sorumlu erkeğine saygılı bir şekilde içtenlikle itaat etmesi sorumluluğunu vermiştir. Kadına, evin dışında hiçbir sosyal ve siyasal sorumluluk yüklenmemiştir. (Geniş bilgi için şu linkteki yazımıza bakılabilir: http://islamiyontem.net/index.php/kadinin-asil-sorumluluk-alani-evdr )  

Bu görev dağılımına itiraz, Allah’a itirazdır. Çünkü bu dağılımı Allahu Teala bizzat kendisi yapmıştır. Böylesi bir itiraz şeytani bir tutum olur. Herkes Allahu Teala’nın kendisi için belirlediği konumdaki sorumluluğu ile imtihan olmaktadır. Bu imtihanı kazanan mükafatını alacaktır. Bu değerlendirme ayrımcılık olmaksızın adil olacaktır. Bir birlerini kıskanmalarına gerek yoktur. Zira Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:

وَلاَ تَتَمَنَّوْاْ مَا فَضَّلَ اللّهُ بِهِ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ لِّلرِّجَالِ نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبُواْ وَلِلنِّسَاء نَصِيبٌ مِّمَّا اكْتَسَبْنَ وَاسْأَلُواْ اللّهَ مِن فَضْلِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا

Allah'ın sizi, birbirinizden üstün kıldığı şeyleri hasretle arzu etmeyin. Erkeklerin de kazandıklarından nasipleri var, kadınların da kazandıklarından nasipleri var. Allah'tan lütfunu isteyin; şüphesiz Allah her şeyi bilmektedir.” (Nisa 32)

إِنَّ الْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِتِينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِقِينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِرِينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِعِينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّقِينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّائِمِينَ وَالصَّائِمَاتِ وَالْحَافِظِينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِرِينَ اللَّهَ كَثِيرًا وَالذَّاكِرَاتِ أَعَدَّ اللَّهُ لَهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْرًا عَظِيمًا

Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden itaat eden erkekler ve gönülden itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla korkan erkekler ve saygıyla korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve çokça zikreden kadınlar; işte bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzâb 35)

 

بِمَا فَضَّلَ اللّهُ بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ   Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ..”

 

Burada geçen فَضَّلَ عَلَى  Kelimesi de lügatte; “tercih etmek, beğenmek, öncelik vermek, üstün kılmak” anlamlarındadır. Kur’an’da da bu anlamda geçmiştir. ( Bakara 47, 253; Nisa 32, 34, 95;  En’am 86; A’râf 140; Ra’d 4; Nahl 71; İsrâ 21; Neml 15 ) 

Edip Yüksel; فَضَّلَ عَلَى  kelimesini  Bakara 47, Nisa 85, En’am 86, Nahıl 71, İsrâ 21 ayetlerinde “üstün kılmak” olarak kendisi için konulduğu anlamda kullanmıştır. Mesela:

انظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً

İnsanları birbirinden nasıl üstün kıldığımıza dikkat et. Ahiretin dereceleri ve üstünlükleri daha büyüktür” (İsrâ 21) (Edip Yüksel Kur’an Meali)

Edip Yüksel; ayetlerde geçen  فَضَّلْ   بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ    kalıbındaki ibareyi; mesela İsrâ 21 ayetinde; kelimenin kendisi için konulduğu anlamda “onları birbirlerinden üstün kılmak” şeklinde tercüme ederken, mesela Nisa 34 ayetinde “her birine farklı yetenekler ve özellikler vermek” şeklinde anlamlandırmıştır. Halbuki bu anlam bu kelime için konulmamıştır. Bu tahrif değil de nedir?!.. Onu bu tahrife iten nedir?.

Bu “üstünlük” elbette ki, Allah katındaki değer ve fazilet üstünlüğü değildir. Çünkü o, ancak takva üstünlüğü ile elde edilir. Bu üstünlük, dünyadaki konum üstünlüğüdür. Bu, üst- ast konumudur. Her konumun kendisine göre sorumluluğu vardır.

Ancak erkek ve kadın arasındaki bu üst- ast ilişkisi; askerlikteki gibi ya da işyerindeki amir- memur ilişkisinde olduğu gibi resmi ve soğuk bir ilişki değildir. Allahu Teala’nın belirttiği gibi, Allah’a kulluk bilinci ile, saygı, sevgi, şefkat, merhamet esasına dayalı ünsiyet doğuran, huzur veren sıcak insani ilişkidir.

وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 “Onda 'sükûn bulup durulmanız'/ huzur bulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rûm 21)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ يَحِلُّ لَكُمْ أَن تَرِثُواْ النِّسَاء كَرْهًا وَلاَ تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُواْ بِبَعْضِ مَا آتَيْتُمُوهُنَّ إِلاَّ أَن يَأْتِينَ بِفَاحِشَةٍ مُّبَيِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِن كَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَيَجْعَلَ اللّهُ فِيهِ خَيْرًا كَثِيرًا

Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmeniz için de kadınları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız (biliniz ki) Allah'ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.” (Nisa 19)

Erkeklerin kadınlar üzerinde üstün kılınmaları, bu ayetlerin ışığında bir üst- ast konumundadır. 

 “Farklı kılmak” gibi bir anlam,  dilde     فَضَّلَ عَلَى   kelimesi için konulmamıştır. “Farklı kılmak” gibi bir anlamı  فَضَّلَ عَلَى  kelimesine yüklemek tam bir tahrifattır.

 

فَالصَّالِحَاتُ قَانِتَاتٌ    “Sâliha kadınlar içten samimi itaatkârdırlar..”

قَانِتَ  “içtenlikle ve ihlasla itaat eden, boyun eğen, kibrini kıran, alçak gönüllü olan, tabi olan, yumuşak konuşan” demektir. Kur’an’da (Nisa 34, Tahrim 3, Ahzâb 35)  da bu anlamda geçmektedir.

 

وَاللاَّتِي تَخَافُونَ نُشُوزَهُنَّ    Baş kaldırmasından / serkeşliğinden endişe ettiğiniz kadınlara..

 

نُشُوز  kelimesi,  نَشَزَ  fiilinin mastarıdır.  “Yukarıda,  yüksekte olmak; kalkmak; başkaldırmak, isyan etmek, serkeşlik etmek, dik başlılık yapmak, azgınlık ve inat üzere olmak, geçimsizlik vb.”

“İffetsizlik etmek” şeklinde bir anlam dilde bu kelime için konulmamıştır.

Bu kelime Kur’an’da iki yerde sözlük anlamıyla geçmiştir. Birisi de şu ayettir:

وَإِنِ امْرَأَةٌ خَافَتْ مِن بَعْلِهَا نُشُوزًا أَوْ إِعْرَاضًا فَلاَ جُنَاْحَ عَلَيْهِمَا أَن يُصْلِحَا بَيْنَهُمَا صُلْحًا وَالصُّلْحُ خَيْرٌ وَأُحْضِرَتِ الأَنفُسُ الشُّحَّ وَإِن تُحْسِنُواْ وَتَتَّقُواْ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا

Eğer kadın; kocasının serkeşliğinden veya yüz çevirmesinden endişe ederse; anlaşma yoluyla aralarını bulmalarında kendileri için bir günah yoktur. Anlaşmak daha hayırlıdır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir. Eğer iyi davranır ve sakınırsanız; Allah işlediklerinizden haberdardır.” (Nisa 128)

Dikkat edilirse bu ayette kadın kocasının nüşûzundan / sekeşliğinden endişe ettiğinde, Nisa 34 ayetindeki tedip yöntemlerinden bahsedilmemiştir. Yani kadının nüşûzundan erkek endişe etmesi halinde kendisine gösterilen tedib / terbiye etmek, gerekirse cezalandırarak düzeltmeye / ıslah etmeye çalışmak tedbirlerinden bahsedilmeyip, doğrudan Nisa 35 ayetinde işaret edilen, aralarının bir sulh / anlaşma yolu ile ıslah edilmesine baş vurmaları tavsiye edilmektedir. Neden? Çünkü, Allahu Teala’nın tayin ettiği konum itibarı ile, kadın ast konumundadır, erkek ise üst konumundadır. Ast konumunda olanın üst konumunda olanı terbiye etmesi ya da cezalandırması söz konusu olamaz. İşte Kur’an’daki ifade etme mükemmelliği, belagat mükemmelliği!. Kur’an’ın tamamında bir konu ile ilgili ayetler arasında tam bir anlam bütünlüğü vardır. İşte insanlar bundan acizdirler. Bir paragraftaki cümleler arasında dahi anlam bütünlüğünü sağlayamıyorlar, Edip Yüksel’in Nisa 34 ayetine yaptığı mealde olduğu gibi.

Kadının “nüşûzu”; Allahu Tealanın kendisi için tayin ettiği konuma ve sorumluluğa başkaldırmasıdır. Yani kocasına karşı meşru çerçevedeki vacip olan itaatten dışarı çıkmasıdır, kocasına karşı diklenmesidir, kocasına hoş muamelede bulunmamasıdır, huzur veren saygı ve sevgi ile muamelede bulunmamasıdır. Evdeki vecibelerini yerine getirmemesidir. “Sâliha kadınlar içten samimi itaatkârdır” sözünün aksine davranışlar sergilemesidir. Bunu ahlak haline getirmesidir.

“İffetsizlik”; Edip Yükselin tabiri ile “başka erkekle flört etmesi” nüşûz değil de Kur’an’ın tabiri ile “fuhuş”tur. Şu ayette geçtiği gibi:

قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ وَالإِثْمَ وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَأَن تُشْرِكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ

De ki: Rabbim ancak açığı ve gizlisiyle her türlü fuhşiyatı / hayasızlığı, günahı, haksız yere taşkınlık etmeyi, hakkında Allah'ın hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (A’râf 33) 

وَاللاَّتِي يَأْتِينَ الْفَاحِشَةَ مِن نِّسَآئِكُمْ فَاسْتَشْهِدُواْ عَلَيْهِنَّ أَرْبَعةً مِّنكُمْ فَإِن شَهِدُواْ فَأَمْسِكُوهُنَّ فِي الْبُيُوتِ حَتَّىَ يَتَوَفَّاهُنَّ الْمَوْتُ أَوْ يَجْعَلَ اللّهُ لَهُنَّ سَبِيلاً

“Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun / hapsedin.” (Nisa 15) 

Allahu Teala fuhuş / iffetsizlik yapan kadınları “evde tutun yani hapsedin” diyor, dışarı çıkartın demiyor!...

Ayrıca İslam’a göre; fuhuş işleyen kadın ve erkek, çağdaş cahiliyye kültürü olan “ileri demokrasinin” baskın olduğu Batı toplumlarında yapıldığı gibi hoş karşılanmaz. Bilakis bir sonraki ayette belirtildiği gibi şiddetle cezalandırılırlar:

وَاللَّذَانَ يَأْتِيَانِهَا مِنكُمْ فَآذُوهُمَا فَإِن تَابَا وَأَصْلَحَا فَأَعْرِضُواْ عَنْهُمَا إِنَّ اللّهَ كَانَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tövbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul edendir, esirgeyendir.” (Nisa 16)

Bu iki ayette geçen الْفَاحِشَةَ – fahişelik, fuhuş kelimesi zinayı da içine alan, flört etmek, homoseksüellik, lezbiyenlik gibi her türlü gayri meşru cinsel ilişkiyi içine alan bir kelimedir. “Zina yapmanın” cezası ayrıca belirtilerek bu ayetin hükmü dışına çıkartılmıştır.

Erkeğin nüşuzu da; Allahu Tealanın kendisi için tayin ettiği konuma ve sorumluluğa başkaldırmasıdır. Yani karısının nafakasını temin etmemesi, onu koruyup kollamaması, ihtiyaçlarını karşılama yönünde gayret sarf etmemesidir. Cinsi ihtiyaç yönünden onu ilgisiz bırakmasıdır.  Gereksiz yere sert, kaba ve hırçın davranmasıdır. Ona şefkat ve merhametle iyi muamelede bulunmamasıdır. Allah’ın kendisine vermiş olduğu konumu kötüye kullanarak despotluk yapmasıdır, sadistçe davranmasıdır. Bunu ahlak haline getirmesidir.   

Ayet, “nüşuz ettiklerinde / baş kaldırdıklarında” demiyor. Çünkü kadının da erkeğin de nüşûzu ahlak edinmesi halinde o evliliğin sağlıklı şekilde yürümesi mümkün değildir. Dolayısıyla bu durumda, erkeğin karısını boşamasından, kadının da mahkeme yoluyla boşanmasından başka yol kalmamıştır.  

Ayet, “Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz”  diyor. Yani “bu yönde eylem ve söylem sergilemeye başladığında” demektir. Bu yeni söylem ve eylemle karşılaşınca takip edilecek yol ve yöntem ayetin devamında şöyle gösterilmiştir:

 فَعِظُوهُنَّ وَاهْجُرُوهُنَّ فِي الْمَضَاجِعِ وَاضْرِبُوهُنَّ     “..onlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) onlara vurun / dövün.”

Burada bazı kişilerin itiraz ettiği husus;   اضْرِبُوهُنَّ  “onlara vurun”  sözüdür. اضْرِبُو   kelimesi ضرب  fiilinin ikinci çoğul şahıslara emir halidir.  ضرب   / DaRaBe fiilinin sözlükteki yalın halinin, söylenildiği gibi onlarca anlamı yoktur. Sadece “vurmak, dövmek” anlamındadır. Türkçe’de bir insana bir tokat atmak şeklinde de olsa vurmak, onu dövmek demektir. Ancak ضرب  harfi cerlerden birisi ile ya da başka kelimeler ile farklı anlamlar alabilmektedir. Fakat bu anlamların içerisinde “çıkarmak”, “uzaklaştırmak” anlamı hiçbir şekilde yoktur.

ضرب  / DaRaBe fiilinin "çıkmak" anlamını ifade edebilmesi için devamında في  harfi cerrinin olması gerekir. O da, “sefere çıkmak” anlamındadır, “dışarı çıkmak” değildir. Buna örnek olarak Nisa suresi 94 ve 101. ayetlere bakılabilir. Bu fiil, yalın halde, "çıkmak" anlamına gelmez. “Çıkarmak” anlamına hiç bir yerde hiçbir şekilde gelmez. Zira, “çıkmak” ayrı şey “çıkarmak” ayrı şeydir. Birincisi geçişsiz (Arapça'da lazım), ikincisi geçişli (Arapça'da müteaddi) fiildir. Ayrıca “evden uzaklaştırmak” ya da “yataktan uzaklaştırmak” anlamı da yoktur.   

Kur’an'da ضرب في   fiili  "çıktı" anlamında değil, "sefere çıktı, yolculuğa çıktı, seyahate çıktı" anlamında vardır. Hele hele "çıkarmak, çıkardı" anlamı; zaten hiç yoktur.  ضرب  kelimesi için bu anlam konulmamıştır ve bu kelime ile hiç alakası da yoktur.

ضرب  kelimesi Kur’an’da; Bakara 60, 73 ; A’râf 160, Enfal 12, 50 ; Şu’arâ 63 ; Muhammed 4, 27   ayetlerinde dilde kendisi için konulan “vurmak” anlamında geçmiştir. Dr. Edip Yüksel, Prof.Dr.Yaşar Nuri Öztürk, Prof.Dr.Bayraktar Bayraklı da meallerinde bu ayetlerde “vurmak” anlamında aktarmışlardır. Mesela;

فَقُلْنَا اضْرِبُوهُ بِبَعْضِهَا كَذَلِكَ يُحْيِي اللّهُ الْمَوْتَى وَيُرِيكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَعْقِلُونَ

“'(Düvenin) bir parçasıyla ona (öldürülene) vurun,' dedik. İşte, ALLAH ölüleri böyle diriltir ve düşünesiniz diye ayetlerini (mucizelerini) böyle gösterir.” (Bakara 73) (Edip Yüksel Meali)

Fakat  Nisa 34 ayetinde  "çıkarmak", “evden ya da yataktan uzaklaştırmak” anlamında aktarmışlardır. Böylelikle ayetin anlamı tamamen çarpıtılmıştır, heva heves ile tahrif edilmiştir.!..

Bakara 73 ayetinde; اضْرِبُوهُ  “Ona vurun” , fakat Nisa 34 ayetinde اضْرِبُوهُنَّ "onları çıkarın", evden uzaklaştırın”, “yataktan uzaklaştırın”  ?!..  Neden?!...

Bu sakat yaklaşımla Nisa 34 ayetinin nasıl tahrif edildiğine bakar mısınız?!

 

Erkekler kadınları gözetirler. Zira ALLAH her birine farklı yetenekler ve özellikler vermiştir. Nitekim erkekler evin geçiminden sorumludur. Erdemli kadınlar, (Tanrı'nın yasasına) boyun eğer ve ALLAH'ın korumasını emrettiği (onur ve iffetlerini) tek başlarına bile olsalar korurlar. İffetlerinden endişe duyduğunuz kadınlara öğüt verin, yataklarınızı ayırın ve nihayet onları çıkarın. Size itaat ederlerse onlara karşı bir yol aramayın. ALLAH Yücedir, Büyüktür.”

 

“Gözetmek” ne demektir?  “Korumak, muhafaza etmek, bakmak, beslemek, geçindirmek, himaye etmek, dikkat göstermek, önem vermek, kollamak, beklemek, uymak, riayet etmek, nişan almak” anlamlarında kullanılmaktadır. “Kadınların gözetilmesi” onları korumak kollamak, geçimini sağlamak anlamında olmalıdır. Bu, قَوَّامُ عَلَى    “kavvâm alâ” kelimesinin içerisinde kısmen mevcuttur. Zira “kavvâm alâ”;  “koruyup kollayan, çeki düzen veren yönetici, otorite sahibi” demektir. Yöneticilik, otorite sahibi yani emir ve karar verme yetkisi olmasaydı, niçin ayetin sonunda “size itaat ederlerse” denilmektedir.?

Kırmızı işaretli yerler tahrif edilmiştir. İzahı yukarıda yapılmıştır. Bu tahrifatla ayetteki anlam bütünlüğü nasıl bozulmuştur, görüyor musunuz?. İşte bu, Allahu Teala’ya ve kitabı Kur’an’ı Kerim’e karşı iğrenç bir saygısızlıktır. Bu, eğer bir art niyet yoksa; Kur’an’ı ilkesiz, yöntemsiz, dikkatsiz, ön yargılı olarak okumanın ürünüdür. Umarım ilgili kişiler şeytanın güzel gösterdiği bu amellerindeki çirkinliği görüp tövbe ederler.. 

 

Allahu Teala’nın Ayetlerini Tahrif Edenlerin Tasviri

Yapılan bu tahrifattaki iğrençliği şu ayeti kerimeler net bir şekilde ortaya koymaktadır:

اَفَتَطْمَعُونَ اَنْ يُؤْمِنُوا لَكُمْ وَقَدْ كَانَ فَر۪يقٌ مِنْهُمْ يَسْمَعُونَ كَلَامَ اللّٰهِ ثُمَّ يُحَرِّفُونَهُ مِنْ بَعْدِ مَا عَقَلُوهُ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

وَاِذَا لَقُوا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا قَالُٓوا اٰمَنَّاۚ وَاِذَا خَلَا بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ قَالُٓوا اَتُحَدِّثُونَهُمْ بِمَا فَتَحَ اللّٰهُ عَلَيْكُمْ لِيُحَٓاجُّوكُمْ بِه۪ عِنْدَ رَبِّكُمْۜ اَفَلَا تَعْقِلُون

اَوَلَا يَعْلَمُونَ اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

فَوَيْلٌ لِلَّذ۪ينَ يَكْتُبُونَ الْكِتَابَ بِاَيْد۪يهِمْ ثُمَّ يَقُولُونَ هٰذَا مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ لِيَشْتَرُوا بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ فَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا كَتَبَتْ اَيْد۪يهِمْ وَوَيْلٌ لَهُمْ مِمَّا يَكْسِبُون

Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.

İnananlarla karşılaştıkları zaman, "İnandık" derlerdi; birbirleriyle yalnız kaldıklarında, "Rabbinizin katında size karşı hüccet göstersinler diye mi Allah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz? Bunu akletmiyor musunuz?" derlerdi.

Gizlediklerini de, açıkladıklarını da Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı?

Onların bir kısmı da ümmîdir. Kitap nedir bilmezler. Bütün bildikleri, kendilerine anlatılan birtakım kuruntu ve uydurmalardır. Onlar sadece bir zan içindedirler.

Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara 75-79)

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَناً قَل۪يلاً اُو۬لٰٓئِكَ لَا خَلَاقَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۖ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

وَاِنَّ مِنْهُمْ لَفَر۪يقاً يَلْوُ۫نَ اَلْسِنَتَهُمْ بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِۚ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۚ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُون

Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

Onlardan bir gurup, okuduklarını kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde; Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.” (Ali İmran 77-78)

Allah’ın ayetlerini, Kitabını konjonktürel duruma, vakıaya, baskın felsefi, siyasi, toplumsal fikri akımlara bilinçli ya da bilinçsiz şekilde uydurmak çabası ile tahrif etmeye çalışanlar yukarıda geçen ayetlerden daha iyi tasvir edilemez. Allahu Teala’dan bizi bu duruma düşmekten korumasını niyaz ediyoruz.

 

Sonuç:

•           “Bütün rivayetler haktır, Peygamber söylemiştir, Allah’tan gelen vahiydir”   demek nasıl peygambere ve Allah’a iftira ise,   “bütün rivayetler uydurmadır, Kur’an’a aykırıdır, bir değeri yoktur” demek de o kadar Allah’a, Resulüne ve ona ihsanla tabi olanlara iftiradır, zulümdür ve Kur’an’a aykırıdır.

•           Kur’an’ı doğru anlamak ve ona samimi bir şekilde tabi olmak; salt mantık yürütmek ile olmaz. Kelimelere kendi görüşleri ya da hevaları doğrultusunda sübjektif yaklaşımlarla anlam yükleyerek olmaz. Böylesi bir yaklaşım ancak Kur’an’ı tahrif etmek girişimi olur. Ki bu, iğrenç bir cürümdür!..

•           Kur’an’ı doğru anlamak ve ona samimi bir şekilde tabi olmak; Kur’an’ın vakıasına, anlama usulüne ve disiplinine ihlasla tabi olarak olur. O zaman Kur’an dosdoğru yola ileten olur.

•           Aksi halde Kur’an, herkesin her şey için kendi lehine delil bulduğu bir kitap olur ki, bu Kur’an’ı heva hevese tabi kılmaktan başka bir şey değildir..  

وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْآنِ مَا هُوَ شِفَاء وَرَحْمَةٌ لِّلْمُؤْمِنِينَ وَلاَ يَزِيدُ الظَّالِمِينَ إَلاَّ خَسَارًا

“Kur'an'dan; müminler için rahmet ve şifa olanı indiririz. Zalimler için ise ancak hüsranı artırır.” (İsrâ 82)

 

 

رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَ سَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلًّا لِّلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ

"Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman edenlere karşı bir kin bırakma. Rabbimiz, gerçekten sen, çok şefkatlisin, çok esirgeyicisin."

(Haşr 10)

 

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen."

(Ali İmran 8)

 

Ahmed KILIÇKAYA
www.islamiyontem.net

Paylaş :




WhatsApp